Konu Başlığı: Allah Teâlâ Rahman Rahîm Rauf ve Vedûddur Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Şubat 2011, 18:43:40 Allah Teâlâ; Rahman, Rahîm, Rauf ve Vedûd'dur Allah Teâlâ “Rahman” ve “Rahîm”dir [284] Allah'ın güzel isimlerinden olan bu iki kelime “rahmet” masdarından müştaktır.[285] Aynı kökten gelmelerine rağmen lügat yönünden mâna nüansları vardır. Bunun için, biribirlerine bu kadar yakın olsalar da Allah'ın iki ayrı vasfıdırlar. Herbirinde, diğerinde bulunmayan mana vardır.[286] Fakat ikisinde de bulunan ve müşterek olan mana, masdarlarındaki manadır, yani rahmet manasıdır. Rahmet, lügatte, kalb rikkati manasınadır.[287] Yalnız, bu, kuru bir rikkat değil, merhamet edilen kimseye ihsanı gerektiren, ihsana sevkeden bir rikkattir.[288] Kuru bir acımak merhamet değildir. Merhamet; acıyı ve afetleri defedip, onun yerine sevinç ve hayrı ikameye yönelmiş olan bir iyilik duygusudur. Atalarımız, bu kelimeyi türkçeye, “yarlığamak” diye aktarmışlardır ki bunun manası, yar muamelesi yapmaktır. “Esirgeyici, Acıyıcı” şekillerindeki aktramalar, rahmet ve merhamet kelimelerinin manalarını hakkıyla ifade etmemektedirler.[289] “Rahmet” bazan sırf rikkat, bazan da rikkat olmadan sırf ihsan manasına kullanılır. Birincisi insanlar için kullanılan manadır. İkincisi ise Allah Tealâ için kullanılan manadır. Çünkü Allah Tealâ, bir kalb hissi, bir elemi, bir infial, bir nefsi meyil manasında rikkatten münezzehtir. Bunlar insanlar içîn mevzuu bahis olan hislerdir. Allah, yarattıklarına hiçbir bakımdan benzemez. O'nun kemâli buna müsaid değildir. Onun için, Allah'ın rahmetinden, sonsuz in'âmı, hayrı irade etmesi, ihsanı ve fazlını anlarız[290]. Kur'an'da “Rahman” isminin geçtiği bütün yerler bu vasfın taşıdığı rahmet ve ihsan manalarına uygundur.[291] Rahmet kelimesinin hakikî manası “kalb rikkati” olduğu için, Allah Teâlâ hakkındaki kullanılışı, kullarına olan in'ânımdan mecazdır.[292] İnsanlarda bulunan merhamet hissi de Allah'ın rahmetinin bir eseridir. "Merhameti onların kalblerine Allah yerleştirmiştir.[293] Allah'ın rahmetinin kaynağı bizzat kendisidir. Yoksa, insanların rahmeti haketmiş olmaları değildir.[294] Rahmetiyle bütün mahlukâtını rızıklandırır, hayat verir, hayatlarını idame ettirecek vesileleri ve her türlü istifade imkânlarını onlara nasîb eder.[295] Keza, insanlara, zararlı şeyleri anlamada kullansınlar diye, vicdan, akıl, hisler ve bunlara destek olarak, nefislerinin tezkiyesini, fıtratlarının tekamülünü temin edici dini bağışlamıştır.[296] Rahmeti, mü'min, kâfir, iyi, kötü herkese şâmildir.[297] Bütün mahlukatma malik ve hakim Allah Teala, rahmete kadir olduğu kadar gazaba da kadirdir. Üstüne, kendisine tesir edecek, hesab sorabilecek, rahmete zorlayabilecek, ne bir güç ne bir kaide olmadığı halde, bizzat kendi fazlı ve ihsanı neticesi bütün milkine rahmeti gerekli kılmış, kendi kendisine isteyerek vacib etmiş ve bütün şöylece kâinata ilan etmiştir.