๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 17 Şubat 2011, 13:55:13



Konu Başlığı: Ber Beda İbda Fatr Fıtrat
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 17 Şubat 2011, 13:55:13
Ber' - Bed'a/İbda - Fatr/Fıtrat

 Kur'an'da 'yaratılış'ı ifade 'eden önemli kelimeler­den biri ber'dir. 'Be-Ra-E/Be-Ri-E' fiil kökünden gelir; sözcük anlamı itibariyle, 'kötü görülen, hoşlanılmayan şeylerden uzak durmak, iyileşmek, şifa bulmak', 'min' cerr harfiyle (edat) kullanıldığında ‘-den uzaklaşmak, ilgiyi kesmek'; 'tefîl' babında 'ber ra-e’ olarak kulla­nıldığında 'aklamak, beraat ettirmek', 'istif'al' babında 'is teb ra e1 şeklinde kullanıldığında ise 'temizlenmek, beraatını istemek' demektir. [163]

'Be-ra-e' fiilinden gelen 'ba rî' Allah'ın güzel isim­lerinden biridir ve Kur'an'da ilginç bir biçimde 'halik ve musavvir' isimlerinin arasında kullanılır (Haşr; 24).

'Ba rî' 'yaratıcı' demektir, fakat bu 'halik'tan fark­lıdır. Kazî Beyzavî'nin açıkladığı üzere, “Barîniz'e tev- be edin” ayetinde olduğu gibi, 'borçlunun borcundan, hastanın hastalığından kurtulması, uzaklaşması' şeklin­de temizlenme, uzaklaşma biçiminde olur ve Allah'ın tertemiz bir yaratıcı olup, yarattıklarını da süze süze, belli aşamalardan geçire geçire yarattığını ve her tür­lü kirden arındırdığını ifade eder. [164] Nitekim, yukarı­da verdiğimiz ayetin başında, 'İsrail Oğulları'nın bu­zağıyı ilâh edinmekle nefslerine zulmettikleri ve bu zulmden kurtulmak ve zulmün kalplerinde ortaya çı­kardığı karanlıktan sıyrılmak için 'Ba rî' olan Allah'a tevbe etmeleri gerektiği belirtilmektedir. 'İstıfa' kav­ramını açıklarken de belirteceğimiz gibi, yeryüzünde tüm yaratıklar topraktan bitmiş ve insan da topraktan yaratılmıştır. Fakat, insan toprağın en süzülmüş kıs­mından yaratıldığı için, 'ba rî' ismi, yaratılışın bu yö­nünü ifade eder. Yani, Allah'ın yarattıklarını tertemiz, günahsız, sağlam bir sistem üzerinde, farklı niteliklerle ve belli bir süzme ve tekâmül aşamalarından geçirerek yarattığını ifade eder.

Bu kavramın Kur'an'da geçen diğer şekillerinin de bu temel anlamla doğrudan bağlantısı vardır. Sözgeli­mi, Hz. İsa'nın 'körü ve alacalıyı ibra! ettiği', yani iyi­leştirdiği belirtilir ki, (A. İmran: 49) burada kelimenin zaten sözcük anlamı kullanılmaktadır. Yusuf Suresi'nde Hz. Husuf veya Aziz'in karısı “ben nefsimi tebrie etmem? (ayet: 53)” derken, nefsini temize çıkarmak iste­mediğini, çünkü, nefsin her zaman kötülüğü emredebileceğini belirtir. İbrahim'in, Allah'ın düşmanı olduğu belirginleşince Azer'den uzaklaşması, yani teberri etme­si de böyledir.

