๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Şubat 2011, 18:43:40



Konu Başlığı: Allah Teâlâ Rahman Rahîm Rauf ve Vedûddur
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Şubat 2011, 18:43:40
Allah Teâlâ; Rahman, Rahîm, Rauf ve Vedûd'dur

 Allah Teâlâ “Rahman” ve “Rahîm”dir [284] Allah'ın güzel isimlerinden olan bu iki kelime “rahmet” masdarından müştak­tır.[285] Aynı kökten gelmelerine rağmen lügat yö­nünden mâna nüansları vardır. Bunun için, biribirlerine bu kadar yakın olsalar da Allah'ın iki ay­rı vasfıdırlar. Herbirinde, diğerinde bulunmayan mana vardır.[286] Fakat ikisinde de bulunan ve müşterek olan mana, masdarlarındaki manadır, yani rahmet manasıdır. Rahmet, lügatte, kalb rik­kati manasınadır.[287] Yalnız, bu, kuru bir rikkat değil, merhamet edilen kimseye ihsanı gerektiren, ihsana sevkeden bir rikkattir.[288] Kuru bir acımak merhamet değildir. Merhamet; acıyı ve afet­leri defedip, onun yerine sevinç ve hayrı ikameye yönelmiş olan bir iyilik duygusudur. Atalarımız, bu kelimeyi türkçeye, “yarlığamak” diye aktar­mışlardır ki bunun manası, yar muamelesi yap­maktır. “Esirgeyici, Acıyıcı” şekillerindeki aktramalar, rahmet ve merhamet kelimelerinin mana­larını hakkıyla ifade etmemektedirler.[289]

“Rahmet” bazan sırf rikkat, bazan da rikkat olmadan sırf ihsan manasına kullanılır. Birincisi insanlar için kullanılan manadır. İkincisi ise Allah Tealâ için kullanılan manadır. Çünkü Allah Tealâ, bir kalb hissi, bir elemi, bir infial, bir nefsi meyil manasında rikkatten münezzehtir. Bunlar insanlar içîn mevzuu bahis olan hislerdir. Allah, yarattıkla­rına hiçbir bakımdan benzemez. O'nun kemâli bu­na müsaid değildir. Onun için, Allah'ın rahmetin­den, sonsuz in'âmı, hayrı irade etmesi, ihsanı ve fazlını anlarız[290]. Kur'an'da “Rahman” isminin geçtiği bütün yerler bu vasfın taşıdığı rahmet ve ihsan manalarına uygundur.[291] Rahmet kelime­sinin hakikî manası “kalb rikkati” olduğu için, Allah Teâlâ hakkındaki kullanılışı, kullarına olan in'ânımdan mecazdır.[292] İnsanlarda bulunan merhamet hissi de Allah'ın rahmetinin bir eseri­dir. "Merhameti onların kalblerine Allah yerleştir­miştir.[293]

Allah'ın rahmetinin kaynağı bizzat kendisidir. Yoksa, insanların rahmeti haketmiş olmaları değil­dir.[294] Rahmetiyle bütün mahlukâtını rızıklandırır, hayat verir, hayatlarını idame ettirecek vesile­leri ve her türlü istifade imkânlarını onlara nasîb eder.[295] Keza, insanlara, zararlı şeyleri anlama­da kullansınlar diye, vicdan, akıl, hisler ve bunla­ra destek olarak, nefislerinin tezkiyesini, fıtratları­nın tekamülünü temin edici dini bağışlamıştır.[296]

Rahmeti, mü'min, kâfir, iyi, kötü herkese şâmil­dir.[297]

