๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 26 Mart 2011, 22:49:24



Konu Başlığı: Fitne ile İlgili Kavramlar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 26 Mart 2011, 22:49:24
FİTNE, BOZGUNCULUK VE SAPKINLIKLA İLGİLİ KAVRAMLAR

FİTNE

 Fitne ve fesad sözcükleri, denge ve düzenin bozulması­nı, karışıklık doğmasını, şiddet, baskı ve zulümün başla­masını anlatan, âdeta ikiz kavramlardır.

Sözcüğün asıl anlamı f-t-n (fetene) kökünden türeyen fitne (ç. fiten) halisinin sahtesinden, iyisinin kötüsünden ayırdedilmesi için altının ateşe sokulmasıdır. Fitne sözcü­ğü, insanın karşılaştığı sıkıntı (şiddet) ve rahatlık (rehâ) durumları için kullanılışında, belâ sözcüğü gibi düşünül­müştür. Bu iki sözcük, sıkıntı anlamında daha açıktır, daha çok kullanışlıdır.[215] Bu anlam özelliğinden yola çıka­rak fitne sözcüğü, halisini sahtesinden ayırmak için altını potaya atıp eritmek, madeni ateşte eritmek, yanmak, yak­mak, bir kimseye dininden ve görüşünden dönmesi için işkence etmek, denemek sınamak için güç, zor ve sıkıntılı işlere maruz bırakmak, aklını çelmek, gönlünü çalmak, deneme, sınav, imtihan, bela, kötülük yönünde ayartma, mihnet, azap, iğva, kışkırtma, azdırma, baştan çıkarma, zulüm, baskı, ayrılık, nifak, karışıklık, kargaşa, iç savaş, kanlı çarpışma, ihtilaf, çekişme, birbirine düşme, kardeş kavgası gibi anlamlar kazanmıştır.

Görüldüğü gibi fitne sözcüğü, geniş bir anlamlar/çağ­rışımlar alanına sahiptir. Kısaca, insan kaynaklı fitne şöy­le tanımlanabilir: Kişilerin aklını karıştırıp onların ahlâkını bozan ve insanları birbirine düşüren söz ve hare­ketler fitnedir. Saf altın elde etmek için madeni yakana fettan dendiği gibi, buradan yola çıkarak mecazi bir an­lam kazandığından, insanın kalbini sevda ateşiyle yakıp tutuşturan güzel kadına da fettan ya da fitne-i âlem de­nir; gözleri fettan güzel deyimi de buradan çıkmıştır. Meftun sözcüğü de aslında deli, aklından zoru olmak anlamından[216] deli gibi vurulmak, tutulmak, aşık olmak, çok beğenmek anlamlarına doğru gelişmiştir.[217]

 Fitnenin Kökeni:

 Daha çok olumsuz çağrışımlar uyandıran fitne, hem Allah'tan, hem de beşerden kaynaklanan sınama, sıkıntı, musibet, cinayet, işkence vb. insan tabiatının hoşlanma­dığı fiillerdendir.[218] Ayrıca şeytandan kaynaklanan fitne de vardır.[219]

 İlâhi Fitne: Allah'ın Sınaması

 Kökeni Allah olan fitne, bir hikmete dayalıdır.[220] Kur'an, fitneyi bir tekâmül aracı olarak göstermekte ve insanlığın fitne ile sürekli denemeye maruz olduğunu belirtmektedir. Fitne, insanın tekâmülünde karma bir imtihan ve ıztırap yoludur, hem nimetten zuhur eder, hem de perişanlık ve zahmetten.[221]

 A) Peygamberlerin Sınanması:

 İlâhi fitne, kendisini ilk önce, peygamberlerin sınan­masında gösterir. Bazı peygamberler, böyle bir sınamadan geçmiştir.

Hz. Davud, kendisine davacı olarak gelen koyun sahibi iki kişinin davasını çözüme bağlamıştı. Bu olayla, Allah'ın kendisini sınadığını sanmıştı, Rabbinden bağışlanma dile­yerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe edip Allah'a yönel­mişti. Böylece Allah, onu bağışlamıştı. Allah katında onun yakınlığı ve güzel bir geleceği vardır.[222]

Hz. Süleyman, hükümranlığı zayıf düşürülerek sınamıştı. Hükümranlığı eski haline dönünce, şöyle dua etti: "Rabbim! Beni bağışla, Bana, benden sonra kimsenin ula­şamayacağı bir mülk (hükümranlık) ver. Çünkü sen çok lütuf sahibisin."

Bunun üzerine Allah ona pek çok nimet verdi.[223]

Bu âyetler öbeğinin ilk bölümünde, "ve elkaynâ alâ kürsiyyihi ceseden" ibaresi, lafzi olarak "tahtının üzerine bir cesed koyduk" anlamındadır. Bazı müfessirler, bu aye­ti açıklarken tamamıyle Talmud kaynaklarına dayanan hayali hikâyeler anlatırlar. Fahruddin Râzi, bunların hep­sini reddeder ve hiçbirinin ciddiye alınamayacağını söyler. Bunun yerine Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine konan "ce-sed"in, bizzat kendi bedenine ve -mecazi olarak- krallık otoritesine işaret ettiğini ileri sürer. Çünkü bu otorite, Al­lah'ın koyduğu ahlâki değerlerden beslenmediği sürece, cansız kalmaya mahkûmdur. Ayrıca klasik Arapça'da, hastalığın, endişenin, korkunun veya manevî/ahlâki de­ğerlerden yoksunluğun zaafa uğrattığı kişi, "cansız bir be­den/ceset" şeklinde tanımlanır. Başka bir deyişle, Hz. Sü­leyman'ın ilk imtihanı, yalnızca bir krallık postunu teva­rüs etmesiyle gerçekleşmiş ve ona bu postu manevi/ruhî bir muhteva ve anlam ile donatması görevi tevdi edilmiş­ti.[224]

Hz. İbrahim, bir takım emirlerle denenmiş, o da onları yerine getirmişti. Bu yüzden, insanlığa önder olmuştur.[225]

Hz. Musa da ilâhi sınamaya muhatap olan peygamber­lerden biridir:

"(..) Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni (birçok musibetlerle) denemiştik. Bu­nun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın.(..)"[226]

Allah'ın sınadığı peygamberler, bu sınavlardan başa­rıyla çıkmışlar ve görevlerini sürdürmüşlerdir.[227]

 B) Peygamber Gönderilmesi/Kavimlerin Sınanması:

 Bazı ümmetlere/milletlere,peygamber gönderilmesi, onlar için ilâhi bir sınama aracı olmuştur.

Semud milletine peygamber olarak gönderilen Hz. Sa­lih, onları Allah'a kulluk etmeye çağırdı. Ama hemen birbiriyle çekişen iki zümreye ayrıldılar. Hz. Salih onlara şöyle dedi:

"Ey milletim! Niye iyilikten önce, acele kötülük istiyorsunuz? Merhamet olunasınız diye Allah'tan bağış­lanma dileseniz olmaz mı?" Semud halkı şu cevabı verdi: "Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık." Hz. Salih, onlara şu cevabı verdi: "Uğursuzluğunuz Allah katındandır. Belki imtihana çekilen bir milletsiniz."

