๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mart 2011, 17:53:58



Konu Başlığı: Benzeşenler ve Farklı Olanlar Hakkında Sünnetullah
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mart 2011, 17:53:58
BENZEŞENLER VE FARKLI OLANLAR HAKKINDA SÜNNETULLÂH
(BENZEŞME VE ZIDLAR KÂNUNU)

 Benzeşenler  (Mütesâviyûn) Ve Farklı Olanlar (Muhtelifûn)'dan Kasdımız:

 Bu bahsimizdeki "Mütesâvî"lerden maksadımız; gaye (meânî/makâsıd) ve hükümlerin dayanağı (menât) olan veya Allah'ın umumî kânunları gereği muayyen sonuçları gerekli kılan niteliklerdeki benzerliktir.

"Muhteliflerden (Muhtelifûn) maksadımız da; gaye ve hükümlerin dayanağı olan veya Allah'ın umumî kânunları îcabı belli sonuçları gerekli kılan niteliklerdeki farklılık veya zıtlıktır.

Muhtelif ve Mütesâvî'lerde kasdettiğimiz "mânâ", fertlere, ümmetlere ve cemaatlara eylem ve tasarruflara hükmün veya muayyen bir neticenin yahut dünyâ ve âhirette Velii bir cezanın terettüp ettiği her şeye şâmil olu.[1]

 Sonuçlar Ve Hükümlerde Zıtlık Ve Benzeşme:

 Sonuçlar ve hükümlerin zıtlık ve benzeşimindeki genel kural, zıtların ve benzeşenlerin açıkladığımız mânâ ile olmalarıdır. Hüküm ve sonuçlara kaynaklık eden vasıf ve mânâlarda (kişilerin) ihtilâf etmeleri veya benzerlik göstermeleri sebebiyle, dünyâ ve âhiretin hüküm ve neticelerinde de ya zıtlık gösterirler veya benzerlik. [2]

 Benzeşenler Ve Farklılık Arz Edenler Hakkında İbn-i Teymiyye'nin Sözü:

 Şeyhu'l İslâm İbn-i Teymiyye (662/1263) der ki: Allah (C.C.) muhtelif durumların arasını ayırdığı gibi, benzer durumların arasını da birleştirir ve düzeltir. Böylece yaratılışça ve işlev bakımından aynı olan şeye, bir benzerinin hükmüyle hüküm verir. İki benzerin arasını açmaz, benzer olmayan iki şeyin de arasını birleştirmez. Zâten o iki şey, birbirine zıt ve birbirinden farklı iseler, aralarını bir tutmaz ve birleştirmez. Allah Teâlâ, "Sünnet'inin yerinin değişmeyeceğini açıklamıştır. Sünnet, ikinci (durum) de benzerinin aynısını yapmayı içeren bir âdettir. Bunun için Allah (c.c) ibret almayı emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Elbette onların hayat hikâyelerinde akıl sahipleri için ibret vardır" [3]

Önemli olan bir şeyin, benzerine yakınlaştırılıp, onun hükmünün, benzerinin hükmü olduğunu anlamaktır. Allah Teâlâ "Akıl sahipleri için ibret vardır" ve "Ey akıl sahipleri ibret alın” buyururken, (o geçmiş milletlerin) yaptıklarının bir benzerini yapanların aynı cezaya çarptırılacaklarını ifâde etmiş oluyor. Böylece dinleyen, kâfirlerin yaptıklarını yapmaktan sakınır da peygamberlerin takipçisi olan mü'minlerin amellerinin benzerini yapmaya özenir.

"Sizden önce de (Allah'ın kânunlaştırdığı) nice olaylar gelip geçti. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün" [4]

Allah Teâlâ Sünnetinin değişmeyeceğini haber veriyor. Allah'ın Sünneti, bir şeyle, geçmiş, yâni önceden vuku bulmuş benzeri arasındaki (hükmün) benzeşim âdetidir. Bu ise, Allah'ın benzer durumlar hakkında benzer hükümlerle hükmetmesini gerekli kılar. Bu sebeble Allah (C.C.)

"Şimdi sizin kâfirlerini, onlardan hayırlı mı?" [5] buyurmaktadır. Ayrıca "(Yüce Allah meleklerine emreder): 'Toplayın o zâlimleri ve onların eşlerini" [6]

Yâni (hüküm ve âkibet bakımından) benzerlerini. Yine şöyle buyurur:

"Nefisler çiftleştiği zaman" [7]

Yâni, bir benzer benzerine yakın olduğu zaman, demektir. Ve yine şöyle buyurulur:

"Muhacirlerden ve Ensâr'dan (İslâm'a girmekte) ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır, işte büyük kurtuluş budur" [8]

Bu âyette Allah Teâlâ, güzelce onlara tâbi olanları, anılan cennete ve Rıdvan'a ortak kıldı [9]'.

 Benzeşim Ve Zıtlar Kânunun Delilleri:

 1- Yalanlayıcıların Durumlarını Düşünmek:

 Allah Teâlâ "S'zden önce de nice olaylar gelip geçti.... buyurmaktadır. Yâni, sizden önceki sâlihlere ve yalanlayıcılara bir bakın! Sâlihlerin yolunu takip ederseniz sizi sâlihlerin akibetiyle yalanlayıcıların yolundan giderseniz yalanlayıcıların akibetiyle muamele ederim. Yâni helakiniz, onların helaki gibi olur. Bu, yollarını bulsunlar ve Allah'ın adetlerini (Sünnetullâh) tanısın, bilsinler diye O'nun bir açıklamasıdır. Allah'ın Sünnetlerinden biri de, insanların, hayatlarında, kimisini hayra ve saadete, kimisini de helak ve şekavete   götüren yaşantı tarzlarının oluşudur. Bu adet ve kânunlara uyanların, ulaştırılması gerekli yere ulaşmaları zarurettir. Bu açıklamayla gerçek anlamda faydalananlar; bununla kendisine yol bulan takva sahipleri, Allah'ın (c.c.) kendilerine anlatıp kıssa ettiği geçmiş milletlerin hallerinden, peygamberlerini yalanlamaları ve Allah'ın hidâyetini terketmeleri sebebiyle başlarına gelen hâdiselerden ibret alanlar (öğütlenenler) dır [10]

 2- En Kuvvetli Kâfirin Helakinden İbret Almak:

 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Görmediler mi,, onlardan önce nice nesilleri yok ettik; hem onlara size vermediğimiz şeyleri vermiştik ve göğü de üzerlerine bol bol boşaltmıştık ve ırmakları ayaklarının altından akar kılmıştık. Fakat günahlarından ötürü onları helak ettik ve onların peşinden başka bir nesil yarattık " [11]

(el-Karn): İnsan ümmeti demektir. Ehl-i Kam da denir. Buna göre "Karn", bir müddet, zaman demektir ki, bu, hadisçilerin çoğunun birleştiği görüşe göre "yüz sene"dir.

