๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Şubat 2011, 20:17:38



Konu Başlığı: Dehr
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Şubat 2011, 20:17:38
Dehr

Bu kelimeye türevleri ile birlikte zaman, devam eden son, ebed, şiddet, güç, herhangi bir durum, devam eden ebed, bin yıl­lık süre, âdet, başa gelen musibet, dünya süresinin tamamı, en uzun devir, sınırsız olarak yayılıp ümmetleri kapsayarak, onların yok oluşuyla yok olan süre [16] gibi manalar verilmiştir. Nitekim şa­irler de dehri zaman manasına kullanmıştır: "Dehr, aramızda gidip gelen zaman gibi, dün, bugün ve yarından başkası değildir" [17]. Ke­limenin etimolojik yapısındaki farklılıklar, semantik alanı da etkilemektedir. Ayrıca dehr kelimesi İçin verilen önemli manalardan bazıları şunlardır:

1. Zaman-ı Küh: Bazılarına göre dehr, hemen hemen başın­dan ve sonundan bir sınırı olmayıp uzayan zamana denilmiştir. Mutasavıflara göre dehr, Allah katında bulunan anı dâimdir ki ezei ve ebed bunda birleşir; bunun açılımı ile zaman meydana ge­lir. [18] Bir kısım kaynaklarda ise dehr, evrenin yaratılışından kıya­mete kadar olan zamandır. Bu durumda dehr kelimesi isim olarak değerlendirilmiş olur. Bu anlamda dehr kelimesinin ifade ettiği sü­rede kopukluk yoktur. [19] İnsan sûresinin 1. ayetinde geçen dehr kelimesi bu manada kullanılmıştır [20]. İbn 'Âşûr bu ayette geçen dehr kelimesini, “uzun zaman” diye açıkladıktan sonra “yahut” ifadesini kullanarak “zaman-ı küll” şeklinde bir açıklama daha yapmıştır [21]. Bikâî (885)'nin açıklaması da “sınırsız uzayan za­man” olarak nakledilmektedir [22]. Bu manada dehr, Arap şairleri­nin şiirlerine de konu olmuştur.

“Dehr sürekli gece ve gündüzü üzerimize salar, sonuçta biz yok olur gideriz, fakat dehr, devam eder.” [23] Burada şairin sun­mak istediği asıl mesaj, dehrin yıpratıcılığıdır. Şair, ayrıca, dehre bir şey olmayışını ve onun devam edişine işaret etmektedir. Nite­kim, duheyriyyun kelimesinde kadim manasının olması da bunu desteklemektedir [24]Anlaşıldığına göre dehr, zamanın ölçü­münü yaparak gece ve gündüzü ortaya çıkarmakta, gece ve gün­düz birbirini takip ederken yok olup yenilenmekte, kesintiye uğ­ramakta, fakat dehr devam ermektedir.

2. Uzun Zaman: Zamanın yıpratıcılığı ve başa gelen musibe­tin kaynağı, dehr olarak telakki edilir. Bu manada dehr kelimesi birinin ömrünü anlatan “falan adamın dehri” ifadesinde uzun za­man demektir. İstiare yoluyla âdetlere de dehr denilmiştir. Mâ dehrî bikezâ'dan kastedilen mana, “uzun zaman”dır [25]. Meryem sûresinin 46. ayetinde geçen meliyyen kelimesi de “uzun zaman” manasına gelmektedir. Burada meliyyâ kelimesi dehrin müradifidir. Ancak, Araplar bu kelimeyi dehrden farklı kul­lanmışlardır. Onlara göre meliyyâ kelimesinin ifade ettiği zaman, dehrin bir parçasıdır. “Falancanın üzerinden uzun zaman geçti” anlamındaki etâ'alâ fulanin melânetun mine'd-dehri  ifadesi de meliyyâ'nın ve melâve'nin, dehrin bir parçası olduğunu göstermektedir [26].

