Konu Başlığı: AYET Gönderen: Hadice üzerinde 17 Eylül 2010, 10:06:10 .
AYET Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: Behemehal sizi, biraz korku, biraz açlık ve biraz mal, can ve mahsul eksikliği ile sınarız. Sabredenleri müjdele.” HADİS Hz. Peygamber(a.s.m) buyurdu ki; “Allah’ın müminler için ön gördüğü hükmü/kararı beni oldukça sevindirmektedir. Şöyle ki; kendisine bir hayır/bir iyilik dokunsa Rabbine hamd eder ve şükreder. Başına bir musibet gelse hamd eder ve sabreder. Her durumda –hatta hanımının ağzına koyacağı bir lokmadan ötürü dahi- mümin için bir ücret/bir mükâfat vardır”(Ahmed b. Hanbel, 1/173). Bu hadis de gösteriyor ki, müminin hayatı daima kârlı çarklar içinde dönmektedir. Sıkıntılarda sabreder, mükâfat alır, ferahlıkta şükreder, mükâfat alır. Ne mutlu istikamet dairesinde hayatını geçiren müminlere! 2- Bir müslümanın başına gelen her sıkıntı onun hakkında mutlaka hayırdır: Ya geçmiş günahlarını siler, ya gelecek bela ve musibetlere engel olur, ya ilahi bir ikaz ve uyarıdır, ya da manevi makamının daha da artması için bir imtihandır. MENKIBE Bir gün Hz. Cebrâil (a.s) Rabbü’l-âlemin’den soruyor: —Ey Rabbimiz, şu anda senin yanında yeryüzündeki en mükemmel kulun kimdir? Onu görüp tanımak istiyorum.” Allah Teâlâ da Cebrâil’e, —Falan şehre git, filan yerde bir köprü vardır, şafaktan evvelki bir saatte orada bulun. O köprüden ilk geçen kimse, bu zamandaki en makbul kulumdur.” Cebrâil (a.s) emredilen memlekete gidip şafaktan önce köprünün başında bekler. Bakar ki fakir, kendi halinde bir adam, omzunda bir ip olduğu halde çıkıp gelir. Doğruca köprüden geçip subaşına giderek abdest alır. Seccadesini yayıp teheccüd namazını kılar. Şafak atınca da sabah namazını kılar. Sonra da oturup güneş doğuncaya kadar virdini (zikrini) çeker. Güneş doğunca kalkıp odun toplar. Topladığı odunları sırtlayıp şehre doğru gitmeye başlar. Tam köprünün üstüne gelince karşıdan bir atlı belirir. Ayağında çizme, elinde kamçısı olduğu halde o da köprüye gelir. O sırada atı birden ürkerek üzerindeki süvariyi yere atar. Yerden kalkan süvari sûfîye, sen benim atımı ürküttün, diye elindeki kamçıyla vurmaya başlar. Fena halde döver. Sûfîden ses çıkmaz. Süvari dayağını bitirip atına binmeye gidince, sûfî ondan önce koşup atının başını tutarak süvarinin binmesine yardım eder. Süvariye, —Benim yüzümden attan düştün, üstün hep toz toprak oldu, özür dilerim, beni affet” diyerek helâllik ister ve: —Eğer hakkını helâl etmezsen, vallahi atının başını bırakmam” der. Atın dizginlerini tutup durur. Süvari nihayet bırak, git, işte helâl ettim. Allah belânı versin” deyince sûfî atı bırakır, süvari yoluna devam ederken sûfî de sırtlamak üzere odunlarının yanına gelir. Tam odunlarını sırtlayıp gideceği zaman Cebrâil (a.s) oradan çıkıp sûfî’yi durdurur ve Ona: —Vallahi seni bırakmam. Eğer bana Cibril-i Emin’in yerini söylemezsen giden süvariden yüz defa daha fazla seni döver, ondan sonra da köprüden aşağıya atarım” der. Sûfî feryat ederek: —Aman ben fakir, çaresiz ve yüzü kara bir kimseyim, nereden Cibril-i Emin’in yerini bilebilirim, onu nerede görmüşüm ki tanıyayım?” diye yakınırsa da Cebrâil (a.s): —Hayır, elimden kurtulamazsın, vallahi’l-Azim, eğer Cebrâil’in yerini söylemezsen seni fena halde döver, sonra da köprüden aşağıya atarım” diyerek ısrarına devam eder. Sûfî’ye kanaat gelir ki bu adam dediğini yapacak ve kendini dövüp köprüden atacak. Çaresiz olduğu yerde oturur, gözlerini yumar, öylece bir müddet rabıtada kalır, sonra gözlerini açıp Cebrâil’e (a.s) —Allah’a kasem ederim ki bütün gök tabakalarını aradım, Cibril-i Emin gökte değildi. Yer tabakalarını aradım, orada da bulamadım. Bütün dünyayı dolaştım, yine yoktu. Geriye yalnız biz ikimiz kaldık; ya sen Cebrâil’sin yahut da ben. Kendimin Cebrâil olmadığımı biliyorum, geriye sen kalıyorsun, öyleyse Cebrâil senden başkası değildir” der. Bunun üzerine Cebrâil (a.s) elini beline vurup: —Allah dostluğu sana mübarek