Konu Başlığı: Fitne ile İlgili Kavramlar Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 26 Mart 2011, 22:49:24 FİTNE, BOZGUNCULUK VE SAPKINLIKLA İLGİLİ KAVRAMLAR FİTNE Fitne ve fesad sözcükleri, denge ve düzenin bozulmasını, karışıklık doğmasını, şiddet, baskı ve zulümün başlamasını anlatan, âdeta ikiz kavramlardır. Sözcüğün asıl anlamı f-t-n (fetene) kökünden türeyen fitne (ç. fiten) halisinin sahtesinden, iyisinin kötüsünden ayırdedilmesi için altının ateşe sokulmasıdır. Fitne sözcüğü, insanın karşılaştığı sıkıntı (şiddet) ve rahatlık (rehâ) durumları için kullanılışında, belâ sözcüğü gibi düşünülmüştür. Bu iki sözcük, sıkıntı anlamında daha açıktır, daha çok kullanışlıdır.[215] Bu anlam özelliğinden yola çıkarak fitne sözcüğü, halisini sahtesinden ayırmak için altını potaya atıp eritmek, madeni ateşte eritmek, yanmak, yakmak, bir kimseye dininden ve görüşünden dönmesi için işkence etmek, denemek sınamak için güç, zor ve sıkıntılı işlere maruz bırakmak, aklını çelmek, gönlünü çalmak, deneme, sınav, imtihan, bela, kötülük yönünde ayartma, mihnet, azap, iğva, kışkırtma, azdırma, baştan çıkarma, zulüm, baskı, ayrılık, nifak, karışıklık, kargaşa, iç savaş, kanlı çarpışma, ihtilaf, çekişme, birbirine düşme, kardeş kavgası gibi anlamlar kazanmıştır. Görüldüğü gibi fitne sözcüğü, geniş bir anlamlar/çağrışımlar alanına sahiptir. Kısaca, insan kaynaklı fitne şöyle tanımlanabilir: Kişilerin aklını karıştırıp onların ahlâkını bozan ve insanları birbirine düşüren söz ve hareketler fitnedir. Saf altın elde etmek için madeni yakana fettan dendiği gibi, buradan yola çıkarak mecazi bir anlam kazandığından, insanın kalbini sevda ateşiyle yakıp tutuşturan güzel kadına da fettan ya da fitne-i âlem denir; gözleri fettan güzel deyimi de buradan çıkmıştır. Meftun sözcüğü de aslında deli, aklından zoru olmak anlamından[216] deli gibi vurulmak, tutulmak, aşık olmak, çok beğenmek anlamlarına doğru gelişmiştir.[217] Fitnenin Kökeni: Daha çok olumsuz çağrışımlar uyandıran fitne, hem Allah'tan, hem de beşerden kaynaklanan sınama, sıkıntı, musibet, cinayet, işkence vb. insan tabiatının hoşlanmadığı fiillerdendir.[218] Ayrıca şeytandan kaynaklanan fitne de vardır.[219] İlâhi Fitne: Allah'ın Sınaması Kökeni Allah olan fitne, bir hikmete dayalıdır.[220] Kur'an, fitneyi bir tekâmül aracı olarak göstermekte ve insanlığın fitne ile sürekli denemeye maruz olduğunu belirtmektedir. Fitne, insanın tekâmülünde karma bir imtihan ve ıztırap yoludur, hem nimetten zuhur eder, hem de perişanlık ve zahmetten.[221] A) Peygamberlerin Sınanması: İlâhi fitne, kendisini ilk önce, peygamberlerin sınanmasında gösterir. Bazı peygamberler, böyle bir sınamadan geçmiştir. Hz. Davud, kendisine davacı olarak gelen koyun sahibi iki kişinin davasını çözüme bağlamıştı. Bu olayla, Allah'ın kendisini sınadığını sanmıştı, Rabbinden bağışlanma dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe edip Allah'a yönelmişti. Böylece Allah, onu bağışlamıştı. Allah katında onun yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır.[222] Hz. Süleyman, hükümranlığı zayıf düşürülerek sınamıştı. Hükümranlığı eski haline dönünce, şöyle dua etti: "Rabbim! Beni bağışla, Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk (hükümranlık) ver. Çünkü sen çok lütuf sahibisin." Bunun üzerine Allah ona pek çok nimet verdi.[223] Bu âyetler öbeğinin ilk bölümünde, "ve elkaynâ alâ kürsiyyihi ceseden" ibaresi, lafzi olarak "tahtının üzerine bir cesed koyduk" anlamındadır. Bazı müfessirler, bu ayeti açıklarken tamamıyle Talmud kaynaklarına dayanan hayali hikâyeler anlatırlar. Fahruddin Râzi, bunların hepsini reddeder ve hiçbirinin ciddiye alınamayacağını söyler. Bunun yerine Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine konan "ce-sed"in, bizzat kendi bedenine ve -mecazi olarak- krallık otoritesine işaret ettiğini ileri sürer. Çünkü bu otorite, Allah'ın koyduğu ahlâki değerlerden beslenmediği sürece, cansız kalmaya mahkûmdur. Ayrıca klasik Arapça'da, hastalığın, endişenin, korkunun veya manevî/ahlâki değerlerden yoksunluğun zaafa uğrattığı kişi, "cansız bir beden/ceset" şeklinde tanımlanır. Başka bir deyişle, Hz. Süleyman'ın ilk imtihanı, yalnızca bir krallık postunu tevarüs etmesiyle gerçekleşmiş ve ona bu postu manevi/ruhî bir muhteva ve anlam ile donatması görevi tevdi edilmişti.[224] Hz. İbrahim, bir takım emirlerle denenmiş, o da onları yerine getirmişti. Bu yüzden, insanlığa önder olmuştur.[225] Hz. Musa da ilâhi sınamaya muhatap olan peygamberlerden biridir: "(..) Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni (birçok musibetlerle) denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın.(..)"[226] Allah'ın sınadığı peygamberler, bu sınavlardan başarıyla çıkmışlar ve görevlerini sürdürmüşlerdir.[227] B) Peygamber Gönderilmesi/Kavimlerin Sınanması: Bazı ümmetlere/milletlere,peygamber gönderilmesi, onlar için ilâhi bir sınama aracı olmuştur. Semud milletine peygamber olarak gönderilen Hz. Salih, onları Allah'a kulluk etmeye çağırdı. Ama hemen birbiriyle çekişen iki zümreye ayrıldılar. Hz. Salih onlara şöyle dedi: "Ey milletim! Niye iyilikten önce, acele kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan bağışlanma dileseniz olmaz mı?" Semud halkı şu cevabı verdi: "Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık." Hz. Salih, onlara şu cevabı verdi: "Uğursuzluğunuz Allah katındandır. Belki imtihana çekilen bir milletsiniz." O şehirde (el-Hicr) bozgunculuk çıkaran, düzeltmeye uğraşmayan dokuz kişi (kabile/grup) vardı.[228] Ayrıca Semud halkı, Allah'ın kendilerini denemek için gönderdiği dişi deveyi de kesmişti.[229] Yüce Allah, Firavun milletini denediğini, onlara değerli bir peygamber gönderildiğini belirtir. Bu peygamber, Hz. Musa idi. Onları tek Allah'a imana çağırmıştı, bunun için mucizeler göstermişti. Ama bütün çağrılarını büyüklenerek reddetmişler, denizde boğulma akıbetine uğramışlardı.[230] Hz Musa'nın kavmi olan İsrailoğullan, Samiri'nin yaptığı altın buzağı heykeliyle smanmıştı. Bu heykeli tanrı yapmışlardı. Hz. Harun, onları şu sözleriyle uyardı: "Ey milletim! Siz bu buzağıyla sınanıyorsunuz (ayartılıyorsunuz). Sizin gerçek rabbiniz rahman olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin." Ama onlar, "Musa dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz" cevabını verdiler. Hz. Musa, hem kardeşi Harun'a öfkelendi, hem de Samiri'yi kovdu ve heykelin yakılıp denize döküleceğini belirtti. Gerçek tanrının, ilmi herşeyi kuşatan tek Allah olduğunu hatırlattı.