Konu Başlığı: Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Şubat 2011, 20:12:22 Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler İnsanın fizikî yapısını ve bu yapıyla alâkalı devreleri ifade eden kelimelerin bu başlık altında verilmesi, onların kelimelerin kozmolojik zamanla bağlantılarının olmaması anlamını taşımaz. Evreni bir ağ gibi kuşatan varlıklar birbiriyle bağlantı içerisindedir. Ancak, kelimenin etimolojik ve semantik yapısı yanında, bağlamında ifade ettiği mananın ortaya koyduğu zaman, ağırlıklı olarak biyolojik yapıyı alâkadar ettiği için, bu başlık altında vermekle daha iyi anlaşılmaları amaçlanmıştır. Böylece varlığın ve olayın her çeşidinin zamanla olan ölçümünde kozmik ölçüm referans olarak kullanıldığı gibi, biyolojik ölçümde referans olarak kullanılabilir. Kur'ân, bu meyanda bir çok meselede biyolojik ölçümü referans olarak vermektedir. Aşağıda tahlili yapılacak olan kelimelerde bu görülecektir. [79] Umur Dilcilere göre ömür kelimesi 'umr ve 'am şeklindeki kullanımlarıyla fasih sayılmıştır. Araplar yemin ederken 'amr kelimesini kullanırlar. Kelimenin türevlerinde evin sakini, ibadet etmek, imar etmek [80], bedenin hayatla mamur ediliş süresi gibi manalar vardır. Ömürde beka yoktur, beka ömrün zıddıdır. Ömrü uzadı demek, bedeni ruhuyla beraber oldu demektir. Halbuki beka, fenanın zıddıdır. Bunun için ömür ve fena yaratılanlar için; beka ise yaratıcı içindir. Kelimenin türevlerinden olan ta'mîr ise, dua yoluyla fiilî veya kavlî olarak ömür vermektir [81]. Ömür kelimesi türevleri ile birlikte Kur'ân'da yirmi yedi yerde geçmektedir. Fiil olarak ye'muru (Tevbe, 17, 18) ve 'ame-rû(Rûm, 9) “imar etmek” [82]; nu'ammir o (Yâsîn, 68) “uzun ömür vermek” [83]; i'temera (Bakara, 158) “umre yapmak” ve ma'mûr (Tûr, 4) şeklinde isim olarak beyt kelimesi ile birlikte “Kabe veya semada meleklerin tavaf ettiği ev” manalannı ifade etmektedir. (Hicr, 72). şeklinde ise Allah, Hz. Lût, yahut Hz. Peygamber'in hayatına yemin etmiştir. Bu şekilde yemin devrin kültür yapısında çokça yer alan bir husustur [84]. Buda insan hayatının değerini, inandırıcılıktaki etkisini göstermektedir. El-'umretu (Bakara, 196) “umre ibadeti” ve 'imrân (Al-i 'İmrân, 33, 35) şeklinde “asırlara varan çok uzun zamanı” [85] manalarında kullanılmıştır. Bu ayetlerin hepsinde hareket, hayat, süre, değişim ve mekân söz konusudur. Mazi sigasında, kullanılan ömür kelimesi, geçen bir ömrü ifade eder ki; tarihi bir tespiti ortaya koymaktadır. Muzari sîgasındaki kullanımı ise geniş, sınırı çizilmemiş bir zamanı ifade etmektedir. Yine şart cümlesinde mazî sığasında i'temera şeklindeki kullanımı da geniş ve müphem bir zamanı ifade etmektedir. Tür sûresinin 4. ayetindeki ma'mûr şeklinde kullanımı süreklilik ifade etmektedir. Böylece Beyt-i Ma'mûr'un sürekli gelişim ve donanımda olduğu vurgulanmaktadır. [86]Beyt-i Ma'mûr'da soyut ve somut olarak hareketin ve hayatın durmayışından ötürü, bir süreklilik söz konusudur .[87] Zira isim bağlamında ömür kelimesinin ifade ettiği süreler rölatiftir. Çünkü ömür, planlamanın çok önemli bir uygulaması, varlığın veya olayın planının gerçekleştiği süredir. Tedriciliği, ayrılmaz bir parçası olarak kendisinde bulunduran ömür de bir defaya mahsusluk yoktur. Nitekim yaratılışı anlık bir süreyi içeren ruh için ecel ve ömrün olmadığı [88] şeklindeki açıklamalar bunu desteklemektedir. Görüldüğü gibi, ömür kelimesi, Kur'ân'daki kullanımlarının tamamında zaman ifade etmekle birlikte, bunların hepsi biyolojik süreyi içermez. Fakat bir ıstılah olarak ömür kelimesi için böyle bir süre söz konusudur. Bireysel ömrü ifade ettiği gibi, toplumsal ömrü ifade ettiği için sosyolojik bir süreç ortaya koymaktadır. Biyolojik, kültürel ve sosyolojik süreci ifade ediş yönünden, eceî kelimesiyle anlam ilişkisi vardır. Ömür, sürenin tamamını ifade ederken; ecel, herhangi bir varlık veya iş için verilen sürenin bitişi demektir. Söz konusu süre tamamlanmadıkça ilgili işin veya varlığın, eceli gelmemiş olmasına rağmen geçmişinde yaşadığı, belki de gelecekte yaşayacağı bir ömrü vardır. Varlık hakkında ecelin vaktini kimse belirleyemediği için, ömrün ancak yaşanan kısmı hakkında bilgi edinilebilir. Ecel, bir anlık bir zamanı, ömür ise ecel sınırına kadar olan zamanın tamamını kapsamaktadır. Ecelin ölümle bağlantısına karşılık, ömür ölümle, ancak ecel vasıtasıyla ilişki kurabilir. Bunun ötesinde ömürle ölüm kelimelerinin fiilî olarak ortaya koydukları yapı birbirinin zıddıdır. Nahl sûresinin 70. ayetinde geçen erzel-i ömr terkibinin ifade ettiği çok yaşlılık, uzun bir ömür, kozmolojik ölçüme dayalı bir süreçten ziyade, Yâsîn sûresi 68. ayetin tefsirinden de anlaşıldığı gibi bedende ve akılda meydana gelen zayıflık olarak açıklanmıştır. [89] Bedende meydana gelen fark edilir değişme sebebiyle, insan ömrü, mevsimlere benzetilebilir. Önceki peygamberlerin hayatları ve tabiatın şimdikinden farklı şartları zamanın niteliğini belirtmektedir. Uzun ömrü, kişisel karar ve gözlemler izah edemez. Söz konusu durumlar belirli zamanlarla sınırlanmış olabilir. Bu nedenle, böyle bir ömre sahip olanların, zaman içinde gerekli değişimlerle varlıklarını sürdürmüş olabilecekleri düşünülebilir. Günümüzde böyle uzun ömür gözlemlenemediğinden, bunu reddetmenin tutarlı bir yönü olduğu söylenemez. Hayvanların belirli zamanlarda hamile kalması, ağaçların belirli zamanlarda tohum ve meyve vermesi gibi hususlar devirsel olaylardır. İnsan bu olayları bilmeden yaprakları dökülmüş ağacı görseydi ve ona “ağacın yeşilleneceği, çiçekler açıp meyveler vereceği” söylenseydi; o insan, bu olayı gözleriyle görmedikçe inanırmıydı? Bundan başka devirli bir düzen olmaksızın rastgele zamanlarda ortaya çıkan bazı şeyler de vardır. Böyle olunca o şeyin var olduğu zaman geçtiğinde, onunla ilgili olarak nakledilen bilgiden başka bir delil kalmaz. Olayın neden ve doğası hakkında hiçbir bilgiye sahip olunmasa da ona inanılmahdır [90]. Tıbbın insan ömrünün yüz yirmi seneyi aşamayacağı şeklindeki açıklaması [91] ile ömür meselesine bakmak doğru olmayacağı gibi, uzun ömrün cesedi büyük varlıklara özgü olduğu şeklindeki bir yaklaşım, varlığın farklı türleri arasında geçerli olsa da insan ömründeki farklılığı kendi içinde açıklamak için yeterli olmaz. Bu yaklaşımın sahipleri çınar ve Amerika'daki sekoya ağaçlarından yola çıkarak, Tevrat'ta da zikredilen dev insanları Kur'an'ın doğruladığını, Hz. Musa'nın böyle bir devle düello yaptığını, Davut (a.s)'ın Calut isimli bir devi sapan taşıyla öldürdüğünü, dolayısıyla ceset büyüyünce ömrün uzadığını ileri sürmektedirler [92]. Birinci yaklaşımda ortaya çıkan tabii ömrün, ikinci yaklaşımda da tabii olmayıp bedenin büyüklüğüne bağlı olarak uzayan bir ömrün, konuyu aydınlattığı söylenemez. Ömrün yüz yirmi yıl olmasını içeren bedenî terkip daha uzun zaman kalabilir. Yüz yirmi yıl devam eden etki, aynen devam edebilir. Söz konusu bedene ait uzun ömür; bekada Allah'ın zatı gereği mümkündür. Eğer böyle olmazsa, yani beka gerçekleşmezse o, arazdan dolayıdır. Çünkü araz yokluğu mümkün olandır. Varlığa mani bir araz olsaydı bu kadar da kalamazdı. Dolayısıyla tıbbın insan ömrü hususundaki yaklaşımını, geçmişe damgasını vuran bîr hüküm olmaktan öte, sözün söylendiği dönemdeki azami, yahut normal ömrü ifade bağlamında yapılmış bir açıklama olarak değerlendirmek daha ampirik bir yaklaşım olmalıdır. Tıp, tabii bir ömrün süresinden bahsetmektedir. Halbuki Hz. Nuh'un ömrü tabii bir ömür olmayıp, Allah'ın bir lütfü olarak değerlendirilmiştir. Yine bu değerlendirmeye göre tabii ömür. Allah'ın takdirinden bir an öteye geçemez [93]. Kaldı ki Tevrat'a göre de Hz. Nûh dokuz yüz elli sene yaşamıştır [94]. Dolayısıyla insan açısından ömrün uzunluğunu bedenin büyüklüğüne bağlamak yeterli delile sahip olmayan bir açıklama olarak değerlendirilebilir. Kaynaklar ayetin zahirinden yola çıkarak süre hakkındaki ihtilafları zikretmişlerdir. Ancak, dokuz yüz elli sene, peygamberlik süresi [95]ve onun ömrünün tamamı [96] gibi birbirinden farklı iki aynı süre