O şe­hirde (el-Hicr) bozgunculuk çıkaran, düzeltmeye uğraş­mayan dokuz kişi (kabile/grup) vardı.[228] Ayrıca Semud halkı, Allah'ın kendilerini denemek için gönderdiği dişi deveyi de kesmişti.[229]

Yüce Allah, Firavun milletini denediğini, onlara değerli bir peygamber gönderildiğini belirtir. Bu peygamber, Hz. Musa idi. Onları tek Allah'a imana çağırmıştı, bunun için mucizeler göstermişti. Ama bütün çağrılarını büyüklenerek reddetmişler, denizde boğulma akıbetine uğramışlar­dı.[230]

Hz Musa'nın kavmi olan İsrailoğullan, Samiri'nin yap­tığı altın buzağı heykeliyle smanmıştı. Bu heykeli tanrı yapmışlardı. Hz. Harun, onları şu sözleriyle uyardı:

"Ey milletim! Siz bu buzağıyla sınanıyorsunuz (ayartılıyorsunuz). Sizin gerçek rabbiniz rahman olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin." Ama onlar, "Musa dönene ka­dar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz"

cevabını verdiler. Hz. Musa, hem kardeşi Harun'a öfkelendi, hem de Samiri'yi kovdu ve heykelin yakılıp denize döküleceğini belirtti. Gerçek tanrının, ilmi herşeyi kuşatan tek Allah olduğunu hatırlattı.[231]

Allah, İsrailoğullarından söz almış ve onlara peygam­berler göndermişti. Nefislerinin hoşlanmadığı birşeyle on­lara her peygamber gelişte, bir kısmım yalanlar, bir kıs­mını da öldürürlerdi. Bir fitne kopmayacağım (zarar gelmeyeceğini) sandılar. Körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Yine de çoğu körleştiler ve sağırlaş­tılar. Allah, onlann işlediklerini görüp gözetir.[232]

Hz. Peygamber, hesap (musibet) günündeki gecikme konusunda şöyle dedi:

"Bilemem, belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindirmek (size bir fırsat vermek) içindir."Şu duayı yaptı: "Rabbim! Aramızda hak­ça hükmet. Anlattıklarınıza karşı, ancak rahman olan rabbimizden yardım istenir."[233]

 C) İman Sınav/Mü'minlerin Sınanması:

 Sınanmamış iman, yeterli kıvama ermemiş demektir:

"Andolsun ki, biz kendilerinden öncekileri de denemişken (fitneye uğratılmışken), insanlar inandık deyince, denen­meden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah, elbette doğru­ları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkara­caktır. Yoksa kötülük yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanırlar? Ne kötü (tuhaf) hüküm veriyorlar! Allah'la karşılaşmayı uman bilsin ki, Allah'ın bunun için belirttiği vakit gelecektir. O, işitir ve bilir. Hak uğrunda cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir, İnanıp yararlı iş yapanların kö­tülüklerini andolsun ki örteriz. Onları, yaptıklarından da­ha güzeliyle ödüllendiririz."[234]

Hz. Musa, altın buzağıya tapma olayından sonra, Al­lah'ın tayin ettiği müddet içinde milletinden, bağışlanmak için dua etmek üzere yetmiş kişiyi seçti. Onları (psikolo­jik) sarsıntı tutunca şöyle dua etti:

"Rabbim! Dileseydin, daha önce beni ve onları yokederdin. Aramızdaki beyin­sizlerin yaptıklarından ötürü bizi de yok eden misin? Bu, senin sınamandan başka birşey değildir. Bununla diledi­ğini saptırır, dilediğini doğru yola (hidayete) iletirsin. Bi­zim dostumuz sensin. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.   Bu dünyada da, âhirette de bizim için güzel olanı yaz (nasip et). Biz sana yöneldik."[235]

Kur'an'da iman sınavının iki sembolü olarak, miraç olayı ile lanetlenmiş ağaç temsili şöylece belirtilir:

"Sana 'Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır' demiştik. Sana gösterdiğimiz rüya (miraç) ile ve Kur'an'da lanetlenmiş ağaç ile, insanları sadece denedik. Biz, onları korkutuyo­ruz. Fakat bu, onlara büyük taşkınlık vermekten başka bir işe yaramıyor."[236]

Miraç olayı, mahiyeti itibariyle birbiriyle çatışan farklı yorumlara açık olduğu ve dolayısıyla nesnel realitesi bakı­mından bir takım şüphelere yol açma istidadında bulun­duğu için, "insanlar için bir sınama" vesilesi oluşturmak­tadır. Şöyle ki: Bu olayla yüzyüze geldiklerinde imanı zayıf olanlarla sığ düşüncelilerin Hz. Muhammed'in dürüstlü­ğünden ve dolayısıyla peygamberliğinden yana duydukları inanç sarsılırken, Allah'a.sarsılmaz bir imanla bağlı olan­lar, bu olayda Allah'ın seçtiği kimselere bahşettiği ruhani nimetin olağanüstü bir tezahürünü görmekte ve böylece Kur'an mesajına duydukları iman daha da güçlenmekte­dir.[237]

Zalimlere bir fitne (dert) olan "lanetlenmiş ağaç", Ce­hennemde yaratıldığı anlatılan ve cehennemi simgeleyen zakkum ağacıdır.[238] Zakkum ağacı sembolü, günahkârla­rın öteki dünyada uğrayacağı azabın simgelerinden biri­dir.

Cehennemin niteliğinden söz eden âyetler öbeği, ondokuz meselini kendilerine kitap verilenler ile mü'minlerin kavrayacağını, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kâfirlerin ise bu meseldeki gerçeği kavrayamayacağını be­lirtir: "Orada ondokuz (bekçi) vardır. Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır.[239] Sayılarım bildirmek­le de, ancak inkâr (küfr) edenlerin denenmesini, kendileri­ne kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini, inananların imanlarının artmasını sağladık, kendilerine kitap verilen­ler ile inananların şüpheye düşmesini önledik. Buna kar­şılık, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler, 'Allah, bu misalle neyi murad etti?' desinler istedik. İşte böylece Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, in­sanoğluna bir öğütten ibarettir."[240]

Âyette geçen "sınama/deneme", bir ömek-olay (mesel) olarak zikredilen bu âyetler öbeğinin müteşâbih niteliğine açık bir işarettir. "Kafirler" (hakîkatî inkâra şartlanmış olanlar), onu böyle kabul etmezler. Bu sebeple de, gerçek anlamını kavrayamazlar. Kur'an'ın yazarı olarak gördük­leri Hz. Muhammed'i, sözde belli bir sayıyı vurgulamaya yönelten sebepler üzerinde spekülasyonlar yaparak teşbi­hi ve temsili, lafzi anlamında alırlar, böylece onun özünü bütünüyle gözden kaçırırlar.[241] Biçimle uğraşırken, özü kavrayamazlar.

Allah, şeytanın, peygamberlerin nihai amaçlarına gölge düşürmeye kalkışmasını da, bir iman sınavı yapmıştır: "Senden önce gönderdiğimiz hiç bir rasul ve nebi (elçi ve haberci /peygamber) yoktur ki, şeytan onun nihai amacı­na gölge düşürmeye/vesvese karıştırmaya kalkışmış ol­masın. Allah şeytanın düşürmeye çalıştığı gölgeyi/karış­tırdığı vesveseyi giderir, ayrıca kendi âyetlerini tahkim eder/kendi işlerinde açık ve anlaşılır kılar. Allah, bilen ve bilgedir. Allah, şeytanın düşürmeye çalıştığı gölgeyi, kalp­lerinde bir hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı kesilmiş olan kimseler için bir sınama aracı /vesilesi kılar, Zalim­ler, şüphesiz derin bir yanılgı içindedirler. Bu, kendilerine ilim verilenlerin onun (Kur'an'ın), senin rabbinden bir ger­çek olduğunu kavrayıp ona inanmaları ve gönüllerini bağ­lamaları içindir. Allah, inananları şüphesiz doğru yola eriştirir. İnkâr (küfr) edenler, ceza saati ansızın kendileri­ne gelene veya gecesi olmayan günün azabı başlarına çö­künceye kadar, ondan (Kur'an'dan) şüphe etmeye devam ederler. İşte o gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında o hükmeder.(..)"[242]

"Şeytanın düşürdüğü gölge /karıştırdığı vesvese", elçi­nin veya habercinin güttüğü gerçek amacın, toplumun manevi ilerlemesi ya da yükselmesi değil, kendi kişisel nüfuz ve iktidarının güçlenmesi olduğu vesvesesini insan­lara vermesidir.[243] "Allah, âyetlerini tahkim ederek/açık ve anlaşılır kılarak", yani Allah kendi muhtevalanyla kendi­lerini ortaya koyan mesajlar vahyederek, Hz. Peygamber'e bir takım "gizli amaçlar" ya da "kişisel saikler/ kaygılar" yakıştırma imkânını kötü niyetli muhalifler için bütünüy­le ortadan kaldırmıştır.[244] Buna karşılık, doğru bilgiden nasibi olanlar ise, Kur'an'ın Allah katından bir gerçek ol­duğunu kavrayıp inanmış ve gönüllerini ona bağlamıştır.