[231] Allah, İsrailoğullarından söz almış ve onlara peygamberler göndermişti. Nefislerinin hoşlanmadığı birşeyle onlara her peygamber gelişte, bir kısmım yalanlar, bir kısmını da öldürürlerdi. Bir fitne kopmayacağım (zarar gelmeyeceğini) sandılar. Körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Yine de çoğu körleştiler ve sağırlaştılar. Allah, onlann işlediklerini görüp gözetir.[232] Hz. Peygamber, hesap (musibet) günündeki gecikme konusunda şöyle dedi: "Bilemem, belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek (size bir fırsat vermek) içindir."Şu duayı yaptı: "Rabbim! Aramızda hakça hükmet. Anlattıklarınıza karşı, ancak rahman olan rabbimizden yardım istenir."[233] C) İman Sınav/Mü'minlerin Sınanması: Sınanmamış iman, yeterli kıvama ermemiş demektir: "Andolsun ki, biz kendilerinden öncekileri de denemişken (fitneye uğratılmışken), insanlar inandık deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah, elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır. Yoksa kötülük yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü (tuhaf) hüküm veriyorlar! Allah'la karşılaşmayı uman bilsin ki, Allah'ın bunun için belirttiği vakit gelecektir. O, işitir ve bilir. Hak uğrunda cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir, İnanıp yararlı iş yapanların kötülüklerini andolsun ki örteriz. Onları, yaptıklarından daha güzeliyle ödüllendiririz."[234] Hz. Musa, altın buzağıya tapma olayından sonra, Allah'ın tayin ettiği müddet içinde milletinden, bağışlanmak için dua etmek üzere yetmiş kişiyi seçti. Onları (psikolojik) sarsıntı tutunca şöyle dua etti: "Rabbim! Dileseydin, daha önce beni ve onları yokederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi de yok eden misin? Bu, senin sınamandan başka birşey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola (hidayete) iletirsin. Bizim dostumuz sensin. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin. Bu dünyada da, âhirette de bizim için güzel olanı yaz (nasip et). Biz sana yöneldik."[235] Kur'an'da iman sınavının iki sembolü olarak, miraç olayı ile lanetlenmiş ağaç temsili şöylece belirtilir: "Sana 'Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır' demiştik. Sana gösterdiğimiz rüya (miraç) ile ve Kur'an'da lanetlenmiş ağaç ile, insanları sadece denedik. Biz, onları korkutuyoruz. Fakat bu, onlara büyük taşkınlık vermekten başka bir işe yaramıyor."[236] Miraç olayı, mahiyeti itibariyle birbiriyle çatışan farklı yorumlara açık olduğu ve dolayısıyla nesnel realitesi bakımından bir takım şüphelere yol açma istidadında bulunduğu için, "insanlar için bir sınama" vesilesi oluşturmaktadır. Şöyle ki: Bu olayla yüzyüze geldiklerinde imanı zayıf olanlarla sığ düşüncelilerin Hz. Muhammed'in dürüstlüğünden ve dolayısıyla peygamberliğinden yana duydukları inanç sarsılırken, Allah'a.sarsılmaz bir imanla bağlı olanlar, bu olayda Allah'ın seçtiği kimselere bahşettiği ruhani nimetin olağanüstü bir tezahürünü görmekte ve böylece Kur'an mesajına duydukları iman daha da güçlenmektedir.[237] Zalimlere bir fitne (dert) olan "lanetlenmiş ağaç", Cehennemde yaratıldığı anlatılan ve cehennemi simgeleyen zakkum ağacıdır.[238] Zakkum ağacı sembolü, günahkârların öteki dünyada uğrayacağı azabın simgelerinden biridir. Cehennemin niteliğinden söz eden âyetler öbeği, ondokuz meselini kendilerine kitap verilenler ile mü'minlerin kavrayacağını, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kâfirlerin ise bu meseldeki gerçeği kavrayamayacağını belirtir: "Orada ondokuz (bekçi) vardır. Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır.[239] Sayılarım bildirmekle de, ancak inkâr (küfr) edenlerin denenmesini, kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini, inananların imanlarının artmasını sağladık, kendilerine kitap verilenler ile inananların şüpheye düşmesini önledik. Buna karşılık, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler, 'Allah, bu misalle neyi murad etti?' desinler istedik. İşte böylece Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir."[240] Âyette geçen "sınama/deneme", bir ömek-olay (mesel) olarak zikredilen bu âyetler öbeğinin müteşâbih niteliğine açık bir işarettir. "Kafirler" (hakîkatî inkâra şartlanmış olanlar), onu böyle kabul etmezler. Bu sebeple de, gerçek anlamını kavrayamazlar. Kur'an'ın yazarı olarak gördükleri Hz. Muhammed'i, sözde belli bir sayıyı vurgulamaya yönelten sebepler üzerinde spekülasyonlar yaparak teşbihi ve temsili, lafzi anlamında alırlar, böylece onun özünü bütünüyle gözden kaçırırlar.[241] Biçimle uğraşırken, özü kavrayamazlar. Allah, şeytanın, peygamberlerin nihai amaçlarına gölge düşürmeye kalkışmasını da, bir iman sınavı yapmıştır: "Senden önce gönderdiğimiz hiç bir rasul ve nebi (elçi ve haberci /peygamber) yoktur ki, şeytan onun nihai amacına gölge düşürmeye/vesvese karıştırmaya kalkışmış olmasın. Allah şeytanın düşürmeye çalıştığı gölgeyi/karıştırdığı vesveseyi giderir, ayrıca kendi âyetlerini tahkim eder/kendi işlerinde açık ve anlaşılır kılar. Allah, bilen ve bilgedir. Allah, şeytanın düşürmeye çalıştığı gölgeyi, kalplerinde bir hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı kesilmiş olan kimseler için bir sınama aracı /vesilesi kılar, Zalimler, şüphesiz derin bir yanılgı içindedirler. Bu, kendilerine ilim verilenlerin onun (Kur'an'ın), senin rabbinden bir gerçek olduğunu kavrayıp ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah, inananları şüphesiz doğru yola eriştirir. İnkâr (küfr) edenler, ceza saati ansızın kendilerine gelene veya gecesi olmayan günün azabı başlarına çökünceye kadar, ondan (Kur'an'dan) şüphe etmeye devam ederler. İşte o gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında o hükmeder.(..)"[242] "Şeytanın düşürdüğü gölge /karıştırdığı vesvese", elçinin veya habercinin güttüğü gerçek amacın, toplumun manevi ilerlemesi ya da yükselmesi değil, kendi kişisel nüfuz ve iktidarının güçlenmesi olduğu vesvesesini insanlara vermesidir.[243] "Allah, âyetlerini tahkim ederek/açık ve anlaşılır kılarak", yani Allah kendi muhtevalanyla kendilerini ortaya koyan mesajlar vahyederek, Hz. Peygamber'e bir takım "gizli amaçlar" ya da "kişisel saikler/ kaygılar" yakıştırma imkânını kötü niyetli muhalifler için bütünüyle ortadan kaldırmıştır.