olarak açıklanmaktadır. Peygamberlik senesini dokuz yüz elli sayanlara göre, Hz. Nuh'un ömrü bin elli senedir [97]. Hz. Nuh'a verilen uzun ömür, mucizevîdir. Ayette Hz. Nuh'un ömrünü belirten ifadenin bin sayısıyla başlaması çokluktan kinaye, istisnanın varlığı, sürenin kesinliğini gösterir ve muhatabı düşündürür [98] şeklindeki açıklamaların gayesi, teselli bulması istenen Hz. Peygamber'e yöneliktir. Hz. Nûh, bu kadar uzun süre kavmiyle uğraştı, kavmi yine de onu tasdik etmedi; Ey Muhammed, onun durumuna bak da üzülme, güçlü ol, zira hidayet verici Allah'tı [99], demektir. Yerin ilk etaplarda çok hızlı döndüğü, kabuk bağladıktan sonra dört saatte bir kendi etrafında döndüğüne [100]dair açıklamalara göre. şu anki dönme hızından altı kat daha yüksek hızda olduğu anlaşılmaktadır. Sonra bu dönme hızının tedricen yavaşladığı, doğru olarak kabul edilirse, şu andaki 24 saatlik bir dönüş, o merhalede dört saatte gerçekleşmekte idi ki, bu, şu andaki günün, o zamanın altı gününe tekabül etmesi demek olur. İnsanın yaşadığı ve zamanın hesap edilebildiği kabul edilirse, şu andaki 150 yıllık ömür, o zamanın 960 yıllık ömrüne tekabül etmiş olacaktır. Kıyametin yaklaşması ile senenin ay, ayın hafta, haftanın gün, günün saat, saatin ateşin tutuşma süresi kadar bir zaman gibi olacağını haber veren hadis [101]kozmik değişim olarak yorumlanabilir. Buna göre kozmolojik olarak, Hz. Nuh'un ömrünü ifade eden (Ankebût, 14) zaman, sene ve 'âm kelimelerinin zikredilmesi ile tekrarı önlemeye, sene ile de Hz. Nuh'un uzun yıllar sıkıntı çektiğine işaret edilmektedir. Çünkü sene kelimesinde şiddet ve sıkıntı manası vardır. Halbuki 'âm kelimesinde böyle bir mana yoktur. Bu nedenle sene kelimesi ile, müşriklerin bu zaman içerisinde vermiş oldukları sıkıntı kınanmış [102] olabilir. Uzun ömür, müşriklerin çok arzu ettikleri bir husustur. Sebepleri üzerine gidildiğinde Bakara sûresi 96. ayetten anlaşılacağı üzere, müşriklerin ahiret korkusu içinde oldukları açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. İnsan ömrünün dikkati çeken bir yönü de kozmoloji ile tam bir uyum içinde olmasıdır. Doğumundan ölümüne kadar insan ömrünün bütün aşamaları ve özellikleri, Kur'ân'da, insanın karşısına çıkar. Biyolojik olarak verilen ölçekler, İnsan ömrünü sıfır noktadan alıp, son noktasına kadar götürür. Söz konusu ölçekle, kozmolojik ölçek olarak takdim edilmeye çalışılan ay arasında, tam bir benzerlik olduğu düşünülebilir. Ayın devri 28,5 gün içinde tamamlanmaktadır. Yirmi sekiz dörde bölündüğünde, dünyanın yapısının değişmesinde büyük tesirleri olan yedi günlük süre ortaya çıkmaktadır. Araştırmacılar, insan ömrünün büyüme ve gelişme safhasını dört tane yedi yıla ayırıp, her yedi yılın bitip diğer yedi yılın başlaması ile, insanı olgunlaştıracak önemli değişimin gerçekleştiğine kanaat getirmişlerdir [103]. Evrendeki birlikteliği daha iyi anlayabilmek için, insan ömrü ile kozmoloji arasındaki uyuma bakmakta yarar vardır. [104] Ecel Ecel, bir şey için belirlenen süre [105] demektir. Nitekim, Bakara sûresi 231, 234, 235, 282; En'âm sûresi 128; A'râf sûresi 34; Nahl sûresi 61; Hicr sûresi 5; Hûd sûresi 3; Râ'd sûresi 2; Lokman sûresi 29; Ahkâf sûresi 3; gibi çeşitli ayetlerde değişik şeyler için belirlenen sürelerin ifade edildiğini görmekteyiz. Kelime, mutlak olarak zikredildiğinde onunla ölüm zamanının kastedildiğini [106]; mücerret olarak ise mutlak bir süreyi, terkip halinde yahut bulunduğu yerde ilgili konunun ve olayın zamanını belirlediğini ifade edebiliriz. Böylece, ecel kelimesi, merkezden çemberin sınırlarını zorlayacak bir anlam ağı oluşturmaktadır. Zira, her şeyin bir eceli vardır. Evrenin (Yûnus, 19; Rûm, 8; Râ'd, 2; Lokman, 29; Fâtır, 13; Zumer, 5; Ahkâf, 3; İnşikâk, 1; İnfitâr, 1; Kıyâme, 9) [107]; güneş ve ayın kütlesel varlıkları ile, kozmik zamanı belirleyen hareketlerinin [108] (Hac, 5; 'Ankebût, 5); insanın yaratılışının, doğumunun, ölümünün [109], mutlu, mutsuz, zengin veya fakir oluşunun [110] (En'âm, 152; Yûsuf, 22); yetimlerin olgunlaşmasının [111] (Bakara, 231, 232); kadınların iddetinin [112] (Bakara, 282} ve borçlanmanın [113]bir eceli vardır. Bakara sûresi 231, 232, 234; Talâk sûresi 1, 2, 4. ayetlerde boşanmada belirlenen süre gibi hukuksal, Mâide sûresi 1. ayette geçen hac [114], En'âm sûresi 141. ayette geçen zekat, ramazan geceleri için yeme içme ve cinsel ilişkiye ait süre, orucun gün içinde başlayıp bitiş süresi [115] gibi ibadete ait; Hac sûresi 55. ayette belirtilen küfrün zeval bulacağı, sürekli devam edemeyeceği, yaratılış, tedbir etme vb. bütün olayların levh-i mahfuzda ecellerinin yazılmış olduğunu [116] bildiren itikadı boyutları vardır. En'âm sûresi 12. ayetle bireysel hayat olarak kişinin doğum ve ölümü [117] belirlendiği gibi, Fâtır sûresi 45. ayette de sosyolojik olarak toplumun oluş ve yok oluş [118] süresi belirtilmektedir. Ecel, çoğunlukla kozmik zaman içerisinde sürekli olarak geleceğe işaret etmektedir. Nahl sûresi 61; Tâ-Hâ sûresi 80; 'Ankebût sûresi 53; Fâtır sûresi 45. ayetlerde ifade edilen "tehir edilme" [119] olayı geleceğe bırakmadır. Bu ise mühlet verme demektir. Eğer inkarcılara böyle bir süre tanınmamış olsaydı, dünya belki sürekli kıyameti yaşardı. Bu manada ecelin, dünya nizamının şifresini oluşturduğu söylenebilir. Ecelin işaret etmiş olduğu gelecek, kıyamet bağlamında mutlak, kozmik zaman içerisinde devamlı rölatiftir. Ecel kelimesinden türeyen âcâl ve te'cîl kelimeleri ise, süreyi sınırlama; âcile kelimesi, ahiret manasında kullanılmaktadır [120]. Bu nedenle ahiret, dünyanın eceli demektir. Dünya, tıpkı insanlar, toplumlar, hadiseler, oluş ve yok oluşlar gibi sınırlı zaman karakterine sahiptir. Ahiret gelince ona tanınan süre biter. Zaten ecel, varlığın son noktası değil, yepyeni bir hayat olan ahiret'in başlangıcıdır. Ecel ve ahiret kelimeleri ile ölüm manasına gelen mevt ve Hicr sûresi 99. ayette geçen yakın; Rahman sûresi 26. ayette geçen fena [121]; Nisa sûresi 97, ve Muhammed sûresi 27. ayetlerde geçen teveffi ve En'âm sûresi 6; Yûnus sûresi 13; Hicr sûresi 4; Meryem sûresi 74. ayetlerde geçen helak kelimeleri aynı misyonu paylaşan bir dönüm noktasıdır. Bu nedenle söz konusu kelimeler ecel kelimesi ile anlam ilişkisi içinde olan anahtar kelimelerdir. Fâtır sûresi 45. ayette geçen ecel kelimesi vakit anlamında [122], zaman kavramını oluşturan ağ içerisinde en stratejik noktayı alınca zamanı mamur hale getirmiş olur [123]. Râ'd sûresi 38; Rûm sûresi 8; Ahkâf sûresi 3. ayetlerde ecelin, yaratılışla birlikte devreye giren [124], kıyametle başlayan ahiret hayatının ebediyet noktasına kadarki dönemde fonksiyonel olan bir planlama olduğunu göstermektedir. Secde sûresi 19 ve 20. ayetlerde belirtilen cennet ve cehenneme varıncaya kadar, ahiretîn başlangıcında yer alan kıyamet [125], ba's, haşr, hesap, mizan, mev'id gibi kavramlar, işleyiş olarak, sonraki, kendinden öncekinin bitişini oluştururken, kozmik olmayan bir bağlamda ecele katılıp onun işlevini üstlenirler. Ecel, belirlenen süre olunca; bu belirleme işinin elbette önceden yapılmış olduğu bariz bir hakikattir [126]. Zira, Allah'ın ilmi zaman kavramını aşan, onunla kayıtlanamayan bir yapıdadır. Allah, bu ilim, ezelî irade ve dilemesiyle sonradan olma her varlığa belli bir vakit belirlemiştir. Bu belirleme bağlamında ecel kelimesinin, kaderin ifade ettiği manayla yazım cetveline alındığı söylenebilir. Çünkü kader, Mâide sûresi 97; Râ'd sûresi 8. ayetlerden de anlaşıldığı gibi, hazırlama, vakitlendirme, belli bir vakti belirleme, ölüm [127], kazanın hareket ettiği zaman [128] gibi manaları taşımaktadır. Bu ise Saffât sûresi 11. ayette işaret edilen “biz her şeyi kaderle yarattık”kanunuyla tesadüfiliği, plan ve programsızlığı esastan reddeder. Kaderle belirlenen ecel, doğanın kanunudur. Çekirdekten ağaca kadar, evrenin oluşumundan, insanın biyolojik olarak neşvünema bulup, ölümüne kadar hayatın ve onun gereksinimi olan bütün olayların, hatta kozmik zamanın ve onun parçalarının, gecenin, gündüzün, fecrin ve kuşluğun