Teberrî, Allah'ın düşmanlarından uzak durmak, daha doğrusu, onları velî edinmemektir (bk. Velî). Bu, İs­lâm'ın önemli kurallarmdandır. Kur'an'da Allah'ın ve Rasûlü'nün müşriklerden uzak oldukları, yani, onların velî edinilemeyeceği, sırdaş tutulamayacağı, kendilerine herhangi bir işte danışılmayacağı, müsteşar tutulmaya­cakları ve mü'minlerin işlerinin kendilerine verilmeye­ceği anlatılır (En'ara; 68, Enfal: 48, Tevbe: 3). Bu anlamda teberrî, velî edinmek anlamındaki tevellâ'nın kar­şıtıdır. Dünya hayatında Allah'ın düşmanlarını velî edi­nip, onlara tabî olanlarla tabî olunanların Ahiret'teki durumları Kur'an'da şöyle anlatılır:

“O zaman, kendilerine tabî olunanlar tabî olan­lardan teberrî ederler (uzak dururlar), azabı görür­ler ve aralarındaki bütün bağlar kesilir. Tabî olan­lar ise, “keşke bizim için (dünya hayatına) dönüş olsa da, onların bizden teberrî ettikleri gibi, biz de onlardan teberrî etsek” derler, Allah yaptıklarını böylece onlar için pişmanlık ve 'ahlaf çekme nede­ni kılar; ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir, (Bakara: 166-7)”

'Be ra e' fiilinden türeyen birdiğer kelime 'beraettir. 'Mahkemede suçsuzluğu ortaya çıkmak, suçtan kur­tulmak' anlamına geldiği gibi, siyasal hukuk açısın­dan ise ilişkileri kesme, sulh durumuna son verme' de­mektir. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim'de Tevbe Suresi' nin başında, 'önceden müşriklerle yapılmış anlaşmala­rın artık iptal edildiğini' belirtmek için kullanılmakta ve ya İslâmı seçmek, ya da savaşa hazır olmak seçenek­lerinden birini seçmeleri konusunda müşriklere ültima­tom (nota)  verildiğini ifade etmektedir.

“Bir ilişki kesme bildirgesi, bir notadır Allah ve Rasûlü'nden anlaşmalı olduğunuz müşriklere: Bun­dan böyle yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dola­şın, şunu da bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak de­ğilsiniz. Allah herhalde kâfirleri rüsvay edecektir. Tevbe: 1-2)”

(Ayrıntı için fıkıh kitaplarına bakılabilir.)

Kur'an'da yine 'be ra e' fiilinden gelen 'beriyye' ke­limesi geçer. 'Mef'ul' gibi kullanılarak, 'Barî'nin yarat­tıkları' demektir. Müfessirler bütün yaratıklar hakkın­da kullanıldığını, fakat, özellikle insanlar ve yine in­sanlar gibi sorumlu olan cinleri daha çok içine aldığım belirtmişlerdir. Ayetlerde 'kâfirler'in 'şerr'ul-beriyye', yani 'beriyye'nin şerlileri', iman edip, salih amel işle­yenlerin ise 'hayr'ul-beriyye' - beriyyenin hayırlıları' ol­duğu açıklanır (Beyyine: 6-7).

'Be-De-A' fiil kökünden gelen 'bed'a' kelimesi 'icat etmek, örneksiz yapmak' demektir. Aynı zamanda, Al­lah'la ilgili olarak 'aletsiz, zamansız ve mekansız icat etmek' anlamı da verilmiştir. [165]

Bu kelime Kur'an'da çok az yerde geçer. Bir ayet­te, Hristiyanların Ruhbaniyetti 'ibtida' ettikleri, yani, Allah kendilerine emretmediği halde, ruhbanlığı son­radan icat ettikleri ifade olunur (Hadid: 27). Bir diğer ayette, Hz. Muhammed(S.A.V.)'in 'rasûller içinde ilk, yani, kendisinden önce hiç bir rasûl geçmeyip, kendisi­nin risaleti icat eden olmadığı belirtilir (Ahkaf: 9). Bir başka ayette de, 'Allah'ın göklerin ve yerin bedî'si oldu­ğu anlatılır (Bakara: 117).