Bütün mahlukatma malik ve hakim Allah Teala, rahmete kadir olduğu kadar gazaba da kadirdir. Üstüne, kendisine tesir edecek, hesab sorabile­cek, rahmete zorlayabilecek, ne bir güç ne bir kai­de olmadığı halde, bizzat kendi fazlı ve ihsanı ne­ticesi bütün milkine rahmeti gerekli kılmış, kendi kendisine isteyerek vacib etmiş ve bütün şöylece kâinata ilan etmiştir.[298] “Kendisine rahmeti yaz­dı.” [299], “Rabbiniz, kendisine rahmeti farz kıldı.”  [300] Eğer Allah Teala kendisine rahmeti vacib kıl­mamış olsa idi, hiçbir kimseye rahmet etmemesi, mahlukatma merhametli olmaması caiz olur­du.[301] Fakat vacib kıldığı için merhametli olma­sı gerekmiştir. Allah'ın, kendisine rahmeti şart kıl­ması, Mutezile mezhebine göre: “Kabîhih kabîh olduğunu ve kendisinin ondan münezzeh olduğu­nu bildiği içindir. Bu durum, Allah'ın kabîh işler yapmasına mani olmuştur. Eğer rahmeti kendisi­ne vacib kılmamış olsaydı, bu zulüm olurdu. Zu­lüm ise çirkindir ve Allah için imkânsızdır.” şek­linde ise de Ehl-i Sünnet'e göre Allah Teâlâ, dilediğince ve istediği gibi tasarruf sahibidir. Mülkün­de ve kullarında, sırf fazlı ve ikramı olarak rah­meti tercih etmiştir.[302]

Ebu Hureyre (ra) 'dan gelen bir rivayette Resulullah (as) şunu haber vermektedir: “Allah Teâlâ mahlukâtı yarattığı zaman, Arş'ın üstünde, yanı başında bulunan kitabına, eli ile : 'Rahmetim gazabımı geçti.' Yazmıştır.” [303] “Bir rivayete göre bu yazış, mahlukâtı yaratmadan önce idi.[304] Bu hadis-i şerifin de ifade ettiği gibi Allah Teâlâ'nın cemal sıfatları, celâl sıfatlarını geçmiştir.[305]

Yine Ebu Hureyre (ra)'dan mervî bir hadîs-i nebevide:

“Mümin, Allah'ın azabını hakkıyla bil­seydi, cennetini, ümid etmezdi, cehennemden emîn olamazdı; Eğer kâfir Allah'ın rahmetinin ge­nişliğini hakkıyla bilseydi, cennetinden ümidini kesmezdi.”[306] buyurulmaktadır. Bu hadisi Abd b. Humeyd de tahrîc etmiştir.[307]

Celâli ile meşhur Hz. Ömer (ra) 'in rivayet et­tiği şu hadîsten Allah'ın rahmetini ortaya daha gü­zel koymak imkânsızdır:

“Nebi (as) 'ın huzurların da Hevazin Kabilesi'nden bir takım esirler gelmiş­ti. Bunlar içinde, çocuğunu kaybetmiş, emzikli bir kadın vardı. O, göğsüne biriken sütünü sağıyor başka çocuklara veriyordu. Kadın, esirler arasın­da çocuğunu bulunca hemen kapıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat tablosunu gördüğünde Resullullah (as) bize:

'Şu kadının, çocuğunu ateşe atabile­ceğini düşünebilir misiniz?' dedi. Biz de:

'Hayır, atmamağa gücü yettikçe atmaz.' dedik. Bunun üzerine:

'İşte Allah Teâlâ, kullarına şu kadının ço­cuğuna duyduğu şefakatten daha merhametlidir', buyurdular.”[308] Nasıl olmasın ki, Çünkü:

“Allah, rahmeti yüz parçaya böldü doksandokuz parçasını yanında alıkoydu ve yeryüzüne bir parçasını in­dirdi. Bu bir parça rahmet sebebiyle mahlukât biribirlerine merhamet ederler de kısrak yavrusunu emzirirken, ona değmesin diye bir ayağını yukarı kaldırır.” [309] Müslim'in bir başka rivayetinde:

“Allah'ın indinde alıkoyduğu doksandokuz parça rahmetini kıyamet gününde gösterecektir.”[310] buyurulur. Hadislerde Allah'ın rahmetinin sayı ile tahdid edilerek ifade edilmesi, yeryüzünde bizim yanımızda olan rahmetinin, kerem ve inayet hazinesindeki pâyansız rahmeti yanında bir zerreden ibaret olduğunu kolayca anlatmak içindir.[311]

Dünyada kulların muvaffakıyyetleri Allah Teâlâ'nın rahmetiyledir.

