Konu Başlığı: Dünya ve Ahiret Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 17 Şubat 2011, 13:43:05 Dünya-Ahiret Kür'an-ı Kerim'in büyük anlam kaybına uğramış kavramlarından birisi dünyadır; bu kelime, özellikle Türkçe'de hemen hemen bütünüyle 'arz' karşılığı kullanılmaya başlanmıştır. Bilindiği gibi, 'arz', yeryüzü demektir. Bu kelimenin de aslında ifade ettiği çeşitli yönler vardır. Arz, öncelikle 'en' demektir ve 'boy', yani 'uzunluğun' karşıtıdır. Bu anlamda, bir 'satıh' olma durumunu ifade ettiği için, yeryüzüne 'arz' dendiği belirtilmiştir; bu yönüyle kelimeyi 'yer' sözcüğüyle karşılamak yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, 'sema' için de 'semanın yeri, boyutları' anlamında da arz kullanılır. Nitekim, bir ayet-i kerimede, “Rabbinizden bir mağfirete ve arzı(genişliği, boyutları, alanı,) göğün ve arzın arzı kadar olan cennete koşuşun (Ha’did: 21)” Duyurulmaktadır. Yine, arz, 'sunmak, arzetmek' anlamına gelmekte olup, yer nimetlerini sunduğu için kendisine arz dendiği de belirtilmiştir; şu ayet, hem yukarıdaki, hem de bu anlamı içine alıp, kelimenin anlamını ifade etmesi bakımından hayli ilginçtir: “O gün kâfirlere Cehennem'i bir arz olarak(veya., bir tür sunuşla,) sunduk (Kehf: 100).” Konumuz esas arz olmadığından, bu kelimenin üzerinde fazla durmuyoruz. Fakat, Kur'an'da kullanılan dünya kelimesi 'ars'dan farklıdır. Dünya, 'De-Nâ' fiilinden, 'ism-i tafdîl, tekü-dişil’ sigadır. 'De-nâ', bizzat veya hükmen yaklaştı, zaman veya yer açısından yakına geldi, aşağı çekti, alçaldı’ anlamlarına gelir. [200] Bu şekildeki sözcük anlamıyla Kur’an-ı Kerim'de, “Sonra yaklaştı, sarktı (Necm: 8 )”; “Ey Nebî! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: Örtülerini üstlerine çeksinler (Ahzab: 59)” ayetlerinde ve daha başka ayetlerde geçer. İsm-i tafdîl (sıfat-zarf karşılaştırma kipi) tekil-eril kipi olan ednâ şekliyle de kullanılır; bu şekilde de 'daha aşağı, adî, alçak' anlamlarına geldiği gibi, 'daha yakın, daha uygun’ anlamlarına da gelir. Söz gelimi, “Hayırlı olanı ednâ (daha düşük) olanla mı değiştirmek istiyorsunuz?” (Bakara: 61) ayetinde 'bayağılık, aşağılık' ifade ederken, “Ey iman edenler! Belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın... Az olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz içinse ednâ (daha uygun) dur (Bakara: 268)” ayetinde ise 'uygunluk, yakınlık, meyil' sözkonusudur. Dünya kelimesi Kur'an'da temel olarak 'el-hayat' üd-dünya - dünya hayatı' şeklinde geçer ve Kur'an'da dünya kavramının özünü de oluşturan ana tema 'dünya hayatı'dır; fakat, 'dünya hayatı' yeryüzü hayatından çok, bu hayatın önemli ve asıl niteliğini ifade eden bir terkiptir. Böylece dünyanın temelde ifade ettiği iki anlam vardır: 1. Yaratılış konusunda da değinmeğe çalıştığımız gibi, kâinat yalnızca görünür alemlerden ibaret değildir; yani, kâinatta yalnızca görebildiğimiz, dokunabildiğimiz, kısaca duyularımızla var olduklarını kavrayabildiğimiz varlıklar, sözgelimi, yalnızca toprak, insan, hayvan, taş, ağaç, deniz, güneş, ay, yıldız