Yürek katılığı ve kalp hastalığı, şeytanın egemenlik kurduğu bir benliğin belirgin nitelikleridir. Böyle bir ben­lik, Allah'ı.unutur, şeytan ona musallat ve yakın bir arka­daş olur.[245]

 D) Sabır Sebat Sınavı:

 Hayat, bir tekamül arenası olarak düşünüldüğünde adeta bir fitneler resmi geçididir. Her insan öteki için, her topluluk bir başka topluluk için bir fitne aracı, hatta bir fitne olabilir:[246]

"Senden önce gönderdiğimiz bütün pey­gamberler de, şüphesiz yemek yerler sokaklarda gezerler­di. Sabredemez misiniz diye, sizi birbirinizle sınarız. Rabbin her şeyi görür."[247]

Bu âyet, sadece peygamberlerin değil, fakat her insa­nın, toplumsal varlığıyla, toplumun öteki üyeleri için, on­ların ahlâki tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir imtihan vasıtası olduğunu ima etmektedir. Bunun içindir ki, Taberi dahil, ilk müfessirlerden bazıları, bu bölüme şu anlamı verir:

"Sizin hepinizi, birbiriniz için bir imtihan vesilesi kıldık."[248]

 E) Nimet Ve Külfet Sınavı:

 Fitne, iyi ile kötüyü, arı ile kirliyi ayırma aracı olduğu için, İnsanın muhatap olduğu olumlu ya da olumsuz her çeşit değer olarak ortaya çıkabilir:

"Kendilerini sınamak (fitne) için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dik­me. Rabbinin rızkı, daha iyi ve daha devamlıdır."[249]

Görül­düğü gibi burada fitne, mal mülk ve dünya rahatlığı ola­rak belirtilmiştir. Ama böyle nimetlere sahip olanlara özenilmemeli, uhrevi kaygılar, dünyevi açgözlülüğün önünde olmalıdır.

Fitne, hem nimet, hem de külfet olarak kendini göstere bilir:

"Her can ölümü tadacaktır. Bir sınama olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda bize dönersiniz."[250]

Bu âyetin belirttiği üzere, dünyevî fitneler; mal fitnesi, hayat fitnesi, ölüm fitnesi, zenginlik fitnesi, yoksulluk fitnesi, kadın fitnesi, makam mevki fitnesi, âhir zaman fitnesi bi­çiminde ortaya çıkabilir.

İnsanlar, başkalarındaki iyiliklerin temelini anlamak­ta, bazı durumlarda zorluk çekerler:

"Böylece 'Aramızdan (bizim yerimize) Allah bunlara mı iyilikte bulundu?' deme­leri için onlan birbiriyle denedik. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?"[251]

Bu âyette geçen "Aramızdan, Allah bunlara mı iyilkte bulundu?" sorusu, Kur'an'ın Allah'ın insana mesajının ni­hai ifadesi olduğu şeklindeki İslami yaklaşıma karşı, gayri müslimlerin takındıkları tahkir edici inkarcılığa bir işaret olarak görülmektedir. Âyette belirtilen "sınama/deneme", diğer inançlara mensup insanların bu yaklaşımı benimsemelerindeki ve kendi kültür ve tarih çevrelerinin onlan bi­linçli olarak veya bilinç altından yakınlaştırdığı İslam'a karşı ön yargılarını terketmelerindeki isteksizlikleriyle ilgi­lidir.[252]

Münafıklar, sürekli ibret alacakları ve dolayısıyla tevbeye yönelecekleri olaylarla sınanmasına rağmen, bunun ayırdına varmazlar:

"Onlar (münafıklır) yılda bir veya iki defa belaya (fitneye) uğratılıp imtihana çekildiklerini gör­müyorlar mı? Böyleyken, yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar."[253]

Bol nimet, doğru yola girmenin bir sınanma aracıdır:

"Kendilerine yazık edenlere gelince, cehennemin odunları oldular. "Ama doğru yola girecek olurlarsa, onlan bu hu­susta denememiz için, kendilerine bol nimet yağdırırız. Kim rabbini anmaktan yüzçevirirse, onu gittikçe artan bir azaba uğratır."[254]

Bu âyette geçen "bol nimet" (mâen gadekan: bol su/yağmur), Kur'an'da çok sık tekrarlanan "cennetin ır-makları"na temsilî atıftan yansıtan bir mutluluk mecazı­dır. Allah'ın nimetlerini ihsan etmesi, yalnızca iyiliğin bir "ödül"ü değil, ama daha çok insanın Allah'a karşı sorumluluk bilincinin ve bu yüzden ona şükrünün sınanması-dır.[255]

 Şeytani Fitne:

 Kur'an'da en önemli kötülük sembollerinden biri ola­rak sunulan şeytan, insanlan şaşırtarak, olumsuz anlam­da bir fitne kaynağı olur:

"Ey însanoğullan! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtma­sın (fitneye düşürmesin, ayartmasın). Sizin onlan görme­diğiniz yerlerden, o ve taraftarlan (avenesi) sizi görürler (pusuda beklerler). Biz, şeytanları, inanmayanlara dost kılarız."[256]

Şeytan, rasul ve nebilerin arzuladığı şeylere, mutlaka vesvese karıştırmıştır.[257] Onların insanlara verdiği vesvese, elçi ve habercilerin toplumun manen ilerlemesi ve yüksel­mesi değil, kendi kişisel nüfuz ve iktidarının güçlenmesi olduğu düşüncesidir.[258]

 Beşeri/İnsanî Fitne:

 Fitne kaynağı olan üçüncü varlık, bizzat insandır. Bu anlamda fitne, olumsuz bir nitelik taşır. İnsan kaynaklı fitne, Kur'an'da özellikle kâfirlerin, Firavunun, münafıkla­rın ve kalbi bozukların fitnesi olarak ön yüze çıkarılır.[259]

 A) Kâfirlerin Fitnesi:

 Kâfirlerin mü'minlere (özellikle savaş türünden) kötü­lük yapması, korku/tehlike namazı denilen, namazın ce-matle nöbetleşerek özel bir biçimde kılınması zorunlulu­ğunu getirir.[260]

Hz. İbrahim'in yaptığı dualardan birinde, kâfirlerle de­nemeye  karşı  ilâhi yardım  istenir: 

"Rabbimiz!  Bizi kafirlerle (inkâr edenlerle) deneme.  Bizi bağışla. Doğrusu sen, güçlü ve bilgesin."[261]

Müşrikler ve taptıkları, yalnızca cehenneme girecekle­ri, Allah'a karşı azdıncı/ayartıcı rol oynarlar.[262]

 B) Firavun Fitnesi:

 Firavun ve erkânının (seçkinler/asiller çevresinin) ken­dilerine fenalık yapmasından (fitnesinden) korktukların­dan (korkularına rağmen) milletinin bir kısım gençleri (zürriyeti: üyeleri) dışında, kimse Hz. Musa'ya inanma­mıştı. Çünkü Firavun, o yerde (Mısır'da) tek hâkimdi, aşı­rı gidenlerden biriydi. Hz. Musa, şöyle dedi:

"Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ve teslim olmuşsanız, ona güvenin." Kavmi şu cevabı verdi: "Allah'a güvendik. Ey rabbimiz! Zalim bir milletle bizi sınama. Rahmetinle bizi kâfirlerden kurtar." Bunun üzerine Allah, Musa ve Harun'a şunu vahyetti: "Mısır'da milletinize bazı evleri sığınak olarak hazırlayın. Evlerinizi namazgah (ibadet yeri) edinin. Na­mazı böylece kılın. İnananlara müjde et." Hz. Musa, Fira­vun ve erkânı hakkında şu ilenmede bulundu: "Rabbimiz! Doğrusu sen Firavun'a ve erkânına ziynetler (görkem) ve dünya hayatında mallar (zenginlik) verdin. Rabbimiz! Se­nin yolundan şaşırtsınlar diye mi? Rabbimiz! Mallarını yoket, kalplerini sık. Çünkü onlar can yakıcı azabı görme­dikçe inanmazlar. Allah, onların duasını kabul ederek şu uyarıda bulundu: "İkinizin duası kabul olundu. Dürüst hareket edin. Bilmeyenlerin yoluna asla uymayın." İsralloğulları denizden geçti, azgın Firavun ve askerleri de ardlarına düşerek boğuldular. Firavun'un boğulacağı sıradaki imanı, ona yarar sağlamadı."[263]

Aslında, Mısırlılar içinde Hz. Musa'ya inananlar çoktu. Ama, korku yüzünden imanlarını açığa vurmaktan kaçı­nıyorlardı. Nitekim Kur'an, bazı Mısırlıların Hz. Musa'nın tebliğ ettiği mesajlara inanıp bu inançlarını açığa vurduklarını belirtir.[264]

 C) Münafıkların Fitnesi:

 Kur'an, pekçok âyette, münafıkların fitne çıkarıcı ve fitneye düşürücü tutum ve davranışlarından sözeder.