bir eceli vardır. Beşeri ve hukuki münasebetlerde bir ecel belirleme zarureti ve istidadı, kaynağını kaderden almış olmalıdır. Toprağa atılan tanenin ürüne dönüşeceği; hamilenin doğumu gerçekleştireceği bir ecel olmasaydı; gündüz, kendisine tanınan süre içinde gitmeyip gece tekrar gelmeseydi; borçlara bir ödeme zamanı, iş hayatına bir planlama yapılmasaydı, evrenin hali ne olurdu? Bu sorular dünyada, bu anlamda bir hayatın olamayacağını, sürekli bir kıyamet yaşanacağını açık bir şekilde anlatmaktadır. Ecelin anlam ağı içerisinde yer alan bütün olaylar, kaderle belirlenmektedir. Çünkü ecel, zamansal varlığın ve onunla ilgili işlerin bir niteliğidir. Kader de ezelî ilmin bir fihristi olduğuna göre [129], sonradan elde edilen bilgi gibi değişime uğramaz [130]. Dolayısıyla ezelde, ecelin kozmik özelliği yoktur. Çünkü ezel, kıdemin [131], kıdem ise hudûsun zıddıdir. Bir başka husus ise kader kelimesinin, miktar manasını ifade etmesidir. Miktar, cevher ile kaim olan varlıklarm bir niteliğidir. Bu varlıkların mutlaka bir başlangıcı bir de sonu vardır. Allah'ın dışında her şey bir ecel planına tabidir. Çünkü mikdar, sonlu olan demektir. Mikdarlı olanların ilimleri de sonludur .[132] Bu açıklamalar ışığı altında ecel kelimesinin, ezel ve ebed kelimelerinin ifade ettiği mana içerisinde, bir başlangıç ve sona sahip olduğu görülmektedir. Bu nedenle ecel, kaderle fihristlenmiştir. Bir başka ifadeyle kader, değişim özelliğinin temel kuralıdır. Kaderle belirlenen her şey değişmektedir. İşte bu değişim için verilen süre, ecel ile kader fihristinde belirlenen süre olup, değişimi gerçekleştiren plan demektir. Evren için de aynı şey söz konusudur [133]. Hemen şunu ifade etmek gerekir ki kader, itikat yönünden, önceden belirlenen süre içerisinde cebrî bir yöntemle olayların gerçekleşmesi değildir. Küfür ve iman, şahsi tercihle elde edilecek bir imtihan olup, azap ve mükafat da bu imtihanla ortaya çıkması gereken bir sonuçtur. Dolayısıyla burada kader, ecel ve ezel üçlüsü önemli bir ilişkiyi ortaya koymaktadır. Ezelde, şahsi tercihle ecele kadar ne yapılacağı bilindiği için, kadere öyle yazılmıştır. Yoksa kaderde yazılı olduğu için ecel böyle bir baskına uğramak durumunda değildir [134]. Bu manada kaderde, ecele kadar belirlenen süre, pozitif istidada sahip olmakla birlikte, pozitif ve negatif yönden sıfır diye adlandırılabilecek bir noktada bulunmaktadır. Kaza ise herhangi bir vakit belirlemez. Olaylara özgü zamanı belirleyen, kaderdir. Onun yapısında ileri ve geriye seyretme mümkün değildir. Kader, kazanın zaman içinde ortaya çıkan bir sonraki belirlemesidir. Varlığı kader ağına sokan kaza, ezelî irade olması yaklaşımıyla kaderden önce, ecel içerisinde gerçekleşmesi yönünden ise kaderin içinde belirlenen ecel noktasında gerçekleşmektedir [135]. Şu halde ecel ile kaza, böyie bir noktada örtüşen anlam ilişkisi içerisinde bulunan anahtar kelimelerdir, denilebilir. Kader bir plan olduğuna göre, ecel merkezli bu plan, mübarek bir gecede görevli meleklere verilerek yürürlüğe girmektedir (Duhân, 4). [136] Ecelin bu açıdan böyle bir geceyle de bağlantısı olması, görevli olan meleğin hangi işi ne zaman, nasıl yapacağı talimatını gündeme getirmektedir. Heidegger'e göre ecel, var oluş, varlık olmak için olanaklıhk olduğuna göre bu, otantik olmak demektir. Varlığın olanakları içinde bütünlüğü, tamlığı yakalayabilmesi için başlangıçlı ve sonlu olması gerekir. O halde son yani ecel, varlığın olanaklarının tamlığını ortaya koymaktadır. Olanaklarının tamlığını veren ecel, ölümdür. Ölüm aynı zamanda olanakları sınırlayıp belirlemektedir. [137] Bu sınırlama ve belirleme Râ'd sûresi 38. ayette ifade edildiği gibi her zamanın yazılmış bir hükmünü [138] ortaya koymaktadır. Yerine göre ecel kelimesi, ölenlerin ve hayatta olanların ölüm vakti, kıyamet, yaratılış ile ölüm arası, ölüm ile dirilme arası, uyku, normal ecel, kaza ve belâlarla gelen ecel şeklinde açıklanmaktadır. [139] Kur'ân bağlamında ecel, belirlenen süreyi ifade ettiğine göre, süresîzİik grubunu oluşturan zaman kavramları olarak ezel, beka, ebed, hayy, huld, mukîm, sermed kelimeleri zıt anlamlı anahtar kelimelerdir. Dolayısıyla bu kelimelerin ifade ettiği mana, gerçekte, zaman içinde olmayan, zamandan zamana değişmeyen süresizlîk demektir [140]. Sürelilerin süresizliğe dönüşmesi, süresizin lütfuna mazhar olmak demektir [141]. Netice olarak Kur'ân'da zaman kavramını oluşturan ifadeleri süreli ve süresiz diye iki ayırmak da mümkündür. Ancak süreli zaman ifade eden kelimelerin, süresizliğin hakim olduğu yerde; süresizliği ifade eden kelimelerin ise süreliliğin hakim olduğu yerde, tabiatında, sürenin hakim olduğu zaman kavramının, kozmik yapının bitişinden sonra da kullanıldığı görülmektedir. Bu şekildeki kullanımlar, söz konusu kelimenin asıl hüviyetine zarar vermez. Meryem sûresi 62. ayette geçen kelimelerinin ifade ettiği sabah ve akşam, süreli zaman kavramı içerisinde yer alan ifadelerdir. Ancak, kullanıldığı bağlam, süresiz zaman kavramının hakim olduğu cennettir. Kozmik yapının kıyametle değiştiği, ahirette sabah ve akşam diye başlangıcı ve sonu belli olan bir zamanın olmadığı bilinmektedir. Fakat, söz konusu kelimelerle, ebediyet yurdunda zaman ayarlamasının yapıldığı söylenebilir. Bu da düşünen insanı ayarlamanın ve planlamanın, kozmik yapının dışında da devam edeceği fikrine götürmektedir. Nitekim Tevbe sûresi 84. ayette geçen ebed kelimesi, süresizliği ifade etmesine rağmen, kozmik zaman kavramının hakim olduğu bir ortamda kullanılması onun asıl hüviyetini değiştirmez. Ecel kelimesi Kur'ân'da elli beş yerde ölüm anlamında kullanılmıştır. Bunlardan on sekizi, ecel-i müsemma şeklindedir. Belirlenen süre manasına gelen bu terkibin kapsamı geniştir. Bakara sûresi 182; Şûra sûresi 14. ayetlerde, borcun süresi; Râ'd sûresi 2; Fâtır sûresi 13. ayetlerde, kıyamet; En'âm sûresi 60. ayette de gece ve gündüzün süreleri ecel kelimesi ile ifade edilmektedir. [142] Tıfl Tıfl, lügatte, küçük, yumuşak, her şeyin küçüğü, bir iş yapamama dönemi olarak açıklanmaktadır [143]. Gurup anındaki güneşe, geceye, bir ateş parçasına da tıfl denilir. Tıfl kelimesinin içerdiği süre, doğum anından bulûğ çağına kadar olan süre olarak da açıklanmıştır. Esasen tıfl kelimesi, mevlûd manasında olup, bu da yeni doğan çocuk demektir [144]. Çocuğun doğum anından itibaren yumuşaklığını koruma süt resi [145]olarak yapılan açıklamaların, biyolojik keyfiyete daha uygun olduğu söylenebilir. Kur'ân'da dört yerde tekil ve çoğul olarak geçen tıfl kelimesi, Hac sûresi5; Mü'min sûresi 67. ayetlerde, yeni doğan çocuk; Nûr sûresi 31 ve 59. ayetlerde bulûğa ermemiş çocuk için kullanılmaktadır [146] Çocuğun ilk yedi yılı tamamlandığında, uzuvların sertleşmesi ile meydana gelen biyolojik ve psikolojik değişiklikler (kemiklerinin kısmen sertleşmesi, fiillerinin kısmen güç kazanması, zayıf olan dişlerinin yerini kuvvetli dişlerin alması) [147], artık tıfl süresinin bittiğini göstermektedir. Böylece tıfl kelimesinin asıl manasından kısmen bir kayma göstererek, örfî ve şer'î bir yapıya bürünüp (Nûr, 31, 59), kapsadığı süreyi genişlettiği söylenebilir. Çünkü insan ömrünün ikinci yedi yıllık aşaması ancak bulûğ anını kapsamaktadır. Diğer taraftan sözü edilen süre mutlak bir süre değildir. Biyolojik ve şer'î olarak ta rölatiftir. Kemiğin sertleşmesi, fiillerin güç kazanması, bulûğ zamanı gibi gelişmeleri mutlak bir zamana kodlamak, biyolojik ve tıbbî gözlemlere ve hayatın ampirik gerçeklerine aykırıdır [148]. Nüanslar bir tarafa bırakılırsa, tıfl kelimesi ile anlarn ilişkisinde bulunan eşanlamlı anahtar kelimeler vardır. Bunlar, zaman kavramındaki biyolojik gelişme dikkate alınarak incelenecektir. [149] Mehd Çocuğun uyuması için hazırlanan yer [150], annesinin kucağı, süt emme döneminde çocuğun yattığı beşik, [151] üç yaşındaki çocuk [152], gibi manalarla tıfl kelimesinin içerdiği zamanın bir kısmını belli süre için [153] kapsayarak, onunla zamandaş olur. Ancak tıfl daha uzun süreyi kuşattığı için mehd kelimesi