๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 26 Mart 2011, 00:14:01



Konu Başlığı: Dar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 26 Mart 2011, 00:14:01

DÂR

Dar, insanın oturduğu bina bulunan toprak parçası, kalman yer anlamındadır. Çoğulu diyar'dır.

Kur'an'da dar kelimesi, ev, yurt, ülke gibi dünyayla il­gili anlamlara gelir. Aynca, âhiretle ilgili olarak da kulla­nılır:[998]

 Âhiretle İlgili Kavramlar:

 Ed-Dâru'1-Âhira:

 Âhiret yurdu anlamındadır. Âhiret yurdunda karar Al­lah'ındır.[999] Âhiret yurdu dünya yurduna göre daha hayır­lıdır.[1000] Allah'ın verdiklerinde âhiret yurdu aranmalı, ama dünya nasibi de unutulmamalıdır.[1001] Âhiret yurdu dün­yada azgınlık ve bozgunculuk peşinde olmayanlarındır.[1002] Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Asıl hayat, âhiret yurdundaki hayattır. İnsanlar keşke bu­nu bilseler.[1003] Allah'ı, peygamberini ve âhiret yurdunu arayan iyi davrananlara büyük ecir hazırlanmıştır.[1004]

 Dâru's-Selâm:

 Selâmet/esenlik yurdu anlamındadır. Selâmet yurdu Allah'ın dosdoğru yoluna girenlerindir. İşlediklerinden ötürü Allah onların dostudur.[1005] Allah, insanları selâmet yurduna (dâru's-selâm=cennete) çağırır, dilediğini doğru yola eriştirir.[1006]

 Dâru'I-Mukâme:

 Temelli kalınacak yer anlamındadır. İyiliklere koşmala­rı sonucu, Adn cennetlerine girenler şöyle derler:

"Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu rabbimiz bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. Bizi lütfuyla dâru'l-mukâme'ye (temelli kalınacak cennete) o yerleştir­di. Orada bize ne yorgunluk gelecek, ne de usanç olacak­tır."[1007]

 Dârul-Karar:

 Kalınacak yurt anlamındadır. Firavun ailesinden ima­nını gizleyen, onları Hz. Musa'nın çağrısını kabule teşvik eden adam pekçok öğüdü arasında şöyle dedi:

"Ey mille­tim! Şüphesiz bu dünya hayatı geçicidir. Ama âhiret, kalı­nacak yurttur."[1008]

 Âkıbtu'd-Dâr:

 Sonuç, özellikle kötü son anlamındadır. Hz. Musa, Fi­ravun ve çevresiyle mücadelesinde, onlara şöyle dedi: "Rabbim, katından bir doğruluk rehberini kimin getirdiği­ni, dünyanın sonunun (âkıbetu'd-dar) kimin olacağını da­ha iyi bilir. Doğrusu zalimler başarıya erişemezler."[1009]

Hz. Peygamber'e de şöyle demesi emredildi:

"De ki: Ey mille­tim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu ben de yapacağım. Sonucun kimin için hayırlı olacağını öğrene­ceksiniz. Zulmedenler şüphesiz iflah olmazlar."[1010]

  Ukbe'd-Dâr:

 Daha çok dünyada yapılanların âhiretteki iyi sonucu anlamındadır. Allah'ın ahdini yerine getiren, rızasını dile­yerek sabreden, namaz kılan, kendilerine verilen rızıktan gizlice ve açıkça sarfeden akıl sahipleri, bu dünyanın iyi sonucu (ukbe'd-dâr) olan And cennetlerine hak kazana­caktır. Babalarının, eşlerinin ve çocuklarının iyi olanları da oraya girerler. Onlara selam veren meleklerin belirttiği gibi, bu dünyanın çok güzel bir sonucudur.[1011] Daha önce­ki tuzak kuranların tuzağını Allah boşa çıkartmıştır. Al­lah, herkesin yaptığını bilir. İnkarcılar da, sonucun (ukbe'd-dâr) kimin olacağını göreceklerdir.[1012]

Sûu’d-Dâr:

 Dünyada yapılanların kötü sonucu anlamındadır. Ukbe'd-dâr'ın zıtanlamlısıdır. Allah'a verdikleri sağlam sözü bozanlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara lanet vardır, kötü yurt (sûu'd-dâr=cehennem) onlaradır.[1013] Allah, peygam­berlerine ve inananlara, dünya hayatında ve şahitlerin ta­nıklık edecekleri günde yardım eder. O gün zalimlere, özür belirtmeleri fayda vermez. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsü (sûu'dâr) de onlaradır.[1014]