Allah'ın bedi’ ismi, kâinatı önünde örnek edindi­ği hiç bir model olmadan benzersiz ve eşsiz yarattığını ifade etmektedir. Yani, Kendi'nden önce hiç bir ilkin ve kendisi içinse ilklik ve sonluk gibi niteliklerin sözkonusu olmadığı Allah-ü Tealâ kâinatı yokken, 'ol' emriy­le en güzel biçimde ortaya çıkarmıştır. Bu noktada, yi­ne îslâm tarihindeki tartışmalar günyüzüne gelmekte­dir. Bazıları Allah'ın kâinatın ilk nedeni olduğunu ile­ri sürerken, bazıları da böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmemişlerdir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Al­lah'a böyle bir ilklik biçmek ve onu kâinattan uzak­laştırıp, kâinatın işleyişini belirli kanunlara bağlı kıl­mak, “O evveldir, Sondur, İçttr (Batın), Dıştır (Zahir)” ayetini bütünüyle yanlış anlamak olur. Halk konusun­da belirli yönleriyle üzerinde durduğumuz bu konu üze­rinde daha fazla söz etmeği gereksiz görüyoruz (Ayrıca bk. Ahiret).

Bed'a kavramından, İslâm'ın terminolojisine 'bid'at’ kavramı girmiştir. Uzun ve karmaşık bir konu olan 'bid'at' konusuna bu çalışmamızın sahası içine almak zor olduğundan, değinmiyoruz.

Yaratılışla ilgili önemli kavramlardan biri de 'Fe-Ta-Ra’ fiil kökünden gelen fatr ve fıtrat kavramlarıdır.

Fatr, 'yarmak, uzunluğuna yarmak, ayırmak' de­mektir; ayrıca, 'fetartü'ş-şâte - koyunu sağdım' ve 'fe-tartü'l-acîn - hamuru ekmek yaptım', deyişlerinde oldu­ğu gibi, 'süzülmüş bir biçim,. görünüş veya cisim üze­rinde bir şeyi meydana getirmek, özellikleriyle ortaya koymak' anlamlarına da gelir. [166] Aynı kelimeden türe­yen eftara fiilinin masdarı olan iftar, 'orucu açmak' demektir. Aynen İngilizce'deki 'breakfast' kelimesinde olduğu gibi, 'sabah yemeği' anlamına da gelir; 'break­fast' da esas anlamı itibariyle 'break fast - orucu aç­mak' demektir. Kelimenin 'infial' babından gelen mas­darı infitar ise, 'yarılmak, açılmak’ anlamındadır. Yine, fatr 'yarık', çoğulu olan fütur ise 'yarıklar, çatlaklar' anlamına gelir.

Fıtrat, aynı fiilden türemiş bulunan ve 'tür, cins, şekil bildiren masdardır (masdar bina-i nev’)'; yani, 'bir tür yarmak, açmak' anlamına gelir. Kavramın daha ge­niş açıklamasına geçmeden önce, ilgili bazı ayetleri vermek herhalde daha yararlı olacaktır:

“Ben yüzümü hanif olarak, gökleri ve yeri fatr eden'e çevirdim” (Enam: 79)”

“Bizi kim döndürür?” diyecekler; “ ilk kez sizi fatr eden” de(İsra: 51).”

“Bana ne oluyor ki, beni fatr eden'e ibadet etmiyeyim ve O'na dönersiniz (Yasin: 22) .[167]

“Hayır” dedi, “Rabbınız göklerin ve yerin rabbıdtr ki, onları fatr etti” (Enbiya: 56).”

“Allah'ın fıtratı ki, insanları onun üzerinde fatr etti;    Allah'ın   yaratmasında   değiştirme   yoktur (Rum: 30).”

“Çevir bakışını, hiç fütur görür müsün? (Mülk: 3).””

“Gökler nerdeyse üstlerinden tefattur edecek (Şura:5).”

“Gök infitar ettiği zaman(İnfitar: 1).”

