Konu Başlığı: Gayri Müslimlerle İttifak Ve Antlaşma Yapmak Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 12 Şubat 2011, 17:47:21 Gayr-i Müslimlerle İttifak Ve Antlaşma Yapmak Gayr-i müslimlerle yardımlaşma konusunda olduğu gibi, İslam'ın ve müslümanların menfaatına yarayan konularda bir zulüm ve haksızlığa sebebiyet vermemek şartıyla mü'minlerin başkaları ile ittifak ve anlaşma yapmaları da alimlerin büyük çocuğunluğu tarafından dînen caiz görülmüştür. Bu karşılıklı olarak birbirlerinin menfaatlerini koruma gayesine yönelik olabileceği gibi insanlığın zararına olan bir harekete mani olmak maksadıyla yapılmış umûmî bir anlaşma ve ittifak da olabilir. Bazı kimseler, “Ey iman edenler, Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin” [293] ve “Mü'minler mü'minleri bırakıp kâfirleri veli edinmesinler” [294] âyetleri ve benzeri nasslarla istidlal ederek gayr-i müslimlerle hangi şekilde olursa olsun, anlaşma yapılmayacağını iddia etmişlerse de ekseri alimlerce bu iddia benimsenmemiştir. Nitekim çağdaş müfessirlerden M. Reşid Rıza (ö. 1354/1935) hangi şekilde olursa olsun, başkaları ile ittifak ve antlaşma yapılamayacağı görüşünü ileri sürenleri şiddetle eleştirerek şöyle der: “Dinde bilgisizce söz söyleyen ve Kur'an-ı Kerîm'i arzularına göre tefsir edenler, “Müminler mü'minleri bırakıp kafirleri veli edinmesinler” [295] ayeti ve, “Ey iman edenler, Yahûdî ve hristiyanları dostlar edinmeyin” [296] ayetleri gibi genel ve özel yasaklama içeren ayetlerin, müslümanlann -maslahatları icâbı dahi olsa- başkalarıyla ittifak veya antlaşma yapamayacağına delâlet ettiğini iddia etmektedirler. Onlar bu şekilde düşünürken, Hz. Peygamber (s.a.v)in, şirk üzere oldukları halde Huzâa kabilesi ile antlaşmalı olduğunu gözden kaçırmaktadırlar. Bundan da öteye cahillikleri sebebiyle din adına taassub gösteren bazıları, müslümanm gayr-i müslime hüsnü muamelede bulunmasının, onunla iyi geçinmesinin veya her hangi bir işte ona güvenmesinin caiz olmayacağı görüşündedirler. Biz bu mesele hususunda bir gazetede yazarken, telgrafla elimize; mutaassıb afganhlardan bazılarının, Hindistanda ingilizlerle ikili ilişkilere girmesi, onlarla birlikte yemek yemesi, alafranga elbiseler giymesi ve onlarla toplantı düzenlemesinden ötürü emirlerine kızarak küfrüne ve emirlikten azlinin vücûbuna hükmettikleri, toplantılarını dağıtmak için askerler gönderdikleri haberi geçti. İşte bu türlü cahil mutaassıplar, İslama ve müslümanlara en zararlı yaratıklardır. Bundan da öteye onlar, İslam'ın hakikatine diğer milletlerden daha uzak olanlardır. Kur'an'ın diline, üslûbuna ve ilk müslümanlann onu uygulama tarzına yabancı olmalarına rağmen, böyleleri Kur'an'ı anlıyorlar mı acaba? Nitekim Üstad (Muhammed Abduh), bu ayetin tefsiri sadedinde genişçe açıklamalarda bulunarak şöyle dedi: “Bu âyetinmanası şudur: “Mü'minler kâfirleri, Hatib İbn Ebî Beltaa'nın yaptığı gibi kâfirlerin maslahatlarını mü'minlerin maslahatlarına tercih hususunda veliler ve yardımcılar edinmesinler. Çünkü böyle bir durumda kâfirleri tercih etme ve mü'minlerden üstün tutma daha da öteye imana karşı küfre dolaylı yoldan da olsa, destek verme vardır. Böyle bir durumun ise, kendi şahsi menfaati olsa bile mü'minden asla sadır olmaması icabeder. Bunun için Ömer (r.a), Hatıb'ı münafık olarak isimlendirmiş ve onu öldürmek istemiştir. Ancak Resûlullah (s.a.v), Hatıb'ın Bedir ehlinden olduğunu hatırlatarak onu bundan menetmiştir. Resûlüllah, yasak olmasına rağmen müşrikleri dost/veli edinmesinden ötürü Hatıb'ın küfrüne hükmetmediği halde, biz İslam adına, müslümanlann, onlara, onların müslümanlara ihtiyacından daha fazla muhtaç oldukları bir durumda ehl-i kitap olmaları sebebiyle bize müşriklerden daha yakın olan kitap ehli bir hükümete karşı mü'minleri bırakıp onları velî edinme gibi bir durum söz konusu değilken yemek, içmek, elbise giymek ve onların hükümetlerine karşı güzel davranışta bulunmak gibi Allah'ın kendisine mubah kıldığı bir fiilden başkasını işlemeyen Afgan emiri gibi bir kimseyi nasıl olur da tekfir edebiliriz?