Dehr kelimesini uzun zaman manasında kullananlardan biri de Hatim et-Tâî'dir. Şair, şiirlerinde Cahiliye döneminin dehr hak­kındaki anlayışını sunmaktadır. Bu anlayışta dehr, yıkıcı ve götü­rücüdür. Fakat karşısına çıkanı yakıp yıkan dehre bir şey olma­maktadır. O, ebedidir, yoluna devam etmektedir. Cahiliye dönemi insanı, yeniden dirilmeye inanmamaktadır. Bu sebepten, pençe­sinden kurtulmanın mümkün olmadığı dehr gibi, ebedî olmanın ve hatırlanmanın yolları aranır. Yoksa fakirlik ve zenginlik mühim değildir. Nitekim şair, şiirinde, huzurlu, kolay ve sıkıntılı günlerinin olmasına rağmen, dehrin devam ettiğine işaret etmektedir. [27] “Dehr gündüzden sonra geceyi bize döndürürken biz yok oluruz; fakat dehr devam eder” [28]; şeklinde görüşlerini açıklayan şaire gö­re, cahiliye döneminde sadece yıkıcılık ve helak değil zaman da dehrin tasarrufundadır. Gündüz ve geceyi o yönetir.

Bu dönemin dikkati çeken bir başka anlayışı ise, insan dü­şüncesinin dehri geçebileceğidir. “Allah'ın öyle fakir kulu vardır ki aklından geçen, dehri ve olayları geride bırakır” şeklindeki kanaat, bunu göstermektedir [29]. Zihin doğrudan ileri ve geri sıçrama ya­pabilir. Bu nedenle zaman, zihni sınırlayamaz.

Kozmolojik olarak gelecek, yaşanacaktır; geçmiş ise yaşan­mıştır. Bir film şeridi gibi start düğmesine basılan zihinde ileri ve geri gitmeler mümkündür. Cömertlik yolu ile ebedileşme düşün­cesi, dönemin dehr hakkındaki bir başka kanaatini oluşturmakta­dır. [30] Câsiye sûresinin 24. ayetinde ortaya konulan esas, müşrik­lerin başlarına gelen musibetin dehr sebebi ile olduğuna inanıp, Allah'ı tanımamalarıdır. [31] Dehriye denilen fırkanın temelinin bu­raya dayandığı ifade edilmektedir. [32] Onlar sadece duyular âlemi­ni kabul etmektedir. Onlara göre, ölüm ve hayatın sebebi, felekle­rin hareketi denen dehrdir. Dehrin ilk yaratılıştan sonra dizginleri eline aldığı kanaati hakim olduğu için, dehre sövdükleri de nakle­dilmektedir [33]. Görünen o ki onlar, Allah'ın sıfatlarını dehre verip, onu kadîm ve bakî sayarak küfre girmişlerdir.

3. Helak: Dehr kelimesi d-h-r kökünden mastar olarak alındı­ğında, helak manasını ifade etmektedir. İmam-ı Azam'm, nekre olarak dehr şeklinde zikredilen bu kelimenin kapsadığı zaman hu­susunda tereddüde düştüğü nakledilmektedir. Dolayısıyla Câsiye sûresinin 24. ayetinde geçen dehr kelimesi, mezkûr manalara gelmekle birlikte, en çok murûr-i zaman zaman aşımı, tul-î za­man zamanın uzaması, şeklinde tefsir edilmiştir. Çünkü söz ko­nusu olan helak, evrenin helaki değil, bir kimsenin veya bir guru­bun helakidir. [34] “Görmediğim yönden dehrin kızları beni öğütüp kül etti. Beni öğütüp kendisi yıpranmayanın durumu nedir”, soru­sunda, cahiliye insanının şaşkın olduğu, inancı ile tatmin olama­dığı açıktır [35].