ile paylaştığı sürenin bitmesi ile, onun süresi bitmez. Kur'ân'da m-h-d kökünün türevleri 16 yerde farklı şekillerde kullanılmıştır. Rûm sûresi 44; Müddessir sûresi 14. ayetlerde ma-zi/mehede ve muzari/yemhedûn sigalarında şeklinde, hazırlamak fiilinin geçmişi ve geleceği içeren bir yapıda olduğu, Âl-i 'İmrân sûresi 46; Mâide sûresi 110; Tâ-Hâ sûresi 53. ayetlerde, mehdun şeklinde ismi zaman ve ismi mekân olarak beşik manasını; Zariyât sûresi 48. ayette ismi fail oiarak mâhidûn şeklinde süreklilik ifade ettiği, Bakara sûresi 206. ayette, bu kelimenin çoğulu olarak mihâd şeklinde mekân bildirdiği [154], mekânın zamansız düşünülemeyeceği; bu nedenle mezkûr kelimenin, metafizik âlemde zamansallık (sonlu ve geçici oimak) [155]; Âl-i 'İmrân sûresi 12, 197; A'râf sûresi 41; Ra'd sûresi 18; Sâd sûresi 56. ayetlerde de yine şeklinde, aynı âlemde süreklilik bildirdiği görülmektedir. Kelimenin zamansal olarak içerdiği süre rölatiftir. Nitekim Âl-i 'İmrân sûresi 46; Tâ-Hâ sûresi 53. ayetlerde geçen ile Nebe sûresi 6. ayette geçen kelimesi, kozmolojik bir mekânı ve insan ömrü açısından bu mekânın süresini rölatif olarak kapsamaktadır. Mezkûr kelimenin cehennem ile birlikte kullanılması dikkati çekmektedir. Ayetlerin bağlamına göre, Bakara sûresi 206. ayette, günahkâr Müslümanlar için ceza süresinin mübhem, fakat zamansal olduğu diğerlerinde ise inkarcılar için süreklilik bağlamında kullanıldığı söylenebilir. Mihâd ve mehd kelimelerinin geçtiği ayetlerin incelenmesi [156] ile elde edilen böyle bir tespit, cehennemin, oraya girip ceza görenler açısından, hem zamansallık, hem de süreklilik ifade ettiğini göstermektedir. Zira küfür üzere ölenlerin ebediyen cehennemde kalacağı kesindir. Ancak kelimenin asıl manalarından hareketle, cehennemin içindeki azabın icra edilişi hakkında şu şekilde bir yorum yapılabilir. Bebeğin beşiğinin ve yeryüzünün mihâd kelimesi ile ifade edilmesi, değişimle rölatif bir yapı sergilerken, bu değişim hem bebekte ve dünyada, hem de beşikte meydana gelmektedir. Kur'ân bu değişimin, mihâdın barındırdığı insanda meydana geleceğini vurgulamaktadır (Nisa, 56). Ayrıca azabın, cehennemdekileri bir beşik gibi kuşatması, suçun ağırlığı ile uygun olarak zamansal olması, ilâhî adaletin şaşmaz ölçüsü olarak kendini göstermektedir. Burada inkâr edenler açısından zamansallık, cehennemden çıkacaklar şeklinde anlaşılmamalıdır. Söz konusu zamansallık, cehennem şartlarındaki zamansallıktir. Zira münkir de olsa hayatının her anındaki isyanının aynı şiddette olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Mihâd kelimesinin karine olarak alındığı şey, azabın zamanındaki ve mekanındaki zamansallık kendi mıntıkasına ait olup, Allah'ın adaletinin de bir inceliğidir. [157] Sağır Sağır, beden, makam ve zaman bakımından küçüklük manasına gelmektedir. Bir şeye göre küçük olan, bir başka şeye göre büyük olabilir. Bu kelime yaşlılığı ifade eden kiber'in zıddıdır [158]Kur'ân'da türevleri ile birlikte 13 yerde geçen s-ğ-r kökünün türevlerinden, sadece İsrâ sûresi 24. ayette geçen sağîr kelimesi, zaman bakımından küçüklük ifade etmektedir [159]. Ancak ayette geçen sağîr kelimesinin biyolojik bir süreçle smırlandırılmayıp, yaş sınırlaması getirilmeyişinin, biyolojik sürecin bünyeden bünyeye, mekândan mekâna rölatif olabileceğinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu ise kozmik bir zaman sınırı belirlemenin hatalı olacağını göstermektedir. Kelimenin geçtiği ayetle ilgili olarak baş vurulan kaynaklarda da böyle bir zaman sınırlamasına rastlanmamıştır.[160] Ancak gözetilmeye, irşad edilmeye ihtiyaç duyulan süre [161]olarak anlaşılabileceğine dair yüzeysel açıklamalar vardır. İsrâ sûresi 23, 24. ayetlerden anlaşıldığına göre, sağîr kelimesi ile kiber kelimelerinin ifade ettiği mana, zamansal olarak her ne kadar farklı iseler de, keyfiyet olarak her iki kelimenin ortaya koyduğu kişiler bakım ve gözetime muhtaçtır. Ayrıca İsrâ sûresi 24. ayetteki rebbâ fiilinin işareti ile, sağîr kelimesinin ortaya koyduğu sürenin keyfiyet ve amacı ortaya çıkmaktadır. Şu halde bu süre için, çocukluğu bitimine kadar süren eğitim ve öğretim yaşı [162], anne ve babanın terbiye ve yetiştirme süresi [163] şeklinde anlaşılan zaman, etken ve edilgen istidadı itibarı ile rotatiftir. Bu nedenle sınırlayıcı bir zamandan söz edilemez. [164] Sabiyy Sabiyy kelimesi, sabi ve çoğulu olan sıbyân şeklinde yaygın bir kullanıma sahiptir. Doğum anından sütten kesilme vaktine kadar olan süreyi içine almaktadır [165]. Terim olarak bulûğa ermemiş çocuk [166] demektir. Kelimenin asıl mana ile şer'î manasına kelimeye yüklenen süreye bakarak, anlam kayması olduğu rahatlıkla söylenebilir. Her iki mana da biyolojik süre belirlemesine rağmen, süreleri farklıdır. Kaldı ki her ki mana, kendi içinde rölatiftir. Zira sütten kesilme vakti ile bulûğ anı, mutlak bir sınırlamayı kabul etmez. Bir çocuk bir yaşında, bir diğeri süt emme yaşının azamî sı nırı olan iki yaşında sütten kesilebilir. Yine şer'î manaya göre konuşulursa, bir çocuk on iki yaşında bulûğa ererken bir diğeri on dört yaşında bulûğa erebilir. Nitekim günümüzde tıp, bu durumun değişik nedenlerini sıralayarak, ergenlik çağının farklılık arz ettiğini ispat etmiştir. Yetişkinliği geciktiren ve olumsuz olarak etkileyen sebepleri gidermek, çocuğu tedavi etmek mümkün olabilir, ancak farklılığı gidermek mümkün değildir. Çocuklarda kemik yaşı ile kozmolojik yaşın, birbirini tutmaması farklılığın temel etmenleri arasında zikredilmektedir [167]. Bu da söz konusu kelimenin hangi manada olursa olsun, rölatif olduğunu göstermektedir. Kelime ile Meryem sûresi 12. ayette Yahya (a.s) hakkında, kendisine hikmet verilen çocuk; Meryem sûresi 29. ayette, Isa (a.s) hakkında beşikteki çocuk olarak olağanüstü haller ortaya koyulmaktadır. İlgili ayetler için bir kısım müfessirler açıklama yapmazken [168], bazıları ayetin bağlamına uygun olarak, insanların, konuşmasını beklemedikleri biyolojik ve kozmolojik bir zaman olarak açıklamaktadırlar [169]. Meryem sûresi 12. ayette geçen sabiyy kelimesi için, iki yahut üç yaşındaki çocuk diye yapılan açıklama [170]bunu desteklemektedir. Yahya ve İsa (a.s)'ın doğumları ve çocukken mucizevî davranışlar sergilemeleri, muasır olmaları, devirleri için söz konusu harikaların böyle bir nitelikte gelişi, o devrin sosyal karakteri hakkında bilgi vermektedir. Hz. İsa'nın süt emme yaşında konuşması, inkarcıları acze düşürüp susturmuş, Hz. Meryem'i, geçmişi olmayan şimdiyi yaşaması (hamileliği, altına çekildiği ağacın meyve vermesi, gibi konuların kaynağı) hususunda güçlendirmiştir. Bütün bunların ezelde karara bağlanması, kozmik ve biyolojik sistemde geçmişi olmayan şimdi diye yapılan bir açıklamadır. Zira yüce kudret katında geçmiş, şimdi ve gelecek aynı şeylerdir. [171] Nitekim Meryem sûresi 21. ayet de bunu desteklemektedir. Sabiyy kelimesinin ortaya koyduğu biyolojik zamanın, hadislerde de bulûğ devresinden önceyi kuşattığı müşahede edilmektedir. [172]Ancak Meryem sûresi 31. ayette Hz. İsa'ya hitaben emredilen namaz ve zekât, normalde bulûğ devresinden sonrasını kapsamaktadır. Yoksa o anda eda edilmesi kastedilmemiştir [173]. Zira namaz ve zekât, bulûğ sonrasına aittir. Ayetle ilgili olarak yapılan bir başka açıklama ise, Hz. İsa'nın bu emirlere muhatap olduğunda fizik olarak, zahiren çocuk olsa da, namaz ve zekâtı eda edecek olgunlukta olduğuna delâlet etmesidir. Âl-i İmrân sûresi 59. ayetin Hz. İsa'nın doğar doğmaz sorumluluk üstlenebilecek olgunlukta ve uzuvları tam olduğuna delâlet ettiği şeklindeki açıklamalar, bu hususu desteklemektedir. Sonuç olarak sabiyy kelimesinin ifade ettiği kozmolojik ve biyolojik zaman, her ne kadar buna uygun görünmesede, Hz. İsâ hakkında böyle bir teklifin, teklife muhatap olduğu andan itibaren devam edeceğine işaret edilmiş olduğu söylenebilir. Çünkü bu şekildeki yaklaşım Meryem sûresi 31. ayetin zahirine [174], salât kelimesinin dua olarak açıklanmasına [175] uygun düşmektedir. Kaldı ki böyle bir teklifin normal karşılanamaması, normal