Münafıklar, "fitneye her çağrıldıklarında, ona hiç bek­lemeden ve gözü kapalı can atarlar."[265] Allah, onların fitne­ye düşmesini dilemiştir, kalplerini arıtmak istemediği kimseler arasında bulunurlar.[266] Tebük Savaşı'yla ilgili olarak Kur'an'da belirtildiği gibi, münafıklar savaşa gö­nüllü katılmazlar, savaşa çıkmış olsalar da bozmağa çalı­şırlar ve fitneye düşürmek için mü'minlerin arasına soku­lurlar. "Bana izin ver, beni fitneye (çetin sınava) düşürme" derler. Aslında onlar fitneye düşmüşlerdir.[267] Şeytanın elçi ve habercilerinin manen yükseltme ve ilerletme yönünde­ki nihai amacıyla ilgili vesvesesi, kalplerinde hastalık bu­lunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için, Allah tarafın­dan bir sınama aracı olarak kullanılır.[268] Görüldüğü gibi münafıklar, hem fitneye düşerler, hem de başkalarını, özellikle mü'minleri fitneye düşürmeye çalışırlar.

Münafıkların, bir özelliğini de Yüce Allah şöyle belirtir:

"İnsanlardan 'Allah'a inandık' diyenler vardır. Ama Allah uğrunda bir ezaya/işkenceye uğratılınca, insanlardan gördükleri ezayı (fitneyi), Allah'ın azabı gibi görürler. Rabbinizden bir yardım gelecek olsa, 'Doğrusu biz sizinle be­raberiz' derler. Allah, herkesin kalbinde olanları en iyi bi­len değil midir? Allah, elbette inananları da, ikiyüzlüleri de bilir."[269]

Münafıklar, insanların inançları dolayısıyla yaptıkları baskı ve işkenceyle karşılaşmaktan korktuklan ve dünyevi kazançlarını arttırmak istedikleri için, inançlarını kolayca terkedebilirler. Ama kolay zamanlarda ve mü'minlerin nimet içinde oldukları sırada, 'sizinleyiz' de­mekten de hiç mi hiç utanmazlar. Münafıkça bir takıyye anlayışı geliştirirler.

Aynı özellik, mü'rninler ile münafıkların bir âhiret diya­logu biçiminde, şöylece belirtilir:

"İkiyüzlüler, inananlara 'Biz sizinle beraber değil miydik?' diye seslenirler. Mü'minler 'Evet öyle, fakat sizler, kendinizi aldattınız/ayarttınız (fetentum enfusekum), bize pusu kurdunuz (inancınızda tereddüt gösterdiniz). Allah'ın buyruğu gele­ne kadar dinde şüpheye düştünüz. Sizi kuruntular aldat­tı. Sizi (kuruntular/şeytanlar), Allah'a karşı da ayartü. Bugün ne sizden, ne de kâfirlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir, lâyığınız orasıdır. Ne kötü bir dö­nüş yeridir."[270]

 D) Kalbi Bozukların Fitnesi:

 Kur'an'ın anlaşılmasında ve yorumlanmasında anah­tar konumundaki âyetler öbeği, şu konulan belirtir:

"Sa­na kitabı indiren odur. Onda kitabın temeli olan kesin an­lamlı (muhkem) âyetler vardır, diğerleri de çeşitli (müteşâbih) anlamlıdırlar. Kalplerinde eğrilik (sapma meyli) olan kimseler, fitne çıkarmak (sırf kafaları karıştı­racak şeyler bulmak) ve kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı (müteşâbih) olanlarına uyarlar. Oy­sa onların yorumunu, ancak Allah bilir. Derin bilgi sahip­leri, şöyle derler 'Ona inandık, hepsi rabbimizin katındandır. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler. Rabbîmiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz sen lütuf sahibi­sin. Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe götürmeyen gün­de, insanları toplayacak olan sensin. Şüphesiz ki Allah, verdiği sözden caymaz."[271]

İlâhi kelâmın özü (ummu'l-kitab) olan muhkem âyetler, mesajın temelini oluşturan ana ilkeleri ve özellikle ahlaki ve sosyal öğretileri kapsar. İşte müteşâbih âyetler, ancak bu açık şekilde ifade edilen ilkeler ışığında doğru olarak yorumlanabilirler.[272] Kalplerinde eğrilik olanların kafaları karıştırması, keyfi şekilde yorumlamanın bir so­nucudur.[273]

 Fitne Durumlar Ve Varlıklar:

 Fitne durum ve varlıklar, türlü çeşitlidir. Bunlar, dinî fitneler ve sosyal-siyasi fitneler biçiminde belirtilebilir.[274]

 Dini Fitneler:

 Küfür, şirk, dalâlet, günah, Allah'ın buyruğundan alı­koyma ve âhiret bahanesi gibi örnekler, dinî fitne kapsa­mında düşünülebilirler.[275]

 A)Küfür:

 Kalbinde eğrilik olanların fitnesi olarak, sırf kafaları karıştırıcı şeyler bulmak için müteşâbih âyetlere uymaları anlaşıldığı gibi, bu fitne için "küfür" anlamı da verilmiş­tir.[276] İbnu'l-Cevzi, münafıklar ve yahudilerin yer aldığı âyetlerdeki "fitne"nin de "küfür" olarak anlaşılması gerek­tiğini belirtir.[277]

 B) Şirk:

 İki ayrı yerde, ama aynı bağlamda geçen

"(..) Fitne çı­karmak, adam öldürmekten daha kötüdür(..)"[278]

âyetlerindeki fitne çıkarmak için, "şirk" anlamı da veril­miştir.[279] Buna göre, fitnenin kalmaması, şirkin egemenli­ğinin son bulup, yeryüzünde tevhidin egemenliğinin ku­rulması demektir. Ancak her iki âyetin de bağlamı gözö-nünde bulundurulursa, bu karşılığın pek uygun düşmediği kolayca anlaşılır. Çünkü her iki âyette de, müzminle­rin yurtlarından çıkarılmaları ve bu çıkaranlarla savaş hükümlerinden sözedilir. Dolayısıyla bu âyetlerdeki "fit­ne", savaş durumu veya daha uygunuyla/zulüm ve baskı ya da kargaşa olarak anlaşılmaya çok daha elverişlidir. Müfessirleri buradaki "fitne" yi şirk olarak yorumlamaya yönelten şey, âyetlerin inişinin bağlı olduğu sebep, savaş veya kargaşayı çıkaranların müşrikler oluşu olabilir. Nite­kim buna benzer biçimde, Muhammed Esed de şu açıkla­mayı yapar: "Fitnenin bu bağlamda 'baskı' olarak karşı­lanmasının gerekçesi, bu terimin insanı sapıklığa götüren ve manevi değerlere inancını kaybetmesine yol açan her türlü müdahale için kullanılmasıdır."[280]

İlk âyetin hemen ardından gelen,

"Fitne kalmayıp, yal­nız Allah'ın dinî ortada kalana kadar onlarla savaşın. (..)"[281]

âyetindeki "fitne" de "şirk" olarak yorumlanmıştır. Aynı şekilde, bu âyete yakın biçimde, kâfirlerle savaş hü­kümlerinden sözedilen,