[297] M. Abduh, Mücadele 22. ayetini tefsir ederken de bu konuda şunları söyler: “Şayet mü'minlerin mü'min olmaları, kâfirlerin de kâfir olmaları cihetleri ile karşılıklı dostça ilişkiler içerisinde bulunma mü'minlerin her hangi bir işi hususunda ise, bu noktada menedilen dostluk, dini küçük düşürme, dindarlara eziyetlime ve maslahatlarını zayi etme gibi durumlarda söz konusu olabilir. Bunun dışında dünyevî muamelelerin ticaret ve benzeri gibi çeşitli şekillerinde olursa, bu yasaklamanın kapsamına girmez. Çünkü bu muamele Allah'a ve Resulüne karşı hudud koyma yarışına girme yani, Allah'a ve Resulüne düşmanlık ve dinîne mukavemet anlamına gelmez.”[298] Çağdaş alim Muhammed Gazzâlî de İslam'ın ve müslümanların yararına olduğu takdirde gayr-i müslimlerle ittifak ve anlaşma yapılacağı görüşünü benimseyen alimlerdendir. O Resûlüllah (s.a.v)in müşriklerle birlikte yapmış olduğu “Hılfu'l-Fudul=Fazîletlerin Muhafazası Antlaşması'nı delil getirerek bugün de bu tür antlaşma ve ittifakların caiz olduğunu ifade ederek şöyle der: “Hılfu'l-Fudul’a gelince, hayat sahifeleri ne kadar kararmış olursa olsun, kötülükleri ne kadar artarsa artsın, hayatın şeref manaları ile titreyen, kahramanlık ve iyilik için koşan faziletli insanlardan hâli olmadığının bir delilidir. Câhiliyyenin o gafil çağlarında hayır sahiplerinden bir kaç insan kalkıp aralarında adaletin kabulü ve haksızlıkların ortadan kaldırılması ve buna benzer kaybolmuş faziletlerin “Harem” toprağında yenilenmesi üzerine anlaşıyorlar.”[299] Said Havva, Gazzâli’nin bu görüşlerini aktardıktan sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Acaba bugün bir kısım müslümanların bir araya gelerek “Hılfu'l-Fudul” anlaşması gibi bir anlaşmaya gerçekleştirmesi caiz midir? Aynı şekilde müslümanların kendilerinden başkalarıyla “Hılfu'l-Fudul'a benzer bir ahitleşmeyi taahhüt etselerdi caiz olabilir mi? Muhakkakki Allah, “Ey iman edenler!... iyilik ve takva hususunda bîrbirinizle yardımlaşın” [300] ayeti ile müslümanlar üzerine iyilik, takva ve fenalıklardan sakınma hususunda yardımlaşmayı farz kalmıştır. Bunun için bir kısım müslümanların bu gibi konularda biraraya gelerek birbirleri ile bir akit yapmaları caizdir. Çünkü bu anlaşma, zulüm ve azgınlık amacıyla diğer müslümanlara karşı yöneltilmiş bir çeşit hizipçiliğe dönüşmek suretiyle mescid-i dırar meselesine benzemediği müddetçe şer'an caiz olan bir hususu tekid etmekten ibarettir. Müslümanlarının her hangi bir zulmü ortadan kaldırmak yahut bir zalime karşı durmak üzere kendilerinden başkalarıyla anlaşmalarına gelince, bununla halde ve istikbalde İslam'ın ve müslümanların maslahatını muhafaza ediyor olmaları şartıyla onlar için böyle bir anlaşma da caiz olur. Bunun delili Resûlüllah (s.a.v)in: “Abdullah İbn Cüd'ân'ın evinde iştirak ettiğim bir anlaşmayı kırmızı kırmızı develeri bana verseniz gene de bozmam. Bu anlaşmayı yapanlar Hâşim, Zühre ve Teym oğullarıdır. Bunlar ebediyyen mazlumun yanında olacaklarına dâir anlaşarak birbirlerine söz verdiler. Bugün de öyle bir anlaşmaya davet edilseydim, hiç tereddüt etmeden icabet ederdim. İşte bu anlaşma “Hilfu'l-Fudul”dür.” hadisidir. Zira Resûlullah, İslam'dan sonra dahi kendisini böyle bir anlaşmaya çağıranlara icabet etmeye hazır olduğunu bildirmektedir. [301] Bütün bu hususlar gösteriyor ki islamın ve müslümanlarm maslahatına halel getirmemesi ya da başka bir zulüm ve haksızlığa sebebiyet vermemesi kaydıyla müslümanların ihtiyaç duydukları zaman gayr-i müslimlerle her türlü ittifak ve anlaşmayı akdetmeleri caizdir. [302] [293] Maide: 5/55. [294] Ali İmran: 3/28. [295] Ali İmran: 3/28. [296] Maide: 5/55. [297] M. Reşid Rıza, Tefsîru'l-Kurâni'l-Hakîm, 111/278. [298] M. Reşİd Rıza, a.g.e, III/278. [299] Said Havva, EI-Esâs fîs-Sünne, (Çev: Heyet), İstanbul, 1991, I/202)den naklen. [300] Maide: 5/2. [301] Said Havva, a.g.e. 1/201-202 [302] Mikdat Öccü, Kur’an’da Veli Ve Velayet, Suffe Yayınları, İstanbul, Ocak 1997: 129-134. |