şartlar için geçerli olabilecek bîr husus olup, olağanüstülüğün kuşattığı bir zamana hükmedemeyeceği söylenebilir. Şu halde bu açıklamaların ışığı altında sabiyy kelimesinin, bulûğ öncesi dönemin [176] tamamını kuşattığı söylenebilir. [177] Yetim Bütün türevlerinde tek kalmak manası vardır. Bu tek kalmak; insanlara göre babanın kaybedilmesi ile meydana gelen bir sonuçtur. Bu taktirde çocuk yetim olmuş olur. Hayvanlar da ise annenin kaybedilmesi ile meydana gelen bir teklik diye anlaşılmıştır. Araplar' da kocasını kaybeden kadına, zayıf ve korumaya muhtaç olan kimselere de yetim denildiği, bu durumun ortadan kalkması ile yetimliğinin kalkmış oiacağı nakledilmektedir [178]. Terim olarak çocuğun bulûğ çağından önce babasını kaybetmesidir. Bir çocuk bulûğ çağma erince yetimliği kalkar. [179] Demek ki yetim lafzı bir odak kelime olarak tıfl, mehd, sağır ve sabî gibi anahtar kelimelerle anlam ilişkisi içinde olup; zamansal olarak bu kelimelerin hepsini kapsamaktadır. Kur'ân'da 23 yerde geçen yetîm kelimesi sadece Kehf sûresi 82. ayette ikili, Bakara sûresi 83, 177, 215; Nisa sûresi 2, 6. ayetlerde çoğul, En'âm sûresi 152; İsrâ sûresi 34; Mâ'ûn sûresi 2. ayetlerde tekil olarak kullanılmıştır. Biyolojik ve psikolojik bir zaman sürecini ifade eden İsrâ sûresi 34; Nisa sûresi 2. ayetlerde geçen yetîm ve yetâmâ kelimeleri özellikle bu dönemle ilgili olarak yetimlerin velilerine uyulması gereken hukukî sorumluluklar getirmektedir. Nisa sûresi 6; Fecr sûresi 17; Duhâ sûresi 9. ayetler bu sürecin yetimin çevresine yüklediği toplumsal sorumluluğu kapsadığını ifade etmektedir. Bu nedenle söz konusu olan yetîm kelimesi bu bağlamlarda sosyolojik zaman ifade etmektedir. Şu halde yetîm kelimesi; ifade ettiği psikolojik, kozmolojik, sosyolojik ve biyolojik zaman açısından, bireysel ve toplumsal, isteğe bağlı ve zorunlu yaptırımları olan bir yapıdadır. Başka bir ifade ile yetimlerle ilgili hükümler; Yetimliğin velayeti sona ermesinde bir etkisi kalmayacağından zamansal olduğu açıktır. Bu nedenle şartların oluşturduğu zaman, kendi şartları ile kâimdir. Yetim kelimesinin ifade ettiği mana, bulûğ çağına ulaşarak biyolojik zaman açısından sona erip, aklı ve rüştü ile yetimliği sona ermediği zaman velayetle ilgili hukuksal sürecin devam edeceğine kanaat hasıl olur. [180] Velayet açısından sorumluluk sınırı hem biyolojik, hem de psikolojik olarak olgunluk noktası olan eşudd kelimesi ile ifade edilmiştir. Bulûğ kelimesinin ifade ettiği mana bîyolojik gelişme olarak açıklandığı için [181]rölatif olduğu gayet açıktır. Bulûğ ile elde edilen seviyenin Hac sûresi 5. ayette geçen eşudd kelimesinin ortaya koyduğu olgunluk yaşı olup olmadığı ise kozmolojik olarak ihtilaflı bir husustur. Bu kelime için bulûğ kelimesinden farklı bir bakış açısı söz konusudur. [182] Eşudd Eşudd kelimesi, ş-d-d kökünden türemiş olup, sertlik, yumuşaklığın zıddı, güç, sağlam ve olgunluk gibi manalar ifade etmektedir. Terim olarak, kişinin tecrübe ve olgunluğa ulaşması demektir [183] Araplar, gençliğinin ve kuvvetinin doruk noktasına ulaşıp da bu hali noksanlaşmaya başlamayan kişi için "falanca, en güçlü devresine ulaştı" derken, eşudd kelimesini kullanmaktadır. Eşudd kelimesinin kozmolojik ölçekle 33 yaşa tekabül ettiği nakledilmektedir. Bu yorum tıp kanunlarına da uygun düşmektedir. Çünkü tıp bilimine göre gelişme, olgunluğun doruk noktasına kadar, tıpkı gökteki ayın durumu gibi, azar azar devam eder. [184]Kur'ân'da sekiz yerde geçen eşudd kelimesi, sorumluluğun sınırı sayılmıştır. Yûsuf sûresi 22; Kehf sûresi 82; Kasas sûresi 14. ayetlerde yetim kelimesi ile birlikte zikredilen eşudd, yetimliğin sona erdiği zamanın sınırını belirler. Müfredi olmayan çoğul kelimelerden olan bu kelime, kuvvet, akıl ve temyiz gücünün olgunlaşması şeklindeki bir açıklama ile, her alandaki olgunlaşmaya hitap eden bir kelime olduğunun altı çizilmiştir. Hac sûresi 5. ayette geçen mezkûr kelimenin biyolojik, pedagojik bir sürecin olgunluk noktası olarak açıklanması bunu göstermektedir. Zaten kelimenin çoğul olarak kullanılması da bu hususu destekleyen etimolojik bir karinedir. [185] Doğum ile kuvvetlenip güçlenme arası dönemin tamamını eşudd kelimesinin kapsamına sokanlar olduğu gibi, onun ortaya koyduğu gelişmeyi bulûğ ile başlatıp, ondan sonra da yürütenler olmuştur. Günümüzde tıbbın yaklaşımına göre çocuklarda ergenlik yaşını kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Gelişme çağındaki çocukların kozmolojik yaşları aynı olsa da kemik yaşları farklı olmaktadır. İşaret edilmesi gereken diğer bir husus ise gelişim aşamasında kozmolojik yaş ile biyolojik yaşın bir birini tutmayışıdır. Kozmolojik yaşı 13 olan bir çocuğun kemik yaşı 11 olabilmektedir. Buna etki eden değişik nedenler vardır. Ayrıca ergenliğin birden bire oluşmadığı yeterli bir olgunluğa ulaşmasının zaman aldığı belirtilmektedir [186]. Sonuç olarak bulûğ çağının, eşudd kelimesinin ortaya koyduğu biyolojik nokta olmayıp, belki olgunluk yolunda ilerlemeye bir giriş sayılabileceği söylenebilir. Bu girişle, üç aşama olarak kabul edilen biyolojik süreçlerin sonuncusu eşudd kelimesinin işaret ettiği olgunluk yaşı, yetimliğin son sınırı sayılabileceği [187]tarzındaki açıklamalar, o döneme kadar yetim için rehberlik yapılmasının faydalı olacağına işaret etmektedir. Burada yapılan açıklamalara dayanarak eşudd kelimesinin, tıfl'dan bulûğ çağına kadar insanın gelişimini ifade eden bütün kelimelerle anlam ilişkisi içerisinde olduğu söylenebilir. Çünkü yetim, söz konusu kelimelerle zamandaştır. Bu nedenle eşudd, odak kelime; trfl, sağîr, mehd, sabiyy, bulûğ gibi kelimeler de eşudd kelimesi ile anlam ilişkisi bulunan anahtar kelimelerdir. Buradan hareketle eşudd kelimesinin ortaya koyduğu gerçek, pozitif yöndeki gelişmedir. Yetim, bu yöndeki ilerlemesinde kendini idare edebildiği vakit, sözü edilen olgunluğu yakalamış demektir. Söz konusu durum, mekânsal, psikolojik, sosyolojik, biyolojik, pedagojik perspektiften değerlendirilirse rölatif olduğu açıktır. Bu nedenle eşudd için kesin bir zaman belirlemek mümkün değildir. Genel olarak teklif, güç ile zamansal ve doğru orantılıdır. Gücün olmadığı zaman teklif söz konusu değildir (Bakara, 286). Sorumluluğun geçmişi, Yahudiler için sorumluluklarının gereğinin ihmal edilmesi ile ortaya çıkan suçun cezasında süre tanınmaması, güç ve zamanı bitiren bir özelliktedir [188]. Eşudd kelimesinin ortaya koyduğu mana, insan ömrünün biyolojik olarak beşinci yedi yıllık zaman dilimine girdiği dönem, insanın tam olarak olgunluğu yakaladığı nokta, kozmik olarak 28 ile 33 veya 35 yaş arasındaki dönem olarak açıklanmıştır. Bu şekildeki açıklama, gökteki ay için yapılan 4x7'lik taksimle örtüşmektedir. [189] Zira ay da 28 günde kıvamına ulaşmaktadır. Şu halde ay ile insan arasında strateji birliğinden söz edilebilir. Eşudd kelimesi Ahkâf sûresi 15. ayette ise kozmolojik olarak, 40 yaşma yakın bir noktaya kadar aklen, noksanlığın varlığı, biyolojik gelişmenin devam ettiği bu nedenle gözetime ihtiyacın sürdüğünü, biyolojik gelişmenin bu noktadan itibaren inişe geçtiği, aklen olgunlaşmanın ise artmaya başladığı şeklinde açıklanmıştır. Peygamberlik yaşının genel olarak 40 olarak seçilmesinin önemli hikmetlerinden biri budur. Hz. İsa gibi ömrünün başlangıcında nebîlikle görevlendirilenler, bu müessesenin istisnalarıdır [190]. Böyle bir istisna Allah ın dilemesi ile söz konusu olgunluğun, çok erken yaşlarda oluşabileceği şeklinde yorumlanabilir. Ancak ortaya çıkan psikolojik ve sosyolojik realiteye göre genel olarak 40 yaşın, önemli görevlerin icrasında dikkate alınmasının bir çok faydayı beraberinde getireceği söylenebilir. Bütün bunların ışığında eşudd kelimesinin, farklı yerlerde değişik şekillerde anlaşılması kanaati ağırlık kazanmaktadır. Biyolojik, psikolojik, kozmolojik olarak zaman kavramını ölçen kelime rölatiftir. Bu ise, her insanın olgunluk anının değişebileceğini, olgunluk seviyesi için mutlak bir ölçümden söz edilemeyeceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Zira