Fıtrat kelimesinin ortaya koyduğu gerçek, göklerin ve yerin yaratılmadan önce bir bütün halinde bulun­dukları ve sonradan varıldıklarıdır (bk. Enbiya: 30). Na­sıl insan şu anda göğe baktığında hiç bir yarık gör­mezse, göklerle yer de başlangıçta, şimdiki gök gibi de­ğil ama, durumunu Allah'ın bildiği yarıksız, çatlaksız bir bütün halindeydi. Zifiri karanlık bir gecede bir ışık görünüverdiği, bir elektrik düğmesi çevriliverdiği za­man karanlık hemen o noktada yarılır. Yine, aynı şe­kilde, fecrden akşama kadar kurallarına bağlı kalınarak tutulan bir oruç, kurallarından biri çiğneniverdiğinde, sözgelimi ağza bir lokma yemek, ya da bir yudum su alındığında hemen yarılır, açılır, bütünlüğü gider. İşte bunun gibi, göklerle yer de böyle bir bütünlük, kesiflik, hattâ karanlık haldeydi. Allah kâinatı yarat­mak, yani, bu kesif bütünlüğü ve biraradalığı açmak istedi; yaratılışı takdir etti ki, bu halkın başlangıcıdır ve halk kavramının anlamının içindedir. Bu dileyiş üzerine, ‘ol' emriyle bütün ve kesif haldeki yaratılışın içinde ışıkla bir delik açtı, bir yarıklık meydana getir­di. Bunu ise, önünde hiç bir model olmadan, hiç bir ör­neğe dayanmadan yaptı (bed'a). İşte, bu ilk yarma, aç­ma olayı fatr, açma veya yarma biçimi ise fıtrattır. De­mek ki, fatr yaratılışta dileme ve takdirden sonraki ikin­ci aşamadır. (Burada yeniden hatırlatmalıyız ki, aşama ve birine -ikinci olma bize göredir, Allah'a göre değil­dir.) Fatr ve fıtrat bu ilk yaratılışı içine aldığı gibi, de­vam edegelen her yaratılışı da içine alır. Bir maddeden bir cismin meydana gelmesi de böyle bir yarma ile baş­lar; tohum ve çekirdeklerin toprak altında yarılıp, cücükleyerek ilk filizlerini vermeğe başlaması da fatr ve fıtrat olayıdır. Tohum veya çekirdek, kendinden çıka­cak bitkinin özü ve özetidir, tüm özelliklerini kendinde barındırmaktadır. Bitki bir fatr olayıyla tohumundan veya çekirdeğinden çıkmaya başlar; sonunda yine çe­kirdeğine veya tohumuna dönüşür. İşte, herhangi bir şeyin ister bir maddeden olsun ister ilk yaratılış olayındaki gibi, kâinatın maddesi olan 'yokluk'tan olsun, ilk icadına ve ortaya çıkışına fatr, ortaya çıkış biçimi­ne ve taşıdığı özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat, yaratığın fıtrat üzerinde kazandığı öz niteliklerine de tabiat denilir. (5) Demek oluyor ki, kâinat Allah'ın fatrıyla. aldığı fıtratı üzerinde işleye işleye tabiatını ka­zanmış, yani fıtrat üzerinde bir adet edinmiştir; bu yüzden, İslâmî terminolojide 'tabiat kanunları’ diye bir deyim sözkonusu değildir; bunun yerine 'adetullah’ vardır.

Bütün varlıklar fıtratları doğrultusunda yürürler.

