Konu Başlığı: Giriş Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 19:39:36 GİRİŞ Allah hiçbir varlığı, hiçbir olayı amaçsız olarak yaratmamıştır. Hayatta farkına vardığımız veya varamadığımız her olay ve eylemin mutlaka bir amacı, bir hikmeti vardır. Herşey bir sebebe dayalı olarak vukû bulmaktadır. Şuurlu ve iradeli her hareketin temel vasfı bir amaca yönelik olmasıdır. Aklın prensiplerinden biri de gâyelilik prensibidir. Bu prensibe göre herşey bir gayeye varmak içindir. [1] "Ben tabiattaki ahenk ve gâiyet dolayısıyle de Allah'a inanıyorum." [2] diyen J.J. Rousseau bu gerçeğe işaret eder. Mustafa Sekip Tunç, bu prensibi açıklarken "Varlıkların birer gayeleri olacaktır, gayesiz bir şey olmaz" dedikten sonra şöyle devam ediyor: "Büyük dinlerin dünya görüşleri hep hedefli bir fınaliteye dayanır. Dünyanın nereden gelip nereye gideceğini, insanların iyi ve kötü âkibetleri açıkça bildirilir. Bunun için dindarlar korku ile yakarma arasında sallanırlar." [3] Şuurlu ve özgür irâde ile yapılan hiçbir oluş ve eylem yoktur ki belirli bir amaca yönelik olmasın. Her eylemin, her oluşun mutlaka bir gayesi vardır. Olanlar hep o gayeye hizmet eder, o gayenin gerçekleşmesi için çalışır. Kâinatta hiçbir tesadüfe yer yoktur. Her olgunun bir sebebi, bir amacı vardır. [4] Aynı hakikate ışık tutan İbn Rüşd'e göre de: "Cenâb-ı Hakk'ın, kullarına, âlemin kendi mahlûku ve eseri olduğunu anlatmak için kullandığı metod, kâinattaki bütün yarlıklarda ve özellikle insanda açık bir şekilde görülen hikmet ve gâiyettir. Bu öyle bir metoddur ki, açıklık bakımından hisse nisbeti ne ise onun da akla nisbeti odur." [5] Kur'ân tefekkür sisteminde de bu ilkenin geçerli olduğunu görürüz: "Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri eğlence olsun diye yaratmadık." [6] Andro Cinovayivi, "Niçin Allah'a İnanıyoruz1?" isimli kitabın 284. sayfasında Einstein'den bir söz naklediyor. Einstein diyor ki: "Kendi hayatını ve diğer yaratıkların hayatını mânâsız olarak kabul eden kişi yalnız bahtsız birisi olmakla kalmaz; aynı zamanda hayata müstahak birisi olmadığını da ortaya koyar." Gazzalî de âlemde boş ve mânâsız hiçbir şeyin yaratılmadığını, herşeyin bir gaye ve maksad için yaratıldığını ve bunlarda da birtakım hikmetlerin bulunduğunu [7] söylemiştir, "Eğer evrenin her parçasını inceleyecek olursak, görürüz ki, başlangıcından beri evren, bir amaca sahiptir ve ona doğru yönelmiştir.” [8] Herşeyin olduğu gibi insanın hayata gelişinin de tabiatiyle bir amacı vardır. "Bu amacı yerine getirmesini sağlayan yeteneklere sahip olarak ona yönelmiştir. İnşanın tüm mutluluğu, bu amacı yerine getirmesinde yatar. Üzüntüsünün, kederinin ve felaketinin nedeni de bu amacı başaramamasıdır." [9] İnsanı yaratan Allah, bu hedefe ulaşmasında ona rehberlik ediyor. "Kur'ân, insanlığın amacının gerçeğe en uygun bir biçimde ortaya konabilmesi için, bunu, en uygun yollarla açıklar, mükemmel bir dünya görüşü sunar ve bu dünya görüşüne uygun olan ahlakî değerleri ve pratik kanunları kapsar." [10] Allah, Kur'ân'da insanları şöyle uyarıyor: "Bizim, sizi boşuna yarattığımızı ve sizin bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz1?" [11] Bu ifâde başka bir âyetle daha bir vuzuh kazanıyor: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. "[12] Yukardaki açıklamalardan aşikâr bir surette