[244] Buna karşılık, doğru bilgiden nasibi olanlar ise, Kur'an'ın Allah katından bir gerçek olduğunu kavrayıp inanmış ve gönüllerini ona bağlamıştır. Yürek katılığı ve kalp hastalığı, şeytanın egemenlik kurduğu bir benliğin belirgin nitelikleridir. Böyle bir benlik, Allah'ı.unutur, şeytan ona musallat ve yakın bir arkadaş olur.[245] D) Sabır Sebat Sınavı: Hayat, bir tekamül arenası olarak düşünüldüğünde adeta bir fitneler resmi geçididir. Her insan öteki için, her topluluk bir başka topluluk için bir fitne aracı, hatta bir fitne olabilir:[246] "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de, şüphesiz yemek yerler sokaklarda gezerlerdi. Sabredemez misiniz diye, sizi birbirinizle sınarız. Rabbin her şeyi görür."[247] Bu âyet, sadece peygamberlerin değil, fakat her insanın, toplumsal varlığıyla, toplumun öteki üyeleri için, onların ahlâki tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir imtihan vasıtası olduğunu ima etmektedir. Bunun içindir ki, Taberi dahil, ilk müfessirlerden bazıları, bu bölüme şu anlamı verir: "Sizin hepinizi, birbiriniz için bir imtihan vesilesi kıldık."[248] E) Nimet Ve Külfet Sınavı: Fitne, iyi ile kötüyü, arı ile kirliyi ayırma aracı olduğu için, İnsanın muhatap olduğu olumlu ya da olumsuz her çeşit değer olarak ortaya çıkabilir: "Kendilerini sınamak (fitne) için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme. Rabbinin rızkı, daha iyi ve daha devamlıdır."[249] Görüldüğü gibi burada fitne, mal mülk ve dünya rahatlığı olarak belirtilmiştir. Ama böyle nimetlere sahip olanlara özenilmemeli, uhrevi kaygılar, dünyevi açgözlülüğün önünde olmalıdır. Fitne, hem nimet, hem de külfet olarak kendini göstere bilir: "Her can ölümü tadacaktır. Bir sınama olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda bize dönersiniz."[250] Bu âyetin belirttiği üzere, dünyevî fitneler; mal fitnesi, hayat fitnesi, ölüm fitnesi, zenginlik fitnesi, yoksulluk fitnesi, kadın fitnesi, makam mevki fitnesi, âhir zaman fitnesi biçiminde ortaya çıkabilir. İnsanlar, başkalarındaki iyiliklerin temelini anlamakta, bazı durumlarda zorluk çekerler: "Böylece 'Aramızdan (bizim yerimize) Allah bunlara mı iyilikte bulundu?' demeleri için onlan birbiriyle denedik. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?"[251] Bu âyette geçen "Aramızdan, Allah bunlara mı iyilkte bulundu?" sorusu, Kur'an'ın Allah'ın insana mesajının nihai ifadesi olduğu şeklindeki İslami yaklaşıma karşı, gayri müslimlerin takındıkları tahkir edici inkarcılığa bir işaret olarak görülmektedir. Âyette belirtilen "sınama/deneme", diğer inançlara mensup insanların bu yaklaşımı benimsemelerindeki ve kendi kültür ve tarih çevrelerinin onlan bilinçli olarak veya bilinç altından yakınlaştırdığı İslam'a karşı ön yargılarını terketmelerindeki isteksizlikleriyle ilgilidir.[252] Münafıklar, sürekli ibret alacakları ve dolayısıyla tevbeye yönelecekleri olaylarla sınanmasına rağmen, bunun ayırdına varmazlar: "Onlar (münafıklır) yılda bir veya iki defa belaya (fitneye) uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken, yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar."[253] Bol nimet, doğru yola girmenin bir sınanma aracıdır: "Kendilerine yazık edenlere gelince, cehennemin odunları oldular. "Ama doğru yola girecek olurlarsa, onlan bu hususta denememiz için, kendilerine bol nimet yağdırırız. Kim rabbini anmaktan yüzçevirirse, onu gittikçe artan bir azaba uğratır."[254] Bu âyette geçen "bol nimet" (mâen gadekan: bol su/yağmur), Kur'an'da çok sık tekrarlanan "cennetin ır-makları"na temsilî atıftan yansıtan bir mutluluk mecazıdır. Allah'ın nimetlerini ihsan etmesi, yalnızca iyiliğin bir "ödül"ü değil, ama daha çok insanın Allah'a karşı sorumluluk bilincinin ve bu yüzden ona şükrünün sınanması-dır.[255] Şeytani Fitne: Kur'an'da en önemli kötülük sembollerinden biri olarak sunulan şeytan, insanlan şaşırtarak, olumsuz anlamda bir fitne kaynağı olur: "Ey însanoğullan! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtmasın (fitneye düşürmesin, ayartmasın). Sizin onlan görmediğiniz yerlerden, o ve taraftarlan (avenesi) sizi görürler (pusuda beklerler). Biz, şeytanları, inanmayanlara dost kılarız."[256] Şeytan, rasul ve nebilerin arzuladığı şeylere, mutlaka vesvese karıştırmıştır.[257] Onların insanlara verdiği vesvese, elçi ve habercilerin toplumun manen ilerlemesi ve yükselmesi değil, kendi kişisel nüfuz ve iktidarının güçlenmesi olduğu düşüncesidir.[258] Beşeri/İnsanî Fitne: Fitne kaynağı olan üçüncü varlık, bizzat insandır. Bu anlamda fitne, olumsuz bir nitelik taşır. İnsan kaynaklı fitne, Kur'an'da özellikle kâfirlerin, Firavunun, münafıkların ve kalbi bozukların fitnesi olarak ön yüze çıkarılır.[259] A) Kâfirlerin Fitnesi: Kâfirlerin mü'minlere (özellikle savaş türünden) kötülük yapması, korku/tehlike namazı denilen, namazın ce-matle nöbetleşerek özel bir biçimde kılınması zorunluluğunu getirir.[260] Hz. İbrahim'in yaptığı dualardan birinde, kâfirlerle denemeye karşı ilâhi yardım istenir: "Rabbimiz! Bizi kafirlerle (inkâr edenlerle) deneme. Bizi bağışla. Doğrusu sen, güçlü ve bilgesin."[261] Müşrikler ve taptıkları, yalnızca cehenneme girecekleri, Allah'a karşı azdıncı/ayartıcı rol oynarlar.[262] B) Firavun Fitnesi: Firavun ve erkânının (seçkinler/asiller çevresinin) kendilerine fenalık yapmasından (fitnesinden) korktuklarından (korkularına rağmen) milletinin bir kısım gençleri (zürriyeti: üyeleri) dışında, kimse Hz. Musa'ya inanmamıştı. Çünkü Firavun, o yerde (Mısır'da) tek hâkimdi, aşırı gidenlerden biriydi. Hz. Musa, şöyle dedi: "Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ve teslim olmuşsanız, ona güvenin." Kavmi şu cevabı verdi: "Allah'a güvendik. Ey rabbimiz! Zalim bir milletle bizi sınama. Rahmetinle bizi kâfirlerden kurtar." Bunun üzerine Allah, Musa ve Harun'a şunu vahyetti: "Mısır'da milletinize bazı evleri sığınak olarak hazırlayın. Evlerinizi namazgah (ibadet yeri) edinin. Namazı böylece kılın. İnananlara müjde et." Hz. Musa, Firavun ve erkânı hakkında şu ilenmede bulundu: "Rabbimiz! Doğrusu sen Firavun'a ve erkânına ziynetler (görkem) ve dünya hayatında mallar (zenginlik) verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırtsınlar diye mi? Rabbimiz! Mallarını yoket, kalplerini sık. Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar. Allah, onların duasını kabul ederek şu uyarıda bulundu: "İkinizin duası kabul olundu. Dürüst hareket edin. Bilmeyenlerin yoluna asla uymayın." İsralloğulları denizden geçti, azgın Firavun ve askerleri de ardlarına düşerek boğuldular. Firavun'un boğulacağı sıradaki imanı, ona yarar sağlamadı."