[298] “Kendisine rahmeti yazdı.” [299], “Rabbiniz, kendisine rahmeti farz kıldı.” [300] Eğer Allah Teala kendisine rahmeti vacib kılmamış olsa idi, hiçbir kimseye rahmet etmemesi, mahlukatma merhametli olmaması caiz olurdu.[301] Fakat vacib kıldığı için merhametli olması gerekmiştir. Allah'ın, kendisine rahmeti şart kılması, Mutezile mezhebine göre: “Kabîhih kabîh olduğunu ve kendisinin ondan münezzeh olduğunu bildiği içindir. Bu durum, Allah'ın kabîh işler yapmasına mani olmuştur. Eğer rahmeti kendisine vacib kılmamış olsaydı, bu zulüm olurdu. Zulüm ise çirkindir ve Allah için imkânsızdır.” şeklinde ise de Ehl-i Sünnet'e göre Allah Teâlâ, dilediğince ve istediği gibi tasarruf sahibidir. Mülkünde ve kullarında, sırf fazlı ve ikramı olarak rahmeti tercih etmiştir.[302] Ebu Hureyre (ra) 'dan gelen bir rivayette Resulullah (as) şunu haber vermektedir: “Allah Teâlâ mahlukâtı yarattığı zaman, Arş'ın üstünde, yanı başında bulunan kitabına, eli ile : 'Rahmetim gazabımı geçti.' Yazmıştır.” [303] “Bir rivayete göre bu yazış, mahlukâtı yaratmadan önce idi.[304] Bu hadis-i şerifin de ifade ettiği gibi Allah Teâlâ'nın cemal sıfatları, celâl sıfatlarını geçmiştir.[305] Yine Ebu Hureyre (ra)'dan mervî bir hadîs-i nebevide: “Mümin, Allah'ın azabını hakkıyla bilseydi, cennetini, ümid etmezdi, cehennemden emîn olamazdı; Eğer kâfir Allah'ın rahmetinin genişliğini hakkıyla bilseydi, cennetinden ümidini kesmezdi.”[306] buyurulmaktadır. Bu hadisi Abd b. Humeyd de tahrîc etmiştir.[307] Celâli ile meşhur Hz. Ömer (ra) 'in rivayet ettiği şu hadîsten Allah'ın rahmetini ortaya daha güzel koymak imkânsızdır: “Nebi (as) 'ın huzurların da Hevazin Kabilesi'nden bir takım esirler gelmişti. Bunlar içinde, çocuğunu kaybetmiş, emzikli bir kadın vardı. O, göğsüne biriken sütünü sağıyor başka çocuklara veriyordu. Kadın, esirler arasında çocuğunu bulunca hemen kapıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat tablosunu gördüğünde Resullullah (as) bize: 'Şu kadının, çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz?' dedi. Biz de: 'Hayır, atmamağa gücü yettikçe atmaz.' dedik. Bunun üzerine: 'İşte Allah Teâlâ, kullarına şu kadının çocuğuna duyduğu şefakatten daha merhametlidir', buyurdular.”[308] Nasıl olmasın ki, Çünkü: “Allah, rahmeti yüz parçaya böldü doksandokuz parçasını yanında alıkoydu ve yeryüzüne bir parçasını indirdi. Bu bir parça rahmet sebebiyle mahlukât biribirlerine merhamet ederler de kısrak yavrusunu emzirirken, ona değmesin diye bir ayağını yukarı kaldırır.” [309] Müslim'in bir başka rivayetinde: “Allah'ın indinde alıkoyduğu doksandokuz parça rahmetini kıyamet gününde gösterecektir.”[310] buyurulur. Hadislerde Allah'ın rahmetinin sayı ile tahdid edilerek ifade edilmesi, yeryüzünde bizim yanımızda olan rahmetinin, kerem ve inayet hazinesindeki pâyansız rahmeti yanında bir zerreden ibaret olduğunu kolayca anlatmak içindir.