"Fitne kalmayıp yalnız Allah'ın dinî (Allah'a kulluk) kalana kadar onlarla savaşın.(..)"[282]

âyetindeki "fitne" de yine "şirk" olarak anlaşılmıştır.[283] Fit­nenin kalmayışı, hiçbir cezalandırılma korkusu duyma­dan Allah'a özgürce ibadet edilmesinin sağlanması ve hiç kimsenin başka bir insana korkuyla boyun eğmek zorun­da kalmamasıdır. "Din" teriminin bu bağlamda, "kulluk" olarak karşılanması daha uygundur. Çünkü bu karşılık, burada dinin hem akidevi, hem da ahlâki yönlerini, yani insanın hem inancını, hem de bu inançtan doğan yüküm­lülükleri kapsamaktadır.[284]

 C) Dalâlet:

 Kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla 'inandık' diyenlerin, yahudilerden yalana kulak verenlerin ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkâra koşanların Hz. Peygamber'i üzmemesinin istendiği âyette, "Allah'ın fitne­ye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elin­den bir şey gelmez. İşte onlar, Allah'ın, kalplerini antmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara âhirette de büyük azap vardır."[285] buyurulur. Buradaki "fitneye düşmek", dalâlet olarak yorumlanmıştır.[286] Mu­hammed Esed ise, "kötülüğe düşmeye meyil" karşılığını uygun görür.[287]

"Sizler ve taptığınız şeyler, cehenneme girecek kimse­den başkasını Allah'a karşı azdırıcı (fâtinîn) değilsiniz."[288] âyetindeki "azdırıcı" bölümü, "saptırıcı, dalâlete düşürü­cü" biçiminde karşılanmıştır.[289] Belki "ayartıcı" anlamı ve­rilirse, daha uygun düşebilir.[290]

 D) Günah:

 Münafıkların tutumundan sözeden âyetler öbeği içinde yer alan

"Onlardan 'bana izin ver, beni fitneye düşürme' diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüştür.(..)" âyetindeki "fitneye düşme" bölümü, "günaha düşme" biçi­minde karşılanmıştır.[291]

 E) Allah'ın Hükmünden Alıkoyma:

 Ehli kitaptan sözedilen âyetler öbeğinin birinde şu be­lirtilir:

"O halde, Allah'ın indirdiğiyle aralarında hükmet, onların heveslerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden (fitnelerinden: uzak­laştırmalarından) sakın.(..)"[292]

Peygamber dahi, Allah'ın vahyettiğinden uzaklaştırılmaya çalışılabilir:

"Seni, sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. İşte o zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık, az da olsa onlara meyledecektin. O takdirde sana, hayatın da, ölümün de kat kat azabını tattınrdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın."[293]

 F) Âhiret Bahanesi:

 Müşriklere, âhirette "Tanrı olduğunu iddia ettiğiniz or­taklarınız nerede?" diye sorulunca,

"Rabbimiz Allah'a andolsun ki bizler müşrik (puta tapan) değildik."

demekten başka çare (fitne: bahane, çıkış yolu) bulamazlar. Ama bu, kendilerine karşı da bir yalandır.[294]

  Sosyal, Siyasi Ve Ahlaki Fitneler

 A) Savaş:

 Bir âyette, kâfirlerin (savaş sırasında) fenalık yapması, fitne sözcüğüyle anlatılmıştır.[295]

 B) Baskı, Zulüm, Eziyet Ve İşkence:

 Kur'an!da baskı, zulüm, eziyet ve işkence, fitne olarak adlandırılır.

Özellikle ilk müslümanlar, eziyetten sonra hicrete mec­bur kalmışlardır:

"Rabbin, türlü eziyete (fitneye) uğratıl­dıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin, şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."[296]

Bu âyetteki "min ba'dimâ futinû.." bölümü, "kötülüğün ayartısını gördük­ten sonra onun hüküm sürdüğü bölgeyi terkedenlerin ve o günden bu yana Allah yolunda üstün çabalar gösterip güçlüklere göğüs gerenlerin yanındadır" biçiminde de karşılanmıştır.[297]

İnsanların bir bölümü, insanların yaptığı ezayı, Al­lah'ın azabına denk olarak değerlendirirler:

"İnsanlardan 'Allah'a inandık' diyenler vardır. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanların ezasını (fitnesini), Allah'ın azabı gibi tutarlar.(..)"[298]

İşkenceyi seyredenler olarak nitelendirilen ashâbul-uhdûd'un özellikleri şöylece belirtilir:

"Hazırladıkları hen­dekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden (inançların­dan/ideolojilerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin (ashâbu'l-uhdûd'un) canı çıksın! Bu inkarcıların, inananlara öfkelenmeleri, onlann yalnızca, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan, övulmeğe lâyık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalarından dolayıdır. Allah her şeye şahittir. Ama inanmış erkek ve kadınlara işkence (fitne) ederek onları dinlerinden dön­dürmeye uğraşanlar, eğer tevbe etmezlerse, onlara cehen­nem azabı vardır. Yakıcı azap da onlaradır."[299]

Âyette sözü edilen Ashûbu'l-Uhdûd'un kimliği ve on­larla ilgili olayın nerede geçtiği konusunda Kur'an'da bir açıklık yoktur. Bu yüzden, bu temsili âyetler öbeğini açık­lamak üzere müfessirler, ondan fazla görüş ileri sürmüş­lerdir.[300] Her görüş, belli bir tarihi olayı buna uyarlamak istemiştir. Ancak bu görüşlerden hiçbiri sağlam kaynakla­ra dayanmaz.

Kur'an'ın bu bölümünde bulunan zalimlerin anonimliği, burada bir darbımesel karşısında bulunduğumuzu ve tarihi yahut efsanevi olayların sözkonusu olmadığını gös­termektedir. İşkenceciler, kendileri hiçbir şekilde iman et­meyen ve başkalarının da iman etmesini nefretle karşılayan kimselerdir. "Ateş çukuru", zalimlerin inananlara iş­kencelerinin mecazi bir ifadesidir: Belli bir dönemle veya belli insanlarla sınırlı olmayıp yazılı tarih içinde çeşitli bi­çimlerde ve değişen yoğunluk derecelerinde tekrarlanan bir olgu.[301]

Bu âyetler öbeği, Mekke'de tam da Kureyşliler ilk müslümanlara işkence ederken inmiştir. Müslümanların kar­şılaştıkları eza ve işkencelere sabır ve tahammül göster­meleri gerektiğini hatırlatma amacını gütmektedir.

Yolculuk sırasında mü'minlerin apaçık düşmanı olan kâfirlerin bir fenalık (fitne) yapmasından endişe edilince, dört rekatlı namaz iki rekat olarak kısaltılabilir, ayrıca korku/tehlike namazı özel biçimde kılınabilir.[302]

Firavun ve erkânının kendilerine fenalık (fitne) yapma­sından korktuklan için, Hz. Musa dönemindeki Mısırlıla­rın ancak bir kısmı imanlarını açığa vurabilmiştir.[303]

 C) Kargaşa:

 "Fitne çıkarmak/sıçratmak/koparmak "fit/fıştık ver­mek/sokmak (bir fit bin büyü yerine geçer)", "fitnelemek", "fitne sokmak" ,"ikâz-ı fitne", "fitnelemek" (pampazlamak, kovlamak), deyimleri genellikle insanları birbirine düşür­mek, birbirine karşı kışkırtmak, aralannı açmak, kuşku uyandırmak, ortalığı karıştırmak, sosyal birliği zedelemek, kargaşa ortamna yol açmak anlamlarında kullanılır.

Fitne, aynı zamanda arabozucu, fitneci anlamında da olabilir. Bu anlamda, "fitne fücur" "fitneci", "fitneâmiz, fit-neengiz, fîtnekâr" "fitne fesad", "fitne kumkuması, "cim­cime karpuzu", fitleyici", "fitne cihan", deyimleri de kulla­nılır. Fitnenin bol olduğu ortam, "fitne kazanı/fitne ocağı" deyimleriyle anlatılır. Kur'an'da "fitne çıkarmak/yaymak" kavramı, daha çok münafıkların bir özelliği olarak belirti­lir.