“Katından bize birrahmet ihsan et!” [312] diye dua edenler biliyor­lar ki Allah'ın lutfu ve rahmeti olmadan hiçbir ba­şarıya ulaşamazlar, hatta kalblerine bile sahib ola­mazlar.[313] Ayetin metninde geçen “hibe”nin manası karşılıksız bağış[314] demektir. Demek ki bir kesb, bir hakediş söz konusu değildir. Nitekim Allah Hûd (as)’ı kâfirleri kuşatan azabtan nasıl koruduğunu beyan ederken:

“Helak emrimiz ge­lince, bizden bir rahmet olarak Hûd'u ve berabe­rindeki müminleri kurtardık.” [315] buyur­maktadır. O'nun kurtuluşunun ne nübüvveti se­bebiyle ne derin taatı yüzünden değil, sırf ilahî rahmet yüzünden olduğunu ortaya koymaktadır. De­mek ki peygamberler bile O'nun rahmetine muhtaçtırlar.[316] Kur'an'ın herbir sûresi, bütün Kur'an gibi, Allah'ın rahmetinin eseridir. Her sûrenin başında besmelenin ve besmele içinde Allah’ın rah­man ve rahim oluşunun tekrarlanışında, o sûrele­rin Allah'ın rahmeti ve fazlı ile indirilmiş olduk­ları, inceliğine işaret eden müfessir[317] iyi bir tesbit yapmıştır.

Müminlerin son karargâhı cennet bile, onlar bütün ömürlerini Allah'a taatte geçirseler dahi, amellerinin bir karşılığı olmayıp, Allah'ın sonsuz rahmetinin tezahürlerinden biridir[318] :

“Amma yüzleri ak olanlar Allah'ın rahmeti içindedirler.” [319] Ama bu rahmet, insanları azab etmeye münafî değildir. Hz. İbrahim, babasına:

“Doğrusu, ben, sana Rahman'dan bir azabın dokunup, şeytana arkadaş olmandan korkarım.” [320]  derken hiçbir müşkil söz konusu değildir.

Allah'ın kullarına merhametini ifade eden “Rahman”, uluhiyyetin alem-i mahsusu olan “Allah” lafzından sonra, ikinci bir alem-i mahsu­su olarak varid olmuş bir ismidir. “Rahim” ismiyse iki ayet müstesna [321] hep Allah isminin sıfatı olarak kullanılmıştır.[322] Görülü­yor ki bu sıfatlar, uluhiyyetin en mühim yönlerinden birini ifade etmektedirler. Rahman isminin Kur'an'da elliyedi defa, rahim isminin yüzondört defa geçmesi bunu te'yid eder.

Allah'ın “Rahman” ve “Rahim” sıfatlarından başka, rahmetinin çeşitli yönlerini ifade eden baş­ka isimleri de vardır. Bunlardan birisi “Zü'l-Fazl”dır. “Fazl”ın manası, normalden ziyade olandır.[323] Bizim anladığımız manada bu, lütuf ve ihsan­dır.[324] Lütuf, vacib olmadan yapılan iyiliktir ve rahmetin bir çeşididir.[325]

“Allah Teâlâ bütün in­sanlara karşı lutufkârdır” [326] Onun için onlara hidayet yolunu gösterir, yanlış yoldan on­ları sakındırır, dinî ve dünyevî nimetler verir.[327] Peygamberler gönderip kitaplar indirmesi, muvaffakıyyet vermesi de bunlardandır.[328] Günahkâr kullarına ve hüsranı hak etmiş insanlara[329]  mühlet vermesi, tevbe ederler diye azabını te­hir etmesi[330], kâfirlere verdiği dünyevî lutufları[331], akıl, nutk, yazı, güzel şekil ve mutedil bir kamet gibi fıtrî ve tabiî hususiyetlerle diğer canlı­lar üzerine insanı yükseltmesi, bu akıl ve anlayışla doğru akide ve güzel ahlâka onları ulaştırması hep Allah Teâlâ'nın insana ikramı ve fazlıdır[332]. Nitekim ayette:

“Andolsun ki biz, Âdem oğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır. (-tek-rim)... Onları yarattığımız bir çoğundan üstün kıl­dık”  (-Tafdî). [333] buyurulmuştur.