[311] Dünyada kulların muvaffakıyyetleri Allah Teâlâ'nın rahmetiyledir. “Katından bize birrahmet ihsan et!” [312] diye dua edenler biliyorlar ki Allah'ın lutfu ve rahmeti olmadan hiçbir başarıya ulaşamazlar, hatta kalblerine bile sahib olamazlar.[313] Ayetin metninde geçen “hibe”nin manası karşılıksız bağış[314] demektir. Demek ki bir kesb, bir hakediş söz konusu değildir. Nitekim Allah Hûd (as)’ı kâfirleri kuşatan azabtan nasıl koruduğunu beyan ederken: “Helak emrimiz gelince, bizden bir rahmet olarak Hûd'u ve beraberindeki müminleri kurtardık.” [315] buyurmaktadır. O'nun kurtuluşunun ne nübüvveti sebebiyle ne derin taatı yüzünden değil, sırf ilahî rahmet yüzünden olduğunu ortaya koymaktadır. Demek ki peygamberler bile O'nun rahmetine muhtaçtırlar.[316] Kur'an'ın herbir sûresi, bütün Kur'an gibi, Allah'ın rahmetinin eseridir. Her sûrenin başında besmelenin ve besmele içinde Allah’ın rahman ve rahim oluşunun tekrarlanışında, o sûrelerin Allah'ın rahmeti ve fazlı ile indirilmiş oldukları, inceliğine işaret eden müfessir[317] iyi bir tesbit yapmıştır. Müminlerin son karargâhı cennet bile, onlar bütün ömürlerini Allah'a taatte geçirseler dahi, amellerinin bir karşılığı olmayıp, Allah'ın sonsuz rahmetinin tezahürlerinden biridir[318] : “Amma yüzleri ak olanlar Allah'ın rahmeti içindedirler.” [319] Ama bu rahmet, insanları azab etmeye münafî değildir. Hz. İbrahim, babasına: “Doğrusu, ben, sana Rahman'dan bir azabın dokunup, şeytana arkadaş olmandan korkarım.” [320] derken hiçbir müşkil söz konusu değildir. Allah'ın kullarına merhametini ifade eden “Rahman”, uluhiyyetin alem-i mahsusu olan “Allah” lafzından sonra, ikinci bir alem-i mahsusu olarak varid olmuş bir ismidir. “Rahim” ismiyse iki ayet müstesna [321] hep Allah isminin sıfatı olarak kullanılmıştır.[322] Görülüyor ki bu sıfatlar, uluhiyyetin en mühim yönlerinden birini ifade etmektedirler. Rahman isminin Kur'an'da elliyedi defa, rahim isminin yüzondört defa geçmesi bunu te'yid eder. Allah'ın “Rahman” ve “Rahim” sıfatlarından başka, rahmetinin çeşitli yönlerini ifade eden başka isimleri de vardır. Bunlardan birisi “Zü'l-Fazl”dır. “Fazl”ın manası, normalden ziyade olandır.[323] Bizim anladığımız manada bu, lütuf ve ihsandır.[324] Lütuf, vacib olmadan yapılan iyiliktir ve rahmetin bir çeşididir.[325] “Allah Teâlâ bütün insanlara karşı lutufkârdır” [326] Onun için onlara hidayet yolunu gösterir, yanlış yoldan onları sakındırır, dinî ve dünyevî nimetler verir.[327] Peygamberler gönderip kitaplar indirmesi, muvaffakıyyet vermesi de bunlardandır.[328] Günahkâr kullarına ve hüsranı hak etmiş insanlara[329] mühlet vermesi, tevbe ederler diye azabını tehir etmesi[330], kâfirlere verdiği dünyevî lutufları[331], akıl, nutk, yazı, güzel şekil ve mutedil bir kamet gibi fıtrî ve tabiî hususiyetlerle diğer canlılar üzerine insanı yükseltmesi, bu akıl ve anlayışla doğru akide ve güzel ahlâka onları ulaştırması hep Allah Teâlâ'nın insana ikramı ve fazlıdır[332]. Nitekim ayette: “Andolsun ki biz, Âdem oğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır. (-tek-rim)... Onları yarattığımız bir çoğundan üstün kıldık” (-Tafdî). [333] buyurulmuştur. Cenab-ı Hakk'ın lütufkârlığı hiçbir kimseninkiyle mukayese edilmeyecek kadar çoktur[334]: “Allah büyük fazl sahibidir.” [335] Kulların nail oldukları bütün dinî ve dünyevi atıfetler bir istihkakları olmayıp, sırf Allah'ın fazlının neticesidir.[336] Allah Teâlâ kullarına karşı “Ra'ûf”dur (pek re'fetlidir).[337] Re'fet, rahmet manasınadır.[338] Re'fet ile rahmet arasında, Kaffâl'ın beyanına göre, şöyle bir fark vardır: Re'fet, kötülüğü def zararı izale babındaki belli bir rahmet çeşidinde mübalağa, ifade eder. Rahmet, daha şumüllü bir isimdir, ismi câmî'dir. Onun şümulüne re'fetin manası girdiği gibi, in'âm ve ifdâl da girer. Mesela, Allah Kur'an'da yağmuru rahmet olarak isimlendirmektedir, çünkü, o, Allah'ın bir fazlıdır.[339] “Allah bütün insanlara karşı raûf ve rahimdir.” [340] İnsanları bir şeriatten diğer bir şeriata tekâmül ettirmesi bu re'f eti sebebiyledir.[341] Yine aynı sebebden, taakatlerinin mahdud olduğunu bildiği insanlara taakatleri üstünde teklifler yüklemez. Hikmetinin gereği olan belaları, re'fetinin gereği izale eder.[342] İnsanların fıtratlarını temiz, hayra meyyal, arız olan şerden elem duyar şekilde yaratması, akıl ve din gibi, hayrı şerre tercih ettirici hidayet vesilelerini insanlara nasîb etmesi; hayrın karşılığını kat kat verip, şerrina, tevbe ve sâlih amellerle izinin silineceğini kabul etmesi hep re'fetinin neticesidir.[343] Yine re'fetinin neticesi olarak, kullarını kendisinden çekindirir, azabından korkutur ve masıyetlerden nehyeder.[344] “Allah size kendisinden korkmanızı emreder, Allah kullarına karşı raûfdur.” [345] Tevbe etmeleri, hatalarını anlayıp telafi etmeleri için mühlet vermesi hep re'fetindendir. Bu re'feti daha ziyade mümin ve muhsin kulları içindir.[346] İnsanların, bazan onları yanlış işler yapmalarına sebeb olan, re'fetleri ile Allah'ın re'feti şüphesiz farklıdır: “Eğer Allah'a inanıyorsanız, Allah'ın dini hususunda, o iki (zanîye ceza tatbik etmede) sizi re'f et hissi sarmasın.” [347] denirken insanların hislerine mağlub olarak, yanlışlık yapabilecekleri, mazarrat doğuran bir merhamete düşebilecekleri imâ edilmektedir. Nitekim, bir hadiste bu, çok güzel ifade edilmektedir: “Kıyamet günü, had cezasında bir kamçı eksik vurduran bir vali getirilir. Ona: 'Niçin böyle yaptın?' denilir. 'Kullarına merhametimden dolayı.' der. Allah Teâlâ buyurur ki: 'Sen onlara, benden daha mı merhametlisin!' ve onun cehenneme atılmasını emreder. Had cezasını tatbik ettirirken bir kamçı fazla vurduran başka bir vali getirilir : 'Niçin böyle yaptın?' denilir. 