enlaşılmaktadır ki, "insan, kendisinden beklenen ve istenen birtakım fiiller için yaratılmıştır." [13] Bunun adı da Kur'ân diliyle "Allah 'a kulluk"tur. Neden Allah'a kulluk? Çünkü gerçek odur, lâyık olan odur. Adolph W. Aleck, insan için bir gayenin bulunmuş olmasının yetmeyeceğini, gayenin, uğrunda çalışmaya, savaşmaya değer nitelikte olması gerektiğini vurguluyor ve "Erişmeye değer gayeler için fedakârlık yapılır" [14] diyor. Kula kul olmanın ne anlamı, ne kalitesi ve ne de gerçeklik payı vardır. Öyle ise gerçek kulluk Allah'a kulluktur. "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" âyetini okurken akla bir soru gelebilir: Bütün varlıklar Allah'a kul olma durumundayken burada niçin cinler ve insanlar konu edilmektedir? Bu sorunun cevabını Mevdûdî, "Tefhîmu'l-Kur'ân" isimli eserinde şöyle veriyor: "Cin ve insanlar kendilerine Allah'a ibâdet etme veya yüz çevirme ya da başkalarına ibâdette bulunma hürriyeti verilmiş olan yaratıklardır. Kâinattaki diğer varlıklar ise, böylesine bir irâde hürriyetine sahip değillerdir. Onlar Allah'ın koyduğu yasalara uyarak, Allah'a ibâdet etmenin dışında başka bir seçeneğe sahip olmadıklarından sadece insanlara ve cinlere hitap edilmiştir. Onlar dilerlerse kendilerini yaratan Allah'a ibâdet ederler, dilerlerse ondan yüz çevirip, kendilerini yaratmayan başka varlıklara ibâdet ederler." [15] Nasıl ki fikir yazılarında bir ana fikir ve okuyucuyu ona götüren yardımcı fikirler varsa amaçlar için de durum aynıdır. İnsanların amaçlarını iki bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi ana amaç, ikincisi ise insanı ana amaca götüren, götürmesi gereken yardımcı amaçlardır. Ana amaç insanın hayatına yön veren, onun dünya görüşünü sağlayan, diğer bütün yakın ve yan amaçların etrafında kümelendiği nihâî ve temel amaçtır. İnsanlar burada gerçeğe ne kadar yaklaşırlarsa o kadar mutlu ve bahtiyar olurlar. Hayatları bir anlam kazanır. Gerçekten uzak, bulanık, netlik kazanamamış serap misâli amaçlar ise sahiplerini uzun vadede bahtiyar kılamazlar. Bunlar, bebeklerin susması için ağzına verilmiş yalancı emziklere benzerler. Yardımcı amaçlar, nihâî ve temel amacımıza ulaşmamızda bize yardımcı olan amaçlardır. Bunlar araç görevi görürler. Ana amacımıza ulaşırken bize güç verir, yolumuzu aydınlatırlar. Hiçbir zaman ana amacın yerini alamazlar, almamalıdırlar. Yeri gelmişken belirtelim ki yardımcı ve yan amaçların ana amacın yerine geçmesi insanların çıkmazıdır. Böyle bir durumda ana amaç kaybolur, yardımcı amaçlar onun yerini alırlar. Meselâ iktisâden güçlü veya sağlıklı olmak İslâm inancına göre insanları Allah'a kulluğa götüren vâsıta amaçlardır. İnsanlarda bu bilinç kaybolur da iktisâden güçlü veya sağlıklı olmak birinci plana geçerse, Allah'a kulluk amacı ya kaybolur veya cılızlaşır. O halde yapılacak iş her ikisini de kendi kategorisinde güçlü kılmaktır. Çünkü yardımcı hedeflerin tahakkuku, ana hedefin tahakkukunu hem kolaylaştırır, hem çabuklaştırır. Onun yaşamasına medar olur. Keza ana gayenin güçlü olması da diğer gayelerin tahakkukunda, verimliliğinde, onlar için yapılacak mücâdelelerde önemli rol' oynar. Bu itibarla insanlar amaçlarını belirlerlerken daha bir şuurlu olmak durumundadırlar. Zira hayatımızın bütün yönü ve hızı bu amaçlara bağlıdır. Saadetimiz de onlarla kâimdir. Kur'ân eğitiminin en önemli