olsun” diyerek oradan ayrıldı. Menkıbeyi anlatan Gavs-i Bilvânisî Seyyid Abdülhakim (k.s) şöyle buyurur: “İşte Allah yolu böyledir. Sûfî hiç kabahati olmamasına rağmen süvariden o kadar dayak yediği, kamçılandığı, tokatlandığı halde sabır ve tahammül etti, üstelik ondan özür diledi.” [1] (Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” [2] Sabır sözlük itibariyle: Gelen afetlere ve musibetlere tahammül’ demektir. Istılah itibariyle: Allah Teâlâ’nın emirlerine uymaya-ibadetleri sabır ve metanetle ifa etmeye- yasaklarından kaçınmaya-haramlara ve günahlara karşı yapmamak için sabır ve metanet göstermektir ve başına gelen musibetlere hakkın rızası doğrultusunda nefsi, isteklerine karşı hapsetmek’ demektir. Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Dünya Mü’minin zindanıdır.” Hadis uleması bu hadis hakkında şöyle demişlerdir: “Mü’min, dünyayı Allah'ın emir ve yasaklarını yaşayarak kendisine zindan etmelidir.” Cüneyd-i Bağdâdî’ye sabrın ne olduğu sorulunca, —Sabır, başa gelen acıları yüzü ekşitmeden yudumlamaktır” cevabını vermiştir. [3] SABRIN ÇEŞİTLERİ Üç türlü sabır vardır: 1. İtaatlere devam etmeye sabır. 2. Haramları terketmeye sabır. 3. Başa gelen acı şeylere sabır. Başa gelen acılara sabretmekte kendi arasında başlıca şu kısımlara ayrılmaktadır: Zulüme sabır. Musibete sabır. Fakirliğe sabır. Dosttan gelen ezaya sabır. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele ![4] O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.[5] İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır. [6] MENKIBE Bir seferinde İmam Şâfiî (rah) 2000-3000 kişilik muazzam bir cemaate vaaz ve nasihat ederken içeriye bir kâfir girdi. Eliyle İmam Şâfiî’nin sakalına işaret ederek: —Senin sakalın benim köpeğimin kuyruğuna benziyor” diye hakarette bulundu. Cemaat hemen harekete geçip kâfirin haddini bildirmek istediler, hazret derhal buna mani olarak: —Ona müdahale etmeyin” dedi ve yüzünü kâfire çevirerek kemali sükûnetle ona şunları söyledi: —Eğer bu sakalım yarın âhirette cennet hûrilerinin eline geçecekse senin köpeğinin kuyruğundan çok daha kıymetlidir. Yok, eğer cehennem zebanilerinin eline geçecekse o zaman senin köpeğinin kuyruğu sakalımdan daha kıymetlidir.” İmamın sükûnetle, kızmadan hatta rengi bile değişmeden verdiği bu cevap karşısında o kimse derhal kelime-i tevhid getirerek müslüman oldu ve şöyle dedi: —Eğer bir kimse, benim sözlerimi bizim büyüklerimizden birine söylemiş olsaydı, onu parça parça ederlerdi. Halbuki sende hiçbir değişiklik olmadı, hiç kızmadın, hiç değişmedin. Anladım ki hak din sizin dininizdir ve ben de müslüman oluyorum.” [7] Zünnûn-i Mısrî demiştir ki: “Sabır, Allah’ın emirlerine ters işlerden uzaklaşmak, musibetin acılarını yudumlarken kalp sükûnetini muhafaza edip feryat etmemek, geçim alanında fakirlik halinde bile kendini zengin göstermektir.” [8] Ebu Mansur Deylemî Yezidi Rakkaşî’den naklen, Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’e —İman veya din nedir?” diye sorulduğunda; şöyle buyurmuştur: İman veya din sabırdır.” MENKIBE Ahmed Sarban hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Kocasını görmeye gelenlere içeriden: —Siz bu heriften ne medet umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?” diyerek bağırırdı. Bir gün şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı: —Acaba nasıl oluyor da şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor?” Onların bu düşüncelerini anlayan şeyh, onları şöyle uyardı: —Dostlarım! Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsanî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın, bana öyle gelin, işte bu kadar.” [9] Gavsımız bir keresinde şöyle dedi: “Sizi tenkit edenlerin ellerinden öpün” İyilerle herkes geçinir önemli olan kötüyle geçinebilmektir. Büyüklerden bazıları şöyle demişlerdir: “Bir kimse nefsinden başına gelen musibetlere sabrederse, Allah kendisine ailesinden bir musibet verir. Eğer bu musibeti sabırla aşarsa, Allah kendi beldesinden bir musibete tabi tutar. Bunu da sabırla aşarsa, Allah o topraklardan kendisine bir musibet verir. Bunu da sabırla aşarsa eğer, Allah yer ile gök arasından kendisine bir musibet verir. Bunu da sabırla aşarsa Allah ona Gavs’lık rütbesini bahşeder. İMAM GAZALİ şöyle demiştir: Yaratık; melekler, insanlar ve hayvanlar olmak üzere üç kısımdır. Bunlar arsındaki fark ise sabır ve akıl nimetidir. Meleklere akıl verilmiş, nefis verilmemiştir. İnsanlara hem akıl hem de nefis verilmiştir. Hayvanlara yanlız nefis verilmiş, akıl verilmemiştir. Kimin sabrederek aklı nefsine galebe çalarsa meleklerden üstün olur. Kimin de sabırsızlığından nefsi aklına galebe çalarsa hayvanlardan aşağılık olur. MENKIBE Rabiatû’l Adeviye’yi ziyarete gelen imam Şibli, Rabiatû’l Adeviye’den sohbet etmesini istemişti. Rabiatû’l Adeviye: “Kul, Allah'tan razı olmadığı sürece Allah kuldan razı olmaz.” Dedi. İmam Şibli: —Ya Rabia! Yaratıcımız olan Allah bizden razı olması gerekirken kul Allah'tan nasıl razı olmalıdır? Sonra kulun Allah'tan razı olması ne demektir?” dedi. Rabiatû’l Adeviye: — Kul, sevinç anında nasıl neşe ve huzur içinde hayatını idame ettiriyorsa Allah bir darlık, musibet ve bela verdiğinde de aynı sevinci göstermesi Allah'ın takdirine rıza göstermesi demektir. Dolayısıyla Allah'tan razı olmuş demektir MENKIBE Cüneyd-i Bağdadî hazretleri sabırla ilgili sohbet ediyordu. Bu esnada bir akrep onu ısırıyordu. Bu durumu görenler, — Efendim neden müdahale etmiyorsunuz? dediler. Cüneyd-i Bağdadi (k.s), — Allah’ın sabır sıfatından bahsederken sabırsızlık göstermekten Allah’a sığınırım, dedi. MENKIBE Ümmü Süleym’den (r.anh) şöyle dediği rivayet ediliyor: Kocam Ebu Talha evde yokken oğlu vefat etti. Kalkıp evin bir köşesinde çocuğu örttüm. Ebu Talha gelince, onun iftar yemeğini hazırladım. O başlayıp yemeğini yedi ve: — Çocuk nasıl?' diye sordu. Ben: — Allah'ın izniyle çocuk çok iyi bir durumdadır. Hasta olduğundan bu yana bu geceki kadar sükûnete kavuşmamıştır' dedim. Bunu dedikten sonra daha önce kendisine karşı yapmış olduğum cilvelerin en alâsını yaptım. Kalkıp benden ihtiyacını giderdi. Sonra dedim ki: — Ey Ebu Talha! Sen komşularımızın durumuna hayret etmez misin?' Ebu Talha: — Onlara ne olmuş?' dedi. Ben: Bizden emanet bir şey aldılar. Onlardan o emaneti geri istediğim zaman, bu isteğim onları ürküttü' dedim. Ebu Talha: — Yaptıkları pek çirkin bir harekettir' dedi. Bunun üzerine ben: — İşte şu senin oğlun, Allah'ın senin nezdinde ki bir emaneti idi. Muhakkak Allah Teâlâ emanetini yanına aldı' dedim. Bunun üzerine Ebu Talha Allah'a hamd etti ve 'İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn' (Biz Allah'tan geldik ve muhakkak O'na döneceğiz)' dedi. Sabahleyin kalkarak Hz. Peygamber'e gitti ve Hz. Peygamber'e aramızdaki hâdiseyi haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: — Ey Allah’ım! Onların ikisi için gecelerinde bereket ihsan eyle. Râvî der ki: — Ben bu hadiseden sonra onların yedi evladını mescidte gördüm. Hepsi de Kur'an okuyordu.”[10] Hz. Ali (r.a) demiştir ki: “Ceset için başın yeri ne ise, iman için de sabrın yeri odur.” Başsız gövde nasıl iş görmez ise sabırsız iman da o şekilde kıymetsiz olur. S. Mübarek bir keresinde şöyle dedi: “insanı, Allah katında yücelten sabır ve takvasıdır, ameli değildir. Eğer amel ile yükselseydi o zaman meleklerde yükselirdi. İnsanları, meleklerden ve hayvanlardan ayıran özellik sabırdır.” KISACA Sabır, kulun pişmesi için gönül ateşinde kavrulmaktır. Sabrın çok büyük sırları vardır. Ömer (r.a) şöyle demiştir: “Bana bir musibet isabet etmediği zaman, acaba rabbim beni unuttu mu” derim. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Edep Yahu, 64, Semerkand Yayınları [2] Bakara, 2/214 [3] Kuşeyri Risalesi, Sabır, [4] Bakara, 2/155 [5] Bakara, 2/156 [6] Bakara, 2/157 [7] Edep Yahu, 63, Semerkand Yayınları [8] Kuşeyri, sabır [9] Edep Yahu, 69, Semerkand Yayınları [10]İmam Gazali-İhyâu Ulumi’d-Dîn, 4/90. |