Âyetin mânâsı şöyledir: Geçmiş milletlerin yaşadığı bölgelere (kazı ve kalıntılarına) bakmıyorlar mı? Allah (c.c.) onları yeryüzünde oturtmuş, muhatabı olan Kureyş kâfirlerine vermediği kuvvet, saltanat ve bol nimetleri onlara vermiş, sonra Allah'ın peygamberlerini yalanlamalarından dolayı lâyık oldukları azabımıza bu kuvvet, saltanat ve nimetler engel olamadı. Biz de onlardan sonra, imtihan için, yepyeni bir nesil getirdik, onlar da geçmişlerin aynısını yapınca, onlar gibi onları da helak ettik. Şimdi ey muhataplar (Kureyş kâfirleri)! Onların başlarına gelenlerin, sizin de başlarınıza gelmesinden sakının. Çünkü Allah'a karşı siz, onlardan daha güçlüsünüz. [12]

 3- İyi İle Kötü Bir Olmaz:

 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"De ki: 'Murdarla temiz bir olmaz. Murdarın çokluğu hoşuna gitse de. O halde ey akl-ı selîm sahipleri, Allah 'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz!" [13]

Bu âyet, Allah katında eşyanın, amellerin, malların, iyi ve kötünün, helâl ve haramın her iki türünün arasında bir denklik ve eşitliğin olmadığının hükmünü bildirmektedir. İnsanların da zâlimi, âdili, bozguncusu, iyisi, günahkârı, mü'min ve kâfiri bir olmaz. İyi ve kötünün, her birine lâyık ve münâsip hükümleri vardır. Her iki tür arasında denklik ve eşitlik söz konusu değildir. (Murdarın çokluğu hoşuna gitse de). Yâni, ey dinleyici, kuvvetlerinden ötürü, insanların, ele geçirme kolaylığı ile faiz ve rüşvet yemeyi caiz görmelerinden dolayı haram mallarının çokluğu seni şaşırtsa bile... Öyleyse, kötünün çokluğu seni şaşırtıp aldattığını farzetsek bile, her iki tür (iyi-kötü) ne kendi açılarından, ne de Allah katında bir olamazlar. Çünkü itibâr, bir şeyin niteliğine ve ondaki pislik ve temizlik, iyilik ve kötülük vasfınadır. Şu halde, ey tercih kaabiliyeti olan akıl sahipleri! Allah'tan korkun da, pis malların çokluğu, kötü olan bâtıl ve fesat ehlinin kalabalıklığı ile aldanmayın.

Çünkü Allah (c.c.)'tan korkmanız sizi, dünyâ ve âhirette kurtulan temizler sınıfına dâhil eder. [14]

 Ceza Gerekçelerinde Eşit Olanlar

 Peygamberleri yalanlamak, Allah'ın şeriatına isyan, kullara zulüm veya Allah'ın nimetlerine nankörlük etmek gibi cezayı gerekli kılan durum ve davranışlar bir millet, bir cemâat veya bir şahısta bulundu mu, dünyâ ve âhirette Allah'ın azabını hak etmiş olurlar. Helak edilmeleri hor ve hakir olmaları, geçim darlığı, (her türlü) emniyetsizlik ve çeşitli rahatsızlıklar onların dünyevî cezalarıdır. Nitekim Allah'ın Sünneti (kânunu), öncekiler hakkında geçerli olup, şimdiki ve gelecek kuşaklar için de yürürlükte olacaktır. Bunun kimi misâllerini, Allah (c.c.)'ın bize öğüt ve ibret için sunduğu kıssalardan verelim:[15]

 1- Kim Allah'ın Nimetlerini Değiştirirse...

 Allah (c.c.) buyuruyor ki:

"İsrail oğullarına sor; onlara nice açık âyetler verdik. Kim, Allah'ın kendisine gelen nimetlerini değiştirirse bilsin ki, Allah'ın, cezası çetindir" [16]

İmâm Kurtubî (671/1273) diyor ki:

"(Kim, Allah'ın kendisine gelen nimetlerini değiştirirse...) ifâdesi, tüm insanları ve tüm Allah'ın nimetlerini değiştirenleri kapsamaktadır" [17] Yâni, her Allah'ın nimetlerini değiştiren, lâyık olduğu cezaya çarptırılır. Ayet, bize, bunun, şimdi ve gelecekte her Allah'ınnimetini değiştiren için geçerli genel bir kuralı (Sünneti) olduğunu bildirmek maksadıyla "Allah onları cezalandırır" tarzında değil de, (Allah; azabı çetin olandır) şeklinde olmuştur. Nitekim geçmişte, nimeti değiştirenler için de aynı kânun yürürlüğe girmiştir [18]

 Allah'ın Nimeti Ve Onu Değiştirmekten Maksat:

 Değiştirilince Allah'ın azabını gerekli kılan "nimet", İslâm, İman ve Allah'ın indirdiği hak dini olan İslâm'a delîl özelliği taşıyan apaçık âyetleridir. Bu nimeti değiştirmek, onu tasdik etmemek, onunla doğruyu bulamamak ve Allah'ın vacip kıldığı O'na itaat ve Resûl'ü Muhammed (a.s.)'e indirilen şeriatına uyma emrini yerine getirmemektir. İnsanlık ne zaman bu nimeti değiştirmişse, âhiret azabından önce, daha hayattayken şiddetli azaba çarptırılmıştır. Müslümanların başına her ne mutsuzluk, sıkıntı ve geçim darlığı gelmişse, onun da sebebi, şükürsüz kalmak ve şerîatıyla amel etmemek suretiyle Allah'ın verdiği nimetleri değiştirmek olmuştur. [19]
 
2- Şeriatının Bir Kısmına Muhalefet Edeni Allah Cezalandırır:

 Allah (c.c.) Yahudilere hitaben şöyle buyurmaktadır:

"Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günâh ve düşmanlık yapmakla birleşiyor sunuz, onları çıkarmak size yasaklanmışken (çıkarıyorsunuz, sonra da) esîr olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor (kurtarıyorsunuz). Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünyâ hayâtında rezîl olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir"  [20]

Yâni, Allah (c.c), birbirlerini öldürmemek, yurtlarından çıkarmamak, bu konuda birbirlerine destek olmamak ve esirlerini fidye vererek kurtarmamak konusunda Yahudilerden söz almıştı da, onlar fidye dışında bütün sözlerinden döndüler. Allah da onları şöyle azarladı:

"Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Yâni, fidyeyi alıp Tevrat'ın bir kısmım (adam öldürmemek, yurtlarından çıkarmamak emirlerini) terkediyorlar.  "Sizden bunu yapanın cezası, dünyâ hayâtında rezîl olmaktan başka bir şey değildir". Allah, onlardan öncekilere de, onlardan sonrakilere de, sözlerini bozduklarından ve dinlerine karşı gelerek tamâmına inanmadıklarından cezalandıracağı va'dinde bulunuyor.  "İ'kâb", acilen görecekleri dünyevî horluk, zillet, perişanlık ve sonraya kalmış uhrevî azâbtır. Nitekim tarihî olaylar bunun şahididir. Hangi millet Rabblerinin emrinden dışarı çıkmış ve şeriatın hududunu aşmış ise, cemaatları dağılmış, hor ve zelîl olmuşlardır. İşte bu, dünyâda gördükleri bir perişanlık olup, Müslümanların gafil olmamaları ve ibret almaları gereken Sünnetullâh'tır. [21]

İmâm Kurtubî (r.a.) (671/1273) Yahudilerin ahd ü mîsaklarını bozmalarını anlattıktan sonra şöyle demektedir:

"Allah'ın bekasına yemin ederim ki, biz de bütün sözlerimizden döndük. Birbirimizin aleyhine yardım eder olduk. Keşke müslümânlarla olsaydı, bilâkis kâfirlerle bir olup, hattâ kardeşlerimizi müşriklerin hüküm ve kânunları başlarında icra edilir olarak hor ve perişan bıraktık. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l aliyyil azîm" [22]

İmâm Kurtubî'nin anlattığı, kendi asrından sonraki müslümânların kimi yaptıklarıdır. Ya bizim şu asrımızda? Allah'ın, yahudileri sakındırdığı şey, aynen onların da başlarına gelmiştir. Çünkü Sünnetullâh, sakınılması istenen azapla denk olanları ve benzerlik arzedenleri, azabı gerekli kılan konularda bir tutmaktadır.[23]

 3- Allah'ın Şeriatına Hîle Yapmak:

 Amel etmemek ve işlevsiz bırakmak için Allah'ın şeriatına hîle yapmanın cezası, şeriata hîle yapan herkes için geçerlidir. Allah (c.c.) buyuruyor ki:

"Cumartesi günü, içinizden azgınlık edenleri, elbette bilmişizdir. işte onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik. Ve bu cezayı, önündekilere ve ardından geleceklere bir ibret, (Allah'ın azabından) korunanlara da bir öğüt yaptık." [24]

Âyet-i Kerîme, yahudilerin, yasaklanmışken cumartesi günü balık avlamak üzere yaptıkları hîle ve sahtekârlık sebebiyle haddi aşmış olduklarına işaret ediyor. Onlar zannediyorlardı ki, sahtekârlık yapınca azaptan kurtulacaklar. Allah (c.c.) da başkaları için ibret olacak bir azap (nekâl) la onları cezalandırdı. Çünkü "Nekâl", başkaları ibret alsınlar diye birisine yapılan eziyet ve hakaret demektir. "Korunanlar için de bir öğüt yaptık". Yâni, bu İnsanlara, Allah'ın haramlarını işlemeleri ve yaptıkları sahtekârlık sebebiyle bu azabı lâyık gördük ki, muttakîler (korunanlar) onların yaptıklarını yapmaktan sakınsın ve aynı musibete onlar da uğramasınlar [25]

Kurtubî Tefsîri'nde "(el-Va'zu), korkutmaktır", denilmektedir.

İbn-i Atiyye diyor ki:

"Lafız umumîdir, her ümmetin muttakîlerine şumûlü vardır".

Zeccâc (311/923) der ki:

"(Korunanlara da bir öğüt yaptık) ifâdesi, Allah'ın yasaklarını çiğneyerek hududu aşmaktan sakınan ümmet-i Muhammed'e bir "korkutmadır" Tâ ki, yasağı çiğneyen Sebt (Cumartesi) ashabına dokunan azâb onlara da dokunmasın. [26]

 4- Mü'minlere Düşmanlık, Perişanlığa Sebebtir:

 Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İnkâr edenlere söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki (günâhları) kendilerine bağışlanır; yok yine (eski hallerine) dönerlerse, öncekilerin (başlarına gelen Allah) kânunu geçmiştir" [27].

Yâni, kâfirler küfürden, Resûlüllâh'a (a.s.) ve mü'minlere düşmanlıktan vaz geçer, İslâm'a girer ve İslâm'ın prensiplerine bağlı kalırlarsa Allah onların geçmiş küfürlerini bağışlar. Fakat tekrar Resul (a.s.)'a ve mü'minlere düşmanlık için döner ve bunda da devam ederlerse Allah'ın Sünneti yürürlüğe girer. Yâni, Allah'ın, peygamberler ve tâbilerine işkence edenler hakkında geçerli olan âdeti devreye girer, Allah'ın Reûlü'ne ve O'nun bağlıları olan mü'minlere kâfirler karşısında yardım ederek, onları zelîl  ve  perişan eder. [28]

 5- Zulmün Cezası Her Zâlime Dokunur

 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"(Yâ Muhammed), bu sana anlattıklarımız, o şehirlerin haberlerinden (başlarına gelen olaylardan) dır. Onlardan kimi hâlâ ayakta, kimi de biçilmiştir. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı. Rabb'inin emri geldiği zaman, Allah'tan başka çağırdıkları tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamadı ve onların ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı, işte Rabb'in, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü O'nun yakalaması, çok acı ve çok çetindir." [29]

Yâni, bu kasabadan bir kısım kalıntılar kalmış, bir kısmı ise tamamen yok olmuştur. Kalıntılar, elbetteki o kasabadan sadece bir iz ve varlık belirtisidir. Daha sonra Allah (c.c.) "Biz onlara azâb ve helâkla zulmetmedik, fakat günâh ve küfürle onlar kendi nefislerine zulmettiler" buyurmaktadır.

