๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 10 Mayıs 2011, 12:22:36



Konu Başlığı: Gelenekçilik ve Atacı Tavır
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Mayıs 2011, 12:22:36
Gelenekçilik ve Atacı Tavır

Putlar aslında insanların ve atalarının taktıkları isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Putlara ibadet edenler ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uymaktadırlar:

“O (putlar) hiçbir şey değil, sırf sizin ve babalarınızın taktığı (boş) isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmedi. On­lar yalnız zanna ve nefislerin sevdasına uyuyorlar. Halbuki onlara Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” [294] Peygamber (s) dönemindeki inkarcıların kendilerinden önce bâtıl yola sapan babaları hakkın­daki hüsnü zanlarından başka dayanakları yoktu. Onlar atalarına tazimde bulunma ve onları rehber edinme hususunda nefislerinin arzu ettiğinden başkasına da uymuyorlardı. [295] Lat, Menat, Uzza gibi taktıkları isimler onların ve atalarının isimlendirmesiydi. Allah bu konuda bir şey indirmemişti. Bu müşrikler ilahları konusunda sa­dece zanna uyuyorarlardı. Allah'tan gelen vahye de haber getiren rasule de uymadılar. Nefislerine uyduklarından ya da Allah'ı in­kârda kendileri gibi olan atalarından esinlenerek böyle yaptılar. [296] Sadece zanna uymaları itikatta taklidin batıllığını gösterir. [297] Dü­şünmeden hareket etmeleri onları dosdoğru yoldan uzaklaştırmıştır.                                               

Hz. Peygamber ise Allah'ın sözüne davet etti ama onlar, atala­rının sözünü önemsiyorlardı: [298]

“Onlara, 'Allah'ın indirdiğine uyun.' dense, 'Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.' derler. Şeytan onları alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?” [299] Âyette taklit eğiliminin ve uygulamasının kesin bir şekilde mahkum edilmesi söz konusudur. [300] İnkarcılar şeytanın azaba neden olan inanışlara ve uygulamalara çağırıyor oluşuna dair ihtimali göz ardı etmektedir­ler. [301] Ayrıca âyet, inanmayan Arapların, anne ve babalarının gele­neklerine şiddetle bağlı olduklarına, onu mukaddes saydıklarına ve onu terk etmeye çağırmayı bidat olarak gördüklerine ve düş­manca karşıladıklarına delildir.

Onlara, “Helal ve haramı apaçık ifade eden Kitab'a gelin” denilmektedir. Bu Kitap, onların gerçeğe uygun bir tavır alma­ları, helal ve haramı ayırt etmeleri ve sapıklıkları nedeniyle Al­lah'a iftira eden önceki nesilleri terk etmeleri için gönderilmişti. [302]

Böyle davranmakla onlar atalarının hiçbir şey bilmeyen ve yanlış iz üzerinde giden insanlar olmaları ihtimalini göz ardı ediyorlar­dı.

Nebevi davetin karşısında şiddetli tavır koymalarının önem­li bir nedeni de, bu davetin, geleneklerinin çoğunu yıkmasıydı. Bu taassubi durum, bütün insanlar arasında ortak bir noktadır. [303] Babaları ve anneleri taklide tutunmak, hiçbir ilme, hakka ve man­tığa dayanmaz. Onların babalarını ve dedelerini taklitten başka içinde bulundukları şirk hususunda herhangi bir dayanakları yoktu. Onlar babalarının ve dedelerinin bir ümmet yani din [304] üze­rine olduklarını zannederek onları taklit etmekteydiler:

“Hayır, onlar sadece, 'Biz babalarımızı bu (ümmet) din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz.' dediler.” [305] “Biz de onların izinde gidiyo­ruz.” şeklindeki sözleri kanıtsız iddialarındandır. Daha sonra Al­lah, peygamberleri yalanlayan geçmiş ümmetlerin de benzer şey­ler söylediklerini beyan etmektedir. [306] Kalpleri zaten birbirine ben­zemektedir. [307] Allah delilsiz, hüccetsiz ve burhansız olarak Al­lah'tan başkasına ibadetlerinde müşrikleri inkârla şöyle buyuru­yor:

“Yoksa biz onlara bir delil indirmişiz de O'na ortak koşmalarını o mu söylüyor?” [308] Onların kendileri kadar cahil olan atalarını takli­din ötesinde bir delilleri yoktur. [309] Allah da yalanlayanlardan inti­kam almıştır. [310]

Rasulullah (s), Ehl-i Kitap'tan Yahudi olanları İslâm'a davet etmiş, onları Allah'ın cezası ve öfkesiyle uyarmış. [311] Allah'ın, Rasul'üne indirdiği Kitap'taki emirlerine uymaya ve O'nun helalini helal, haramını haram kabul etmeye davet etmiş, [312] ama onlar:

“Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız.” [313] demişlerdi. Onlardan şey­tanın adımlarını izlememeleri istenmesine rağmen hakka boyun eğmediler ve büyüklendiler. [314] Atalarının helal ve haram kılma şekil­lerine uydular. Halbuki inanmayan ataları Allah'ın, emir ve yasak­larından bir şeyi yerine getirmiyorlardı. Buna rağmen onlar atala­rının yolunu sürdürüyor, yaptıklarını yapıyor, din konusunda on­ları taklit ediyorlar, doğruluk yolunu tutmuyorlardı. Oysa ataları Allah'ın emrini yerine getirmez, hak olanı elde edemez ve doğru­luğu idrak edemezken, hâlâ onların yoluna uymalarının ve Rablerinin emrettiğini terk etmelerinin hiçbir makul izahı yoktu. [315]

Ne yazık ki onlar öncekileri kendilerinden daha hayırlı ve bil­gi sahibi görüyorlardı. [316] Müşriklerin “Atalarını yapar buldukları uygulama” putlara tapmak [317] olabildiği gibi Arapların sevaib ve vasile [318] gibi yenilmesinde bir haramlık söz konusu olmayan hayvan­ları kendilerine haram kılmada atalarına tâbi olarak sergiledikleri cehalet de olabilir. Allah'ın Rasulü'ne indirdiğini ve dinde ona em­rettiğini terk ediyorlardı. [319] Onlar cahil, akılsızca davranan ve doğru yolu da tutturamamış olan atalarına tâbi olmakla tutarlı bir tavır göstermekten uzaklaşıyorlardı. [320]

Allah onların apaçık delillere tâbi olmalarını istiyordu fakat onlar delillere değil, atalarına tâbi olduklarını söylediler. Delile taklit ile karşı çıktılar. [321] Taklitçi kimselerden daha sapkını yoktur. Zira düşünmeyen insanı doğru bir şeye ikna etmek mümkün de­ğildir. Ön yargıları değer olarak kabul etmek, doğruları kavra­mayı engeller. Taklit eden kimse tüm işini, “Nasıl dilerse öyle yapsın” diye baktığı, kendisini yöneten kimseye bırakır. [322] Taklidin caiz olması için taklit edilen şeyin hak olduğunu bilmek gerekir. Öncekilerin doğru yolda olduğu bir delil ile biliniyorsa o zaman ona tâbi olmak gerekir. İlmi, delil ile talep etmek gerekir, taklit ile değil. [323]

Günahlarını Allah'a atfetmeleri konusunda peygambere dü­şen, ancak risaleti tebliğ etmek, küfrün karşılığında inecek azabı apaçık tebliğ etmek [324] ve onları, atalarının önceki peygamberler tara­fından uyarıldığı gibi uyarmaktı: [325]

“Babaları korkutulmuş ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indir­diği (Kur'an) ile korkutasın.” [326] Peygamberlerin haberleri Araplara tevatürle ulaşmıştı. Fakat onlar habersiz gibi davranmışlar, yüz çevirmiş ve unutmuşlardı. Onlar Allah'ın azabından habersizdi­ler.  [327]

inkarcılar, vahye uymaktansa atalarına tâbi olmayı tercih et­mektedirler. Halbuki Allah'tan başka ilah yoktur. O hem yaşatır, hem öldürür. O hem onların Rabbi, hem de onlardan önceki atala­rının da Rabbidir. [328] Gerçek ibadete layık olan Allah'tır ve onlar Al­lah'ı tek bir mabud edinmemekle bu gerçeği değiştiremezler. Ata­larının bu sapık tutumları onlar için de bir delil olamaz. Zira yap­maları gereken şey sadece, onların da atalarının da Rabbi olan Allah'a kulluk etmektir. Dolayısıyla, onlar bu sapık yola girdiler di­ye, onlara tâbi olanların aynı yola girmemeleri, sadece bilerek Al­lah'a kulluk etmeleri gerekir. Azaptan beri olmak istiyorlarsa Mu­hammedi inkârdan sakınmalıdırlar. [329]

İnanmayanlar aklî bir yol ya da nakli bir delil ile ispat yolunu tutmazlar. Tersine salt atalarının ve önceden yaşamış olanların izinden giderler. Halbuki taklit ile görüş belirtmek geçersizdir. [330] Taklide çağıran ve taklit eden kimse dünyanın güzelliklerinden faydalanmayı, tembelliği, bâtıl şeyleri sever. Düşünme ve çıkarsa­madan da nefret eder.