amacı, insana bu kulluk formasyonunu kazandırmak, bütün insanların kafa ve gönüllerini "yalnız Allah'a kulluk", prensibine ayarlamaktır. Tıpkı saatlerin Greenwich'e ayarlandığı gibi. Suat Yıldırım, "Kur'ân-ı Kerim ve Kur'ân ilimlerine Giriş" adlı eserinde şunları söylüyor: "Kur'ân'ın ihtiva ettiği bu çok çeşitli mevzuların ve cüz'î mânâların hepsi bir tek küllî mânânın etrafında dönmektedir: Bu mihver de, insanları, kendi fikir ve iradeleriyle Allah'a kulluğa çağırmaktır." [16] S. Ramazan el-Bûtî ise konumuza şu şekilde yaklaşıyor: "Kıssalarıyla, ahkâmıyla, inanç sistemiyle ve diğer konularıyla bir bütün olan Kur'ân, sadece bir tek temel amaçla indirilmiştir: İnsanlar, Allah'a isteyerek, gönülden kul olsunlar."[17] "Yeryüzünde nizâm sağlandıktan sonra onu ifsâd etmeyin. Allah'a hem korkarak, hem isteyerek kulluk edin. iyilik yapanlara Allah'ın rahmeti pek yakındır."[18] "Şüphe yok ki bunda (Kur'ân'da), kulluk edenler için kâfi bir öğüt vardır. "[19] "Göklerde ve yerde Rahmân'ın huzuruna kul olarak gelmeyecek hiçbir kimse yoktur." [20] "Andolsun ki, her millete, Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının diyen peygamber göndermişizdir." [21] Kur'ân, insanları yalnız Allah'a kul olmak, başkalarına kul olmamak hususunda da uyarıyor: "Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmıştır. Sonra hikmet sahibi, herşeyi bilen Allah tarafından (bu âyetler) tafsil olunmuştur. (Şöyle ki:) Allah'dan başkasına kul olmayın. Ben size onun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim." [22] Muhammed Kutup, "Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler, büyüklük taslamaksızın Allah'a secde ederler" [23] âyetini yorumlarken yine kulluğa dikkat çekiyor. Diyor ki: "Gökyüzünde bulunanlar, yeryüzündekiler, herşey, bir ortak noktada birleşiyor. Hepsinin çabası, kendilerini yaratan Allah'a "kulluk" etmektir. Bu ortak çaba, canlı-cansız tüm varlıkları içine alıyor." [24] Kulluğun boyutları üzerinde de durmak gerekir. Acaba Kur'ân'a göre kulluğun hayat içindeki boyutları nedir? "Ben inandım, herşeyi kabul ediyorum" demekle kulluk görevi yerine getirilmiş olur mu? Hemen belirtelim ki Kur'ân'ın Allah'a kulluk anlayışı diğer dinlerde olduğu gibi belli zaman ve mekân kalıpları içine sıkışmış değildir. Kur'ân'ın kulluk anlayışı bütün hayatı ifade eder. İslâm inancı inanmaktan nefes almaya kadar hayatın bütün kesitlerini içine alır. Konuya dikkat çeken Allah, Kur'ân'da şöyle buyuruyor: "Andolsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, "inandık" deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır. "[25] Ayetin yorumunda Süleyman Ateş, "2-3 üncü âyetlerde insanların, sadece "inandık" demelerinin yeterli olmadığı; imanlarındaki doğruluk derecesinin ortaya çıkması için sınavdan geçirilecekleri; Allah'ın, daha önceki milletleri de denediği belirtiliyor" [26] diyor. Tabiî bu deneme acısıyla tatlısıyla hayatın bütününü ifâde ediyor. İnanç, ibâdet ve davranış planında Muhammed Kutup, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: "Allah'u Teâlâ, "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım" buyururken, sadece günün belli dakikalarını içine alan ibâdet şekillerini kasdetmiyordu. İbâdetten kasıt, insanın bütün davranışlarını, bütün düşüncelerini, bütün duygularını kapsayan şümullü ve üstün bir mânâ idi." [27] Tabatabâî, İslâm'da Kur'ân adlı eserinde Kur'ân terminolojisine göre din kelimesinin "hayat tarzı" anlamına geldiğini zikretmektedir. [28] Aynı eserin 73. sayfasında ise şu ifadeler yer alıyor: "... Allah tarafından insana verilen yaşama biçimi, insanın fıtratına uygun bir yaşama biçimidir. Bu ilâhî kanun insanın doğasıyla, Allah'a kulluk etmek ve boyun eğmekle tamamiyleuyum içindedir.... İslâm, Alllah'a ibâdet etmeyi gerçek hayat tarzından ayırmaz; din kelimesini genel anlamda hayat, hem kişisel hem de toplumsal düzeyde insanın günlük hayatını biçimlendiren yol anlamında kullanır." Buradan anlıyoruz ki İslâm bir yaşama tarzıdır ve bu yaşama tarzı fıtrata en uygun olan yaşama biçimidir. Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'ân'da "ibâdet" kelimesini açıklarken onun sadece namaz ve oruç gibi muayyen ibâdetlere münhasır kalmadığını söylüyor, bunlarla birlikte, "cin ve insanların Allah'dan başkasına tapmamalarını, itaat etmemelerini, hiç kimseye boyun eğmeyip, sadece Allah'ın karşısında eğilmelerini, onun emirlerine itaat edip, ondan korkmalarını, sadece Allah'ın dininin kurallarına uymalarını, O'nun dışında hiç kimseden bir şey beklememelerini ve hiç kimsenin önünde duâ etmek için el açmamalarını tazammun eder" diyor. [29] Kur'ân-ı Kerîm'de ise şöyle buyurulmaktadır: "Allah, hanginizin daha güzel amel işleyeceği hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı... " [30] Başka bir âyet: "Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve herşeye kadirdir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır." [31] Ölüm ve hayat... Bir bütünün iki parçası... Ve bu çizgide yapılan her iyi iş bir imtihan sebebi. Sadece "Rabbimiz Allah'dır" ifadesiyle işin bitmediğini, bunun yanısıra iş ve davranışların da gerekli olduğunu şu âyet sarih biçimde ifade ediyor: "Rabbimiz Allah'dır" deyip, sonra doğrulukta devam edenler, her halde onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." [32] Sözü daha fazla uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki, Kur'ân'ın Allah'a kulluk anlayışı hayatın bütününü ifade etmektedir. Allah'a kulluk konusunun bir başka boyutu daha vardır ki, o da bu kulluğun îfâsındaki kalite veya seviyedir. Acaba Kur'ân insanlardan nasıl bir kulluk ister? Bu, tahkike dayanan şuurlu bir kulluk mudur, yoksa körükörüne icra edilen taklide dayalı bir kulluk mudur? Hemen belirtelim ki insan gerçeğinden hareket eden Kur'ân-ı Kerîm'in idealize ettiği insan tipi -taklidi kabul etmekle birlikte- tahkike ulaşmış, kulluğunun şuurunda olan insan tipidir. Bu insan, inanan, niçin inandığını bilen, bildiklerini yaşayan, belli bir dünya ve hayat anlayışına sahip bilinçli insandır. Şöyle bir soru sorulabilir: Kur'ân'ın hedefi bütün insanları bir mütefekkir ve filozof yapmak mıdır? Hayır, tesbit edebildiğimiz kadariyle Kuranın böyle bir iddiası yoktur. Kur'ân'ın hedefi, insan gerçeğinden yola çıkarak herkesi kendi kabiliyet ve istidadı ölçüsünde gelebileceği en iyi yere getirmektir. İslâm avam dini değildir. Bununla birlikte insan gerçeğini de reddetmez. İbn Rüşd, el-Keşfde bu gerçeğe işaret ederek diyor ki: Halk içinde, Peygamberin (s.a.) cumhur için ortaya koyduğu şer'î delillerden bir şey anlamayacak derecede aklı zayıf ve zekâsı geri olanların mevcut olmaları da imkânsız değildir. Çok az da olsa bunlar