(İşte Rabb'in, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar). Yâni, Allah'ın azabı geçmiş kimselere özgü değildir. Aksine bütün zâlimlerin cezalandırılmasında durum böyledir.

Bu âyetin içerdiği hükümler, geçmiş insanlara özel değildir. Çünkü Allah (c.c.) onların durumunu "İşte Rabb'in, zulmeden, şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar" tarzında bildiriyor. Öyleyse yapılması uygun olmayan ve "zulüm" diye nitelenen davranışlar konusunda geçmiş milletlere ortak olan herkesin, bu çetin ve acılı azaba da ortak olmaları gerekir. [30]

 6- Allah'ın Gazabını Celbeden, Cezasını Bulur:
 
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Ne zaman ki bizi kızdırdılar, onlardan öc aldık, hepsini boğduk. Onları sonradan gelen (inkarcı) ların geçmiş ataları ve örneği yaptık (bunlar da onların izinden gittiler)" [31]

(Âsefûna): Kızdırdılar demektir. (Onları sonradan gelenlerin geçmiş ataları ve örneği yaptık), yâni benzer azabı hak etmede ve aynı işi yapmalarından dolayı aynı azâbın gelmesinde onları kendilerinden sonraki kâfirlere uyacakları örnek/model yaptık. [32]

7- Gücü Ne Olursa Olsun, Hakedene Azâb İner:

 A- Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"(Peki) onlar mı hayırlı, yoksa Tubba' kavmi ve onlardan önce gelen (kavim) ler mi? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik" [33]

Buna göre azâb, yerleşim alanları, güç ve otoriteleri değişik olsa da, hakkeden herkese aynı ölçüde iner. Çünkü kuvvetler, Allah (c.c.) karşısında zayıftır. Kişinin gücü ne olursa olsun, hakkettiği azâb gelecektir. Allah'a isyankâr bir zâlim, O'nun, kendinden daha güçlüsünü, taraftarı çok, otoritesi ve itibârı fazla olanını helak ettiğini görünce, bu onun ibret alıp öğütlenmesini sağlar. "Tübba Kavmi"[34] oldukça güçlü kâfir bir millettiler. Bununla beraber, Allah'ın kânunlarına baş kaldıran, günahkâr zorbalar oldukları için Allah (c.c.) onları helak etmiştir. Öyleyse Kureyş kâfirleri ve diğer kâfirler, kendilerinden öncekilerin (Kavm-i Tubba gibi) Kureyş'lilerden daha güçlü ve otoriter olmalarına rağmen, helak oldukları gibi yok olmaktan sakınsınlar. [35]

B- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Biz de bunlardan daha güçlü olan (o kavimler) i helak ettik.  Öncekilerin örneği geçti"  [36]

Yâni, Ey Muhammedi Seni yalanlayanlardan daha güçlü iken, peygamberleri yalanlayanları helak ettik. Ve onları, onlara gelen azâb diğerlerine de geleceği için, kendilerinden sonraki yalanlayıcılara ibret kıldık. [37]

C- Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa Kitâblarda sizin için bir beraat mi var?" [38]

"Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?" [39]

Yâni, sizin kâfirleriniz, sizden önce helak olmuş milletlerden daha güçlü değildir. Onlar sizden daha güçlü iken helak oldukları halde, nasıl olur da siz onlara gelen azabın aynısının size gelmeyeceğine garanti verirsiniz? Sizin gibi kâfir milletlerin nicesini, geçmişte helak ettiğimiz halde, hâlâ bundan ibret alacak yok mudur? [40]

 Kâfirlerin Âkibeti Birdir:

 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"(Onlar), yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Allah onları yıkıp başlarına geçirmiştir. Bu kâfirlere de, onun benzeri sonuçlar vardır" [41]

Yâni, Allah onları helak etti. Sonra Mekke müşriklerini tehditle korkuttu. Ve buyurdu:

"Kâfirler için de aynısı vardır". Yâni, inanmazlarsa, geçmiş ümmetlerin yalanlayışlarının âkibeti onlar için de söz konusudur [42]

 Günahkâr Ve İnkarcıların Cezası, Geçmiş Emsalleri Gibidir:

 A- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Biz öncekileri helak etmedik mi? Sonra geridekileri de onların ardına takacağız. Biz suçlulara böyle yaparız"  [43]

Yâni, Rabb'lerinden getirdiklerine uymayarak peygamberleri yalanlayan öncekileri helak etmedi mi? Sonra, onların peşine diğer (millet) leri getiririz. Yâni, önceki suçlulara yaptığımızı, onların emsali olan sonraki suçlulara yapar, onları da onların yollarında yürütürüz. Çünkü onlar gibi sonrakiler de yalanladılar. (Kezâlik), yâni bütün suçlu ve günahkârlara bu kötü âkibetin (helak) aynısını veririz. [44]

B- Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Onlara, size vermediğimiz servet ve kuvveti vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine bir şey sağlamadı, Zîrâ bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Ve alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi"  [45]

Yâni, yemin olsun ki, sizden önceki milletlere servet, evlat ve güç vermiştik. Oysa o verilenin ne bir benzerini ne de ona yakınını size vermedik. Ve onlara kulak, göz ve gönüller verdik de, bunlar onların günâh işlemelerine mâni olamadılar. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr edince azâb ve yalanlaya geldikleri ve çok uzak gördükleri ibretli âkibet onları kuşattı. Öyleyse ey muhatablar (Kureyş kâfirleri) onlar gibi olmaktan, dünyâ ve âhirette onlara gelen musibetten sakının. Bu, her Allah'ın âyetlerini inkâr edeni sakındırmaktır. [46]

C- Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Senden, iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar. Oysa onlardan önce benzerleri gelip geçti" [47]

Yâni, onları da yalanlayan emsalleri durumundaki geçmiş milletlerin âkibetine düşürdük. Onları ve başlarına gelen âkibetlerini öğüt alanlara ibret ve öğüt kaldık. Öyleyse onlara ne oluyor ki bundan ibret almıyorlar? [48]

 Mü'min İle Kâfir Bir Değlidir:

 A- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"(Tabiî), biz müslümanları, suçlular gibi yapar mıyız hiç? Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz (öyle)?"   [49]

Yâni, cezada bunlarla onların arasını bir mi tutalım? Hayır! Bu nasıl zannediyorsunuz. [50]

Kurtubî Tefsîri'nde: "İbn-i Abbâs der ki: mekke kâfirleri, âhirette bize müslümânlardan daha hayırlısı verilecek, demişlerdi de o zaman bu âyet’ini vermişti. Ardından da Allah onları azarlayarak şöyle buyurmuştu:

"Neyiniz var, nasıl hüküm veriyonsunuz?"