  Dâru'l-Bevâr:

 Helak olunacak yer, cehennem anlamındadır. Allah'ın verdiği nimeti nankörlükle karşılayanlar ve milletlerini helak olacakları yere (dâru'l-bevâr), yaslanacakları cehen­neme sürükleyenler, kötü bir durak yerine gitmiş olacak­lar.[1015]

 Dâru'1-Huld:

 Allah düşmanlarının cezası ateştir. Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr etmelerinin karşılığı, temelli kalacakları yer (dâru'1-huld) olan cehennemdir.[1016]

  Zikre'd-Dâr:

 Âhiret yurdunu anma anlamındadır. Allah, güçlü ve anlayışlı kulları olan İbrahim, İshak ve Yakub'u ahiret yurdunu düşünen, içten bağlı kimseler yapmıştır.[1017]

 
Dâru'l-Fâsıkîn:

 Yoldan çıkanların, Allah'ın emrine karşı gelenlerin yur­du anlamındadır. Hz. Musa'ya levhalarda verilen emirlere karşı çıkanlarla ilgilidir.[1018]

 Dünya Hayatıyla İlgili Kavramlar:

 Ev, bide, ülke ve dünyaya da "dar" denmiştir. [1019]

 Ev, Ülke Ve Medine:

 A) Ev:

 Karun'un yerin dibine geçirilen evi için, dâr kelimesi kullanılmıştır.[1020] Ev anlamı, duvarla/bahçeyle çevrelen-mesi dolayısıyla verilmiştir.[1021]

 B)Ülke:

 Hz. Salih, azaptan önce isyancı kavmine yurtlarında (dâr) üç gün daha kalma süresi vermişti.[1022] Bazı âyetlerde, başlarına azap gelen kavimlerin, oldukları yer­de (fi dârihim) dizüstü çöktükleri anlatılır.[1023] Buradaki dâr için, ev anlamı da verilmiştir.[1024]

 C) Medine:

 İki âyette dâr kelimesi, Medine şehri için kullanılmış­tır.[1025]

 Diyar’a Mirasçılık:

 Yüce Allah, müslü m anların dünyevi kazanımlan konu­sunda şunları belirtir:

"Yerlerini (ard), yurtlarını (diyar) mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri, Al­lah size miras (ganimet) olarak verdi. Allah'ın gücü her şeye yeter."[1026]

İnançlı insanların, Allah yolunda yürüme­leri durumunda, yeryüzünün bazı bölgelerinin egemenliği onlara geçecektir.[1027]

 Terk-i Diyar:

 İnsanlar ölüm korkusuyla yurtlarını akın akın terkederler.[1028] Mü'minlere yapılan tavsiye şudur:

"Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolımdan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların işledik­lerini her yönüyle bilir."[1029]

Hz. Peygamberin hakem tayin edildiği yerlerde, onun verdiği karar kabul edilmedikçe gerçek mü'min olunmaz. Münafıklara "kendinizi öldürün" yahut "memleketinizden çıkın" diye Allah tarafından emredilseydi, pekazı dışında bunu yapmazlardı. Halbuki kendilerine verilen öğüdü yapsalar, daha iyi ve sağlam olurdu.[1030]

İhrâc Mine'd-Diyâr (Yurttan Çıkarılma):

 Yurttan çıkarılma, sürgün etme anlamındadır.

Yüce Allah'ın İsrailoğullarından aldığı sözlerden birisi­de, "kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürme­yin" biçimindeydi. Bu sözü verdiler, ancak bu sözlerinden cayıp içlerinden bazılarını memleketlerinden sürdüler, on­lara karşı günah ve düşmanlıkta birleştiler, onları yurtla­rından çıkarmak haram olduğu halde esir olarak ellerine geçince de fidyelerini vermeye kalkıştılar. Böylece onlar, kitabın bir kısmına inanıp, br kısmını inkâr konumuna düştüler. Buna karşılık, hem dünyada, hem de âhirette cezalarını göreceklerdir.[1031]

Yüce Allah, kitap ehlinden inkarcı olanları (müslümanları Medine'de arkadan vurmak isteyen Yahudileri) ilk sürgünde yurtlarından çıkardı. Oysa mü'minler, çıkacak­larını sanmamıştı. Onlar da kalelerinin kendilerini Al­lah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalplerine korku saldı.[1032] Bu Yahudilerin kalelerini Hz. Peygamber, muhasara etmiş, sonunda taşıyabilecekleri kadar eşyalannı alarak ülkeden çıkmalarını kabul etmişti. Münafıklar da yahudilere yar­dım sözü vermişlerdi, ancak bu sözlerini tutmamışlardı.