[263] Aslında, Mısırlılar içinde Hz. Musa'ya inananlar çoktu. Ama, korku yüzünden imanlarını açığa vurmaktan kaçınıyorlardı. Nitekim Kur'an, bazı Mısırlıların Hz. Musa'nın tebliğ ettiği mesajlara inanıp bu inançlarını açığa vurduklarını belirtir.[264] C) Münafıkların Fitnesi: Kur'an, pekçok âyette, münafıkların fitne çıkarıcı ve fitneye düşürücü tutum ve davranışlarından sözeder. Münafıklar, "fitneye her çağrıldıklarında, ona hiç beklemeden ve gözü kapalı can atarlar."[265] Allah, onların fitneye düşmesini dilemiştir, kalplerini arıtmak istemediği kimseler arasında bulunurlar.[266] Tebük Savaşı'yla ilgili olarak Kur'an'da belirtildiği gibi, münafıklar savaşa gönüllü katılmazlar, savaşa çıkmış olsalar da bozmağa çalışırlar ve fitneye düşürmek için mü'minlerin arasına sokulurlar. "Bana izin ver, beni fitneye (çetin sınava) düşürme" derler. Aslında onlar fitneye düşmüşlerdir.[267] Şeytanın elçi ve habercilerinin manen yükseltme ve ilerletme yönündeki nihai amacıyla ilgili vesvesesi, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için, Allah tarafından bir sınama aracı olarak kullanılır.[268] Görüldüğü gibi münafıklar, hem fitneye düşerler, hem de başkalarını, özellikle mü'minleri fitneye düşürmeye çalışırlar. Münafıkların, bir özelliğini de Yüce Allah şöyle belirtir: "İnsanlardan 'Allah'a inandık' diyenler vardır. Ama Allah uğrunda bir ezaya/işkenceye uğratılınca, insanlardan gördükleri ezayı (fitneyi), Allah'ın azabı gibi görürler. Rabbinizden bir yardım gelecek olsa, 'Doğrusu biz sizinle beraberiz' derler. Allah, herkesin kalbinde olanları en iyi bilen değil midir? Allah, elbette inananları da, ikiyüzlüleri de bilir."[269] Münafıklar, insanların inançları dolayısıyla yaptıkları baskı ve işkenceyle karşılaşmaktan korktuklan ve dünyevi kazançlarını arttırmak istedikleri için, inançlarını kolayca terkedebilirler. Ama kolay zamanlarda ve mü'minlerin nimet içinde oldukları sırada, 'sizinleyiz' demekten de hiç mi hiç utanmazlar. Münafıkça bir takıyye anlayışı geliştirirler. Aynı özellik, mü'rninler ile münafıkların bir âhiret diyalogu biçiminde, şöylece belirtilir: "İkiyüzlüler, inananlara 'Biz sizinle beraber değil miydik?' diye seslenirler. Mü'minler 'Evet öyle, fakat sizler, kendinizi aldattınız/ayarttınız (fetentum enfusekum), bize pusu kurdunuz (inancınızda tereddüt gösterdiniz). Allah'ın buyruğu gelene kadar dinde şüpheye düştünüz. Sizi kuruntular aldattı. Sizi (kuruntular/şeytanlar), Allah'a karşı da ayartü. Bugün ne sizden, ne de kâfirlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir, lâyığınız orasıdır. Ne kötü bir dönüş yeridir."[270] D) Kalbi Bozukların Fitnesi: Kur'an'ın anlaşılmasında ve yorumlanmasında anahtar konumundaki âyetler öbeği, şu konulan belirtir: "Sana kitabı indiren odur. Onda kitabın temeli olan kesin anlamlı (muhkem) âyetler vardır, diğerleri de çeşitli (müteşâbih) anlamlıdırlar. Kalplerinde eğrilik (sapma meyli) olan kimseler, fitne çıkarmak (sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak) ve kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı (müteşâbih) olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu, ancak Allah bilir. Derin bilgi sahipleri, şöyle derler 'Ona inandık, hepsi rabbimizin katındandır. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler. Rabbîmiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz sen lütuf sahibisin. Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe götürmeyen günde, insanları toplayacak olan sensin. Şüphesiz ki Allah, verdiği sözden caymaz."[271] İlâhi kelâmın özü (ummu'l-kitab) olan muhkem âyetler, mesajın temelini oluşturan ana ilkeleri ve özellikle ahlaki ve sosyal öğretileri kapsar. İşte müteşâbih âyetler, ancak bu açık şekilde ifade edilen ilkeler ışığında doğru olarak yorumlanabilirler.[272] Kalplerinde eğrilik olanların kafaları karıştırması, keyfi şekilde yorumlamanın bir sonucudur.[273] Fitne Durumlar Ve Varlıklar: Fitne durum ve varlıklar, türlü çeşitlidir. Bunlar, dinî fitneler ve sosyal-siyasi fitneler biçiminde belirtilebilir.[274] Dini Fitneler: Küfür, şirk, dalâlet, günah, Allah'ın buyruğundan alıkoyma ve âhiret bahanesi gibi örnekler, dinî fitne kapsamında düşünülebilirler.[275] A)Küfür: Kalbinde eğrilik olanların fitnesi olarak, sırf kafaları karıştırıcı şeyler bulmak için müteşâbih âyetlere uymaları anlaşıldığı gibi, bu fitne için "küfür" anlamı da verilmiştir.[276] İbnu'l-Cevzi, münafıklar ve yahudilerin yer aldığı âyetlerdeki "fitne"nin de "küfür" olarak anlaşılması gerektiğini belirtir.[277] B) Şirk: İki ayrı yerde, ama aynı bağlamda geçen "(..) Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür(..)"[278] âyetlerindeki fitne çıkarmak için, "şirk" anlamı da verilmiştir.[279] Buna göre, fitnenin kalmaması, şirkin egemenliğinin son bulup, yeryüzünde tevhidin egemenliğinin kurulması demektir. Ancak her iki âyetin de bağlamı gözö-nünde bulundurulursa, bu karşılığın pek uygun düşmediği kolayca anlaşılır. Çünkü her iki âyette de, müzminlerin yurtlarından çıkarılmaları ve bu çıkaranlarla savaş hükümlerinden sözedilir. Dolayısıyla bu âyetlerdeki "fitne", savaş durumu veya daha uygunuyla/zulüm ve baskı ya da kargaşa olarak anlaşılmaya çok daha elverişlidir. Müfessirleri buradaki "fitne" yi şirk olarak yorumlamaya yönelten şey, âyetlerin inişinin bağlı olduğu sebep, savaş veya kargaşayı çıkaranların müşrikler oluşu olabilir. Nitekim buna benzer biçimde, Muhammed Esed de şu açıklamayı yapar: "Fitnenin bu bağlamda 'baskı' olarak karşılanmasının gerekçesi, bu terimin insanı sapıklığa götüren ve manevi değerlere inancını kaybetmesine yol açan her türlü müdahale için kullanılmasıdır."[280] İlk âyetin hemen ardından gelen, "Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dinî ortada kalana kadar onlarla savaşın. (..)"[281] âyetindeki "fitne" de "şirk" olarak yorumlanmıştır. Aynı şekilde, bu âyete yakın biçimde, kâfirlerle savaş hükümlerinden sözedilen, "Fitne kalmayıp yalnız Allah'ın dinî (Allah'a kulluk) kalana kadar onlarla savaşın.(..)"[282] âyetindeki "fitne" de yine "şirk" olarak anlaşılmıştır.[283] Fitnenin kalmayışı, hiçbir cezalandırılma korkusu duymadan Allah'a özgürce ibadet edilmesinin sağlanması ve hiç kimsenin başka bir insana korkuyla boyun eğmek zorunda kalmamasıdır. "Din" teriminin bu bağlamda, "kulluk" olarak karşılanması daha uygundur. Çünkü bu karşılık, burada dinin hem akidevi, hem da ahlâki yönlerini, yani insanın hem inancını, hem de bu inançtan doğan yükümlülükleri kapsamaktadır.