Münafıklar, özellikle savaş ortamlarında, fitneye her çağrıldıklarında, hiç beklemeden ve gözü kapalı biçimde ona can atarlar.[304] Tebuk Savaşı'ndan önce de fitne kopar­mak istemişler, müslümanlara karşı bir takım işler (do­laplar) çeviriyorlardı. Sonunda onlar istemedikleri halde gerçek ortaya çıkti; Allah'ın emri üstün geldi.

"Bana izin ver, beni fitneye düşürme (çetin sınava sokma) diyenleri vardır. Ama aslında onlar zaten fitneye (kötülüğün ayartı­sına yenik) düşmüşlerdir. Müslümanların başına bir iyilik gelince, onların fenasına gider. Bir kötülük gelse, "Biz ön­ceden ihtiyatlı davrandık" derler, sevinerek dönüp gider­ler. Peygamberin mü'minlere sözü şudur: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim mevlâmızdır. İnananlar yalnızca Allah'a güvensin."[305]

Tebuk Sa­vaşı sırasında inen bu âyetler, sadece tarihi olgulara dik­kat çekmez, aynı zamanda ve belki daha çok ikiyüzlülü­ğün genel çehresini ve özelliklerini sergilemek amacını gü­der.[306]

 D) Bela, Sıkıntı Ve Sınanma:

 Daha önce de sözü edildiği gibi, Allah peygamberleri ve insanları iman, sabır, nimet ve külfet sınavlarından geçi­rir.

İnsanlar içinde Allah'a, bir yar kenarmdaymış gibi (iman-küfür) sınırında kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, içi rahat eder. Ama başına bir bela (fitne:sınayıcı bir güçlük) gelirse yüzüstü döner. Dünyayı da, âhireti de kaybeder. Bu, apaçık bir kayıptır. Allah'ı bıra­kıp kendisine fayda da zarar da veremeyen şeylere yalva-nr. İşte, derin sapıklık budur, kendisine zararı faydasın­dan daha yakın olan kimseye yalvarır. Yalvardığı şey, ne kötü yardımcısıdir, ne kötü yoldaştır. Oysa Allah, inanan­ları ve yararlı işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar.[307]

Benimsediği inanca kayıtsız şartsız bağlı kalmakta ac­ze düşen insan, çoğu zaman gerçek ya da hayal, bir takım harici güçlere kendi kaderi üzerinde belirleyici bir "etki" ya da rol yakıştırmaya ve böylece onlara tanrısal nitelikler isnad etmeye eğilimlidir. "Zararı faydasından daha yakın kimse", kendisinin, "Allah'a ancak imanla küfür sınırında kulluk edenler" tarafından tanrılaştınlmasına izin veren ve böylece hem kendini, hem de peşinden gidenleri ma­nen uçuruma sürükleyen kişidir.[308]

Allah'ın buyruğuna aykırı davranış, başka bir fitnenin gelmesine yol açabilir:

"Peygamberin çağrısını, kendi ara­nızda birbirinize yaptığınız çağrılarla bir tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri bilir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın (fitnenin) gelmesin­den veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar."[309]

Hz. Peygamberin verdiği kararlar veya Nur, 24/62. âyette değinilen, belli bir kamu sorununa ilişkin olarak yaptığı çağrı, herhangi bir çağrı veya ileri sürülen görüş gibi değildir. Bazı durumlarda Kur'an'a eşdeğer olabilir.[310]

Sihir sanatının anayurdu olarak ünlenen Babil'de, me­lek olarak görülen, ama kendilerine bir şey indirilmeyen efsanevi Hârût ve Mârût, sihir sanatını, "Biz sadece ayar­tıcılarız (fitneyiz), sakın inkâra yeltenme" demeden kimse­ye öğretmezlerdi.[311]

Kendilerine hoşlanmadıkları mesajlar getiren peygam­berlerin bir kısmını yalanlayan, bir kısmını da öldüren İs-railoğulları, bunun sonucunda başlarına bir bela (fitne) gelmeyeceğini sanıp, sağırlaşmış ve körleşmişti. Allah, tevbelerini kabul etti, ama yine de çoğu körleşti ve sağırlaştı.[312]

Hz. Musa, Sâmirî'nin yaptığı buzağıya tapan kavmin­den yetmiş kişiyi seçtiğinde, onlan bir sarsıntı tutmuştu. İşte o sırada,

" (..) Bu, senin bir imtihanından (fitne: sına­ma) başka birşey değildir. Bununla dilediğini saptırır, di­lediğini de doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin. Bizi bağışla. (..)"

diye dua etti.[313] Buradaki "fitne" sözcüğü­ne, "takdir" (kaza) anlamı da verilmiştir.[314]

Cehennem bekçilerinin ondokuz melek olduğunu belir­ten âyette geçen fitne sözcüğü "inkâr edenlerin sınanma­sı" anlamında kullanılmıştır.[315]

Firavun ve erkânının baskı ve zulmünden korktukları için, Mısırlıların çoğu imanlarını açığa vurmaktan kaçın­dı, pekazı bu cesaret isteyen davranışta bulundu. Hz. Mu­sa, kavmine şöyle seslendi:

"Ey milletimi Allah'a inanıyor­sanız ve teslim olmuşsanız, ona güvenin" dedi. Kavmi, şu duayı yaptı: "Allah'a güvendik. Ey rabbimiz! zalim bir mil­letle bizi sınama. Rahmetinle bizi kâfirlerden kurtar."[316]

Benzer bir dua, Hz. İbrahim tarafından yapılmıştır:

"Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerle deneme. Bizi bağışla. Doğrusu sen, güçlü ve bilgesin."[317]

Bu iki âyette geçen "fitne" (deneme/sınama) sözcüğü için, iki farklı anlam daha verilmiştir:

1) Oyun ve eğlence aracı, rezil rüsvay olma.[318]

2) İbret.[319]

Kanaatimizce, her ikisinde de fitne sözcüğüne, "sına­ma" anlamı verilmesi, daha uygun düşer.

Münafıklardan sözeden bir âyet, onların yılda bir veya iki defa belaya uğratılıp sınandıklarının farkına varama­dıklarım belirtir.[320] Bu âyetteki "fitne"ye, "hastalık" anlamı da verilmiştir.[321]

 E) Dünya Nimetleri Ve Güzellikleri:

 Hayat bir anlamda bir fitneler dizisidir ki, insanın iç kuvvetlerini geliştiren ve onun bakışlarını keskinleştiren bir eğitici gibi karşısına dikilir ve realitenin yeni boyutları­nı kavramasında onun yürüyüşünü hızlandırmak için vü­cuduna sürekli diken batırır. Bu yüzdendir ki, varlık ve oluşu bir âyetler (ibret ve işaretler) tablosu olarak gören Kur'an, nimetleri bile birer fitne olarak nitelendirir.[322]

Allah'ın dünya hayatının süsü (görkemi) olarak bol bol nimet vermesi, bir sınama yoludur. Bu nimetle donatılan­lara özenilmemelidir. Allah'ın rızkı, daha iyi ve devamlı­dır.[323] Buna göre, dünya nimetlerine gereğinden çok önem verilmemeli, ûhrevi nimetin daha iyi ve kalıcı olduğunu unutmamalıdır.

Aslında, daha önce belirtildiği gibi Allah'ın verdiği, hem iyilik, hem de kötülük, birer sınama aracıdır.[324] Ancak insanın, çelişkili bir özelliği vardır; sıkıntıyla karşılaşınca Allah'a yalvarır, ama nimet görünce böbürlenir: "İnsanın başına bir sıkıntı gelince, bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman, 'Bu, bana bilgimden (ye­tenek ve kurnazlığımdan) dolayı verilmiştir' der. Hayır, o bir imtihandır (fitnedir). Fakat çokları bilmezler. Bunu, onlardan öncekiler de söylemişti. Ama kazandıkları şey­ler, onlara fayda vermedi. Bunun için, işledikleri kötülük­ler başlarına geldi. Bunlar içinde zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta, Allah'ı âciz bırakamazlar. Allah'ın rızkı dilediğine yaydığı­nı ve kısıp bir ölçüye göre verdiğini bilmezler mi? Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır."[325]

 F) Mal Ve Çocuk:

 Mal ve çocuk dünya nimetlerinden ayrıca belirtilmiş fitne (sınama aracı) örnekleridir.