'Sana karşı günah işlemelerine mani olmak için.' cevabına karşılık, Allah Teâlâ ona ; 'Sen insanlara karşı benden daha mı hakimsin.' der ve onun da cehenneme atılmasını emreder.” [348] “O (Allah) gafur ve vedûddur.”[349], “vüddü” masdarından, ism-i fail olan “vâdd”ın mübalağa sığasıdır.[350] “Vüddü”, birşeyi sevmek ve olmasını temenni etmek manasınadır.[351] Bu ayetin tefsirinde, müfessirlerin çoğu “Vedûd”u: münib, yani sevilen manasında anlamışlardır. Ezherî, şu tefsiri yapmıştır: “Allah'ın salih kulları, Allah'ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde kemâlini bildikleri için ona sevgi beslerler. Vedûd'un manası budur.”[352] Rağıb Isfahanî: “Vedûd”un, “Allah, kendisini seven ve kendilerini sevdiği bir kavim yaratacak.” [353] ayetinin manasını tazammun ettiğini söyler.[354] Buna göre “Vedûd” kelimesi, hem seven hem sevilen manalarını ihtiva etmektedir. Birincisine göre, iyi kullarını çok seven, onları lütuf ve ihsanına garkeden demek olur; ikincisine göre de, sevilmeye lâyık ve müstehık olan demek olur.[355] Bu noktada bilhassa, Allah'ın kullarına karşı muhabbetini kısaca ele almalıyız. Kur'an'da birçok ayetler, Allah'ın kullarına karşı muhabbetini ifade etmektedir : “İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine, Allah'ı seven ve Allah tarafından sevilen bir kavim getirir.” [356] Allah'ın sevgisi bütün insanlara teşmil edilmemiştir, takva şartına bağlanmıştır: “Şüphesiz Allah muttakîleri sever.” [357] Buna göre, muttaki; hazlarını terk ve Allah'ın hakkını ikame ederek, korktuğu rabbisinin sevgisini hak eden kimsedir.[358] Allah'ın sevgisinin bir şartı da kulun Allah'ı sevmesidir : “De ki: - Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” [359] Bu ayete göre, Alah'ın mağfireti de, sevgisinin neticesidir.[360] Allah, iyilik eden kullarını [361], tevbekâr olanları [362], temizlenenleri [363], sabredenleri [364], kendine tevekkül edenleri [365], adaletle davrananları [366] sever. Fakat sevmediği hareketler ve kullar da vardır. Mesela, kendini beğenen ve daima böbürlenen [367] kimseleri, çirkin sözün alenen söylenmesini [368], haddi aşanı [369], bozguncuları [370] sevmez. Allah'ın birşeyi sevmemesi ona olan gazabından kinayedir.[371] Bütün bunlardan anlıyoruz ki Allah'ın bazı kullarına karşı muhabbeti vardır. Muhabbet, lügat yönünden: “Hayır zannedilen veya hayır kabul edilen birşeyi irade etmek.”[372] “Uygun olan birşeye gönlün meyletmesi.”[373] “Birşey ile ünsiyet ve ülfet etmek.” [374] gibi manalar ifade eder. Allah Teâlâ'nın kullarına sevgisini bu manalarda anlamak imkânsızdır.[375] Muhabbet, nefsin uygun bulduğu ve hoşuna giden birşeye meyli demek olduğuna göre, bu ancak noksan olan nefisler hakkında düşünülür; kendisine uygun olanı kaybetmiştir, kemâle ermesi onu bulmasına bağlıdır. Allah kemâl, cemâl ve celâl'in her türlüsüne sahih olduğuna göre[376] O'nun hakkında bu manayı nasıl düşünebiliriz. Sevgi ve nefretin, bizim anladığımız manada, infialleri Cenab-ı Allah'a hiçbir zaman tesir etmez.