Cenab-ı Hakk'ın lütufkârlığı hiçbir kimseninkiyle mukayese edilmeyecek kadar çoktur[334]:

“Allah büyük fazl sahibidir.” [335] Kulların nail oldukları bütün dinî ve dünyevi atıfetler bir istihkakları olmayıp, sırf Allah'ın fazlının neticesidir.[336]

Allah Teâlâ kullarına karşı “Ra'ûf”dur (pek re'fetlidir).[337] Re'fet, rahmet manası­nadır.[338] Re'fet ile rahmet arasında, Kaffâl'ın beyanına göre, şöyle bir fark vardır: Re'fet, kötü­lüğü def zararı izale babındaki belli bir rahmet çe­şidinde mübalağa, ifade eder. Rahmet, daha şumüllü bir isimdir, ismi câmî'dir. Onun şümulüne re'fetin manası girdiği gibi, in'âm ve ifdâl da girer. Mesela, Allah Kur'an'da yağmuru rahmet olarak isimlendirmektedir, çünkü, o, Allah'ın bir fazlı­dır.[339]

“Allah bütün insanlara karşı raûf ve rahimdir.” [340] İnsanları bir şeriatten diğer bir şe­riata tekâmül ettirmesi bu re'f eti sebebiyledir.[341] Yine aynı sebebden, taakatlerinin mahdud oldu­ğunu bildiği insanlara taakatleri üstünde teklifler yüklemez. Hikmetinin gereği olan belaları, re'fe­tinin gereği izale eder.[342] İnsanların fıtratlarını temiz, hayra meyyal, arız olan şerden elem duyar şekilde yaratması, akıl ve din gibi, hayrı şerre ter­cih ettirici hidayet vesilelerini insanlara nasîb et­mesi; hayrın karşılığını kat kat verip, şerrina, tev­be ve sâlih amellerle izinin silineceğini kabul et­mesi hep re'fetinin neticesidir.[343] Yine re'fetinin neticesi olarak, kullarını kendisinden çekindirir, azabından korkutur ve masıyetlerden nehyeder.[344]

“Allah size kendisinden korkmanızı em­reder, Allah kullarına karşı raûfdur.” [345] Tevbe etmeleri, hatalarını anlayıp telafi etme­leri için mühlet vermesi hep re'fetindendir. Bu re'feti daha ziyade mümin ve muhsin kulları için­dir.[346]

İnsanların, bazan onları yanlış işler yapmala­rına sebeb olan, re'fetleri ile Allah'ın re'feti şüphe­siz farklıdır:

“Eğer Allah'a inanıyorsanız, Allah'ın dini hususunda, o iki (zanîye ceza tatbik etmede) sizi re'f et hissi sarmasın.” [347] denirken insan­ların hislerine mağlub olarak, yanlışlık yapabile­cekleri, mazarrat doğuran bir merhamete düşebi­lecekleri imâ edilmektedir. Nitekim, bir hadiste bu, çok güzel ifade edilmektedir: “Kıyamet günü, had cezasında bir kamçı eksik vurduran bir vali getirilir. Ona:

'Niçin böyle yaptın?' denilir. 'Kulla­rına merhametimden dolayı.' der. Allah Teâlâ bu­yurur ki:

'Sen onlara, benden daha mı merhamet­lisin!' ve onun cehenneme atılmasını emreder. Had cezasını tatbik ettirirken bir kamçı fazla vurduran başka bir vali getirilir :

'Niçin böyle yaptın?' deni­lir. 'Sana karşı günah işlemelerine mani olmak için.' cevabına karşılık, Allah Teâlâ ona ;

'Sen in­sanlara karşı benden daha mı hakimsin.' der ve onun da cehenneme atılmasını emreder.” [348]