Yüce Allah, Enfal Sûresinin ilk bölümlerinde, mü'minlere verdiği yardım ve zaferi, kâfirlerin yenilgisini, Allah'a ve peygambere itaati ve onların çağrılarım dinlemeyi, aksi davranışların sonunu belirtikten sonra, Mekke dönemiyle ilgili olarak, bir âyetler öbeği içinde şu hatırlatmayı yapı­yor:

"Yeryüzünde az sayıda (azınlıkta) olduğunuz ve zayıf (mustad'af: çaresiz) sayıldığınız /görüldüğünüz için, in­sanların sizi alıp götürmesinden korktuğunuz zamanlan hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardı­mıyla desteklemiş ve temiz şeylerle rızıklandırmıştır. Ey inananlar! Allah'a ve peygambere karşı hainlik etmeyin. Size güvenilen şeylere bile bile hainlikte bulunmayın. Mallarınızın ve çocuklarınızın, aslında bir sınama (fitne:sınav ve ayartma) olduğunu ve büyük ecrin Allah ka­tında bulunduğunu bilin. Ey inananlar! Allah'tan sakınır­sanız, o size, iyiyi kötüden ayırdedecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, bol nimet sahibi­dir."[326]

Dünyevi şeylere karşı duyulan tutku ve meyil, kişinin ailesi için beslediği kayırma ve koruma duygusu, bazan insanı haddi aşmaya ve dolayısıyla Allah'ın mesajında ön­görülen ahlâki ve manevi değerlere ihanete sevkettiği için­dir ki, mallar ve canlar fitne olarak nitelendirilir. Başka bakımlardan iyi olan kişiyi, türdeşlerine karşı tecavüzkâr kılan, onların haklarını çiğnemeye yönelten unsur, bazan sadece mala duyulan açgözlülük ve kendi ailesine çıkar sağlama hırsı olabilmektedir.[327]

Tegâbün sûresinin son bölümünde, Enfal, 8/26-29 âyetler öbeğine benzer bir bağlamda, Allah'a ve peygam­bere itaat emrinden sonra, malların ve çocukların birer fitne olduğu, bir kere daha, ama bu kez olumsuz çağrı­şımları daha baskın biçimde hatırlatılır:

"Ey inananlar! Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olabi­lir, onlar için dikkatli olun. Ama siz affeder, suçlarını ör­ter ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah da bağışlar ve acır. Doğrusu malınız mülkünüz ve çocuklarınız, birer sınama ve ayartıdır (fitne: imtihan). Büyük ecir ise, Allah kalında­dır. Allah'a karşı gelmekten elinizden geldiğince sakının. Buyruklarını dinleyin. Kendinizin iyiliğine olarak, malları­nızdan sarfedin. Nefsinin tamahkârlığından korunan kim­seler, kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah'a güzel bir ödünç takdiminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir, halimdir. Görüleni de, görülmeyeni de bilendir, güçlüdür, bilge­dir."[328]

Bu âyetlerde geçen "fitne", meftun olunan, tutku du­yulan nesne olarak düşünülebilir. İnsan, mallarına ve ço­cuklarına tutkundur. Dolayısıyla, bu tutkunluğun gerek­lerini de uygulamaya koymayı düşünebilirler. Kısacası fit­ne, insanın içindeki psikolojik kökenli mal ve çocuk (ya­kın, akraba) tutkunluğudur.[329]

 Fitnenin Sonu:

 Fitne sayılan eylemler içine girenler, gerek dünyada, gerekse âhirette, yaptıklarının karşılığını görür.[330]

  Bela:

 Münafıklar ve yahudiler gibi iki önemli fitnecinin söz-konusu edildiği âyette, aynı zamanda ilâhi fitnenin yasa­ları ve sonuçlan da belirtilir:

"Ey peygamber! Kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla 'inandık' diyenler ile yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk eden (sana gelmeyen başka kimselere kulak veren) yahudilerden inkârda (küfürde) yanşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirip çarpıtırlar da, 'Böyle bir haber (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının' derler. Allah'ın fitneye (şaşkınlığa) düşmesini dilediği kimse için, Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak iste­mediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Âhirette de onlara büyük azap vardır."[331]

Bu âyet, görünüşte Hz. Peygamber'e seslendiği halde, Kur'an'ın bütün izleyicilerini ilgilendirmektedir. Aynı kap­sam genişliği, âyetin bahsettiği fitneci insanlar için de ge­çerlidir: Yalnızca münafıkları ve yahudileri zikrettiği hal­de, aslında dolaylı olarak, İslama karşı ön yargılı olan ve onun öğretileri hakkındaki yalan beyanlara isteyerek ku­lak veren, aydınlanmak için Kur'an'a başvurmak yerine İslam'a karşı düşmanca duygular besleyen gayrimüslim "uzmanlar"ı dinlemeyi tercih eden herkese işaret eder.[332] Bu bağlamda medya, müsteşnklar (oryantalistler:doğu bi­limciler) ve müstagribler (batıcılar) özellikle belirtilebilir.

Fitne kuşatıcı bir olgudur, istisna tanımadan bütün toplum üyelerini sarar:

"Ey inananlar! Allah ve peygam­ber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman, icabet edin. Allah'ın kişi ile kalbi araşma girdiğini, sonunda onun ka­tında toplanacağınızı bilin. Aranızdan yalnızca zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının (fitneye karşı) uyanık ve dikkatli olun). Allah'ın azabının şiddetli olduğu­nu bilin."[333]

Bu âyetteki fitne sözcüğü, iki biçimde karşılanmıştır:

1) Bela: Klasik müfessirler, buradaki fitneyi belâ ola­rak anlama yanlısıdır.[334] Buna göre, toplum içinde fitne ortaya çıkınca, kötü sonuçları, yalnızca bu fitneyi çıka­ranlara dokunmaz, bütün toplumu kuşatır.

2) Kötülük yönündeki ayartı: Bu durumda anlam, ol­dukça farklılaşarak, fitneye düşebileceklerin kapsamını genişletmektedir. Bu açıklamaya göre, yalnızca ruhi/ma­nevi gerçekleri açıkça ve kesin olarak inkâr edenler bu ayartıyla karşı karşıya bulunmaz, fakat başka şartlarda iyi ve dürüst olanlar da kendilerini doğru yoldan uzaklaş-tırabilecek her şeye karşı belli bir süreklilik içinde ve bi­linçli olarak korunmadıkları takdirde bu ayartının kurba­nı olabilirler. Nitekim mal ve çocukların fitne oluşu da, bu çerçevede daha rahat anlaşılabilir.[335]

  Cehennem Azabı:

 Yukarıda da belirtildiği gibi, fitneye düşenler (münafık­lar ve bazı yahudiler) arınmayacakları gibi, dünyada rezil­lik, âhirette büyük azap görecektir.[336]

Mü'min erkek ve kadınlara işkence ederek (fitne yapa­rak) onları dinlerinden döndürmeye uğraşanlar, eğer tevbe etmezlerse, yakıcı cehennem azabını görecektir.[337]

Yalancıların uğrayacağı azap bir fitnedir[338],  zalimlere hazırlanan zakkum ağacı da fitnedir.[339]

  Fitnenin Önlenmesi:

 Fitnenin önlenmesi için öncelikle ona karşı dikkatli ve bilinçli olmak gerekir. Nitekim,

"(..) Aranızdan yalnızca za­limlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının. (..)"[340]

uyarısı, böyle bir bilinç durumuna işaret eder.

İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Mü'minler birbirlerinin dostu/desteği olmazsa, yeryüzünde kargaşa (fit­ne) ve büyük bozgun (fesat) çıkar.[341] Demek ki fitne ve fe­sadın önlenmesi için, mü'minler birbirlerine destek olacak ve resmi veya sivil birlikler oluşturacaktır.