Kur'an-ı Kerim'in tenkit ettiği şey, Allah'a ve Rasulüne itaate çağrıldıkları vakit insanların,

“Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter.” [331] demeleridir. Haram kılma konusunda Allah'a atfettikleri yalan oluşu ortaya çıksın diye, Allah'ın indir­diğine, Kitabı'nın âyetlerine ve Rasulü'ne davet ediliryorlar ama bu çağrıya kulak verecekleri yerde, “Atalarımız böyle yapıyorlardı. Biz onlara tâbi oluyoruz. Onlar bizim önderlerimizdir. Onlardan aldıklarımızla yetiniriz. Haram ve helal konusunda onların uygulamalarından memnunuz.” [332] diyorlardı.

Halbuki sadece, doğru yolda olan bilgili bir kimseyi taklit, doğru yolda olduğu delil ile biliniyorsa makul bir davranıştır. [333] On­lar Allah'ın dinine ve şeriatına çağırıldıklarında Allah'ın vacip kıl­dığını yerine getirmeye ve haram kıldığından kaçınmaya davet edildiklerinde atalarını üzerinde buldukları yolları yeterli görür­lerdi. Ya onlar hakikati anlamıyor, bilmiyor ve doğru yola gitmiyor idiyseler? Hâlâ onların peşinden nasıl gidebilirler?  [334]

Bazı toplumlarda dini emir ve tebliğ zamanla yanlış algılanır, bunlar üzerinde bulundukları çizgiden sapmalara uğrar ve bu sapmış şekilleriyle toplumun geleneği halini alırlar. Sahihlikten uzaklaşmış düşünce ve uygulamaları esas alan toplumlar, katı ge­lenekçi bir tavır sergilerler. Mevcut statükoyu hem din adına ve hem de gelenek adına savunurlar. [335] Hatta din müceddîtleri bu top­lumlar tarafmdan dışlanır ve dini yıkmakla, bidatçi olmakla suçlanırlar. [336]


[294] Necm: 53/23.

[295] İbnu Kesîr, VII, 433.

[296] Taberî, XIII/2, 81-82.

[297] Suyuti'den naklen bkz.: Kâsımî, a.g.e., XV, 5577.

[298] Râzî, IX, 125.

[299] Lokman: 31/21.

[300] Esed, a.g.e., s. 838.

[301] Kâsımî, a.g.e., XIII, 4804.

[302] A.g.e., VI, 2188-2189.

[303] Derveze, İzzet, et-Tefsîru'l-Hadîs, (çev.: Vahdettin İnce ve diğerleri), 7 c., Ekin Yay., İstanbul, 1997, III, 173.

[304] Ümmetten kasıt dindir. “Doğrusu bu sizin ümmetiniz (tevhid dini olan Müslüman­lık), bir tek ümmettir (bir tek dîn olarak sizin dininizdir). Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.” Enbiya: 21/92. Katade ve Atiye de ümmet kelimesini din olarak anlamış, Ahfeş ise “Yön” anlamında olduğunu söylemiştir. Bkz.: Kurtubî, VIII/2, 69-70.

[305] Zuhruf: 43/22.

[306] Zuhruf: 43/23.                                                                                     

[307] İbnu Kesîr, VII, 211

[308] Rum: 30/35.

[309] Kasımi, a.g.e., XIV, 5266.

[310] Atalarının izinden giderek inkârı seçenlerin akıbetini Allah şöyle bildirir: “Biz de onlardan intikam aldık. Bak peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl oldu!” Zuhruf: 43/25.

[311] Taberî, II, 107.

[312] A.g.e., II, 108.

[313] Bakara: 2/170.

[314] Taberî, II, 108.

[315] A.g.e., II, 109

[316] Zemahşerî, I, 211; Kurtubî, 1/2,198.

[317] Kâsımî, a.g.e., III, 372.

[318] Biri erkek biri dişi ikiz doğuran ve kesilmekten kurtulan hayvan.

[319] Kurtubî, 1/2, 198.

[320] Kâsımî, a.g.e., III, 374.

[321] Râzî, II, 188.

[322] Kurtubî, 1/2, 199.

[323] Kâsımî, a.g.e., III, 373.

[324] Taberî, VIII/2, 137.

[325] İbnu Abbas, İkrime ve Katade bkz.: Kurtubî, VIII/1, 8.

[326] Yasin: 36/6. Âyetin grameri “Babaları korkutulmamış ve.” şeklinde tercümeye de uygundur. Bu durumda âyet, doğru ahlaki değerlerden uzaklaşmış olan halkın devraldığı etik mirasın çürümüşlüğünü göstermiş olur bkz.: Esed, a.g.e., s. 897.

[327] Kurtubî, VIII/1, 8-9.

[328] Duhan: 44/8.

[329] Kurtubî, VIII/2, 120.

[330] Râzî, IX, 628.

[331] Maide: 5/104.

[332] Taberî, V/l, 127.

[333] Zemahşerî, I, 671; Râzî, IV, 448.

[334] İbnu Kesîr, III, 207.

[335] Şimşek, M. Sait, Kuran Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yay., İstanbul, 1993, s. 87.

[336] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 58-64.