En'âm sûresi 152. ayetteki bireysel ekonomik sorumluluk üstlenebilecek nokta, Nisa sûresi 6. ayetteki evlenme noktasına kadar olan sosyolojik sürecin içerisinde yer almaktadır [191]. Demek ki bireysel ekonomik olgunluk, denemelerle evlilik noktasına gelinceye kadar olan sürenin her anında ulaşılabilecek bir noktadır. Bu noktada evlilik yaşının böyle bir zamanın sonu olma olasılığı bulunduğu gibi, aynı zamana veya bulûğ sonrasına da tekabül edebilir. Her şeye rağmen eşudd kelimesinin ortaya koyduğu zaman ölçeğinin biyolojik olma olasılığı [192] ağırlıklı olup, başlangıcının bulûğ çağı olduğu ağırlık kazanmaktadır [193]. Eşudd kelimesinin ortaya koyduğu olgunluk, aynı zamanda yetimin malında, velisine verilen tasarruf süresinin son sınırıdır [194]. Sözü edilen sürenin hangi aşamasında olgunlaşmanın gerçekleşeceği, mekâna ve zemine bağlı bir husus olduğu için, kelimenin rölatif bir yapı sergilemesi tabiidir. Durum böyle olunca, bireysel olarak her yetim hakkında verilecek hükmün, kozmolojik zaman itibarı ile rölatif olması da kaçınılmazdır. İnsan ömrünü biyolojik olarak değerlendiren Kur'ân, bundan sonrası için de isimlendirmede bulunmuştur. Bu isimlendirmelerin bilinmesi ise, insan ömrünün bundan sonraki aşaması hakkında bilgi edinilip, ilgili ahkâmın daha iyi icrasına hizmet edecektir. [195] Kehl Kehl kelimesi lügatte saçı ağarıp yaşlanmak [196] anlamına gelir. Biyolojik değişimin yani sıra; kehl'in sınırına dair verilen rakamlar, farklı olmakla birlikte, hepsi de otuz yaşın üzerinde olduğu kesinlik kazanmaktadır. Tıfl, mehd, sağîr, sabiyy/acûz ve şuyûh gibi biyolojik süreç belirleyen kelimeler, mezkûr kelime ile zıt anlamlı anahtar kelimelerdir. Zira hiç birisinde kehl kelimesinin ortaya koyduğu biyolojik yapı söz konusu değildir. Yine vurgulanması gereken önemli bir husus da, otuz yaş ile kırk yaş arasının insan ömrünün en önemli dönemi sayılmasına karşılık, hemen hissedilmeyen zayıflamanın başlaması ve bu dönemin, bazılarına göre, insan ömrünün en son mertebelerin den sayılmasıdır. Mezkûr kelimenin kozmolojik olarak ortaya koyduğu zaman, alt sınırı 30 yaş iken, üst sınırı, 40, 50, 51 gibi birden fazla rakamın verilmesi, [197] sözü edilen kelimenin biyolojik bir ölçek ve belirleme olduğu hususunda kesinlik kazanmaktadır. Biyolojik ölçek keyfiyete dairdir. Bu keyfiyetin, kozmolojik belirlemelerdeki rölativitesi; mekâna ve biyolojik yapıya bağlı bir husustur. Hz. İsa ilgili mehd kelimesi ile aynı bağlamda ve onun karşıtı olarak zikredilmesi, kehlin ifade ettiği biyolojik yapının, mehd kelimesinin ifade ettiği biyolojik yapı ile karşı karşıya uç noktalara yakın bir noktada bulunması şeklinde anlaşılabilir. Kehl kelimesi ile bağlantısı olmasından ötürü, Hz. İsa'nın göklere yükseltilme meselesine, yükseltilip sonra kıyametten önce yeryüzüne indirileceğinin kabulü açısından bakılacaktır. Zira yükseltilme, ruhen olduğu için, kehl kelimesinin ifade ettiği biyolojik yapı ile ilgili bir sorun yoktur. Çünkü bu düşüncede olanlar, cesedin bir elbise niteliğinde olduğunu; onun için değişimin vazgeçilmez bir karakter olduğu, cesetle yükseltilip tekrar indirileceğine dair mütevatir haber bulunmadığını, insanların ıslahı için Kur'ân'ın en büyük hidayet kaynağı olduğunu, bu nedenle başka şeylere ihtiyaç olmadığını ifade ederek tavırlarını belirginleştirmişlerdir. [198] Hz. İsa'nın manen yüceltildiği [199] açısından olaya bakılırsa, bu tür açıklamalara hiç gerek kalmayacaktır. Esasen çalışmanın konu ile münasebeti, zaman kavramı cihetinden olduğu için, Hz. İsa'nın vefatı ve yükseltilmesi meselesine değinilmiştir. Yoksa konunun temel meselesi değildir. Onun için de bu husus üzerinde gereğinden fazla durulmamıştır. Zira mezkûr husus daha geniş olarak başka bir çalışmayı gerektirmektedir. Kehl kelimesi hakkında, Hz. İsa'nın önceki hali yahut ahir zamanda semadan indiği hali şeklindeki açıklamalar Hz. İsa'nın hiç yaşlanmamış, veya çok az yaşlanmış olarak yer yüzüne ineceği şeklinde anlaşılabilir. Şüphesiz bu, Allah'ın kudreti ile tahakkuk edecek bir olaydır. Konu ile ilgili olarak kaynakların, Kur'ân'ın bütünlüğü içerisinde meseleyi tahlil ederek vardıkları sonuç, Hz. İsa'nın ölmeyip Allah'a yükseltildiği, daha sonra zamanı geldiğinde indirileceği şeklindedir .[200] Günümüzde fizik, kütle ile enerjinin eşdeğerliliğinden bahsetmekte, bu konuda deneyler yaparak iddialarını doğrulamaktadır [201]. Bir kütle, enerjiye dönüştürülüp ışık hızı ile bir başka mekâna gönderilebilir, yahut ışık hızı ile yoğunlaşan kütle enerjiye dönüşebilir. Olaya günümüzde bilimin kabul ettiği Einstein'rn ikizler teorisi ile bakıldığında, bu durumun, Allah'ın evrende işleyen bir yasası olduğu, farklı dünyaların, farklı zamanları beraberinde getirdiği anlaşılacaktır. Böyle bir yaklaşımla, Hz. İsa'nın fizyonomisinde bir değişiklik meydana gelir mi gelmez mi meselesi gündeme gelebilecektir. Bilimin kabul ettiği deney ve teorinin ışığında değişim, elbette ki kaçınılmazdır. Ancak bu olay, Allah'a göre mucizevî bağlamda söz konusu değişiklik olmadan da değerlendirilebilir. Sonuç olarak bilimin deney ve teoriden hareketle kabul ettiği söz konusu durum, Allah'ın kudreti ve mucize konusundaki sahih itikada zarar vermeyecek aksine onu güçlendirecek bir mahiyettedir. [202] Kiber Kİber, yaşlanmak ve yaşlı manalarında bir mastardır. Bir şey, bir şeyin yanında büyükse, bir başka şeyin yanında küçüktür. Kiber kelimesi sağır kelimesinin zıddı olup, insanlar, hayvanlar ve eşya için, zaman bakımından büyüklük demektir. Kiber'in türevlerinden olan kebîr, kesîr kelimesi yerine "çok" manasını ifade etmek için de kullanıldığı yönündeki açıklamalar, [203] kebîr kelimesi ile kiber arasında anlam ilişkisi olmasına rağmen, bu kelimelerin anlamdaş olmadığını göstermektedir. Kiber, Bakara sûresi 266; Âl-i'İmrân sûresi 40; İbrahim sûresi 39; Hicr sûresi 54; İsrâ sûresi 23; Meryem sûresi 8. ayetlerin hepsinde yaşın ilerlemesi, ömrün son dönemleri manasında kullanılmıştır. Hicr sûresi 54. ayette geçen mezkûr kelime, Zekeriya (a.s)'m çocukla müjdelendiği zamanı belirleyen biyolojik ölçektir. Bu ölçeğin ortaya koyduğu kozmolojik zaman, Zekeriya (a.s)'ın 120, hanımının 98 yaşında olmasıdır. [204] Bu da kiber kelimesinin rölatif bir zaman ortaya koyduğunu göstermektedir. Biyolojik zaman ölçümü, yaşlılığı ifade bağlamında, kiber kelimesi kullanılmadan, Meryem sûresi 4. ayette, saçın ağarması, beyazlığın başın tamamına yayılması; Meryem sûresi 8. ayette, kiber kelimesi ile zaman uzamasının, insanı kupkuru yapması; çocuğun olmasına ait manilerin etkili olduğu yaş [205]olarak açıklanmıştır. Buna göre kiber'in, doğuramayacak derecede küçüklüğü ifade eden tıfl,sabiyy,mehd ve bikr kelimeleri ile, kozmolojik, biyolojik zaman bakımından karşıt anlam ifade eden anahtar kelimeler olmasına rağmen, tenasül bakımından negatif bir yönde, şimdiki zaman bağlamında anlam ilişkisi içinde bulunduğu anahtar kelimeler olduğu söylenebilir. Ancak bikr ve beraberinde bulunan biyolojik yapı, gelecek için tenasül bakımından pozitif yönde ümit verirken, kiber kelimesinin ortaya koyduğu biyolojik yapı, gelecek için tenasül bakımından böyle bir ümit vermekten çok uzaktır. Bu nedenle kelimeler, anlam ağında değerlendirilirken, bakış açısının değişmesine bağlı olarak onların anlam veya zamandaşlık ilişkisi rölatifleşebilir. [206] Şeyh Şeyh, kendisinde yaşlılığın belirip, saç ağarması ortaya çıkan kimsedir. Kozmik zaman olarak, şeyh'in içerdiği zamanın 50 yaşından itibaren başlaması hususundaki görüşler ağırlık kazanmaktadır. Şeyh kelimesinin ortaya koyduğu zamanın üst sınırını belirleyen görüşler, kozmolojik ölçüm olarak 80 yaş ve ömrün sonu olarak iki grupta toplanabilir. Ayrıca ilmi ve tecrübesi ilerleyen insan için, yaşlı olmasa da şeyh denilmesi; kelimenin insanlardan başka alanlarda, yaşlılık ağacı anlamını ifade eden şeceretu'ş-şuyûh [207] şeklindeki kullanımı, yaşlanmanın, varlığın her kesimini ve onlarla ilgili olayları ifade ettiğini göstermektedir. Kur'ân'da sadece dört yerde (Hud, 