vs. yoktur, Bizim beş duyumuzla varlıklarını kavradığımız varlıklar sadece cisim halinde eni, boyu ve ağırlığı olan varlıklardır. Oysa, varlık alemleri yalnızca bu varlıklardan ibaret değildir. Nasıl insan yalnızca et, kemik ve kandan ibaret değilse, o bu dış özelliklerinin yanısıra, zihin, akıl, hayal, hafıza, bellek gibi daha pek çok içsel melekelere sahipse, aynı şekilde kâinatta da göremediğimiz cinler, şeytanlar, melekler ve daha başka isimlerini bile, duymadığımız sayısız varlıklar vardır. Fakat, duyularımıza hitap eden varlıklar en aşağıda olan maddî varlıklardır, yani cisimlerdir. İşte, duyularımıza, yakın olması anlamında, daha doğrusu, yaratılış hiyerarşisinin en aşağısında yer almaları anlamında çevremiz 'dünya'dır. Bu anlamıyla dünya, yalnızca 'yeryüzü için değil, insan duyularının ulaştığı her yer için kullanılır; sözgelimi, gördüğümüz göğe, Kur'an'da 'dünya seması', yani 'en yakın sema, en alttaki sema' denilir. 2. Dünya hayatı, yalnızca "dünya' ile temasta olan duyuların hayatıdır; yani, bu hayatın sürdürülmesini sağlayan bitkisel ve hayvansal fakültelerin hayatıdır. Yemedir, içmedir, cinsel ilişkidir, uyumadır, üreme, boşaltma, sindirmedir. Yalnızca, duyulara hitap eden varlıkları görme, onları duyma, onları göründükleri yanlarıyla bilmedir. Bu bakımdan, dünya hayatı 'en aşağı hayattır. Kâfirler yalnızca 'dünya hayatı'nı kabul edip, Ahiret'i ya inkâr ederler, ya da dünya hayatının çekiciliğine kapılarak Ahiret'i unuturlar. Nitekim, bugünkü Batı medeniyeti her yönden dünya hayatı yaşayan bir medeniyettir. Bilgi konusunda sensüalist, yani duyumcudur; duyuların var dediği varlıkların dışında varlık kabul etmez; pozitivizmiyle, yalnızca bu varlıkların incelenebileceğini ve bilgiye konu olabileceğini savunur; idealizmiyle, bunların ötesinde varlıkların olduğunu kabul etse de, bilinemeyeceklerine inanır. Bu bakımdan, Batı medeniyetinin ve Batı insanının hayatı yalnızca dünya hayatı, yani en bayağı hayattır. Gözün, kulağın, şehvetin en bayağı zevklerinden başka zevk olmadığını sanır, amaç olarak ancak dünya hayatını edinir; bu bakımdan, onun için Ahiret'te hiç bir nasip yoktur. Böyleleri, yalnızca gözlerinin gördüğünü, kulaklarının duyduğunu, derilerinin dokunduğunu var kabul edip, bunların ötesine geçemediklerinden, Kur'an onları 'kör, sağır ve ölü' ve dolayısıyle, 'akletmeyenler, derin düşünemeyenler ve cahiller' olarak niteler. Dünya hayatı, Kur'an'ın diliyle, 'kadınlara, çocuklara, kantar kantar altın ve gümüşe, salma güzel atlara, arabalara, her türlü eşyaya, ekinlere, hayvanlara, giyim ve yeme araçlarına karşı beslenen tutkular'dır; bütün bunlar dünya hayatının geçimliğidir:; temelde bir eğlence, bir oyun ve bir aldanıştır dünya hayatı (A. İmran: 13-14, 185; En'am: 32, Kehf: 46, Hadid: 20). Bu hayat, en adî hayattır; fakat, insanlar bu hayatı gerçek kabul edip, bu hayatın süslerinden ve geçimliklerinden başka bir şey olmayan çocuklarla, mallarla, lüks eşyalarla, fizikî görünümlerle, çoklukla, altınları ve gümüşleriyle birbirlerine karşı övünür