“O (Allah) gafur ve vedûddur.”[349], “vüddü” masdarından, ism-i fail olan “vâdd”ın mübalağa sığasıdır.[350] “Vüddü”, birşeyi sevmek ve olmasını temenni etmek mana­sınadır.[351] Bu ayetin tefsirinde, müfessirlerin ço­ğu “Vedûd”u: münib, yani sevilen manasında an­lamışlardır. Ezherî, şu tefsiri yapmıştır: “Allah'ın salih kulları, Allah'ın zatında, sıfatlarında ve fiil­lerinde kemâlini bildikleri için ona sevgi beslerler. Vedûd'un manası budur.”[352] Rağıb Isfahanî: “Vedûd”un,

“Allah, kendisini seven ve kendilerini sevdiği bir kavim yaratacak.” [353] ayetinin manasını tazammun ettiğini söyler.[354] Buna gö­re “Vedûd” kelimesi, hem seven hem sevilen ma­nalarını ihtiva etmektedir. Birincisine göre, iyi kul­larını çok seven, onları lütuf ve ihsanına garkeden demek olur; ikincisine göre de, sevilmeye lâyık ve müstehık olan demek olur.[355]

Bu noktada bilhassa, Allah'ın kullarına karşı muhabbetini kısaca ele almalıyız. Kur'an'da bir­çok ayetler, Allah'ın kullarına karşı muhabbetini ifade etmektedir :

“İçinizden kim dininden döner­se bilsin ki, Allah onların yerine, Allah'ı seven ve Allah tarafından sevilen bir kavim getirir.” [356] Allah'ın sevgisi bütün insanlara teşmil edil­memiştir, takva şartına bağlanmıştır: “Şüphesiz Allah muttakîleri sever.” [357] Buna göre, muttaki; hazlarını terk ve Allah'ın hakkını ikame ederek, korktuğu rabbisinin sevgisini hak eden kimsedir.[358] Allah'ın sevgisinin bir şartı da ku­lun Allah'ı sevmesidir :

“De ki: - Eğer Allah'ı se­viyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” [359] Bu aye­te göre, Alah'ın mağfireti de, sevgisinin neticesidir.[360] Allah, iyilik eden kullarını [361], tevbekâr olanları [362], temizlenen­leri [363], sabredenleri [364], kendine tevekkül edenleri [365], ada­letle davrananları [366] sever. Fakat sevme­diği hareketler ve kullar da vardır. Mesela, kendi­ni beğenen ve daima böbürlenen [367] kimse­leri, çirkin sözün alenen söylenmesini [368], haddi aşanı [369], bozguncuları [370] sevmez. Allah'ın birşeyi sevmemesi ona olan gazabından kinayedir.[371]

Bütün bunlardan anlıyoruz ki Allah'ın bazı kullarına karşı muhabbeti vardır. Muhabbet, lü­gat yönünden: “Hayır zannedilen veya hayır ka­bul edilen birşeyi irade etmek.”[372] “Uygun olan birşeye gönlün meyletmesi.”[373] “Birşey ile ünsiyet ve ülfet etmek.” [374] gibi manalar ifade eder. Allah Teâlâ'nın kullarına sevgisini bu manalarda anlamak imkânsızdır.[375] Muhabbet, nefsin uy­gun bulduğu ve hoşuna giden birşeye meyli demek olduğuna göre, bu ancak noksan olan nefisler hak­kında düşünülür; kendisine uygun olanı kaybet­miştir, kemâle ermesi onu bulmasına bağlıdır. Allah kemâl, cemâl ve celâl'in her türlüsüne sahih olduğuna göre[376] O'nun hakkında bu manayı nasıl düşünebiliriz. Sevgi ve nefretin, bizim anla­dığımız manada, infialleri Cenab-ı Allah'a hiçbir zaman tesir etmez.[377]