72; Yûsuf, 78; Kasas, 23; Mü'min, 67) geçen şeyh kelimesinin ifade ettiği mana, bağlamı itibariyle Hud sûresi 72. ayette, hanımına yaklaşamayacak kadar yaşlanmış erkek; Yûsuf sûresi 78. ayette, kebîr kelimesi ile birlikteki kullanımı, şeyhin yaşlı olduğunun zaten bilindiğini, onu niteleyen kebîr kelimesinin ise yaşlının derece ve mertebesinin büyüklüğü; Kasas sûresi 23. ayette zayıflıktan ötürü işlerini göremeyecek durumda olmak, şeklinde açıklanmıştır. [208] Mü'min sûresi 67. ayette eşudd kelimesinin siyakından, şeyh'in ifade ettiği zamanın, insan ömrünün son devresi olduğu anlaşılmaktadır. Mezkûr ayet için müracaat edilen kaynaklarda, kelimenin zaman kavramı ile ilgili bir açıklamasına rastlanmamıştır [209]. Hûd sûresinin, 72. ayetinde geçen şeyh kelimesi için, Hz. İbrahim'in 100 veya 120 yaşlarında [210] olabileceği şeklindeki açıklamalar, biyolojik olarak yapılan açıklamalara uygun düşmektedir. Çünkü insan, sözü edilen yaşlarda, çocuğu olmayacak zayıflığa düşmektedir. Böyle bir durumda çocuk sahibi olmak, ancak Allah'ın bir lütfudur [211]. Yûsuf sûresi 78. ayette, biyolojik ölçüme bağlı olarak şeyh kelimesinin psikolojik olarak insan ömrünün en zayıf, teselliye muhtaç devresini anlattığı, [212] kelimenin, bağlamına göre psikolojik zaman ölçümü için de kullanıldığını göstermektedir. Bütün bunlar, şeyh kelimesi için verilen kozmolojik ölçümle örtüşen gerçeklerdir. Kur'ân'da kiber ile şeyh kelimesinin, yaşlılığı ifade etmek bağlamında kullanılması, her iki kelimenin zamandaş ve anlamdaş olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, neden sözü edilen iki kelime kullanılmıştır, diye muhtemel bir soruya karşı verilecek cevap; şeyh kelimesinin kiber kelimesi ile aralarında nüansların bulunduğunu, bu nüansların şeyhin mutlak olarak yaşlılığa münhasır bir kelime olmayıp, deneyim ve bilgide ileri bir seviyeyi de ifade ettiği, ayrıca 50 yaşından itibaren bir alt sınıra da hitap ettiği, halbuki kiber kelimesi için, bunları söylemenin çok zor olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan her iki kelimenin yansıttıkları olay itibarı ile örtüşmeleri, kiber kelimesinin karşıtı olarak sağîr kelimesi zikredilmesine rağmen şeyh kelimesi ile aynı bağlamda olan ve aralarında zaman farkı bulunan bir kelime zikredilmemiştir. Bu da kiber kelimesinin, yaşlılığın bakıma muhtaç devresini; şeyh kelimesinin ise yaşlılığın normal ve ileri devreleri dahi olsa, bakıma muhtaç devreyi temsil etmediği şeklinde açıklanabilir. Bu iki kelimenin yaşlılığı ifade etmek için kullanılması, Kur'ân'ın etimolojik ve semantik zenginliğinden de kaynaklanıyor olabilir. Bu kelimelerin ait oldukları dönemin kullanımının. Kur'ân vasıtasıyla nesillere taşınmakta olduğu ise bir hakikattir. Kur'ân'ın zaman kavramının ölçümü ile izlediği şaşmaz ölçeklerin orijinalliği, varlığın zaman ölçeğinin, kendisine yüklenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte kozmolojik ve biyolojik vb. ölçeklerle zaman ölçümünü ortak kriterlerde toplaması, onun bilimsel bağlamdaki zaman ile pratik hayattaki zaman ölçeklerini bir arada sunduğunu göstermektedir. Şimdi ele alınacak olan acûz kelimesi bunun bir ispatıdır. [213] Acuz Bir şeyin tehir edilmesinden ötürü geldiği nokta, gücün zıddı, bir çok işe gücü yetmediğinden dolayı yaşlı kadın, [214] dilcilerin kelime ile ilgili verdiği manalardır. Kur'ân'da 26 yerde isim, fiil, mastar olarak kullanılan kelime bütün türevlerinde gücün zıddını, yani güçsüzlüğü, zayıflığı ifade etmektedir. Hud sûresi 72; Saffat sûresi 135; Şuarâ sûresi 171; Zariyât sûresi 29. ayetlerde isim olarak gücünü kaybeden yaşlı kadın, fena halde yaşlanmış kadın, [215] şeklindeki biyolojik ölçeklerin kozmolojik ölçekle karşılığının 98 yaş olduğuna, [216] şeyh ve kiber kelimelerinin tahlilinde işaret edilmiştir. Belki de kelimenin dönemleri itibarı ile çok iyi bilinmesinden kaynaklanabileceği tahmin edilen bir sebebe binaen bazı yerlerde hiçbir açıklama yapılmamıştır [217]. Kur'ân'da yaşlı erkekler için kullanılan kiber ve şeyh kelimelerinin müenneslerinin kadınlar için kullanılmayıp, özellikle ‘acûz kelimesinin kullanılmış olması bunun en önemli kanıtıdır. Buradan hareketle ‘acûz kelimesinin ifade ettiği yaş, her ne kadarda kiber ve şeyh kelimelerinin ifade ettiği yaşa oranla kozmik zaman açısından az ise de, biyolojik olarak, sözü edilen kelimelerin anlam ilişkisinden ve zamandaşlığından bahsedilebilir. Kur'ân, insan ömrünün çok ileri noktalarını ele alıp, insanlarda oluşabilen çok yaşama isteğinin nelere mal olacağına, neler getirip neler götüreceğine, netice itibarı ile ölümden kurtuluşun mümkün olmayacağına, zamansallığa konulan ilâhî hikmetin bunu gerektireceğine işaret etmektedir. İşte erzel-i ömür terkibi insan ömrünün son aşamasını ve keyfiyetini ortaya koyması açısından son derece mühimdir. [218] Erzelu'l-'Umur Ömür kelimesi hakkında daha önce açıklama yapıldığı için burada sadece bu terkip hakkında açıklama yapılacaktır. Rezil ve erzel kelimeleri, her şeyin düşüğü, aşağısı, insanların en düşüğü, değersizi, bunaklık [219]manalarına gelmektedir. Kur'ân'da sadece Nahl sûresi 70; Hac sûresi 5. ayetlerde geçen bu terkip, ömrün en verimsiz çağı, gerisin geri, kuvvetten düşürülüp kocaltılıp pek düşkün bir hale getirilmek [220] iyice ihtiyarlamak, zekâ, düşünce ve aklın zayıflaması, ihtiyarlıkla gelen noksanlıkların tamamının git gide artması [221] en mühim işaretler olarak kabul edilmiştir. Erzel-i ömür hakkında yapılan bu açiklama, şahsın hem biyolojik ve hem de psikolojik olarak en zayıf noktada bulunduğunu açık olarak anlatmaktadır. Faür sûresi 37. ayette uzun ömrün güçsüzlüğü getirdiği, bunun ise araştırma ve anlamaya engel olduğu, sorumluluğun gereğini yerine getirmeye yaramayan bir ömür olduğunun altı çizilmiştir [222]. Hz. Peygamber in Allah'a sığındığı erzel-i ömür [223], kozmolojik ölçekle 75, 90, 100 yaş olarak [224] farklı rakamlarla açıklanması, terkibin ifade ettiği zamanın rölatif olduğunu, ayrıca kozmolojik bir zaman ölçümünü değil de biyolojik ve buna bağlı olarak psikolojik ölçümü ifade ettiği yöndeki kanaatleri desteklemektedir. Erzel-i ömürle insan, başa dönmekte, çocuk gibi acziyete bürünmektedir. Kozmolojik zaman vasıtasıyla, Allah'ın iradesinin insanda meydana getirdiği değişiklik, tabiatın gereği bir durum olarak telakki olunmamahdır. [225]Allah'ın kanununda sorumlulukla güç doğru orantılıdır (Bakara, 286). Erzel-i ömür aşamasına gelen insan, sorumluluğun gereğini yerine getirecek güce sahip değildir. [226] Bu zaman, kozmolojik olarak teklife uygun bir şekilde işlese de, biyolojik ve psikolojik zaman olarak teklifle doğru orantılı değildir. Bilimin yaklaşımı olan buz kristallerinin oluşumunu önleyecek gerekli önlemler alındığında vücut sıcaklıkları donma noktasının altına indirilebilir ve bu kişiler daha sonra ısıtıldıklarında hiçbir bozukluk olmadan yaşamaya devam edebilirler. [227] Şüphesiz böyle bir yaşam tarzı normal bir yaşam değildir. Kış uykusundaki hayvanların vücut ısılarının çok aşağı bir düzeye düşmesi ile geçen süre, cerrahi müdahalelerde tıbbî yöntemlerin etkisi ile geçen sürenin çok yavaş işlediği bir vakıa olmakla birlikte erzel-i ömür olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla sözü edilen süreyi artı bir ömür, yahut ölümün tehiri diye adlandırmanın mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Tıbbî müdahale ile zamanın durdurulması ve kısa bir müddet için ölümü geciktirebilirliği, [228]A'râf sûresi 34. ayette belirtildiği gibi insana verilen artı bir ömür anlamına gelmemelidir. Çünkü sözü edilen yöntemle bir tehir meydana gelmişse, bu onun ömrüdür. Buna tehir demek, zamanın durdurulması demek, teklif açısından mümkün olabilir. Bu durumdaki insanın normal hayat sürdüğünü söylemek mümkün değildir. Allah'ın, Ashab-ı Kehfi güneş ısısından koruyup muhafaza ettiğine işaret edilmesi [229] olayın mucize yönü ihlal edilmeden mezkûr açıdan bakılabilirliğini düşündürebilir. Böyle bir yaklaşımla vücudun belli bir ölçekte soğutulduğunu, geçen süre