"(..) Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür (..)"[342]

yar­gısı da dolaylı olarak, bu kötü durumun düzeltilmesini is­temektedir.

Kur'an'da iki yerde geçen,

"Fitne kalmayıp yalnız Al­lah'ın dinî ortada kalana kadar, onlarla savaşın.(..)"[343]

buyrukları, Allah'a özgürce kulluk edebilecek ortamın sağlanmasını belirtmektedir.

Fitnenin önlenmesiyle ilgili bu âyetlerden ortaya çıkan sonuç, öncelikle fitneye karşı bilinçli olmayı, örgütlü mü­cadeleyi, bu kötü durumu ortadan kaldıracak uygun yön­temler, hatta güç kullanmayı gerektirdiğidir.

Atalarınızın dediği unutulmamalı: "Fitne, uyuyan yıla­na benzer, uyandırmaya gelmez.", "Fitneyi bastırmak ko­lay değil".[344]


[215] Râgıb el-Isfahâni, Müfredat 559.

[216] Kalem, 68/6.

[217] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 309-311.

[218] Râgıb el-Isfahâni, age, 560.

[219] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 312.

[220] Râgıb el-Isfahâni, age, 560.

[221] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an'ın Temel Kavramları, 133,134. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 312.

[222] Sâd, 38/24-25.

[223] Sâd, 38/34-39.

[224] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 3/929 (32).

[225] Bakara, 2/124.

[226] Tâhâ, 20/40. Bu olayların ayrıntısı için bkz. Kasas, 28/14-28.

[227] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 312-313.

[228] Neml, 27/45-48.

[229] Kamer, 54/27-29.

[230] Duhân, 44/17-42.

[231] Tâhâ, 20/85-98; A'raf, 7/144-145.

[232] Maide, 5/70-71.

[233] Enbiya, 21/111-112. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 313-315.

[234] Ankebût. 29/2-7. Ayrıca bkz. Muhammed. 47/31; Enfal, 8/17; Âli İmran, 3/152,154; Ahzab, 33/11.

[235] A'raf, 7/154-156.

[236] İsra, 17/60.

[237] Muhammed Esed, age, 2/572 (73).

[238] Bkz. Sâffât, 37/62-65; Duhân, 44/43.

[239] Ayette geçen "ondokuz"un, cehennem bekçiliğini yapan me­lekler mi, yoksa insanın kendi içindeki ona bilinçli algılama ve kavramsal düşünme yeteneği kazandıran maddi, zihni ve duygusal güçler mi olduğu konusunda bkz. Muhammed Esed, age, 1297 (15).

[240] Müddessir, 74/30-31.

[241] Muhammed Esed, age, 3/1207-1208 (17-21).

[242] Hac. 22/57-57.

[243] Ayrıca krş. En'am, 6/112 (Allah'ın her peygamberin karşısı­na, ins ve cin şeytanlarından düşman çıkarması).

[244] Muhammed Esed, age, 2/681 (66-67).

[245] Zuhruf, 43/36. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 315-318.

[246] Yaşar Nuri Öztürk, age. 135.

[247] Furkan. 25/20.

[248] Muhammed Esed, age. 2/730 (16). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 318-319.

[249] Tâhâ, 20/131.

[250] Enbiya, 21/35. Ayrıca bkz. Mülk, 67/2; Mü'minûn, 23/30; Bakara, 2/155; A'raf, 7/163; Muhammed, 47/4.

[251] En'am, 6/53.

[252] Muhammed Esed, aget 1/235 (45).

[253] Tevbe, 9/126.

[254] Cin, 72/16-17.

[255] Muhammed Esed, age, 3/1198 (12-13). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 319-321.

[256] Araf, 7/27.

[257] Hac, 22/52-53.

[258] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 321.

[259] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 321.

[260] Nisa, 4/101-102.

[261] Mümtehine, 60/5.

[262] Sâffât, 38/161-163. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 321-322.

[263] Yunus, 10/83-92.

[264] Bkz. A'raf, 7/120-126. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 322-323.

[265] Nisa, 4/91; Ahzâb, 33/14.

[266] Maide, 5/41.

[267] Tevbe, 9/38-57.

[268] Hac, 22/52-53.

[269] Ankebut, 29/10-11.

[270] Hadîd, 57/13-15. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 323-324.

[271] Âli İmran. 3/7-9.

[272] Müteşâbih kavramı ve müteşâbih âyetler konusunda bkz. Muhammed   Esed,  age,   1/89   (5-8);   Muhsin  Demirci. Kur'an'ın Müteşâbihleri Üzerine, İstanbul 1996.

[273] Muhammed Esed, age, 1/89 (5-6). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 324-325.

[274] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325.

[275] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325.

[276] İbnu'l-Cevzi, Nûzhet 478.

[277] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325.

[278] Bakara, 2/191,217.

[279] İbnu'I-Cevzi, age, 478.

[280] Muhammed Esed, age, 1/55 (168).

[281] Bakara, 2/193.

[282] Enfal, 8/39.

[283] Îbnu'l-Cevzi, age, 478.

[284] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 325-326.

[285] Maide, 5/41.

[286] İbnu'l-Cevzi, age, 479.

[287] Muhammed Esed, age, 1/196.

[288] Sâffât, 37/161-163.

[289] İbnu'l-Cevzi, age, 479.

[290] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 326-327.

[291] İbnu'l-Cevzi, age, 480. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 327.

[292] Maide, 5/49.

[293] İsra, 17/73-75. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 327-328.

[294] En'am. 6/22-24. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 328.

[295] Nisa, 4/101. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 328.

[296] Nahl, 16/110.

[297] Muhammed Esed, age, 2/552.

[298] Ankebut. 29/10.

[299] Burûc, 85/4-10.

[300] Bu görüşlerden ilginç bazıları için bkz. Muhammed Esed, age, 3/1253 (4).

[301] Muhammed Esed, age, 3/1253-1254 (4).

[302] Nisa, 4/101-102.

[303] Yunus, 10/83. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 328-330.

[304] Nisa, 4/91; Ahzab, 33/14.

[305] Tevbe. 9/48-51.

[306] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 330-331.

[307] Hac, 22/11-14.

[308] Muhammed Esed, age, 2/669-670 (11,13).

[309] Nur, 24/63.

[310] Krş. Muhammed Esed, age, 2/724 (92).

[311] Bakara. 2/102.

[312] Maide, 5/70-71.

[313] A’raf, 7/155.

[314] İbnul-Cevzi, age, 480.

[315] Müddessir, 74/31.

[316] Yunus, 10/83-86.

[317] Mümtehine, 60/5.

[318] Muhammed Esed, age, 1/411. 3/1137.

[319] İbnul-Cevzi, age, 480.

[320] Tevbe, 9/126.

[321] İbnu'l-Cevzi, age, 480. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 331-334.

[322] Yaşar Nuri Öztürk, age, 134-135.

[323] Tâhâ, 20/131. Ayrıca bkz. En'am, 6/165; Hûd, 11/7; Kehf, 18/7.

[324] Enbiya, 21/35.

[325] Zümer, 39/49-52. Ayrıca bkz. Fecir, 89/15-16. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 334-335.

[326] Enfal, 8/26-29. Ayrıca bkz. Maide, 5/48; En'am, 6/165; Âli İmran, 3/186; Nahl, 16/92; Neml, 27/40; İnsan. 76/2.

[327] Krş. Muhammed Esed, age, 1/327 (28).

[328] Tegâbün, 64/14-18.

[329] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 335-336.

[330] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 336.

[331] Maide, 5/41.

[332] Muhammed Esed, age, 1/197 (51).

[333] Enfal, 8/24-25.

[334] İbnu'l-Cevzl. age, 478-479.

[335] Muhammed Esed, age, 1/326,327-328 (28). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 336-338.

[336] Maide, 5/41.

[337] Burûc, 85/10.

[338] Zâriyat, 51/14.

[339] Sâffât, 37/63. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 338.

[340] Enfal, 8/25.

[341] Enfal, 8/73.

[342] Bakara. 2/191,217.

[343] Bakara, 2/193; Enfal, 8/39.

[344] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 338-339.