Hem Allah için hem insanlar için kullanılabi­len kelimeler, her iki taraf için de aynı manada kullanılamazlar. Mesela, “Vücud” kelimesi kul­larda başka anlam, Allah için başka anlam ifade eder. Lügat koyucu, kelimeleri insanlara göre vaz’ etmiştir. Binaenaleyh onları hakikî manalarıyla kullanamayız, ancak istiare ve mecaz yoluyla kul­lanabiliriz.[378] Allah'ın muhabbeti de mecaz-ı mürsel veya istiare veya müşakele yolu ile anlaşıl­malıdır.[379] Hernekadar Mutezile ve çoğu kelamcılar[380] Allah'ın muhabbetini, iradesi ola­rak anlıyorlarsa da, birçok Ehl-i Sünnet âlimine göre, Allah'ın kullarına in'âmı[381]; iyi fiillere sevab vermesi[382]; birşeyi medh etmesi, şerefini be­lirtmesi[383]; kulunun kalbinden perdeyi kaldır­ması ve onu kendisine yaklaştırması[384] ondan razı olması[385]; ona hususi surette nimet vermesi manalarınadır. Bu son manasıyla muhabbeti, rahmete yaklaşırsa da, muhabbet daha hususî bir ifadedir. Allah'ın bir kuluna verdiği sevab ve ni­met Rahmetidir. Eğer ona, hususî bir yakınlık ve yüce haller bahşetmiş ise bu da muhabbetinin te­zahürüdür.[386]

Allah'ın kulunu sevmesi Kur'an'ın bildirdiği bir husustur. Bu O'nun bir vasfıdır. Şu kadar ki, O'nun muhabbeti, kulların bildiği sevgiye benze­mez. O, uluhiyyetine yakışır, mahiyeti bizce bili­nemez bir muhabbettir. Bu noktadan hareketle mu­habbet, hakikî manasıyla, mecaza hamledilmeden, Cenab-ı Allah için düşünülebilir.[387]

Ebû Hureyre (ra) 'dan gelen bir hadîste Resûlullah (as) buyurdular ki:

“Allah, kulu sevdiği za­man Cebrail (as) 'a şöyle seslenir: 'Allah falanı seviyor, onu siz de sevin'. Bunun üzerine semâ ehli onu severler. Sonra o yeryüzünde de sevi­lir.”[388]

Allah'ın bir kulu sevmesi ona hoşlandığı tarz­da muamele etmesini gerektirmez. Aksine Allah'­ın sevgisinin alameti kulu saran belâlardır. Bir ha­dis bunu şu şekilde ifade eder:

“Allah Teâlâ kulu­nu sevdiği vakit onu ibtilâ eder, dert verir. Daha fazla sevdiği vakit onu iktinâ eder, yani, mal ve evlat namına ona birşey bırakmaz.”[389] Uzunca bir kutsi hadiste de Allah Teâlâ:

“Ey Davud, ben bir kulu sevdiğim vakit, onun üzerine belaları şid­detlendiririm de o bana dua eder. buyuruyor.[390]

Şer gerçeği Cenab-ı Allah'ın muhabbet ve rahmetiyle, zahiren ele alındığı zaman, kâbil-i telif de­ğildir. Şer probleminin nirengi noktası burasıdır. Rahmet ve muhabbet vasıflarını kendisinde topla­yan Allah Teâlâ'nın, hele sevgili kullarına yönelt­tiği türlü belâ ve şerler bir tenakuzun ifadesi gibi­dir.

[284] Fatiha: 1/1,3, Bakara: 2/3,54,123,143,160,163,173, Ali imran: 3/31,89, Nisa: 4/25, Maide: 5/34,98, Rahman: 55/1, Haşr: 59/22, Mülk: 67/29, v.b….

[285] Taberî, 1/42; R. İsfahani, 279; RM., 1/59; R. Rıza, 1/46.

[286] Taberî, 1/42-43.

[287] RM., 1/59.

[288] R. İsfahani, 279.

[289] Elmalılı, 1/32

[290] R. İsfahani, 279; RM., 1/50 - 60; R. Rıza, 1/46.

[291] S. Yaldırım, 107

[292] Zamahşerî, 1/45; RM., 1/59; İbnu'l - Müneyyir, 1/44

[293] R. İsfahanı, 279

[294] R. Rıza, 5/352.

[295] S. Yıldırım, 103

[296] R. Rıza, 7/326.

[297] Taberi, 1/127; R. İsfahanı, 278.

[298] RM. 7/104; R. Rıza, 7/449; Elmalılı, 3/1886.

[299] En'am: 6/12.

[300] En'am: 6/54.

[301] R. Rıza, 7/334.

[302] Râzî, 13/4.