içerisinde vücut ısılarının çok aşağı çekilerek, failinin Allah olduğu gerçeğinden sapmadan, yaşlanmalarının ağır olarak seyrettiğini söylemek, olayın günümüzde bilimle yorumlanmasından başka bir şey değildir. Yine bilim çevrelerinde hüsnü kabul gören Einstein'ın ikizler teorisinde de geciken yaşlanmanın ana ilkesi biyolojiktir. [230] Esbat Sebt kelimesinin çoğulu olup, torun, ümmet, kabileler, [231] bazılarına göre asır manasını ifade eden karn anlamında bir kelime olup, bir asırdan sonra gelen asır demektir. Rumca'da ise karn, kış ile ilk bahar mevsimleri arasında bir ay veya kış mevsiminde bir gündür ki, bu günün fazlalığı yıllar için döner. Sözü edilen dönme işi, şubat ayında ortaya çıktığı için, Araplar fazlalığın ortaya çıktığı yıla kebîs demektedirler. [232] Bu asıl manaların ışığı altında karn kelimesi ile sebt kelimesinin anlamdaş ve zamandaş olduğu söylenebilir. Çünkü bir milletin ve o milleti oluşturan kabilelerin oluşup meydana gelmesi elbette ki asırlara mal olan biyolojik ve sosyolojik bir realitedir. Bu açıdan ‘asr kelimesi ile olan münasebet hakkında da aynı şeyler söylenebilir. ‘Asr'ın biyolojik zaman kavramını ifade eden kelimeler gurubu içerisinde verilmesinin amacı, bireysel anlamda, insan ömrünün toplumsal oluşum için de temel olduğunu, biyolojik ölçeğin, sosyolojik ölçek olduğunu göstermek içindir. Bu yüzden ‘asr, kozmolojik zaman kavramını ifade eden kelimeler veya “sosyolojik zaman” başlığı altında da incelenebilirdi. Kur'ân'da beş yerde, Bakara sûresi 136, 140; Âl-i İmrân sûresi 84; Nisa sûresi 163;'A'râf sûresi 160. ayetlerde geçen esbât kelimesi, torun, ümmetler [233], Yakub (a.s)'ın on iki çocuğu, her birinden oluşan ve adına sıbt denilen millet, İsrail oğullarında kabile mesabesindedir. Esbât, sıbtların peş peşe birbirlerini takip etmeleridir. Bunların kökü bir asıla dayanmaktadır. Bir kökten başlayan ağaç gibi dal budak salabilmesi yıllara, asırlara mal olur. Yûsuf sûresi 45. ayetten anlaşıldığına göre bir millette bu kadar uzun bir zaman içerisinde ortaya çıkmaktadır. Ümmet kelimesini çoğulu ümem, karn kelimesinin çoğulu kurun [234] kelimelerinin etimolojik ve semantik yapıları da bunu desteklemektedir. Çünkü hepsi asırlar manasını ifade etmektedir. Dolayısıyla esbât kelimesinin mezkûr kelimelerle de anlamdaş ve zamandaş olduğu söylenebilir. Kur'ân'da Mü'minûn sûresi 52; Nemi sûresi 83; Kasas sûresi 23.ayetlerde geçen ümmet kelimesi gibi 14 yerde tekil, En'âm sûresi 38, 42; A'râf sûresi 38; Hûd sûresi 48. ayetlerde geçen umem kelimesi gibi 13 yerde çoğul olarak geçmektedir. Bundan elde edilecek sonuç, Kur'ân'ın biyolojik ölçekleri, sosyolojik ölçek olarak kullandığının anlaşılmasıdır. Demek ki hareket zamanın kendisi değil, varlığın veya olayların beraberinde taşıdığı zaman ölçeğidir. [235] Mehid Kanın belli bir yerde toplanması, toplanan kanın belirli günlerde akması, ismi zaman olarak hayız zamanı, rahimden zaman zaman gelen tabii ve kirli bir salgı, bu salgının geldiği altı ve yedi günlük süre diye açıklanan kelime Araplar tarafından taşmak manasına da kullanılmıştır [236]. Kadınlara mahsus biyolojik bir olay olan bu durum, rölatiftir. Belki de konu ile alâkalı ihtilafların kaynağı rölatif olmasından kaynaklanmaktadır. Hayız hakkında asgari süre için İmamı Azam üç gün, İmamı Şafii bir gün, azamî süre için İmamı A'zam on gün, İmamı Şafii on beş gün ölçü koymaktadır. Böyle bir özre ait sürenin rölatif oluşu, Bakara, 222. ayetten anlaşılan cinsel ilişki yasağının [237] rölatif oluşunu beraberinde taşımaktadır. Talak sûresi 4. ayette fiil olarak lem yehidne şeklinde, Bakara sûresi 222; Talak sûresi 4. ayetlerde ismi zaman ve ismi mekân olarak mehîd şeklinde kullanılmıştır. Ayrıca aynı ayetlerde ve Tevbe sûresi 46. ayette ezdattan olan 'iddet [238] Bakara sûresi 228. ayette geçen kuru' kelimeleri de hayız ve vakit [239]manasını ifade etmektedir. Kuru' kelimesi hayız ve temizlik süresini cem' edici olduğundan, her ikisi için kullanıldığı gibi, sadece birisi içinde kullanılmaktadır. Gerçekte ise temizlikten ayrılıp hayız olma halidir. Dilcilere göre kuru' kelimesi karee kelimesinden türemiş olup toplanmak manasınadır. Hayız ve temizliğin ardışıklığı, bir sırayı takibi beraberinde getirmektedir. Nitekim kıraatin harf ve kelimeleri peş peşe sıra ile birbirine eklenmektedir. Dolayısıyla kuru' kelimesi sadece hayızı ifade etmediği gibi, sadece temizliği de ifade etmez. Bakara sûresi 228. ayette geçen kelime temizlikten hayıza geçiş süresini ifade etmektedir [240]. Buna göre üç kuru', üç defa temizlenip hayıza geçiş demektir. Kanın rahimde toplandığı günler [241] olarak da anlaşılan mezkûr kelime, Hanefî alimleri tarafından hayız olarak değerlendirilmiştir. Çünkü kelime bağlamı itibarı ile rahmin mazeretinin anlaşılması ve ültimatom anlamında kullanılmıştır. Bunu gerçekleştirecek olan şey ise hayız denilen biyolojik olaydır [242]. Etimolojik olarak asıl manasından kopmayan hayız kelimesi zaman içerisinde anlam kaymasına uğramadan geldiği söylenebilir. Ancak kuru' ve 'iddet kelimeleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Mezkûr iki kelime hayız kelimesinin eş anlamlısı ve zamandaşı olurken, farklı zamanları ve zıt anlamları da ifade etmektedirler. Zaman kavramının biyolojik ölçümü, insan vücudunun hareketlerini de şaşmaz, rölatif bir ölçek olarak Kur'ân tarafından insanların dikkatine sunulmuştur. Kendisi üzerinde sağlıklı bir gözlemde bulunan bir kadın belli bir süre sonra, hayız süresi ile edindiği tecrübeye dayanarak, yaklaşık bir zaman ölçümünü elde edebilir. Elde edilen bu ölçümün kozmolojik zaman olarak karşıbilir. Elde edilen bu ölçümün kozmolojik zaman olarak karşılığı, edinilen tecrübe ile belirginlik kazanmaktadır. [243] Lemhu'1-Basar En küçük biyolojik zaman ölçeklerinden birisini ifade etmektedir. Terkîbi oluşturan kelimelerin tahlil edilmesi ölçek ve ölçümü hakkında daha sağlıklı bilgi kazanılmasının en önemli yanını oluşturmaktadır. Terkibin ilk kelimesi olan lemh, gizlice sinsi sinsi bakmak, acele ile bakmak, şimşeğin çakması [244], lemhu'l-basar terkîbi ise gözün parlaması, gözle seri bakış ânı, bir şuur ânı olarak da anlamlandırılan bu zaman Yasin sûresi 82. ayette geçen “ol” emrinden ibarettir. Gerçekte esas illet kün emri olarak değerlendirilmektedir. İllet meydana gelince ma'lûlde hemen tahakkuk eder. Kamer sûresi 50. ayette geçen illâ vâhideten ifadesîndeki bir sayısı bir lemha [245] yani bir şuur anı olarak değerlendirilmektedir. Demek ki mezkûr terkipte bir sayısının minimum bir zamanı ifade ettiği, bunun ise müşebbehun bih olan lemhu'l-basar ile tefsir edilmesi, söz konusu terkibin ifade ettiği sürenin, ilâhî iradenin hızını anlatmak içindir. Zira Kamer sûresi 50. ayette ifade edilen bir sayısının ortaya koyduğu zaman, lemhu'l-basar terkibinin ortaya koyduğu zamanın aynısı olarak değerlendirilmemiştir. Başka türlü ilâhî iradenin hızını soyut bir ölçekten çıkarıp somutlaştırmak mümkün değildir. Sözü edi Konu Başlığı: Ynt: Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler Gönderen: habıb7/d üzerinde 05 Kasım 2014, 07:43:48 gerçekten çok teşekkür ederim ödevim için yardımcı oldu ALLAH razı olsun bana eceli ömürü anlattınız çok saolun
Konu Başlığı: Ynt: Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler Gönderen: ibrahim7c üzerinde 05 Kasım 2014, 15:50:34 insan nezamam ne vakit öleceğini bilemez bilirse eğer hayatını dağınık yaşar
Konu Başlığı: Ynt: Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler Gönderen: kürşatvarol8a üzerinde 11 Kasım 2014, 15:54:42 bu konu ve site ödevime yardımcı oldu allah razı olsun birgün her canlı ölümü tadacak
Konu Başlığı: Ynt: Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler Gönderen: Rukiye Çekici üzerinde 26 Aralık 2014, 16:13:09 Bence bunları öğrenmemiz iyi oldu.çünkü bilmiyorduk.
Konu Başlığı: Ynt: Biyolojik Zaman İfade Eden Kelimeler Gönderen: Ceren üzerinde 26 Aralık 2014, 16:18:05 Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Bilmediğim bir çok kelime ve anlam...
|