Kökü cahiliye dönemine dayanan dehrîlere ait düşünce ma­kul değildir. Çünkü onlara göre âlem, ezelî ve ebedî olarak mevcut olup, yaratıcısı yoktur. [36] Hem ebedîleşme isteği, hem de ahiret inancının olmayışı ve ilk yaratmayı bir güce verip, sonrasına o gü­cü katmamak; feleklerin hareketleri ile özdeşleştirdikleri dehr vası­tasıyla kendi yaratılışlarındaki ebedîlik inancının elde edileme­yeceğini kavrayamama gibi, daha pek çok yönden batıldır.

Ebedîleşme düşüncelerinin sakatlığını ortaya koyan bir başka delil ise “ölürüz ue diriliriz”(Câsİye, 24) ayeti, Arapların yaşlanıp zayıflayıncaya kadar yaşaması, kendilerinden sonra çocuklarının doğması ve büyüyerek çocuk sahibi olması ve dehrin öldürücülüğü gibi düşüncelerinin tutarlılığının ve dayanağının olmadığını ortaya koymaktadır. Ayetten anlaşıldığına göre onların kafalarında yerleşen hayat, doğum ve ölümle devam eden dünya hayatıdır. Dehr kendilerine zarar vermezse, çocuklarının kendi yerlerini al­ması ile bir nevi ebedîleşmiş olacaklardır [37]. Böyle bir düşünceden hareketle Tür sûresinin 30. ayetinde geçen menûn  kelimesi, ölüm olarak değil de, dehr diye açıklanmıştır. Oysa bu, bir vehim­dir [38]. Bu vehimle dehr; yaratıcı ve öldürücü güce büründürülerek ilahlaştırılmış olur. Dönüp dolaşan musibetler devâir de dehr ola­rak telakki edilir. Nitekim müşriklerin, bu kelimenin bir türevi olan devvâr isminde bir putlarının olduğu kaynaklarda mezkûrdur [39]. İşte müşrikler bu mantıkla dehre küfrederler. Hz. Peygamber, bu şekildeki bir hareketin karşısına çıkar [40]. İbn Kesir (774/1372) bu hususla ilgili hadisleri şöyle açıklamaktadır. Müşriklerin dehre nis­pet ettiği şeylerin faili, müsebbibi Allah'tır. Onun için Hz. Pey­gamber dehre sövülmemesi konusunda kesin yasaklar içeren ikaz­larda bulunmuştur. Çünkü dehrin yaptığına inanılan her şey, insanlara Allah'tan gelmektedir. İnsanlar bu tür küfürleri ile Allah'a küfretmiş olmaktadır. Araplar'ın bu tutumları cahiliye dönemine dayanmaktadır [41]. Mezkûr hadisin batını, zahiri gibi değildir. Hiç­bir peygamber dehri mabud edinip ona ibadet etmemiştir [42].

Buradan hareketle, söz konusu anlayışta negatif kabul edilen şeylerin yaratıcısı olarak görülen dehr de mahluktur. Evrenin ma­yası tek kutuplu, yani pozitif değil, pozitif ve negatif olarak çift ku­tuplu olup, kendisinden beklenen işlevi icra etme özelliğine sa­hiptir. Varlığın tamamı tek bir nefistir [43]. Bütün bunların olması ise, ancak söz konusu kanunları var eden ve idame ettiren bir güç sayesinde mümkündür. Evrende ikili bir güç telakki etmek, plan­lama, yetki ve icra kargaşasını getirmesi yönü ile de çıkmazdır. Hiçbir plan, planlayıcı olmadan planlanmış olamadığı gibi, planın tamamını içeren başlık ta, ait birimlerini devre dışı bırakamaz. Böyle bir planın, planlandığı doğrultuda pozitif, yahut negatif et­kisi, planlayanın tasarrufunda olan bir realitedir. Bunlar, dehre nispet edilen mana ile çelişen konulardır. Buna göre, dehre küf­retmenin, onu yaratıp yönetene ve çok berrak olan gerçeğe küf­retmek olduğu ortadadır.