[303] Buhari, Tevhid,  15,22   (4/188,  190); Müslim, Tevbe: 9/4 (4/2107); Tirmizi, Da'avât, 100 (5/549)

[304] İbnu'l - Esir, 4/519.

[305] RM., 1/51

[306] Müslim, Tevbe, 9/4 (4/1109); Tirmizî, Da'ât, 100 (5/549).

[307] Şevkânî, 1/21.

[308] Buharı, Edeb, 18 (4/38): K. Miras - A. Naim, 12/125 (ter­cümesi için.) : Müslim, Tevbe, 9/4 (4/2109)

[309] Buharı, Edeb, 19 (4/38) : Müslim, Tevbe, 9/4 (4/2108) : Tirmizî, Da'vât, 100, (5/549).

[310] Müslim, Tevbe, 4 (4/2108).

[311] K. Miras - A. Naim, 12/126 - 127.

[312] Ali İmran: 3/8.

[313] S. Kutub, 1/224.

[314] R. Rıza, 3/230.

[315] Hûd: 11/58.

[316] Kuşeyrî, Letâif, 3/142 - 143.

[317] R. Rıza, 1/52.

[318] RM., 4/26.

[319] Âli îmran: 3/1073.

[320] Meryem: 19/45.

[321] Yasin: 36/5, Şuara: 26/217.

[322] S. Yıldırım, 104.

[323] R. Isfahanı, 574 : Tabatabâî, 3/259

[324] S. Yaldırım, 201

[325] Tabattabâî, 3/260 - 261

[326] Bakara: 2/243.

[327] Taberî, 2/369.

[328] a. g, e., 1/260 : Zamahşeri, 1/548.

[329] Bakara: 2/64.

[330] Taberi, 1/260 : Râzî, 3/109, R. Rıza, 1/342.

[331] Râzî, 3/109

[332] a. g. e., 21/16.

[333] İsrâ: 17/70.

[334] Taberi, 3/225.

[335] Al-i İmran: 3/73-74, Bakara: 2/105.

[336] a. g. e., 1/378.

[337] Bakara: 2/207.

[338] R. Isfahanı, 303

[339] Râzî. 4/108 :RM., 2/7.

[340] Bakara: 2/143.

[341] Râzî, 4/108

[342] S. Kutub, 2/18.

[343] R. Rıza, 3/283.

[344] Taberi, 3/155.

[345] Al-i İmran: 3/30.

[346] Râzî, 8/J.7.

[347] Nur: 24/2.

[348] a. g. e., 23/148 - 149.

[349] Burûc: 85/14, Hûd: 11/90. Vedûd.

[350] RM., 30/92.

[351] R. Isfahanı, 811.

[352] Râzî, 31/122.

[353] Maide: 5/54.

[354] R. Isfahanî, 811.

[355] A. O. Tatlısu, 90.

[356] Mai­de: 5/54.

[357] Tevbe: 9/7.

[358] Kuşeyri, Letâif, 3/10

[359] Al-i İmran: 3/313.

[360] S. Yıldırım, 147.

[361] Bakara: 2/195.

[362] Bakara: /2222.

[363] Bakara: 2/222.

[364] Al-i İmran: 3/146.

[365] Âl-i İmran: 3/159.

[366] Maide: 5/42.

[367] Nisa: 4/36.

[368] Nisa: 4/148.

[369] Bakara: 2/195.

[370] Kasas: 28/77.

[371] RM., 6/2.

[372]  İsfahanı, 151.

[373] Gazali, İhya, 4/407.

[374] Kuşeyri, Risale, 436.

[375] Gazali, a, g. e.,4/407.

[376] a. g. e., 4/408.

[377] S. Kutub, 5/68.

[378] Gazâlî, İhya, 4/408.

[379] RM., 3/129

[380] R. Isfahanı, 152.

[381] Kuşeyri, Letâif, 1/247.

[382] Râzî, 11/90.

[383] a. g. e,, 5/202.

[384] Gazâlî. 4/408; RM, 3/129

[385] RM., 3/129.

[386] Kuşeyri, Risale, 435 : S. Ateş, Sülemî, 195.