Bu çok yanlış bir hükümdür. Sanki ceza vermek size bırakılmış ta siz de dilediğiniz gibi hükmediyorsunuz" denilmektedir. [51]

B- Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Yoksa biz, inanıp iyi iş yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa korunanları yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız?" [52]

Yâni, Allah (c.c.) mü'minlerle kâfirlerin, müttakîlerle günahkârların bir olmayacağını ifâde buyuruyor. Onların aralarında, âhirette bir benzerlik olmayacağı gibi aynı şekilde dünyâda da bir benzerlik söz konusu değildir. [53]

C- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp iyi ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!" [54]

İbn-i Kesîr (774/1373) şöyle demektedir:

"Yâni, mü'minlerle kâfirler bir olmaz. Onların bize olan zanları, âhiret yurdunda ve dünyâ evinde günahkârlarla hayırlı kişileri denk tutacağımız şeklindeki hükümleri ne kötüdür! Ne kötü hükmediyorlar. [55] Yâni, onların bu hükümleri ne kötüdür. Mü'minlerle kâfirler arasını bir tutmak kasdedilmektedir. [56]

Mü'minlerin dünyâda Allah'ın dost ve yardımcıları oluşu, ölürken meleklerin onları güzel bir sonla, Allah'ın rahmet ve rızasıyla müjdelemesi, onların dünyâda (kâfirlerle) bir tutulmayacağının deliller indendir. Kâfire gelince, o bunun tam aksinedir. Kâfir olarak yaşar, şeytân onun dostu olur. Ölürken de Allah'ın rahmetinden   ümit kesmiş, kâfir olarak ölür [57].

 Hayırlı Bir İş Yapsa Da Kâfir Mü'minle Bir Olamaz:

 Bizzat güzel işler, insanlara faydalı ameller işlese de kâfir mü'minle bir olamaz. Çünkü bu ameller, onun küfrünün ve isyanının suçunu silmeye kâfi değildir. Buna göre onu, göğsünde iman bulunan bir mü'minle -bir çok hayırlı işler yapmasa da- bir tutmak mümkün değildir. İmanın güzelliği ile birlikte mü'min dâima, güzel işler yapsa bile küfrü devam eden kâfirden daha üstündür. Hiç bir durumda mü'minle kâfir arasında eşitlik ve denklik söz konusu değildir. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"(Ey müşrikler siz), hacılara su verme ve Mescid-i Haram'ı onarma (işini yapan)ı; Allah'a, âhtret gününe inanan ve Allah yolunda cihâd edenle bir mi tuttunuz? Bunlar, Allah yanında bir olmazlar. Allah, zâlimler topluluğuna yol göstermez" [58]

İbn-i Kesîr (774/1373) şöyle diyor:

"Müşrikler, Beytullâh'ın îman ve Sikaaye işleri îman ve cihâd eden mü'minlerden daha üstün ve hayırlıdır, diyorlardı. Ve Harem'le övünüyor, onu onaranlar, sikaaye (hacılara su verme) işleriyle uğraşanlar olarak kibirlenip duruyorlardı. Oysa ki bu, şirkleriyle birlikte, Beytullâh'ı onarsalar dahi, Allah katında onlara fayda vermeyecektir. Allah (c.c.) "Bunlar Allah yanında bir olmazlar. Allah, zâlimler topluluğuna yol göstermez". Yâni kendilerini imâretçi olarak zannedenleri Allah şirkleri sebebiyle "zâlim" diye adlandırmaktadır. Onların imâretçi oluşları azâb adına hiç bir şeyi kaldıramayacatır." [59]

 İyi Ameller Arasındaki Üstünlük:

 İslâm'da  güzel   ameller,   sevâb   ve   üstünlük bakımından   aynı   olmayıp;   biri   diğerinden   daha faziletlidir. Bu sebeple, amellerin en önemlisine, en üstününe, en faziletlisine, Allah için en sevimli ve O'nun katında derecesi en yüksek olanına ehemmiyet vermek gerekir. Buna göre, sıkıntılı durumda önemliyle en önemlinin yapılmasının güçleştiği bir anda, en faziletli olanın faziletli olana, üstün olanın olmayana; en önemli (ehemm) nin önemli (mühim) ye, en sevimli olanın da sevimli olana tercih edilmesi lâzımdır. Güzel amellerde bu vâcib değildir. Fakat müslümânın yapabileceği, hakkında vâcib olan amellerde böyle bir tercihte bulunması ve mendûb olan güzel bir amelin onu sıkıntıya sokmaması gerekir. Çünkü vacip olanın, daima vacip olmayana önceliği söz konusudur.

Güzel ameller arasındaki, söylediğini, bu üstünlüğe andığımız şu âyet delil olmaktadır:

"(Ey müşrikler), hacılara su verme ve Mescid-i Haram'ı onarma (işini yapan) ı; Allah'a, âhiret gününe inanan ve Allah yolunda cihâd edenle bir mi tuttunuz?" [60]

Bu âyetin bir başka açıdan tefsirinde er-Râzî (544/1149) şöyle der:

"Şöyle bir ihtimâl de söz konusudur: Bu âyetin, müslümânlar ile kâfirler arasında cereyan eden üstünlüğe delil olabileceği gibi, müslümânlar arasında cereyan eden üstünlüğe ve fazîlet yarışma da ihtimâli vardır. Müslümânlar arasındaki üstünlüğü söz konusu edinenler, hicret eden mü'minler (Muhâcirûn) hakkında inen şu âyetle delil getirmektedirler:

"İşte Allah katında dereceleri daha büyük olanlar bunlardır". Bu ise, tercihli olmayanın (mercîh) da Allah katında bir derecesinin olmasını gerektirir. Tabiî ki bu derece ancak mü'minlere lâyıktır. [61]

 Ameller Arasındaki Üstünlüğün Delilleri:

 Ameller arasındaki üstünlüğe delil olabilecek hadislerden biri, Buhârî'in Ebû Hureyre'den (r.a.). tahrîc ettiği şu rivayettir:

Resûîüllâh'a  (a.s), hangi amel daha faziletlidir?" diye sorulunca:

“Allah ve Resul'üne îmandır, buyurdu.