dururlar (Hadid: 20). Yalnızca bu hayatı var kabul ederler, onu amaç haline getirirler, başka bir hayatın varlığını unuturlar; bir çocuk oyuncağı kadar değersiz ve gerçek dışı olan bu hayatı gerçek hayat kabul ederler. Oysa, bu hayat değersiz olmasının yanısıra geçicidir ve çölde görülen bir seraptan farksızdır; sonludur; insanın ona en sahip olduğunu sandığı bir anda, içine en fazla daldığı bir sırada bir buhar gibi yok olur gider; Kur'an bu konudaki örneği ne güzel veriyor: “Dünya hayatı tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer; kendisinden insanların ve hayvanların yediği yerin bitkisi onunla birbirine karışır. Nihayet, yer zincirini takınıp süslendiği ve halkı da (ürünlerini biçip toplamağa) kadir olduğunu sandığı bir anda, emrimiz ona gece veya gündüz geliverdi de, sanki dün hiç zenginleşmemiş gibi, onu kökünden biçîverdik.. (Yunus: 24).” Güzelliğinin zirvesindeyken gidiverir insan; kendileriyle övündüğü çocukları ve eşyası ölümle, depremle, selle veya daha başka nedenlerle elinden kayıverir. Sabah evden çıktığında akşama dönemez de, sonsuza değin yaşayacağını sanarak biriktirdiği malları ve eşyaları başkalarına kahverir. Böyledir işte dünya hayatı; ama, hayatı bu hayat sananlar bunu anlamaz da, hep dünya için çalışırlar. Oysa dünya, insanların önüne bütün aldatıcılığıyla yayılıp, insanları birbirlerine düşürerek helak eder ve birbirlerinin boyunlarını vurmalarına neden olur. Hayat yalnızca dünya hayatı değildir; insana gerçek mutluluğu kazandıran, onu varlıklar hiyerarşisindeki gerçek yerine oturtan ve ona gerçeği öğreten bir başka hayat vardır; işte, bu başka hayat, AHÎRETtir. Ahiret, 'EHR' kökünden gelir. 'Tef'îl' kipiyle 'te'hir etmek, arkaya bırakmak'; 'istif âl' kipiyle 'geriye bırakmayı arzulamak, geriletmek' anlamlarında Kur'an-ı Ke-rim'de geçer: “Rabbimiz, niçin üzerimize kıtali yazdın, onu yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı? (Nisa,: 77).” “Ecelleri geldiği zaman, ne bir saat geri bırakılırlar, ne bir saat ileri alınırlar (Nahl: 61).” Kelime, bu anlamlarıyla 'öne almak' demek olan 'takdim' sözcüğünün karşıtıdır. 'EHR' kökünden, 'diğer, diğeri' anlamında tekil-eril olarak 'ahir', tekil-dişil olarak 'ühra', çoğul olaraksa 'ahirun' veya dişil şekliyle 'ühar’ kullanılır. Yine, 'ahar’ kelimesi de, 'diğer, bir başka' anlamında sıfattır. Ahiret, aslında 'diğer, diğeri, başka, sonra gelen' anlamında sıfat olan 'ahir' kelimesinin dişilidir ve 'son, sonraki, diğer' anlamlarına gelir. Kur'an'ın terminolojisinde, bazen 'Ahiret yurdu' anlamında 'ed-dar'ül-ahira' şeklinde geçer. İşte, Ahiret, hem 'Ahiret yurdu' için, hem de 'Ahiret hayatı, için kullanılır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, hayat yalnız 'dünya hayatı' olmadığından, yurt, arz, yer de yalnız yeryüzü ve dünya değildir. Dünya ve dünya hayatı ancak, duyularının kavradığı gölgeleri gerçek sanıp, onların üzerine bayağı bir hayat oturtanların hayatıdır. Bunun dışındaki hayatsa Ahiret hayatıdır. Bu yönüyle, ula' nın da (ilk) karşıtı olan Ahiret