Yurttan çıkarılma, savaş sebebidir. Nitekim, Hz. Mu­sa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenleri, peygamberle­rinden birine, Allah yolunda savaşmak için bir melik (hü­kümdar) gönderme talebinde bulunmuş, bu peygamber 'Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız" di­yerek tereddüdünü belirtmişti. Onlar ise "Memleketimiz­den ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre, niye Al­lah yolunda savaşmayalım?" demişlerdi. Ama savaş onla­ra farz kılınınca, pekazı müstesna sözlerini tutmamışlar­dı. Ayrıca hükümdarları Tâlût'u da beğenmemişlerdi.[1033]

Müslümanlara savaş izni, haksızlığa uğratılıp kendile­rine savaş açıldığı için verilmiştir. Onlar haksız yere ve "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yurtlanndan çıkarılmış­lardır.[1034]

Yurttan çıkarılma, savaş sebebi olma yanında, başka bazı sonuçlar daha doğurur. Yüce Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, Allah yolunda ezaya uğ­ratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını bağış­lama sözü vermiştir.[1035] Savaş sonunda elde edilen gani­met malları, özellikle yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. Doğru olanlar da onlardır.[1036] Allah, Müslümanlarla din uğrunda savaşanları, onları yurtlanndan çıkaranları ve çıkarılma­larına yardım edenleri dost (veli) edinmeyi yasaklamıştır. Onları dost edinen zalimdir.[1037] Ama, müslümanlarla din uğrunda savaşmayan, onları yurdundan çıkarmayan kim­selere, iyilik yapmak ve âdil davranmak yasak değildir. Bilakis Allah, âdil olanlan sever.[1038]

[998] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 465.

[999] Bakara, 2/94.

[1000] En'am, 6/32; Araf, 7/169; Yusuf, 12/109; Nahl, 16/30.

[1001] Kasas, 28/77.

[1002] Kasas, 28/83.

[1003] Ankebut, 29/64.

[1004] Ahzâb, 33/29. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 465.

[1005] En'am, 6/127.

[1006] Yunus, 10/25. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 465-466.

[1007] Fatır, 35/32-35. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 466.

[1008] Mü'min, 40/39. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 466.

[1009] Kasas, 28/37.

[1010] En'am, 6/135. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 466.

[1011] Ra'd, 13/19-24.

[1012] Ra'd, 13/42. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 467.

[1013] Ra'd, 13/25.

[1014] Mü'min. 40/52. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 467.

[1015] İbrahim, 14/28-29. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 467.

[1016] Fussilet, 41/28. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 468.

[1017] Sâd, 38/45-46. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 468.

[1018] A’raf, 7/145. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 468.

[1019] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 468.

[1020] Kasas, 28/81.

[1021] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 468.

[1022] Hûd, 11/65-66.

[1023] A'raf, 7/89,91; Hûd, 11/67; Ankebut, 29/37.

[1024] İbnu'l-Cevzi, Nûzhet 292. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 468-469.

[1025] Ra’d 13/31; Haşr, 59/9. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 469.

[1026] Ahzâb, 33/27.

[1027] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 469.

[1028] Bakara, 2/243. Bu âyet, fiziksel ölüm korkusunun millet­lerin ve toplumların ahlaken ölümlerine yol açacağı ve aynı şekilde, onların yeniden doğuşlarının ölüm korkusunu ye­nerek ahlâki konumlarını yeniden kazanmalarına bağlı ol­duğu gerçeğini tasvir eder. (Muhammed Esed. age, 1/73 (232).

[1029] Enfal, 8/47.

[1030] Nisa, 4/60. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 469.

[1031] Bakara, 2/84-85.

[1032] Haşr, 59/2.

[1033] Bakara, 2/246.

[1034] Hac, 22/39-40.

[1035] Ali İmran, 3/195.

[1036] Haşr, 59/8.

[1037] Mümtehıne. 60/9.

[1038] Mümtehıne, 60/8. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 470-471.