Konu Başlığı: İstikbalinin Düşünülmesi Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Temmuz 2010, 17:32:17 İstikbalinin Düşünülmesi
Yetimin istikbalinin düşünülmesi mes'elesi Kur'ân'da açık şekilde yer alır. Bu husus yetimin malının korunmasıyla alâkalı olarak derpiş edilen tedbîr ve emirlerde zımnen yer ettiği gibi, bunlar dışındaki bir kısım âyetlerde de zahir olarak ele alınmaktadır. Bu âyetlerden biri, Hz. Musa ile Hızır'ın arkadaşlığını tasvir eden uzun kıssada geçer. Bilindiği üzere, Hz. Musa ile Hz. Hızır arkadaşlıkları esnasında bir kasabaya uğrarlar. Hz. Hızır, yıkılmaya yüz tutan bir duvarı, kasabalıların kendilerine uyguladıkları bed muameleye rağmen, doğrultarak yıkılmasını önler. Hz. Musa'nın bu davranış karşısındaki taaccüp ve suâli üzerine Hz. Hızır, mevzûmuz açısından ehemmiyet arzeden şu açıklamayı yapar: Meâlen: "Duvar ise, şehirdeki iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazînesi vardı. Babalan da iyi bir kimseydi. Rabbin onlann ergenlikçağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazînelerini çıkarmalarını istedi..."[337] Âyet-i kerime, yetimlere âit olan bu hazînenin babalan tarafından kasd-ı mahsûsla çocuklar için konduğunu sarih olarak ifâde etmiyor ise de "sâlih olduğu" belirtilen babanın bu maksadla koymadığına dâir de sarahat yok. Her halükârda Rabb Teâlânın, yetimlerin ergenlik çağına gelinceye kadar hazînenin muhafazasını irade ettiği açıklıkla ifâde edilmiştir. Yetimlerin bulûğ çağma kadar istikbal için hazırlanmaları ile ilgili bir başka âyette şu emre rastlarız: Meâlen: "Yetimleri evlenme çağına gelene kadar deneyin, onlarda rüşd (olgunlaşma) görürseniz, mallarını kendilerine verin."[338] Aslında yetimler hakkında uzunca bir pasajdan bir parça alan yukarıdaki âyet, çocukların istikbale hazırlanması mevzuunda mühim bir açıklık ihtiva eder. Zira "deneyin" diye tercüme edilen Kur"ânî "vebtelû" emrinde geçen "ibtilâ etmenin" (yâni denemenin) mâhiyeti -Ebû Bekr ibnu'l-Arabî'nin açıkladığı üzere- şöyledir: "Velî, yetimin ahlâkını gözden geçirir, menfî temayüllerine kulak kabartır. Böylece karakteri ve kendi işlerini yürütmedeki gayret ve malını tutma veya ihmal etme durumları hakkında bilgi ve kanaat edinir. Bu denemeden iyi netice alır, çocuğun bu işleri, kendimenfaatleri istikametinde yürüteceği kanaatine varırsa, çocuğa, malından bir miktar vermesinde bir beis. yoktur. Ancak bu ilk verilen miktar az olmalıdır. Çocuğun bunda tasarrufu mubahtır. Eğer çocuk bunu arttırır ve verilen bu malı koruma işini becerirse, çocukta ihtiyar yâni işlerini bizzat yürütme kapasitesi gelişmiş demektir. Bu durumda veli malının tamamını kendisine teslim etmelidir. Ancak bu tecrübeden iyi sonuç alamamış, çocuğun kendisine teslim edilen mala iyi nezâret edemediğini tesbît etmiş ise, bu durumda velî, malını çocuğa vermez. Yanında tutmaya devam eder."[339] Diğer âlimlerin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, âyette zikredilen ibtilâ'dan (denemeden) maksad, çocuğun ticâret işlerini yürütüp yürütemeyeceğini kontrolden ibaret değildir. Onun hayata hazırlanması, kendi kendini idare edecek hâle gelmesini sağlamaktır. Bu sebeple dinî, dünyevî her çeşit tâlim ve terbiye ibtilâya dâhildir: Ticâret, herhangi bir başka meslek, ilim vs. öğretimi, ahlâk ve edebinin verilmesi gibi her çeşit tâlim ve tedrîb.... Nitekim Elmalılı merhum âyeti şöyle açıklar: "Yetimleri de deneyiniz, tecrübe ile tâlim ve terbiye ediniz, hüsn-i idareye alıştırınız. Nihayet nikâh çağma geldikleri yâni baliğ oldukları vakit, kendilerinden rüşd hisseder, akıllarının ve terbiye-i diniyyelerinin tamam olduğunu ve kendilerini hüsn-i suretle idare edeceklerini yakından anlarsanız derhal mallarını kendilerine teslim ediniz."[340] Rüşd: Yukarıdaki âyette geçen ve burada hususen durulup açıklanması gereken tâbirlerden biri rüşd tâbiridir. Âyet meâlen: "Yetimleri evlenme çağına gelenekadar deneyin. Onlarda 'Rüşd' görürseniz mallarım .kendilerine verin" şeklinde idi. Burada kastedilen rüşd, bulûğ değildir. Aklî kapasiteyle alâkalı bir olgunluk hâlidir. Daha teknik ifâdeyle "dine ve dünyaya zarar verip vermeyecek şejrleri bilmektir."[341] Şu halde malını muhafaza hususunda dikkatli devranarak sefahat ve-israftan kaçınan kimseye "reşîd" denir. Keza işlerini güzelce idareye muktedir surette bulûğa eren kimse de "reşîd" namım alır.[342] Ancak, Şafiî hazretleri, "rüşd"ün sübûtu için, "diyanet"! de şart koşarak rüşdü: "Din ve dünyanın salâhı, Allah'a itaat ve malı muhafaza" diye tarif etmiştir. Bu telâkkide diyaneti nakıs olanın reşid sayılmaması sözkonusudur. Şunuda kaydedelim ki, bir kimse bulûğa erdiği halde malını muhafaza ve işlerini yürütme hususlarında yetersiz olabilir. Bu durumda, henüz "reşîd" sayılmaz. Âyet-i kerîme bu takdirde, rüşd görülünceye kadar, yetime malının teslim edilmemesini emretmektedir. Şu halde malın teslimi iki şarta bağlı olmaktadır: 1.Bulûğ, 2.Rüşd.[343] İmâm A'zam'a göre, âkil kimse en fazla 25 yaşına kadar beklenir. 25 yaşına gelen bir kimse "reşîd" olmasa da malı kendisine verilir. Zira bu yaş, insanın "dede olma"sı mümkün olan bir yaştır. Bu yaştan sonra hacr caiz değildir.[344] Müslim'de İbnu Abbâs'dan (radıyallahü anh) kaydedilen bir açıklamaya uygun olarak[345] yetimden yetimlik"in kaldırılması husûsunda, İmâm Mâlik ve İmâm Şafiî gibi bir kısım âlimler yaş haddini değil, "rüşd"ün görülmesini esas almışlardır.[346] Fıkıh kitapları bulûğ ve rüşd'ün beraberce görüldüğü yaşa "büyüklük yaşı" (haddu'l-kiber) der. Bu sınırdan sonra ferd üzerinden "çocukluk" ahkâmı kalkar.[347] |