4. Farklı Görüşler: Dehr hakkındaki tartışmaların böyle bir noktaya gelmesi tabiidir. İnsanları ilgilendiren bir düşüncenin ilim adamını ilgilendirmemesi düşünülemez.Bunu düşünen alimler, toplumu saran ve yanlışa sürükleyen dehr anlayışı konusunda gö­rüş beyan etme ihtiyacı hissetmişlerdir.Bu bağlamda yapılan açıklamaların doğru olup olmadığı ise farklı bir husustur. Dehrin, Al­lah'ın  isimlerinden  olduğu  yönündeki  açıklamalar kabul görmemiştir. [44] Dehri, zamana başlangıç sayarak Allah'ın sıfatlarından birisine dayandıranlar [45], onu yokluğa benzer bir varlık, varlığa benzer bir yokluk gibi telakki edip, devirlerin seneler, aylar, günler ve saatlere ayrılması; birbirini takip eden artış, noksanlaşma, geç­miş ve gelecek olma niteliklerine yok denilemeyeceği için, zama­nın inkarı mümkün olmadığı gibi; şimdi, bölünmemiş bir an; geç­miş ve gelecek olarak ma'dum olduğu için, var demenin de müm­kün olmadığı [46] şeklindeki açıklamalar, bu husustaki görüşlerin bir kısmını oluşturmaktadır. Varlığı ve yokluğu şüpheli olan bir kav­rama ilahlık düşüncesi ile yaklaşmak yanlıştır. Olayları yaratan Al­lah'tır. Keşmîrî (1352/1933), dehr ile ilgili hadisi değerlendirirken, hayrı ve şerri yaratanın,  zaman  olarak tanındığını,  Hz.   Pey­gamberin bu hadis ile zamanı bu şekilde tanıyanlara, tanıdıkları şeyin Allah olduğunu, yanlış isimlendirme yaptıklarını anlatmış olabileceğini ifade etmektedir.[47] Çünkü bu hadisle anlatılmak iste­nen, müşriklerin, dehrin yaptığını iddia ettikleri fiilleri ve dehri ya­ratanın Allah olduğudur. Bu hadiste geçen dehr kelimesi; düzene koyan, yöneten ve tasarrufta bulunan manasındaki ism-i fail olan dâhir anlamında kullanılmıştır [48].

Eflatun, Aristo, İbn Sînâ gibi filozoflara göre dehr, zamanın kaynağı olup, onun hareketi ile zaman ortaya çıkmaktadır [49]. İbn Arabi'nin dehr hakkındaki görüşü de aynıdır. [50] Kendisi bir başka kaynağa muhtaç olanın, başkasına kaynak olması bakımından tu­tarsızdır. Zamanın kaynağı olan bir şeyin hareketi ve zamanın or­taya çıkışı tahlil edilip, muhtemel olarak ortaya çıkacak olan şeyle­rin neler olabileceği hususunda düşünüldüğünde, somut ve hare­ketsiz bir varlık, o varlığın hareketiyle ortaya çıkan zaman, şeklin­de bir düşüncenin akla gelmesi mümkündür. Böyle olunca da varlığın zamana önceliği, zaman olmadan varlığın varoluşundan bahsetmek, hareketsiz bir varlık ve kozmolojik oiarak feleklerin hare­keti ile ölçülmeye başlayan zaman akla gelebilir. Bu durumda ise filozofların sözünü ettiği dehr, kozmolojide yer alan ilahi zaman ölçeklerinin tamamıdır. Buna göre, kozmolojik ölçeklerden önce zamanın varlığı söz konusu değildir. Bu da bilimin kozmoloji ko­nusunda bu gün geldiği noktaya ters düşmektedir.