[377] Hem Allah için hem insanlar için kullanılabilen kelimeler, her iki taraf için de aynı manada kullanılamazlar. Mesela, “Vücud” kelimesi kullarda başka anlam, Allah için başka anlam ifade eder. Lügat koyucu, kelimeleri insanlara göre vaz’ etmiştir. Binaenaleyh onları hakikî manalarıyla kullanamayız, ancak istiare ve mecaz yoluyla kullanabiliriz.[378] Allah'ın muhabbeti de mecaz-ı mürsel veya istiare veya müşakele yolu ile anlaşılmalıdır.[379] Hernekadar Mutezile ve çoğu kelamcılar[380] Allah'ın muhabbetini, iradesi olarak anlıyorlarsa da, birçok Ehl-i Sünnet âlimine göre, Allah'ın kullarına in'âmı[381]; iyi fiillere sevab vermesi[382]; birşeyi medh etmesi, şerefini belirtmesi[383]; kulunun kalbinden perdeyi kaldırması ve onu kendisine yaklaştırması[384] ondan razı olması[385]; ona hususi surette nimet vermesi manalarınadır. Bu son manasıyla muhabbeti, rahmete yaklaşırsa da, muhabbet daha hususî bir ifadedir. Allah'ın bir kuluna verdiği sevab ve nimet Rahmetidir. Eğer ona, hususî bir yakınlık ve yüce haller bahşetmiş ise bu da muhabbetinin tezahürüdür.[386] Allah'ın kulunu sevmesi Kur'an'ın bildirdiği bir husustur. Bu O'nun bir vasfıdır. Şu kadar ki, O'nun muhabbeti, kulların bildiği sevgiye benzemez. O, uluhiyyetine yakışır, mahiyeti bizce bilinemez bir muhabbettir. Bu noktadan hareketle muhabbet, hakikî manasıyla, mecaza hamledilmeden, Cenab-ı Allah için düşünülebilir.[387] Ebû Hureyre (ra) 'dan gelen bir hadîste Resûlullah (as) buyurdular ki: “Allah, kulu sevdiği zaman Cebrail (as) 'a şöyle seslenir: 'Allah falanı seviyor, onu siz de sevin'. Bunun üzerine semâ ehli onu severler. Sonra o yeryüzünde de sevilir.”[388] Allah'ın bir kulu sevmesi ona hoşlandığı tarzda muamele etmesini gerektirmez. Aksine Allah'ın sevgisinin alameti kulu saran belâlardır. Bir hadis bunu şu şekilde ifade eder: “Allah Teâlâ kulunu sevdiği vakit onu ibtilâ eder, dert verir. Daha fazla sevdiği vakit onu iktinâ eder, yani, mal ve evlat namına ona birşey bırakmaz.”[389] Uzunca bir kutsi hadiste de Allah Teâlâ: “Ey Davud, ben bir kulu sevdiğim vakit, onun üzerine belaları şiddetlendiririm de o bana dua eder. buyuruyor.[390] Şer gerçeği Cenab-ı Allah'ın muhabbet ve rahmetiyle, zahiren ele alındığı zaman, kâbil-i telif değildir. Şer probleminin nirengi noktası burasıdır. Rahmet ve muhabbet vasıflarını kendisinde toplayan Allah Teâlâ'nın, hele sevgili kullarına yönelttiği türlü belâ ve şerler bir tenakuzun ifadesi gibidir. [284] Fatiha: 1/1,3, Bakara: 2/3,54,123,143,160,163,173, Ali imran: 3/31,89, Nisa: 4/25, Maide: 5/34,98, Rahman: 55/1, Haşr: 59/22, Mülk: 67/29, v.b…. [285] Taberî, 1/42; R. İsfahani, 279; RM., 1/59; R. Rıza, 