mevcuttur. Onlara farz olan da nakil, taklid ve semâ' cihetinden iman etmektir." [33] Yukarıda dedik ki: Kur'ân eğitiminin amacı her insanı kendi güç ve kabiliyetine göre gelebileceği en ideal mertebeye getirmektir. Bu mertebeler teklif sınırından başlar, en yüce insanlık mertebesine kadar ulaşır. Bunun için de insanın iyi bir zihin eğitiminden geçmesi gerekir. Muhakeme gücünün gelişmesi, duygu dünyasının zenginleşmesi için insanın böyle geniş kapsamlı bir eğitimden geçmesi zarurîdir. Kur'ân bunu yapar mı? Bunun kesin cevabı "evet'tir. Çünkü incelendiği zaman görülür ki Kur'ân, bir din kitabı olduğu kadar aynı zamanda bir eğitim kitabıdır da. [34] Vakıa Kur'ân, özel anlamda bir pedagoji kitabı değildir. Açık seçik pedagojik kurallar sıralamaz. Fakat onu derinlemesine inceleyenler, onun insanları eğitirken yanılmaz biçimde, bütün zaman ve mekânlara seslenebilecek evrensel kurallara dayandığını rahatlıkla görebilirler. Bu. konuya Kur'ân-ı Kerîm'i tanıtırken yine temas edeceğimiz için burada fazla detaya girmiyoruz. Peki Kur'ân-ı Kerim bu eğitimi hangi metod ve ilkelere göre yapmaktadır? Bunu yaparken hangi araçları kullanmaktadır? Bu soruların cevabını vermeden önce insanın zihnî veya ruhî yetileriyle ilgili bazı kavramların kısaca tanıtılmasında yarar görüyoruz. [1] Nureddin Topçu, Felsefe, İstanbul 1984, 38. [2] H. Hilmi Bilsel, Allah Vardır, İstanbul 1976, s. 41 [3] M. Sekip Tunç, Terbiye Bakımından Psikoloji Dersleri, İstanbul 1947,s.27,28. [4] Bekir Karlığa, "İnanmanın Dinamiği", Niçin Allah'a İnanıyoruz?, içinde deri; Monsma, J. Clover; Çev: İ. Sıtkı Ersöz, İstanbul 1976, s. 20-28. [5] İbn Rüşd, el-Keşf, s. 105'denf Yusuf Şevki Yavuz, Kur'ân-ı Kerim'de Tefekkür ve Tartışma Metodu, Bursa 1983, s. 92. [6] Duhân: 44/38. [7] Süleyman Hayri Bolay, Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması, Ankara 1976, s. 157. [8] S. Muhammed Hüseyin Tabatabâî, İslâmda Kur'ân, çev: Erdinç, Ahmed, İstanbul 1988, s. 14. [9] Tabatabâî, a.g.e., s. 90. [10] Tabatabâî, a.g.e., s. 24. [11] Mü'minun: 23/115. [12] Zâriyât: 51/56. [13] İbn Rüşd, el-Keşf, S. Uludağ-Felsefe-Din İlişkileri içinde, İstanbul 1985, s. 350. [14] Adolp W. Aleck, "Ruh Sağlığı ve Karakter Eğitimi", Rudolf Pintiler, ve ark., Eğitim Psikolojisi, içinde, çev: Sabri Akdeniz, İstanbul 1987, s, 189. [15] Ebu'l Alâ Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'ân, çev: Muhammed Han Kayanı ve ark., İstanbul 1991, c. V, s. 522. [16] Suat Yıldırım, Kur'ân-ı Kerim ve Kur'ân İlimlerine Giriş, İstanbul 1985, s. 147. [17] S. Ramazan el-Bûtî, Kur'ân Eğitiminin Eşsiz Metodu, çev: Şükrü Özen, İstanbul 1987, s. 60. [18] Araf: 7/56 [19] Enbiyâ: 21/106 [20] Meryem: 19/93 [21] Nahl: 16/36. [22] Hûd: 11/1, 2. [23] Nahl: 16/49. [24] Muhammed Kutup, İslâm Düşüncesinde Sanat, çev: Akif Nuri, İstanbul 1979, s. 190 [25] Ankebut: 29/2, 3. [26] Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988, c.VI, s. 497. [27] Muhammed Kutup, İslâmda Fert ve Cemiyet, çev: Mehmet Süslü, İstanbul 1985, s. 303; M. Kutup, İslâm Terbiye Metodu, çev: Ali Özek, İstanbul 1976, s. 49. [28] Tabatabâî, İslâmda Kur'ân, s. 13. [29] Mevdûdî, a.g.e., c. V, s. 522. [30] Hûd: 11/7. [31] Mülk: 67/1, 2. [32] Ahkâf: 46/13. [33] İbn Rüşd, el-Kefş, s. 191 (Felsefe-Din ilişkileri içinde). [34] Muhammed Kutup, İslâm Düşüncesinde Sanat, s. 289. |