ve Ahiret hayatı, hiç bir zaman yalnızca Ahiret yurdu'nda. yaşanılacak hayat değildir. Ne ilginçtir ki, Kur'an-ı Kerim'de, öldükten sonra dirilmeğe 'ba's' dendiği gibi, müşrik kavimlere peygamber gönderilmesine de 'ba's' denilir; yani, hayatı yalnızca dünya hayatı sanıp, başka hayat kabul etmeyenler ve ancak duyularıyla gölgeleri' gerçek sanıp yaşayanlar aslında ölüdürler; işte, Allah'ın gönderdiği peygamberler bunları diriltecek ilkelerle gelirler; bu ilkelere bağlananlar ise gerçek hayatı bulur; bu bakımdan, peygamberlerin hayat veren ilkele?-\e gönderilmesi, aynen öldükten sonra diriltme gibidir ve adına 'ba's' denilir. O halde, şirkten kurtulup Tevhid'e yönelebilenler, duyularının altındaki gerçeği gören gerçek duyularını, sem'a, basar ve adlarını dirilterek, hayat bulanlar için, önceki, yani Şirk'teki hayatları dünya, Tevhid'deki hayatları ahiret'tir. Nitekim, Duha Suresi'nde Hz. Peygamber'e hitaben buyurulan “Senin için ahiret önce'den hayırlıdır” ayetinde, önce (ulâ) Hz. Peygamber'in risalet gelmeden önceki hayatı veya bir sonrakine nazaran bir önceki durumudur. Bu bakımdan, insanların yeryüzünde geçirdikleri hayatlarında da bu anlamda bir onceki(ulâ), bayağı ve düşük olması açısından da dünya, bir de Ahiret hayatı 'olabilir. Bundan ayrı olarak, Kur'an'da asıl vurgulanan Ahiret hayatî, ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatî için çalışanlar ve amacı dünya hayatı olanlar için Ahiret'te herhangi bir nasip yoktur. Böyleleri, dünya hayatını Ahiret'e tercih etmişlerdir ve Ahiret karşılığında dünyayı satın almışlardır (İbrahim: 3, Bakara: 86). Allah nasibini dünya hayatında isteyene dünyada verir; Ahiret'in ürününü isteyene de kat kat verir (Şura: 26). islâm, dünya hayatını bütünüyle küçümsemez. Çünkü, dünya hayatî bedenin ve dış duyuların hayatıdır ve bunlar olmadan Ahiret de kazanılamaz. Ama, yeme, içme, cinsel arzular, kadın, çocuk ve mal sevgisi gibi dünya hayatının geçimlikleri, ancak dünyada, geçinilecek kadar olmalı, artanı ise Ahiret için, Ahiret'in kazancı istenerek harcanılmalıdır. Önemli olan, servet sahibi olmak değil, serveti amaç edinmemektir. Allah, Ahiret yurdu için Allah'ın verdiğinden istenmesini, dünyadan da nasibin unutulmamasını emreder(Kasas: 77); çünkü, İslâm bir deri-bir kemik kalmak isteyenlerin değil, dünya hayatının geçimliğini Allah'ın çizdiği sınırlar çerçevesinde kazanıp, bu sınırlar çerçevesinde tüketmek ve dağıtmak amacı taşıyanların, yeryüzünde büyüklenenlere Allah'ın mülkünü talan ettirmemek için, dünyada paylarını ve başkalarının paylarını da dağıtmayı unutmayanların dinidir. Bu bakımdan, bu dengeyi iyi kurup, Ahiret'i kazanma sevdasıyla, dünyayı, Allah'ın verdiği servetleri keyiflerince yağmalamak ve dağıtmak isteyenlere bırakmamak İslâmî bir borçtur. [201] [200] Müfredat, 172. [201] islâm'da 'dünya' ve 'dünya anlayışı' ile ilgili olarak Sabri F. Ülgener'in 'Zihniyet ve Din' adlı eserinde gerçekten güzel açıklamalar mevcuttur. Dr. yay, İst. 1981. Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 244-250. |