1/46. [286] Taberî, 1/42-43. [287] RM., 1/59. [288] R. İsfahani, 279. [289] Elmalılı, 1/32 [290] R. İsfahani, 279; RM., 1/50 - 60; R. Rıza, 1/46. [291] S. Yaldırım, 107 [292] Zamahşerî, 1/45; RM., 1/59; İbnu'l - Müneyyir, 1/44 [293] R. İsfahanı, 279 [294] R. Rıza, 5/352. [295] S. Yıldırım, 103 [296] R. Rıza, 7/326. [297] Taberi, 1/127; R. İsfahanı, 278. [298] RM. 7/104; R. Rıza, 7/449; Elmalılı, 3/1886. [299] En'am: 6/12. [300] En'am: 6/54. [301] R. Rıza, 7/334. [302] Râzî, 13/4. [303] Buhari, Tevhid, 15,22 (4/188, 190); Müslim, Tevbe: 9/4 (4/2107); Tirmizi, Da'avât, 100 (5/549) [304] İbnu'l - Esir, 4/519. [305] RM., 1/51 [306] Müslim, Tevbe, 9/4 (4/1109); Tirmizî, Da'ât, 100 (5/549). [307] Şevkânî, 1/21. [308] Buharı, Edeb, 18 (4/38): K. Miras - A. Naim, 12/125 (tercümesi için.) : Müslim, Tevbe, 9/4 (4/2109) [309] Buharı, Edeb, 19 (4/38) : Müslim, Tevbe, 9/4 (4/2108) : Tirmizî, Da'vât, 100, (5/549). [310] Müslim, Tevbe, 4 (4/2108). [311] K. Miras - A. Naim, 12/126 - 127. [312] Ali İmran: 3/8. [313] S. Kutub, 1/224. [314] R. Rıza, 3/230. [315] Hûd: 11/58. [316] Kuşeyrî, Letâif, 3/142 - 143. [317] R. Rıza, 1/52. [318] RM., 4/26. [319] Âli îmran: 3/1073. [320] Meryem: 19/45. [321] Yasin: 36/5, Şuara: 26/217. [322] S. Yıldırım, 104. [323] R. Isfahanı, 574 : Tabatabâî, 3/259 [324] S. Yaldırım, 201 [325] Tabattabâî, 3/260 - 261 [326] Bakara: 2/243. [327] Taberî, 2/369. [328] a. g, e., 1/260 : Zamahşeri, 1/548. [329] Bakara: 2/64. [330] Taberi, 1/260 : Râzî, 3/109, R. Rıza, 1/342. [331] Râzî, 3/109 [332] a. g. e., 21/16. [333] İsrâ: 17/70. [334] Taberi, 3/225. [335] Al-i İmran: 3/73-74, Bakara: 2/105. [336] a. g. e., 1/378. [337] Bakara: 2/207. [338] R. Isfahanı, 303 [339] Râzî. 4/108 :RM., 2/7. [340] Bakara: 2/143. [341] Râzî, 4/108 [342] S. Kutub, 2/18. [343] R. Rıza, 3/283. [344] Taberi, 3/155. [345] Al-i İmran: 3/30. [346] Râzî, 8/J.7. [347] Nur: 24/2. [348] a. g. e., 23/148 - 149. [349] Burûc: 85/14, Hûd: 11/90. Vedûd. [350] RM., 30/92. [351] R. Isfahanı, 811. [352] Râzî, 31/122. [353] Maide: 5/54. [354] R. Isfahanî, 811. [355] A. O. Tatlısu, 90. [356] Maide: 5/54. [357] Tevbe: 9/7. [358] Kuşeyri, Letâif, 3/10 [359] Al-i İmran: 3/313. [360] S. Yıldırım, 147. [361] Bakara: 2/195. [362] Bakara: /2222. [363] Bakara: 2/222. [364] Al-i İmran: 3/146. [365] Âl-i İmran: 3/159. [366] Maide: 5/42. [367] Nisa: 4/36. [368] Nisa: 4/148. [369] Bakara: 2/195. [370] Kasas: 28/77. [371] RM., 6/2. [372] İsfahanı, 151. [373] Gazali, İhya, 4/407. [374] Kuşeyri, Risale, 436. [375] Gazali, a, g. e.,4/407. [376] a. g. e., 4/408. [377] S. Kutub, 5/68. [378] Gazâlî, İhya, 4/408. [379] RM., 3/129 [380] R. Isfahanı, 152. [381] Kuşeyri, Letâif, 1/247. [382] Râzî, 11/90. [383] a. g. e,, 5/202. [384] Gazâlî. 