“Sonra hangisidir?

-  Allah yolunda cihâd'dır.

-  Sonra hangisidir?

“Kabul olunmuş Hacc''dır" [62]

Ebû Hureyre'nin şu rivayeti de konuyla ilgilidir: Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"İman 70 şubedir. En faziletlisi 'Lâ ilahe lllellâh' sözüdür. En aşağısı ise yoldaki zarar veren şeyleri kaldırmaktır. Haya da îmandan bir şubedir. [63]

 Mü'minler Arasındaki Üstünlük, Amellerinin Üstünlüğüne Göredir:

 İşledikleri güzel amellerdeki üstünlükleri sebebiyle müminlerin, Allah katındaki dereceleri aynı değildir. Allah (c.c.) buyuruyor ki;

"Elbette içinizden fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber hepsine de en güzel sonucu va'detmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır."   [64]

Yâni, Mekke'nin fethinden önce infak edip savaşanla, fetihten sonra infak edip savaşan bir değildir. Fetih'ten önce infak edip savaşanların dereceleri, Fetih'ten sonra infak edip savaşanların derecelerinden daha üstündür. Şu kadar var ki, her iki zümreye de, derecelerinin farklılığına rağmen, Allah (c.c.) cennetini va'detmiştir. [65]

Sahîh-i Buhârî'de, Ebû Saîd (r.a.)'dan bir rivayette şöyle denilmektedir:

"Yâ Resûlellah! Hangi insan daha faziletlidir?" diye sorulunca, buyurdu ki:

“Cam ve malıyla Allah yolunda cihâd  eden mü'min.

“Sonra hangisidir?

“Allah'tan korkan ve şerlerinden dolayı insanları terkeden bir konumda olan mü'min.” [66]

 Üstünlükleri Sınıfları Sebebiyle Mü'minlerin Sınıfları:

 Güzel amellerdeki üstünlükleri sebebiyle mü'minler iki sınıftır: Ashab-ı Yemîn, Ashab-ı Mukarrebîn.

Muharrebler, derece bakımından Ashab-ı Yemîn'den daha üstündürler. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman. Sağın adamları (amel defteri sağ tarafından verilenler), ne uğurlulardır onlar! Solun adamları, ne uğursuzdurlar onlar. Ve o sabıklar, (inançta ve amelde ileri geçenler), işte o yaklaştırılanlar"  [67]

Kıyamet gününde insanlar üç sınıfa ayrılırlar. İki sınıf mü'minlerden olup Ashab-ı Meymene (Ashab-ı Yemîn) dirler. Diğer sınıf ise Mukarrebûn olup daha özel, daha ikrâmlı, (Allah'a) daha yakın ve derece bakımından Ashab-ı Yemîn'den daha öndedirler. Çünkü onların içerisinde resuller, nebiler, sıddîkler ve şehîdler vardır. Bunlar ise Ashâb-ı Yemîn'in efendileri olup sayıları onlardan dahaazdır.[68]

 Lâyık Olanın Yeryüzünde Halife Tâyin Edilmesi:

 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Allah sizden inanıp iyi işler yapanlara va'detti; onlardan öncekileri nasıl hükümrân kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümrân kılacak ve kendileri için seçip beğendiğ dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve  korkularının  ardından  kendilerini (tam)  bir güvene erdirecektir. Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Ama kimler bundan sonra da inkâr ederse işte onlar, yoldan çıkanlardır"   [69]

Yâni, Allah {c.c.) Resulüne, ümmetini yeryüzünün halîfesi; yâni insanların imamı, idarecisi yapacağını va'dediyor ki, bu sayede ülkeler ıslâh olsun, kullar onlara boyun eğsin. Tıpkı Allah'ın bunu geçmişte de yaptığı gibi. [70]

Dinlerini yâni İslâm Dini'ni onlara "sağlamlaştırmak"tan maksat, Allah'ın yardım ve ikramla (galibiyetle) onları desteklemesi, Allah'ın şânını yüceltmeleri sebebiyle dinleri İslâm'ı onlar için kalıcı ve devamlı kılması ve mü'minlerin, hükümlerini tatbik ederek onu insanların bütün iş ve davranışlarına koruyucu yapmasıdır. [71]

 (Ve korkularının ardından kendilerini güvene erdirecektir), yâni beşerî yapıları gereği mevcut olan korkularını emniyete ve iç huzura değiştirir. Bütün bunlar Sahabe-i Kiram döneminde ve Hulâfa-i Râşidîn zamanında yaşanmış hâdiselerdir. Fakat Hz.Osman (r.a.) ile Hz.Ali (r.a.) zamanında meydana gelen sıkıntılar bu söylediğimize ters düşmez. Çünkü, maksat, din düşmanlarından, yâni kâfirlerden emîn olmaktır. [72]

 Mü'minlerin Yeryüzüne Halîfe Olmaları Tabiîdir:

 Allah'ın (c.c), inanıp sâlih amel işleyenlere va'dettiği (yeryüzü) halifeliği, kulların ve ülkelerin ıslâhı, haklarının korunması ve insanların hidâyete ermelerine çalışmak şeklinde olan halifeliktir. Kâfirler karşısında galibiyet sağlamak, (ülkelerini) istilâ, hüküm ve idareyi onlardan almak, bütün bunlar bu söylediklerimize (hakların korunması, kullan ve ülkeleri ıslâh) birer vesiledir. Buna şu âyet delîl olmaktadır:

"Ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak".