[284] C) Dalâlet: Kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla 'inandık' diyenlerin, yahudilerden yalana kulak verenlerin ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkâra koşanların Hz. Peygamber'i üzmemesinin istendiği âyette, "Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allah'ın, kalplerini antmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara âhirette de büyük azap vardır."[285] buyurulur. Buradaki "fitneye düşmek", dalâlet olarak yorumlanmıştır.[286] Muhammed Esed ise, "kötülüğe düşmeye meyil" karşılığını uygun görür.[287] "Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı azdırıcı (fâtinîn) değilsiniz."[288] âyetindeki "azdırıcı" bölümü, "saptırıcı, dalâlete düşürücü" biçiminde karşılanmıştır.[289] Belki "ayartıcı" anlamı verilirse, daha uygun düşebilir.[290] D) Günah: Münafıkların tutumundan sözeden âyetler öbeği içinde yer alan "Onlardan 'bana izin ver, beni fitneye düşürme' diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüştür.(..)" âyetindeki "fitneye düşme" bölümü, "günaha düşme" biçiminde karşılanmıştır.[291] E) Allah'ın Hükmünden Alıkoyma: Ehli kitaptan sözedilen âyetler öbeğinin birinde şu belirtilir: "O halde, Allah'ın indirdiğiyle aralarında hükmet, onların heveslerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden (fitnelerinden: uzaklaştırmalarından) sakın.(..)"[292] Peygamber dahi, Allah'ın vahyettiğinden uzaklaştırılmaya çalışılabilir: "Seni, sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. İşte o zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık, az da olsa onlara meyledecektin. O takdirde sana, hayatın da, ölümün de kat kat azabını tattınrdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın."[293] F) Âhiret Bahanesi: Müşriklere, âhirette "Tanrı olduğunu iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede?" diye sorulunca, "Rabbimiz Allah'a andolsun ki bizler müşrik (puta tapan) değildik." demekten başka çare (fitne: bahane, çıkış yolu) bulamazlar. Ama bu, kendilerine karşı da bir yalandır.[294] Sosyal, Siyasi Ve Ahlaki Fitneler A) Savaş: Bir âyette, kâfirlerin (savaş sırasında) fenalık yapması, fitne sözcüğüyle anlatılmıştır.[295] B) Baskı, Zulüm, Eziyet Ve İşkence: Kur'an!da baskı, zulüm, eziyet ve işkence, fitne olarak adlandırılır. Özellikle ilk müslümanlar, eziyetten sonra hicrete mecbur kalmışlardır: "Rabbin, türlü eziyete (fitneye) uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin, şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."[296] Bu âyetteki "min ba'dimâ futinû.." bölümü, "kötülüğün ayartısını gördükten sonra onun hüküm sürdüğü bölgeyi terkedenlerin ve o günden bu yana Allah yolunda üstün çabalar gösterip güçlüklere göğüs gerenlerin yanındadır" biçiminde de karşılanmıştır.[297] İnsanların bir bölümü, insanların yaptığı ezayı, Allah'ın azabına denk olarak değerlendirirler: "İnsanlardan 'Allah'a inandık' diyenler vardır. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanların ezasını (fitnesini), Allah'ın azabı gibi tutarlar.(..)"[298] İşkenceyi seyredenler olarak nitelendirilen ashâbul-uhdûd'un özellikleri şöylece belirtilir: "Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden (inançlarından/ideolojilerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin (ashâbu'l-uhdûd'un) canı çıksın! Bu inkarcıların, inananlara öfkelenmeleri, onlann yalnızca, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan, övulmeğe lâyık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarından dolayıdır. Allah her şeye şahittir. Ama inanmış erkek ve kadınlara işkence (fitne) ederek onları dinlerinden döndürmeye uğraşanlar, eğer tevbe etmezlerse, onlara cehennem azabı vardır. Yakıcı azap da onlaradır."[299] Âyette sözü edilen Ashûbu'l-Uhdûd'un kimliği ve onlarla ilgili olayın nerede geçtiği konusunda Kur'an'da bir açıklık yoktur. Bu yüzden, bu temsili âyetler öbeğini açıklamak üzere müfessirler, ondan fazla görüş ileri sürmüşlerdir.[300] Her görüş, belli bir tarihi olayı buna uyarlamak istemiştir. Ancak bu görüşlerden hiçbiri sağlam kaynaklara dayanmaz. Kur'an'ın bu bölümünde bulunan zalimlerin anonimliği, burada bir darbımesel karşısında bulunduğumuzu ve tarihi yahut efsanevi olayların sözkonusu olmadığını göstermektedir. İşkenceciler, kendileri hiçbir şekilde iman etmeyen ve başkalarının da iman etmesini nefretle karşılayan kimselerdir. "Ateş çukuru", zalimlerin inananlara işkencelerinin mecazi bir ifadesidir: Belli bir dönemle veya belli insanlarla sınırlı olmayıp yazılı tarih içinde çeşitli biçimlerde ve değişen yoğunluk derecelerinde tekrarlanan bir olgu.[301] Bu âyetler öbeği, Mekke'de tam da Kureyşliler ilk müslümanlara işkence ederken inmiştir. Müslümanların karşılaştıkları eza ve işkencelere sabır ve tahammül göstermeleri gerektiğini hatırlatma amacını gütmektedir. Yolculuk sırasında mü'minlerin apaçık düşmanı olan kâfirlerin bir fenalık (fitne) yapmasından endişe edilince, dört rekatlı namaz iki rekat olarak kısaltılabilir, ayrıca korku/tehlike namazı özel biçimde kılınabilir.[302] Firavun ve erkânının kendilerine fenalık (fitne) yapmasından korktuklan için, Hz. Musa dönemindeki Mısırlıların ancak bir kısmı imanlarını açığa vurabilmiştir.[303] C) Kargaşa: "Fitne çıkarmak/sıçratmak/koparmak "fit/fıştık vermek/sokmak (bir fit bin büyü yerine geçer)", "fitnelemek", "fitne sokmak" ,"ikâz-ı fitne", "fitnelemek" (pampazlamak, kovlamak), deyimleri genellikle insanları birbirine düşürmek, birbirine karşı kışkırtmak, aralannı açmak, kuşku uyandırmak, ortalığı karıştırmak, sosyal birliği zedelemek, kargaşa ortamna yol açmak anlamlarında kullanılır. Fitne, aynı zamanda arabozucu, fitneci anlamında da olabilir. Bu anlamda, "fitne fücur" "fitneci", "fitneâmiz, fit-neengiz, fîtnekâr" "fitne fesad", "fitne kumkuması, "cimcime karpuzu", fitleyici", "fitne cihan", deyimleri de kullanılır. Fitnenin bol olduğu ortam, "fitne kazanı/fitne ocağı" deyimleriyle anlatılır. Kur'an'da "fitne çıkarmak/yaymak" kavramı, daha çok münafıkların bir özelliği olarak belirtilir. Münafıklar, özellikle savaş ortamlarında, fitneye her çağrıldıklarında, hiç beklemeden ve gözü kapalı biçimde ona can atarlar.