Filozofların dehr hakkındaki düşünceleri, dehr kelimesinin asıl manalarındaki kuvvet, güç manalarına ağırlık kazandırılarak anlamlandırılmaya çalışılırsa, bu taktirde, dehrin harekete geçmesi, gücün ve kuvvetin harekete geçmesi şeklinde anlaşılabilir. Bu yak­laşımla, dehri Allah'ın sıfatlarından kudret sıfatına dayandırmak mümkün olabilir. Netice itibarı ile dehr, ilâhî kudretin işleme şekli olarak anlamlandırılmış olur. Dehr kelimesinin asıl manasındaki şiddetin bilimsel teorilere uygun düştüğü söylenebilir. Zira ilk pat­lama şiddetli bir olaydır. Böyle bir yaklaşım İbn Sina'nın, “za­manın, zaman bakımından başlangıcı yoktur, zat bakımından var­dır”; çünkü zaman yaratılmıştır; ondan önce, onu yaratan gelir”[51] şeklindeki düşüncesi ile de uyuşmaktadır. İşte Aristo'nun zaman ile dehr arasında düşündüğü farkı [52] da böyle bir perspektiften telfik etmek mümkün görünmektedir.

İlâhî gücün, dehr kelimesindeki bütün manaları kuşatıcı ol­duğu, bu manaların bir kısmının kozmolojik ölçümler olduğu, söz konusu ölçümleri dehirden tecrit etmenin mümkün olmadığı, fakat ölçümlerle ortaya çıkan zamanı, dehirle irtibatlandırmanın zorluğu İle meselenin karmaşık, birbirinden çok ayrı şeylermiş gibi bîr hal aldığı anlaşılmaktadır.

Câsiye sûresinin 24; İnsan sûresinin 1. ayetlerinde geçen dehr hakkında; yılların ve günlerin akıp gitmesi [53], sınırsız olarak uzayan zaman, zamanda feleğin hareketinin ölçüsü [54], uzun zaman, yahutta evrenin yaratılışına yakın olan zaman [55], günler ile yıllar ve ömür olduğu şeklindeki açıklamaların, kozmoloji ile alakalı de­ğerlendirmeler olduğu söylenebilirse de, “evrenin yaratılışına ya­kın zaman” olduğu tarzındaki değerlendirmeler, böyle bir şeyi söy­lemeyi zorlaştırmaktadır. Kaynaklarda dehri ilahlaştırıcı şiirlerin karşısında, emredileni yapan bir yapıda olduğunu bildiren şiir ve bilgiler de mevcuttur [56]. Bu da müşriklerin dehre yükledikleri ma­nanın karmaşık ve yanlış olduğunu gösteren başka bir delildir. Zira memur olanın, mutlaka amiri vardır, Bu nedenle kendisi memur olanın, amir olması mümkün değildir. İnsanı ölüme götüren ölüm meleğidir.

Kur'ân'a göre dehr, dünyanın başından sonuna kadar [57]var­lıkla birlikte işleyen, insanın yaratılışından çok önce başlayan (İn­san, 1) bir süreçtir. İnsanın yaratılışında daha sonra açıklanacak olan “hin” kelimesinin kapsadığı kadar bir sürenin geçmediği, fa­kat  kozmolojik  zamanın   işlediği,   işleyen   kozmolojik  zamanın dehrden bir parça olduğu İnsan sûresinin 1. ayetinde geçen dehr kelimesinin bağlamındaki harfi ile ilgili etimolojik ve filolojik yapı dehrin sonlu bir süreyi kapsayan bir zaman olması doğrultu­sundadır. Varılacak olan son nokta, kelimenin semantik alanını kuşatıcı olup, muarızlarını susturucu,  onun yolundan gidenleri tatmin edicidir. Câsiye sûresinin 24. ayetinde sözü edilen dehr ise, müşriklerin anladıkları manada sonu olmayan, bitmeyen zaman demektir. İnsan sûresinin 1. ayetindeki dehr ise, başlangıç ve sonu olan bir süredir. Ecel, ömür, 'asr, eyyam, hîn, varlık, dünya gibi kelimeler odak kelime olan dehrin etrafında yer alan, onunla an­lam ilişkisi olan; ezel, ebed, an, kıyamet, huld, ahiret gibi kelimeler de kozmolojik zaman bağlamında olmayan zıt anlamlı anahtar ke­limelerdir. Yevm, saat, vakit, gibi kelimeler de kozmolojik bağ­lamda odak kelime olan dehr ile anlam ilişkisi içinde bulunan anahtar kelimeler olurken; kozmoloji ötesinde zıt anlamlı anahtar kelimeler durumundadır. [58]


[16] el-Fcrâhîdî, IV, 23-24; el-Cevherî, İL 662; er-Râgib el-Isfahânî, s. 174; ez-Zebîdî, ili, 403-405.