Hayatın çeşitli hâdiselerini ve insanların işlerini, İslâm'ın hükümlerine uygun olarak, onu iş ve yaşantılarının koruyucusu yaparak idare etmek konusunda bu temkinin (sağlamlaştırma) tamam olması gibi dinin temkini de onun kalplerde yerleşmesine bağlıdır. Malumdur ki, İslâm ıslâhı (düzeltme, düzeni sağlama), adaleti, hak sahibinin haklarını korumayı, insanların hidâyeti için gayret göstermeyi, yeryüzünün imarını ve Allah'ın orada emânet olarak bıraktığı servetten, her tadışta O'na yönelmek kaydıyla, faydalanmayı emretmektedir. [73]

 Halifeliğin Şartları:

 Allah'ın bize va'dettiği (yeryüzü) halifeliği, îman ve sâlih amel şartına bağlıdır. İmam Râzî (544/1149) şöyle demektedir:

"Allah, îman eden ve sâlih ameller yapanlara; yâni, îmanla amel-i sâlihi birleştirenlere yeryüzü halifeliğini va'detmiştir" [74]

 Şartlarını Taşıyan Herkese HalifelikVerilmesi:

 Yeryüzü halifeliği sadece Sahabe veya Râşid Halifeler dönemine özgü değildir. Bu, ancak Allah'ın değişmeyen va'di ve Benzeşme (Temâsül) ve Zıdlar (Ezdât) hakkındaki değişmeyen Sünnetidir. Ahkâmın ilgili olduğu konularda aynı olanlar, o ahkâm içinde de aynı konumdadırlar- Buna göre Allah'ın Sünneti, kıyamete kadar ümmet-i Muhammed'in şartlarını taşıyanlarına halifeliğin verilmesi şeklinde tecellî edecektir. Bu, genel bir hüküm ve kânundur. İmam Kurtubî (671/1273) istihlâf (halife tâyini) âyetinin genel ifâdesine bakarak bunun sâdece Râşid halifeler zamanına ait olmadığını söyler:

"...Âyetin, sâdece Râşid halifelere ait olmayıp diğer ümmet-i Muhammed için de geçerli olduğunu söylemek yanlış değildir. Çünkü tahsîs (belli kesime ait kılmak), ancak, teslîm kendisine vacip olandan daha hayırlısı ile yapılır. Kaldı ki, genele (umum) tutunmak bilinen bir kaidedir. [75]

 Şartları Noksan Olan İstihlâfta Noksandır:

 İsteyenlerde, halîfe tayini için şart olan îman ve sâlih amelin bulunması gerektiğini söylemiştik. İmanın; şeriatın Kur'ân-ı Kerîm'de ve Sünnet-i Nebevîye'de belirttiği bir takım prensip ve alâmetleri vardır, önce müslümânın, bütün hayat ve tasarruflarında, sözlerinde, hallerinde, aldıklarında, bıraktıklarında ve kalbî amellerinde İslâm ahkâmını uygulamaya koyması, şeriatın emrettiği sâlih amelleri işlemesi gerekmektedir. Müslümânda bu haller bâzan noksan olabilir. Bu durumda, Allah'ın va'dettiği hilâfet hakkı da noksanlaşır. Halîfe tâyininde söz konusu olan bir takım unsurlar geçerli olur. Buna göre, düşmana karşı yardım ve galibiyet gibi, idarenin ellerinden çekilip alınması, devlet yönetimi ve İslâm ahkâmıyla kaim olan topluluk, tam bir güvenlik ve kalbî rahatlık gibi halîfe tâyininde (istihlâf) söz konusu olan bütün unsurlar gerçekleşmez.

İstihlâf âyeti hakkında görüş beyân ederken İbn-i Kesîr (r.a.) bu konuya şöyle işaret etmektedir:

"Resûlüllâh'tan (a.s.) sonra insanların, Allalûn emirlerine en sıkı bağlananı, O'na en itaatkâr olanı Sahabe olunca, Allah'ın onlara yardımı da o nisbette idi. Doğu ve batıda Allah'ın dâvasını yaymışlar, Allah (c.c.) da onları en yüksek düzeyde destekleyerek diğer ülkelerin idaresini onlara bırakmıştır. Bunlardan sonra kirrli konularda insanlar noksan ve kusurlu olunca, ortaya çıkışları da o nisbette (yâni îman ve sâlih amelleriyle Allah'ın emirlerini yerine getirdikleri oranda) noksan olmuştur. [76]

 Yardımı Hakketmek, Gereklerini Yerine Getirmekle Aynıdır:

 Allah'ın yardımına, Resûlüllâh'a (a.s.) uyanlar ve O'nun getirdiği şeriata itaat ederek dînine yardım edenler hak kazanır. Bunlar da yardımı gerektiren faktörleri yerine getirmelerine nazaran hak edişle aynilik arzederler. Bu sebeple, her zaman ve zeminde Allah'ın va'di ve sünneti gereği üstünlük gösterirler. Yardım gecikince aynı şekilde yardımı gerektiren bâzı unsurlar da gecikir. Yahut Allah'ın dilediği yardımla mü'minlerin bekledikleri yardım başka olur. Çünkü "yardım" diye beklenen, insanlar onu yardım saymasalar da, Allah'ın yardım addettiğidir. Nitekim yardım, önceden olmasa da, bir işin sonunda beklenir. Harbin ve çarpışmanın bitiminde tamamiyle anlaşılır ve ortaya çıkar. Halbuki bu, herhangi bir cenk meydanında bilinmez. Aynı şekilde, yardım gereklerini yerine getiren mü'minlerde bu faktörler bulundukça ve bu hak ediş aralarında devam ettikçe yardıma lâyık görülerek (düşmandan) intikam alırlar. Fakat yardım için belli bir zaman ve şekil tâyin etmeleri caiz değildir. 'Yardımı gerekli kılan faktörlerde aynilik ve benzerlik konusundaki Sünnetlullâh'a sımsıkı sarılmaları nisbetinde onlar için yardım söz konusu olacaktır. Bu söylediğimize Kur'ân birçok yerde işaret etmektedir:

"Allah, kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, gâlibtir" [77]

er-Râzî (544/1149) "Allah (c.c.) bize, durumu böyle olan için yardım va'detmektedir" demektedir [78]. Ve Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: 'Mutlaka kendilerine yardım edilecektir. Ve gâlib gelecek olanlar, mutlaka bizim ordumuzdur!" [79]

Âlûsî (1270/1853) ise şöyle demektedir:

"(Cünd) den maksat, peygamberlerin bağlılarıdır. Bu kelimenin Allah'a nisbeti ise, onların şerefinden dolayı olduğu gibi, kâfirleri korkutmak içindir. Çünkü bu izafet (Cündenâ) bize bu ordunun galibiyetinin devamlı olacağını göstermektedir. Öyleyse, Resullerin bağlıları için yenilgi söz konusu değildir. Ama ne zaman ki, bu izafetin bildirdiği inceliğe aykırı davranarak dünyâya meyleder veya Allah'a tevekkül konusunda zaaf gösterirlerse, o zaman durum değişir  [80].