[387] RM., 2/165; 3/129. Bu hususta bkn. S. Yıldırım, 146 -154.

[388] Buharî, Tevhid, 33  (4/199) : Müslim, Birr ve Sıla, 48 (4/2030); Muvatta, Şi'r. (2/236)

[389] Gazali, 4/408.

[390] İbrahim Hakkı, Marifetname, 395.


Konu Başlığı: Ynt: ALLAH Teâlâ Rahman Rahîm Rauf ve Vedûddur
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Şubat 2011, 19:08:36

   ALLAH'ın bir kulu sevmesi ona hoşlandığı tarz­da muamele etmesini gerektirmez. Aksine ALLAH'­ın sevgisinin alameti kulu saran belâlardır. Bir ha­dis bunu şu şekilde ifade eder:

“ALLAH Teâlâ kulu­nu sevdiği vakit onu ibtilâ eder, dert verir. Daha fazla sevdiği vakit onu iktinâ eder, yani, mal ve evlat namına ona birşey bırakmaz.”[389] Uzunca bir kutsi hadiste de ALLAH Teâlâ:

“Ey Davud, ben bir kulu sevdiğim vakit, onun üzerine belaları şid­detlendiririm de o bana dua eder. buyuruyor.[390]


     Narın da hoş nurun da hoş diyebilen kişilerin bu makama ulaşma yolu sabır imtihanlarını geçmekle oluyor..Rabbim hiçbir nefse taşıyamıyacağı yükü yüklemez..Söylemesi kolay, yapılması zor olan şeyse ağır imtihanlara taabi olduğumuzda sabır gösterebilmektir..Tedavi olmak için iğnenin acıtmasına razı olmak gibi..Neticelerini görebilmek için acısına sabretmek gerek..Yine de ''Rabbim taşıyamıyacağımız yükü yükleme''diye dua etmek  Rabbimizin bize bildirdiği bir güzellik..İhmal etmeyelim..


Konu Başlığı: Ynt: ALLAH Teâlâ Rahman Rahîm Rauf ve Vedûddur
Gönderen: Hadice üzerinde 20 Şubat 2011, 19:22:52
“ALLAH, kulu sevdiği za­man Cebrail (as) 'a şöyle seslenir: 'ALLAH falanı seviyor, onu siz de sevin'. Bunun üzerine semâ ehli onu severler. Sonra o yeryüzünde de sevi­lir.”[388]

İnşaallah Rabbimizin sevdiği kullardan olabilmek duasıyla...


'Şu kadının, çocuğunu ateşe atabile­ceğini düşünebilir misiniz?' dedi. Biz de:

'Hayır, atmamağa gücü yettikçe atmaz.' dedik. Bunun üzerine:

'İşte ALLAH Teâlâ, kullarına şu kadının ço­cuğuna duyduğu şefakatten daha merhametlidir', buyurdular.”[308] Nasıl olmasın ki, Çünkü:

“ALLAH, rahmeti yüz parçaya böldü doksandokuz parçasını yanında alıkoydu ve yeryüzüne bir parçasını in­dirdi. Bu bir parça rahmet sebebiyle mahlukât biribirlerine merhamet ederler de kısrak yavrusunu emzirirken, ona değmesin diye bir ayağını yukarı kaldırır.” [309] Müslim'in bir başka rivayetinde:

“ALLAH'ın indinde alıkoyduğu doksandokuz parça rahmetini kıyamet gününde gösterecektir.”[310] buyurulur. Hadislerde ALLAH'ın rahmetinin sayı ile tahdid edilerek ifade edilmesi, yeryüzünde bizim yanımızda olan rahmetinin, kerem ve inayet hazinesindeki pâyansız rahmeti yanında bir zerreden ibaret olduğunu kolayca anlatmak içindir.[311]

Dünyada kulların muvaffakıyyetleri ALLAH Teâlâ'nın rahmetiyledir.

Allah razı olsun kardeşim içim ürpererek okudum Rabbim cümle ümmeti Muhammede rahmet etsin inşaallah..
yorumların çok güzeldi ablam inşaallah bizlerde acıları bir igne kadar hafife alırız sabır karşısında  Rabbim sizdende razı olsun...