4/408; RM, 3/129 [385] RM., 3/129. [386] Kuşeyri, Risale, 435 : S. Ateş, Sülemî, 195. [387] RM., 2/165; 3/129. Bu hususta bkn. S. Yıldırım, 146 -154. [388] Buharî, Tevhid, 33 (4/199) : Müslim, Birr ve Sıla, 48 (4/2030); Muvatta, Şi'r. (2/236) [389] Gazali, 4/408. [390] İbrahim Hakkı, Marifetname, 395. Konu Başlığı: Ynt: ALLAH Teâlâ Rahman Rahîm Rauf ve Vedûddur Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Şubat 2011, 19:08:36 ALLAH'ın bir kulu sevmesi ona hoşlandığı tarzda muamele etmesini gerektirmez. Aksine ALLAH'ın sevgisinin alameti kulu saran belâlardır. Bir hadis bunu şu şekilde ifade eder: “ALLAH Teâlâ kulunu sevdiği vakit onu ibtilâ eder, dert verir. Daha fazla sevdiği vakit onu iktinâ eder, yani, mal ve evlat namına ona birşey bırakmaz.”[389] Uzunca bir kutsi hadiste de ALLAH Teâlâ: “Ey Davud, ben bir kulu sevdiğim vakit, onun üzerine belaları şiddetlendiririm de o bana dua eder. buyuruyor.[390] Narın da hoş nurun da hoş diyebilen kişilerin bu makama ulaşma yolu sabır imtihanlarını geçmekle oluyor..Rabbim hiçbir nefse taşıyamıyacağı yükü yüklemez..Söylemesi kolay, yapılması zor olan şeyse ağır imtihanlara taabi olduğumuzda sabır gösterebilmektir..Tedavi olmak için iğnenin acıtmasına razı olmak gibi..Neticelerini görebilmek için acısına sabretmek gerek..Yine de ''Rabbim taşıyamıyacağımız yükü yükleme''diye dua etmek Rabbimizin bize bildirdiği bir güzellik..İhmal etmeyelim.. Konu Başlığı: Ynt: ALLAH Teâlâ Rahman Rahîm Rauf ve Vedûddur Gönderen: Hadice üzerinde 20 Şubat 2011, 19:22:52 “ALLAH, kulu sevdiği zaman Cebrail (as) 'a şöyle seslenir: 'ALLAH falanı seviyor, onu siz de sevin'. Bunun üzerine semâ ehli onu severler. Sonra o yeryüzünde de sevilir.”[388]
İnşaallah Rabbimizin sevdiği kullardan olabilmek duasıyla... 'Şu kadının, çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz?' dedi. Biz de: 'Hayır, atmamağa gücü yettikçe atmaz.' dedik. Bunun üzerine: 'İşte ALLAH Teâlâ, kullarına şu kadının çocuğuna duyduğu şefakatten daha merhametlidir', buyurdular.”[308] Nasıl olmasın ki, Çünkü: “ALLAH, rahmeti yüz parçaya böldü doksandokuz parçasını yanında alıkoydu ve yeryüzüne bir parçasını indirdi. Bu bir parça rahmet sebebiyle mahlukât biribirlerine merhamet ederler de kısrak yavrusunu emzirirken, ona değmesin diye bir ayağını yukarı kaldırır.” [309] Müslim'in bir başka rivayetinde: “ALLAH'ın indinde alıkoyduğu doksandokuz parça rahmetini kıyamet gününde gösterecektir.”[310] buyurulur. Hadislerde ALLAH'ın rahmetinin sayı ile tahdid edilerek ifade edilmesi, yeryüzünde bizim yanımızda olan rahmetinin, kerem ve inayet hazinesindeki pâyansız rahmeti yanında bir zerreden ibaret olduğunu kolayca anlatmak içindir.[311] Dünyada kulların muvaffakıyyetleri ALLAH Teâlâ'nın rahmetiyledir. Allah razı olsun kardeşim içim ürpererek okudum Rabbim cümle ümmeti Muhammede rahmet etsin inşaallah.. yorumların çok güzeldi ablam inşaallah bizlerde acıları bir igne kadar hafife alırız sabır karşısında Rabbim sizdende razı olsun... |