[304] Tebuk Savaşı'ndan önce de fitne koparmak istemişler, müslümanlara karşı bir takım işler (dolaplar) çeviriyorlardı. Sonunda onlar istemedikleri halde gerçek ortaya çıkti; Allah'ın emri üstün geldi. "Bana izin ver, beni fitneye düşürme (çetin sınava sokma) diyenleri vardır. Ama aslında onlar zaten fitneye (kötülüğün ayartısına yenik) düşmüşlerdir. Müslümanların başına bir iyilik gelince, onların fenasına gider. Bir kötülük gelse, "Biz önceden ihtiyatlı davrandık" derler, sevinerek dönüp giderler. Peygamberin mü'minlere sözü şudur: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim mevlâmızdır. İnananlar yalnızca Allah'a güvensin."[305] Tebuk Savaşı sırasında inen bu âyetler, sadece tarihi olgulara dikkat çekmez, aynı zamanda ve belki daha çok ikiyüzlülüğün genel çehresini ve özelliklerini sergilemek amacını güder.[306] D) Bela, Sıkıntı Ve Sınanma: Daha önce de sözü edildiği gibi, Allah peygamberleri ve insanları iman, sabır, nimet ve külfet sınavlarından geçirir. İnsanlar içinde Allah'a, bir yar kenarmdaymış gibi (iman-küfür) sınırında kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, içi rahat eder. Ama başına bir bela (fitne:sınayıcı bir güçlük) gelirse yüzüstü döner. Dünyayı da, âhireti de kaybeder. Bu, apaçık bir kayıptır. Allah'ı bırakıp kendisine fayda da zarar da veremeyen şeylere yalva-nr. İşte, derin sapıklık budur, kendisine zararı faydasından daha yakın olan kimseye yalvarır. Yalvardığı şey, ne kötü yardımcısıdir, ne kötü yoldaştır. Oysa Allah, inananları ve yararlı işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar.[307] Benimsediği inanca kayıtsız şartsız bağlı kalmakta acze düşen insan, çoğu zaman gerçek ya da hayal, bir takım harici güçlere kendi kaderi üzerinde belirleyici bir "etki" ya da rol yakıştırmaya ve böylece onlara tanrısal nitelikler isnad etmeye eğilimlidir. "Zararı faydasından daha yakın kimse", kendisinin, "Allah'a ancak imanla küfür sınırında kulluk edenler" tarafından tanrılaştınlmasına izin veren ve böylece hem kendini, hem de peşinden gidenleri manen uçuruma sürükleyen kişidir.[308] Allah'ın buyruğuna aykırı davranış, başka bir fitnenin gelmesine yol açabilir: "Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinize yaptığınız çağrılarla bir tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri bilir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın (fitnenin) gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar."[309] Hz. Peygamberin verdiği kararlar veya Nur, 24/62. âyette değinilen, belli bir kamu sorununa ilişkin olarak yaptığı çağrı, herhangi bir çağrı veya ileri sürülen görüş gibi değildir. Bazı durumlarda Kur'an'a eşdeğer olabilir.[310] Sihir sanatının anayurdu olarak ünlenen Babil'de, melek olarak görülen, ama kendilerine bir şey indirilmeyen efsanevi Hârût ve Mârût, sihir sanatını, "Biz sadece ayartıcılarız (fitneyiz), sakın inkâra yeltenme" demeden kimseye öğretmezlerdi.[311] Kendilerine hoşlanmadıkları mesajlar getiren peygamberlerin bir kısmını yalanlayan, bir kısmını da öldüren İs-railoğulları, bunun sonucunda başlarına bir bela (fitne) gelmeyeceğini sanıp, sağırlaşmış ve körleşmişti. Allah, tevbelerini kabul etti, ama yine de çoğu körleşti ve sağırlaştı.[312] Hz. Musa, Sâmirî'nin yaptığı buzağıya tapan kavminden yetmiş kişiyi seçtiğinde, onlan bir sarsıntı tutmuştu. İşte o sırada, " (..) Bu, senin bir imtihanından (fitne: sınama) başka birşey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. Bizi bağışla. (..)" diye dua etti.[313] Buradaki "fitne" sözcüğüne, "takdir" (kaza) anlamı da verilmiştir.[314] Cehennem bekçilerinin ondokuz melek olduğunu belirten âyette geçen fitne sözcüğü "inkâr edenlerin sınanması" anlamında kullanılmıştır.[315] Firavun ve erkânının baskı ve zulmünden korktukları için, Mısırlıların çoğu imanlarını açığa vurmaktan kaçındı, pekazı bu cesaret isteyen davranışta bulundu. Hz. Musa, kavmine şöyle seslendi: "Ey milletimi Allah'a inanıyorsanız ve teslim olmuşsanız, ona güvenin" dedi. Kavmi, şu duayı yaptı: "Allah'a güvendik. Ey rabbimiz! zalim bir milletle bizi sınama. Rahmetinle bizi kâfirlerden kurtar."[316] Benzer bir dua, Hz. İbrahim tarafından yapılmıştır: "Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerle deneme. Bizi bağışla. Doğrusu sen, güçlü ve bilgesin."[317] Bu iki âyette geçen "fitne" (deneme/sınama) sözcüğü için, iki farklı anlam daha verilmiştir: 1) Oyun ve eğlence aracı, rezil rüsvay olma.[318] 2) İbret.[319] Kanaatimizce, her ikisinde de fitne sözcüğüne, "sınama" anlamı verilmesi, daha uygun düşer. Münafıklardan sözeden bir âyet, onların yılda bir veya iki defa belaya uğratılıp sınandıklarının farkına varamadıklarım belirtir.[320] Bu âyetteki "fitne"ye, "hastalık" anlamı da verilmiştir.[321] E) Dünya Nimetleri Ve Güzellikleri: Hayat bir anlamda bir fitneler dizisidir ki, insanın iç kuvvetlerini geliştiren ve onun bakışlarını keskinleştiren bir eğitici gibi karşısına dikilir ve realitenin yeni boyutlarını kavramasında onun yürüyüşünü hızlandırmak için vücuduna sürekli diken batırır. Bu yüzdendir ki, varlık ve oluşu bir âyetler (ibret ve işaretler) tablosu olarak gören Kur'an, nimetleri bile birer fitne olarak nitelendirir.[322] Allah'ın dünya hayatının süsü (görkemi) olarak bol bol nimet vermesi, bir sınama yoludur. Bu nimetle donatılanlara özenilmemelidir. Allah'ın rızkı, daha iyi ve devamlıdır.[323] Buna göre, dünya nimetlerine gereğinden çok önem verilmemeli, ûhrevi nimetin daha iyi ve kalıcı olduğunu unutmamalıdır. Aslında, daha önce belirtildiği gibi Allah'ın verdiği, hem iyilik, hem de kötülük, birer sınama aracıdır.[324] Ancak insanın, çelişkili bir özelliği vardır; sıkıntıyla karşılaşınca Allah'a yalvarır, ama nimet görünce böbürlenir: "İnsanın başına bir sıkıntı gelince, bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman, 'Bu, bana bilgimden (yetenek ve kurnazlığımdan) dolayı verilmiştir' der. Hayır, o bir imtihandır (fitnedir). Fakat çokları bilmezler. Bunu, onlardan öncekiler de söylemişti. Ama kazandıkları şeyler, onlara fayda vermedi. Bunun için, işledikleri kötülükler başlarına geldi. Bunlar içinde zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta, Allah'ı âciz bırakamazlar. Allah'ın rızkı dilediğine yaydığını ve kısıp bir ölçüye göre verdiğini bilmezler mi? Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır."[325] F) Mal Ve Çocuk: Mal ve çocuk dünya nimetlerinden ayrıca belirtilmiş fitne (sınama aracı) örnekleridir. Yüce Allah, Enfal Sûresinin ilk bölümlerinde, mü'minlere verdiği yardım ve zaferi, kâfirlerin yenilgisini, Allah'a ve peygambere itaati ve onların çağrılarım dinlemeyi, aksi davranışların sonunu belirtikten sonra, Mekke dönemiyle ilgili olarak, bir âyetler öbeği içinde şu hatırlatmayı yapıyor: "Yeryüzünde az sayıda (azınlıkta) olduğunuz ve zayıf (mustad'af: çaresiz) sayıldığınız /görüldüğünüz için, insanların sizi alıp götürmesinden korktuğunuz zamanlan hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş ve temiz şeylerle rızıklandırmıştır. Ey inananlar! Allah'a ve peygambere karşı hainlik etmeyin. Size güvenilen şeylere bile bile hainlikte bulunmayın. Mallarınızın ve çocuklarınızın, aslında bir sınama (fitne:sınav ve ayartma) olduğunu ve büyük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin. Ey inananlar! Allah'tan sakınırsanız, o size, iyiyi kötüden ayırdedecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, bol nimet sahibidir."[326] Dünyevi şeylere karşı duyulan tutku ve meyil, kişinin ailesi için beslediği kayırma ve koruma duygusu, bazan insanı haddi aşmaya ve dolayısıyla Allah'ın mesajında öngörülen ahlâki ve manevi değerlere ihanete sevkettiği içindir ki, mallar ve canlar fitne olarak nitelendirilir. Başka bakımlardan iyi olan kişiyi, türdeşlerine karşı tecavüzkâr kılan, onların haklarını çiğnemeye yönelten unsur, bazan sadece mala duyulan açgözlülük ve kendi ailesine çıkar sağlama hırsı olabilmektedir.[327] Tegâbün sûresinin son bölümünde, Enfal, 8/26-29 âyetler öbeğine benzer bir bağlamda, Allah'a ve peygambere itaat emrinden sonra, malların ve çocukların birer fitne olduğu, bir kere daha, ama bu kez olumsuz çağrışımları daha baskın biçimde hatırlatılır: "Ey inananlar! Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olabilir, onlar için dikkatli olun. Ama siz affeder, suçlarını örter ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah da bağışlar ve acır. Doğrusu malınız mülkünüz ve çocuklarınız, birer sınama ve ayartıdır (fitne: imtihan). Büyük ecir ise, Allah kalındadır. Allah'a karşı gelmekten elinizden geldiğince sakının. Buyruklarını dinleyin. Kendinizin iyiliğine olarak, mallarınızdan sarfedin. Nefsinin tamahkârlığından korunan kimseler, kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah'a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir, halimdir. Görüleni de, görülmeyeni de bilendir, güçlüdür, bilgedir."[328] Bu âyetlerde geçen "fitne", meftun olunan, tutku duyulan nesne olarak düşünülebilir. İnsan, mallarına ve çocuklarına tutkundur. Dolayısıyla, bu tutkunluğun gereklerini de uygulamaya koymayı düşünebilirler. Kısacası fitne, insanın içindeki psikolojik kökenli mal ve çocuk (yakın, akraba) tutkunluğudur.[329] Fitnenin Sonu: Fitne sayılan eylemler içine girenler, gerek dünyada, gerekse âhirette, yaptıklarının karşılığını görür.[330] Bela: Münafıklar ve yahudiler gibi iki önemli fitnecinin söz-konusu edildiği âyette, aynı zamanda ilâhi fitnenin yasaları ve sonuçlan da belirtilir: "Ey peygamber! Kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla 'inandık' diyenler ile yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk eden (sana gelmeyen başka kimselere kulak veren) yahudilerden inkârda (küfürde) yanşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirip çarpıtırlar da, 'Böyle bir haber (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının' derler. Allah'ın fitneye (şaşkınlığa) düşmesini dilediği kimse için, Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Âhirette de onlara büyük azap vardır."[331] Bu âyet, görünüşte Hz. Peygamber'e seslendiği halde, Kur'an'ın bütün izleyicilerini ilgilendirmektedir. Aynı kapsam genişliği, âyetin bahsettiği fitneci insanlar için de geçerlidir: Yalnızca münafıkları ve yahudileri zikrettiği halde, aslında dolaylı olarak, İslama karşı ön yargılı olan ve onun öğretileri hakkındaki yalan beyanlara isteyerek kulak veren, aydınlanmak için Kur'an'a başvurmak yerine İslam'a karşı düşmanca duygular besleyen gayrimüslim "uzmanlar"ı dinlemeyi tercih eden herkese işaret eder.[332] Bu bağlamda medya, müsteşnklar (oryantalistler:doğu bilimciler) ve müstagribler (batıcılar) özellikle belirtilebilir. Fitne kuşatıcı bir olgudur, istisna tanımadan bütün toplum üyelerini sarar: "Ey inananlar! Allah ve peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman, icabet edin. Allah'ın kişi ile kalbi araşma girdiğini, sonunda onun katında toplanacağınızı bilin. Aranızdan yalnızca zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının (fitneye karşı) uyanık ve dikkatli olun). Allah'ın azabının şiddetli olduğunu bilin."[333] Bu âyetteki fitne sözcüğü, iki biçimde karşılanmıştır: 1) Bela: Klasik müfessirler, buradaki fitneyi belâ olarak anlama yanlısıdır.[334] Buna göre, toplum içinde fitne ortaya çıkınca, kötü sonuçları, yalnızca bu fitneyi çıkaranlara dokunmaz, bütün toplumu kuşatır. 2) Kötülük yönündeki ayartı: Bu durumda anlam, oldukça farklılaşarak, fitneye düşebileceklerin kapsamını genişletmektedir. Bu açıklamaya göre, yalnızca ruhi/manevi gerçekleri açıkça ve kesin olarak inkâr edenler bu ayartıyla karşı karşıya bulunmaz, fakat başka şartlarda iyi ve dürüst olanlar da kendilerini doğru yoldan uzaklaş-tırabilecek her şeye karşı belli bir süreklilik içinde ve bilinçli olarak korunmadıkları takdirde bu ayartının kurbanı olabilirler. Nitekim mal ve çocukların fitne oluşu da, bu çerçevede daha rahat anlaşılabilir.[335] Cehennem Azabı: Yukarıda da belirtildiği gibi, fitneye düşenler (münafıklar ve bazı yahudiler) arınmayacakları gibi, dünyada rezillik, âhirette büyük azap görecektir.[336] Mü'min erkek ve kadınlara işkence ederek (fitne yaparak) onları dinlerinden döndürmeye uğraşanlar, eğer tevbe etmezlerse, yakıcı cehennem azabını görecektir.[337] Yalancıların uğrayacağı azap bir fitnedir[338], zalimlere hazırlanan zakkum ağacı da fitnedir.[339] Fitnenin Önlenmesi: Fitnenin önlenmesi için öncelikle ona karşı dikkatli ve bilinçli olmak gerekir. Nitekim, "(..) Aranızdan yalnızca zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının. (..)"[340] uyarısı, böyle bir bilinç durumuna işaret eder. İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Mü'minler birbirlerinin dostu/desteği olmazsa, yeryüzünde kargaşa (fitne) ve büyük bozgun (fesat) çıkar.[341] Demek ki fitne ve fesadın önlenmesi için, mü'minler birbirlerine destek olacak ve resmi veya sivil birlikler oluşturacaktır. "(..) Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür (..)"[342] yargısı da dolaylı olarak, bu kötü durumun düzeltilmesini istemektedir. Kur'an'da iki yerde geçen, "Fitne kalmayıp yalnız Allah'ın dinî ortada kalana kadar, onlarla savaşın.(..)"