İnsanlar da, insan olmak açısından Allah'ın fatr ile ken­dilerine verdiği fıtrat üzerindedirler. Sözgelimi, iki göz, iki kulak, iki ayak, bir baş, saç, burun sahibi olmak fifrattandır. Doğuştan gelen bir takım eksiklik, fazla­lık veya sakatlıklar ana karnında kazanılan veya anne-babadan gelen bir takım özelliklerdir, yoksa, fıtrat­tan değildirler. Bunun gibi, insan bedenindeki her or­ganın da fıtrî bir fonksiyonu vardır; göz görecek, kulak işitecek, ayak yürüyecek, el tutacaktır. Bu organlarda sonradan ortaya çıkan bozukluklar ve hastalıklar yine fıtrî değil, İslâmî terminolojide kesbîdir, yani, kazanıl­mıştır. Allah insanda azaların yöneticisi, bilginin ve hayrın merkezi olarak kalbi varetmiştir ki, kalp de ruhun emrindedir. Kalbin tüm organlara Allah'ın isteği doğrultusunda hakim olması da fifrattandır. Nitekim, bir hadis-i şerifte, “her doğan fıtrat üzere doğar; ama anne-babası onu hristiyan, yahudi veya mecusi yapar; bir hayvan da derli toplu bir hayvan yavrular; hiç burnu-kulağı kesik doğmuş bir yavru görür müsünüz?” [168] buyrulmuştur. Tıpkı bunun gibi, insandaki organların da fıtrî görevleri vardır. Bu organlar, insan fıtratı üze­rinde kaldığı sürece, kaçınılmaz biçimde, tıpkı kâinat­taki varlıklar gibi Allah'a tam bir itaat içinde olur (Or­ganların fonksiyonlarıyla ilgili olarak bk. İman-İslâm). Bu bakımdan, İslâm fıtratın dinidir; doğuşundan itiba­ren insanı kötülüğe çeken dış etkenler olmazsa, insa­nın İslâm'dan uzaklaşması mümkün değildir; ama dış etkenlerin İslâm'ın tersi yönde olduğu bir toplumda, İblis bu etkenleri kullanır. İslâm'da otoritenin görevi bu etkenleri İslâmîleştirmektir; kadınların örtünme ne­denlerinden birini de, tüm diğer İslâmî yasaklarda ol­duğu gibi burada aramalıdır.

İşte, dinin iki kaynağı vardır: Biri, öncelikle fıtrat­tır kî, Allah'ın dinidir veya bu dinle çakışır bir durumdadır. İkincisi de kesb'dir. Fıtrat bütünüyle ilâhî, kesbse bütünüyle insanîdir; yani, insan iradesini dilediği yön­de kullanmakla ya günah kazanır, ya da sevap kaza­nır. Allah, İslâm dışı bir ortamda veya fıtrata, zıt özel­liklerin şu veya bu derecede bulunduğu bir ortamda in­sanların sevap kazanmaları için Dini'ni gönderir; yani hükümler kor, bazı şeyleri emreder, bazı şeyleri de ya­saklar. İnsanlar bu hükümleri yerine getirmeli, emirle­ri tutup, yasaklardan kaçınmalıdırlar; bu da hanifiliktir; fıtrat üzere olmadır. İnsanlar hanif olmalı, fıtrat üzerinde bulunmalı, eğri yollarda değil, Allah'ın doğru yolunda gitmeli ve yaratılışı değiştirmemelidirler. Yani, Allah'ın fıtratını bozmamalı, kadını erkekleştirip erke­ği kadınlaştırmamalı, fıtratın aksi kurallar koymaya kalkışmamalıdırlar. İşte, bu dosdoğru, sağlam dindir; insanın mutluluk ve kurtuluşunu garanti eden dindir:

“Yüzünü hanîf olarak din üzerinde tut; üzerinde insanları fatr ettiği Allah'ın fıtratıdır bu. Allah'ın . yaratışi('halk.'ı) değiştirilmez; budur sağlam, doğ­ru din, ama insanların çoğu bilmez.” (Rum; 30) Allah'ın fıtratı insan dışında tüm kâinatta hakim­dir; bu bakımdan, göklerde fıtrata, aykırı bir fatr, yani yarık görülmez. Allah başta insanları nasıl fatr ettiyse, onları yine öyle öldürdükten sonra diriltecektir,. Kıya­met ve Haşr meydana gelecektir, çünkü bu fıtratta, ya­ratılıştaki fıtratta, vardır. Allah böyle ftratmiştir, bu bakımdan kaçınılmazdır, Kıyamet günü geldiği zaman, şu anda hiç bir fatr /yarık taşımayan gök birden infitar edecek, yani yarılacaktır, bu da onun fıtratındadır. [169]


[163] Y. Kamus, BRE md.

[164] Hak Dini Kur'an Dili, VII: 4876.

[165] Müfredat, s: 38.

[166] a.g.e. s:  382.

[167] Hak Dini Kur'an Dili, IH,  1889-1890.

[168] a.g.e. VI, 3824.

[169] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 194-202.