 Yardım Gereklerinde Ve Sevapta Aynilik:

 Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Muhacirlerden ve Ensâr'dan dik öne geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır" [81]

Şeyhu'l İslâm İbn-i Teymiye (662/1263) bu âyet hakkında şöyle demektedir:

"Allah (c.c.) lütfuyla öncekilere tâbi olanları, Rıdvan ve cennet konusunda onlara, ortak kılmıştır." [82] Çünkü Muhacir ve Ensâr ancak îman, tâat ve cihâdları sayesinde Allah'ın rıdvân (rızâ) ve cennetine nail olmuşlardır. Allah'ın lütfuyla öncekilere tâbi olanlar, aynen onlar gibi davranır, onlar gibi inanırlar. Böylece rıdvân ve cennetinin gereklerinde onlara ortaklıkları ve onlarla aynilikleri yüzünden söz konusu hususlarda da onlara ortak olurlar.[83]


[1] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 213.

[2] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 213.

[3] Yûsuf: 10/111.

[4] Âl-i İmrân: 3/137.

[5] Kamer: 54/43

[6] Sâffât: 37/22

[7] Tekvîr: 81/7

[8] Tevbe: 9/100.

[9] İbn-i Teymiyye, Mecmû'ul Fetevâ, c.13, s.19 vd. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 214-215.

[10] İbn-i Kesîr, c.l, s.408; Zemahşerî, c.l, s.408; Kurtubî, c.4, s.216; Râzî, c.9, s.11-13; Âlûsî, s.4, s.25-26; T.Menâr, c.4, s.139-140. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 215-216.

[11] En'âm: 6/6.

[12] İbn-i Kesîr, c.l, s.124; Kurtubî, c.6, s.131; T.Menâr, c.7, s.306, Fîzilâl, c.7, s.129. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 216-217.

[13] Mâide: 5/100.

[14] Kurtubî, c.6, s.327; Âlûsî, c.7, s.37; T.Menâr, c.7, s.122-124. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 217-218.

[15] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 218.

[16] Bakara: 2/211.

[17] Tefsîr-i Kurtubî, c.3, s.28

[18] Tefsîr-i Menâr, c.2, s.268. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 218-219.

[19] Zemahşerî, el, s.304; Râzî, c.6, s.3; Menâr, c.2, s.68; Fîzilâl, c.2, s.144. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 219.

[20] Bakara: 2/85.

[21] Tefsîr-i Menâr, c.l, s.372-274

[22] Tefsîr-i Kurtubî, c.l, s.22

[23] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 219-221.

[24] Bakara: 2/65-66.

[25] İbn-i Kesîr, c.l, s.105,107; Tefsîr-i Menâr, c.l, s.344

[26] Tefsîr-i Kurtubî, c.l, s.424. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 221-222.

[27] Enfâl: 8/38

[28] Tefsîr-i Râzî, c.15, s.162; Tefsîr-i Âlûsî, c.9, s.406. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 222-223.

[29] Hûd: 11/100-102.

[30] Tefsîr-i Razı, c.17, s.56-57. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 223-224.

[31] Zuhruf: 43/55-56.

[32] Tefsîr-i Zemâhşerî, c.4, s.259; Tefsîr-i İbn Kesir, c.4, s.130. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 224.

[33] Duhan: 44/37.

[34] Tubba': Yemen hükümdarlarına verilen isimdir. (Çev.)

[35] Zemahşerî, c.4, s.279; Âlûsî, c.25, s.123

[36] Zuhruf: 43/8.

[37] İbn-i Kesîr, c.4, s.123

[38] Kamer: 54/43.

[39] Kamer: 54/51.

[40] Kurtubî, c.16, s.224; Âlûsî, c.26, s.45. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 224-226.

[41] Muhammed: 47/10.

[42] Tefsîr-i Kurtubî, c.16, s.224; Tefsîr-i Âlûsî, c.26, s.45. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 226.

[43] Mürselât: 77/16-18.

[44] İbri-i Kesîr, c.4, s.459; Zemahşerî, c.4, s.689

[45] Ahkaf: 46/26.

[46] İbn-i Kesîr, c.4, s.162

[47] Ra'd: 13/6.

[48] İbn-i Kesîr, c.2, s.501; Zamhşeri, c.2, 5.513. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 226-228.

[49] Kalem: 68/35-36.

[50] İbn-i Kesîr, c.4, s.407

[51] Tefsîr-i Kurtubî, c.18, s.24

[52] Sa'd: 38/28.

[53] Tefsîr-i İbn Arabî, c.4, s.1634

[54] Câsiye: 45/21.

[55] İbn-i Kesîr, c.4, s.150

[56] Tefsîr-i Âlûsî, c.25, s.151

[57] Zemahşerî, c.4, s.29. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 228-229.

[58] Tevbe: 9/19.

[59] İbn-i Kesir, c.2, s.241. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 229-230.

[60] Tevbe: 9/19.

[61] Tefsîr-i Râzî, c.16, s.11-12. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 230-231.

[62] Sahîh-i Buhârî, c.6, s.77

[63] Suyûtî, Câmiu's Sağîr, Ahmed rivayet etmiştir, der. Hadis No:3096. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 232.

[64] Hadîd: 57/10

[65] Tefsîr-i Zemahşerî, c.4, s.474; İbn-i Kesîr, c.4, s.306-307

[66] Sahîh-i Buhârî, c.6, s.6. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 232-233.

[67] Vâkıa: 56/7-11.

[68] Tefsîr-i İbn-i Kesîr, c.4, s.282. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 233-234.

[69] Nûr: 24/55.

[70] a.g.e., c.3, s.300

[71] Tefsîr-i Râzî, c.24, s.22

[72] Tefsîr-i Âlûsî, c.18, s.205. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 234-235.

[73] Fîzılâl, c.18, s.119. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 235-236.

[74] Tefsîr-i Râzî, c.24, s.24. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 236.

[75] Tefsîr-i Kurtubî, c.12, s.298-299. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 236-237.

[76] İbn-i Kesîr, c.3, s.302. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 237-238.

[77] Hacc: 22/40.

[78] Tefsîr-i Râzî, c.23, s.41

[79] Saffât: 37/171-173.

[80] Tefsîr-i Âlûsî, c.3, s.,155-156. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 238-239.

[81] Tevbe: 9/100.

[82] İbn Teymiye, Mecmuu Fetefâ, c.13, s.23

[83] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 239-240.