[343] buyrukları, Allah'a özgürce kulluk edebilecek ortamın sağlanmasını belirtmektedir. Fitnenin önlenmesiyle ilgili bu âyetlerden ortaya çıkan sonuç, öncelikle fitneye karşı bilinçli olmayı, örgütlü mücadeleyi, bu kötü durumu ortadan kaldıracak uygun yöntemler, hatta güç kullanmayı gerektirdiğidir. Atalarınızın dediği unutulmamalı: "Fitne, uyuyan yılana benzer, uyandırmaya gelmez.", "Fitneyi bastırmak kolay değil".[344] [215] Râgıb el-Isfahâni, Müfredat 559. [216] Kalem, 68/6. [217] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 309-311. [218] Râgıb el-Isfahâni, age, 560. [219] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 312. [220] Râgıb el-Isfahâni, age, 560. [221] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an'ın Temel Kavramları, 133,134. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 312. [222] Sâd, 38/24-25. [223] Sâd, 38/34-39. [224] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 3/929 (32). [225] Bakara, 2/124. [226] Tâhâ, 20/40. Bu olayların ayrıntısı için bkz. Kasas, 28/14-28. [227] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 312-313. [228] Neml, 27/45-48. [229] Kamer, 54/27-29. [230] Duhân, 44/17-42. [231] Tâhâ, 20/85-98; A'raf, 7/144-145. [232] Maide, 5/70-71. [233] Enbiya, 21/111-112. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 313-315. [234] Ankebût. 29/2-7. Ayrıca bkz. Muhammed. 47/31; Enfal, 8/17; Âli İmran, 3/152,154; Ahzab, 33/11. [235] A'raf, 7/154-156. [236] İsra, 17/60. [237] Muhammed Esed, age, 2/572 (73). [238] Bkz. Sâffât, 37/62-65; Duhân, 44/43. [239] Ayette geçen "ondokuz"un, cehennem bekçiliğini yapan melekler mi, yoksa insanın kendi içindeki ona bilinçli algılama ve kavramsal düşünme yeteneği kazandıran maddi, zihni ve duygusal güçler mi olduğu konusunda bkz. Muhammed Esed, age, 1297 (15). [240] Müddessir, 74/30-31. [241] Muhammed Esed, age, 3/1207-1208 (17-21). [242] Hac. 22/57-57. [243] Ayrıca krş. En'am, 6/112 (Allah'ın her peygamberin karşısına, ins ve cin şeytanlarından düşman çıkarması). [244] Muhammed Esed, age, 2/681 (66-67). [245] Zuhruf, 43/36. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 315-318. [246] Yaşar Nuri Öztürk, age. 135. [247] Furkan. 25/20. [248] Muhammed Esed, age. 2/730 (16). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 318-319. [249] Tâhâ, 20/131. [250] Enbiya, 21/35. Ayrıca bkz. Mülk, 67/2; Mü'minûn, 23/30; Bakara, 2/155; A'raf, 7/163; Muhammed, 47/4. [251] En'am, 6/53. [252] Muhammed Esed, aget 1/235 (45). [253] Tevbe, 9/126. [254] Cin, 72/16-17. [255] Muhammed Esed, age, 3/1198 (12-13). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 319-321. [256] Araf, 7/27. [257] Hac, 22/52-53. [258] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 321. [259] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 321. [260] Nisa, 4/101-102. [261] Mümtehine, 60/5. [262] Sâffât, 38/161-163. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 321-322. [263] Yunus, 10/83-92. [264] Bkz. A'raf, 7/120-126. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 322-323. [265] Nisa, 4/91; Ahzâb, 33/14. [266] Maide, 5/41. [267] Tevbe, 9/38-57. [268] Hac, 22/52-53. [269] Ankebut, 29/10-11. [270] Hadîd, 57/13-15. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 323-324. [271] Âli İmran. 3/7-9. [272] Müteşâbih kavramı ve müteşâbih âyetler konusunda bkz. Muhammed Esed, age, 1/89 (5-8); Muhsin Demirci. Kur'an'ın Müteşâbihleri Üzerine, İstanbul 1996. [273] Muhammed Esed, age, 1/89 (5-6). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 324-325. [274] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325. [275] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325. [276] İbnu'l-Cevzi, Nûzhet 478. [277] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325. [278] Bakara, 2/191,217. [279] İbnu'I-Cevzi, age, 478. [280] Muhammed Esed, age, 1/55 (168). [281] Bakara, 2/193. [282] Enfal, 8/39. [283] Îbnu'l-Cevzi, age, 478. [284] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325-326. [285] Maide, 5/41. [286] İbnu'l-Cevzi, age, 479. [287] Muhammed Esed, age, 1/196. [288] Sâffât, 37/161-163. [289] İbnu'l-Cevzi, age, 479. [290] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 326-327. [291] İbnu'l-Cevzi, age, 480. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 327. [292] Maide, 5/49. [293] İsra, 17/73-75. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 327-328. [294] En'am. 6/22-24. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 328. [295] Nisa, 4/101. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 328. [296] Nahl, 16/110. [297] Muhammed Esed, age, 2/552. [298] Ankebut. 29/10. [299] Burûc, 85/4-10. [300] Bu görüşlerden ilginç bazıları için bkz. Muhammed Esed, age, 3/1253 (4). [301] Muhammed Esed, age, 3/1253-1254 (4). [302] Nisa, 4/101-102. [303] Yunus, 10/83. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 328-330. [304] Nisa, 4/91; Ahzab, 33/14. [305] Tevbe. 9/48-51. [306] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 330-331. [307] Hac, 22/11-14. [308] Muhammed Esed, age, 2/669-670 (11,13). [309] Nur, 24/63. [310] Krş. Muhammed Esed, age, 2/724 (92). [311] Bakara. 2/102. [312] Maide, 5/70-71. [313] A’raf, 7/155. [314] İbnul-Cevzi, age, 480. [315] Müddessir, 74/31. [316] Yunus, 10/83-86. [317] Mümtehine, 60/5. [318] Muhammed Esed, age, 1/411. 3/1137. [319] İbnul-Cevzi, age, 480. [320] Tevbe, 9/126. [321] İbnu'l-Cevzi, age, 480. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 331-334. [322] Yaşar Nuri Öztürk, age, 134-135. [323] Tâhâ, 20/131. Ayrıca bkz. En'am, 6/165; Hûd, 11/7; Kehf, 18/7. [324] Enbiya, 21/35. [325] Zümer, 39/49-52. Ayrıca bkz. Fecir, 89/15-16. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 334-335. [326] Enfal, 8/26-29. Ayrıca bkz. Maide, 5/48; En'am, 6/165; Âli İmran, 3/186; Nahl, 16/92; Neml, 27/40; İnsan. 76/2. [327] Krş. Muhammed Esed, age, 1/327 (28). [328] Tegâbün, 64/14-18. [329] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 335-336. [330] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 336. [331] Maide, 5/41. [332] Muhammed Esed, age, 1/197 (51). [333] Enfal, 8/24-25. [334] İbnu'l-Cevzl. age, 478-479. [335] Muhammed Esed, age, 1/326,327-328 (28). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 336-338. [336] Maide, 5/41. [337] Burûc, 85/10. [338] Zâriyat, 51/14. [339] Sâffât, 37/63. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 338. [340] Enfal, 8/25. [341] Enfal, 8/73. [342] Bakara. 2/191,217. [343] Bakara, 2/193; Enfal, 8/39. [344] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 338-339. |