[17] Hatim et-Tâî, Dîvân, s. 22.

[18] el-'Atî, s. 53.

[19] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 173; İbn Manzûr, IV, 292, 293; Yazır, VI, 4322; VIII, 5492; IX, 6069, 6070; Miras, Kâmil, Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diya­net İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1973, XII, 159.

[20] Yazır, VIII, 5492.

[21] İbn' Âşûr, XXIX, 372.

[22]el-Bikâ'î, Ebu'l-Hasen İbrahim İbn Ömer, Nazmu'd-Durer fî Tenâsubi'l-Âyâti ve's-Suver, nşr. 'Abdurrezzâk Ğâlib el-Mehdî, Dâru'l-Kütübi'l 'İlmiyye, Beyrut, 1995, VIII, 259.

[23] Hatim et-Tâî, Dîvân, s. 22.

[24] İbn Manzûr, IV, 293.

[25] el-Ferâhîdî, IV, 23-24; el-Cevherî, II, 662; er-Râgıb el-Isfahânî, s. 173; ez-Zebîdî, III, 403-405; İbn Manzûr, IV, 292; Yazır, IX, 6069-6070.

[26] er-Râzî, Tefsir, XXI, 195.

[27] Hatim et-Tâî, Dîvânu'ş-Şi'r, s. 202-203; İbn Manzûr, IV, 292.

[28] Hatim et-Tâî, Dîvân, s. 22.

[29] Hatim et-Tâî, a.g.e., s. 22

[30] hatimet-tai,Divanüş- Şir,s.202-203,İbn ,Manzur , IV, 292.

[31] İbn Kuteybe, s. 144; er-Râgıb el-Isfahânî, s. 173; er-Râzî, Tefsir, XXV, 139; Yazır, VI, 4322; VIII, 5492; Miras, XII, 159.

[32] er-Râzî, Tefsir, XXVII, 231; Miras, XII, 159.

[33] er-Râzî, a.g.e., 231; İbn Manzûr, IV, 292; Ülken, İslâm Düşüncesi, s. 168.

[34] Yazır, VI, 4323.

[35] İbn 'Âşûv, XXV, 362.   

[36]  el-'Atî, s. 53.

[37] ez-Zeccâc, IV, 434; el-Bikâ'i VII, 105; Yazır, VI, 4323; İbn Âşûr, XXV, 361.

[38] İbn Kuteybe, s. 426; İbn 'Âşûr, XXV, 363.

[39] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 174.

[40] el-Buhârî, Tevhîd, 35; Müslim, Elfâz, 2, 3; Ebû Dâvûd, Edeb, 169.

[41] İbnKesîr, IV, 151.

[42] Ebu'l-'Alâ' el-Ma'arri, s. 426-428.

[43] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân, s. 186, 187.

[44] İbn Kesir, IV, 151.

[45] Keşmîrî, II, 270

[46]Yazır, IX, 6069-6070.

[47] Keşmîrî, I, 158-159.

[48] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 173; el-'Âtî, s. 66.

[49] Dağ, 'İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşü", S. 111.

[50] el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s.

[51] İbn Sînâ, en-Necât, s. 117.

[52] Dağ, "Yunan ve İslam Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşüne Tepkiler", s. 71.

[53] İbn Kuteybe, s. 405.

[54] el-Bikâ'î, VIII, 259-260.

[55] İbn 'Âşûr, XXIX, 372.

[56] el-Kurtubî, XVI, 115.

[57] et-Tabâtabâî, XIX, 123; XXVIII, 175.

[58] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 202-210.