๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda Çocuk Eğitimi => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 13 Temmuz 2010, 02:00:31



Konu Başlığı: Dinî Terbiye Mükellefiyeti
Gönderen: Zehibe üzerinde 13 Temmuz 2010, 02:00:31


Dinî Terbiye Mükellefiyeti
 

Kur'ân-ı Kerimde en ziyâde üzerinde durulan ailevî sorumluluk aile halkının dinî terbiyesidir. İkamet edip yaşamak üzere yer seçiminden, namaz, oruç gibi ibâdet­lerin  öğretilip tatbikatına nezâret etmeye,  dinî yaşayışa elverişsiz hâle gelen mekândan hicret etmeye ve ettirmeye varıncaya kadar, dinî hassasiyet gösterilmesi gereken pek çok mes'ele Kur'ân-ı Kerîm'de yer eder. Bunları birer birer belirtmeye çalışacağız:

Dikkatlerin öncelikle dine çekilmesi: Hemen şunu kaydedelim ki, ailenin sorumlusu, idaresi altın­daki her ferde, öncelikle, bir bütün olarak "din"i tav­siye etmeli, nazar-ı dikkatine "din"i arzetmeli, haya­tını ona göre, onun esaslarına uygun olarak, onu tatbik edip yaşamasına imkân verecek şekilde tanzim etme­sini duyurmalıdır. Kur'ân'da bu hususa örnek olarak Hz. İbrahim ve Hz. Ya'kûb zikredilir:

"Rabbi ona; '[Kendini Hakk'a) teslim et' dediği za­man o; 'Âlemlerin Rabbine teslim oldum' demişti. İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti. (Torunu) Ya'kûb da (öyle yaptı); 'Ey oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dinini beğenip seçti. O halde siz de ancak Müslümanlar olarak can verin' dedi."[176]

Kur'ân-ı Kerimde çocuk kaydı olmaksızın, dini tav­siye eden, "dine karşı mü'minlerin dikkatini çeken, en mühim mes'elelerinin "din" olmasını emreden âyetler pek çoktıir[177], mevzûmuzu tamamlayacağı için burada onlardan birkaçını kaydedeceğiz.

"Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kur'ân ve hak din ile gönderen O'dur. Şâhid olarak Allah yeter."[178]

"Puta tapanlar hoşlanmasa da dinini bütün dinler­den üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır."[179]

"Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vaz geçerlerse bilsinler ki, Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. Eğer yüz çevirir­lerse, Allah'ın sizin dostunuz olduğunu bilin. O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır!"[180]

"Allah katında din, şüphesiz İslâmiyettir... Allah'ın âyetlerini kim İnkâr ederse bilsin ki, Allah hesabı ça­buk görür."[181]

"Kim İslâmiyetten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, âhirette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehâdet ettik­ten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zâlim­leri doğru yola eriştirmez."[182]

Hz. Peygamber de şöyle buyurur:

"Üzerinize, Habeşli burnu kesik bir köle de emir tâ­yin edilse onu dinleyin ve itaat edin. Sizden biri dinini terk ile boynunun vurulması arasında muhayyer bıra­kılmadıkça itaate devam etsin. İslâmı terk ile boynu vurulması arasında muhayyer bırakılacak olursa boynunu uzatsın. Anasız kalasıcalar, din gittikten sonra ne dünyanız, ne de âhiretiniz kalır."[183]

Yaşanacak muhitin seçimi: Muhitin insan üze­rindeki -müsbet veya menfî te'sîri- eski devirlerdenberi bilinen bir husustur. İbnu Haldun bu keyfiyeti "İnsan, tabiatının ve mizacının değil, kendisini saran muhitin ye bu muhitten kazandığı alışkanlıkların ço­cuğudur" diye ifâde etmiştir.[184] Şu halde, ailesinin ter­biyesinden sorumlu bir aile reisinin, yaşanacak yer olarak, dini tatbik edebileceği bir muhît seçmesi gere­kecektir. Bunun Kur'ânî örneğini Hz. İbrahim verir: Hz. İbrahim, Kabe'nin inşasını tamamladıktan sonra, oğlu İsmail'i "ziraate elverişsiz", olmasına rağmen, dinî mü­lâhazalarla Mekke'ye yerleştirdiğini ifâde eder:

"Ey Rabbimiz.! Ben evlâtlarımdan kimini, namaz kı-labilmeleri için Senin mukaddes olan evinin yanında ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık, Sen, insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için bâzı meyvelerle nzıklandır"[185]

Hz. Peygamber (a.s.m.) bâzı hadîslerinde, çocuğun babası üzerindeki haklarını beyan ederken "ismini, ahlâkını güzel yapması", "temiz rızıkla beslemesi", "okuma-yazma", "yüzme" ve "atma" öğretmesi, "bulûğa erince evlendirmesi" gibi hususlarla birlikte "yerini güzel yapması"nı da sayar.[186] Âlimler haklı olarak bundan, ikamet edeceği yerin kurrâ ve âlimlerinin çok­luğuyla, Kur'ân ve ilim tahsiline imkân verecek bir yer olmasını anlarlar.[187]

Bu. noktada tahlili daha da ileri götüren fakîhler, şehirde doğan bir çocuğu, ölüm veya boşanma hâlindeannenin, terbiyevî muhît yönüyle şehirden dûn (uzak) olması   sebebiyle   köye   götüremeyeceği   hükmünüverirler.[188]

Akidenin öğretilmesi: Aile halkına, hususan yeni yetişen çocuklara her şeyden önce öğretilmesi ge­reken şey, iman esasları ve bilhassa "tevhîd" inancıdır. Yâni Allah'ın bir olduğu, hiçbir surette ortağı, yardım­cısı bulunmadığı inancıdır. Yaş ve idrâk yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen her çocuğa öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır. Nitekim bir kısım rivayetler Hz. Peygamberin (a.s.m.), kendi yakınlarından bir ço­cuk konuşmaya başlar başlamaz, çocuğa tevhîd öğretti­ğini, bu maksadlaâyetini yedi sefer okutarak ezberlettiğini haber ver­mektedir.[189]

Tevhîdle birlikte bunun zıddı olan şirkin kötülüğü, bâtıllığı, şirke düşmenin ne büyük bir zulüm ve cinayet olduğu da öncelikle öğretilmesi gereken dinî bilgiler olmaktadır. Bu mes'elede Kur'ân'ın kaydettiği en güzel örnek Hz. Lokmân'dır:

Meâlen: "Hani Lokman oğluna -ona öğüt verirken- şöyle demişti: 'Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk mutlaka büyük bir zulümdür."[190]

Çocuğa akidenin öğretilmesi deyince bundan, sâdece Allah'ın varlığını ve birliğini öğretmek anlaşılmama­lıdır. Kâmil mânâda Allah inancı, kalblerde Allah'ı bütün isim ve sıfatlarıyla tanımakla teşekkül eder. Kur'ân-ı Kerim Allah'ın "güzel isimleri" (el-esmâu'l-hüsnâ) olduğunu mükerrer âyetlerde haber verir.[191] Hz. Peygamber el-esmâu'1-hüsnâ'nın doksan dokuz adet ol­duğunu söyler ve bunların neler olduğunu sayar.[192] Şu halde, Allah'ı en azından sübûtî ve zatî sıfatlarıyla[193] tanıtarak çocuklara öğretmek gerekecektir. İslâm aki­desine uygun Allah inancı bu şekilde ortaya çıkar. Bu hususa riâyet edilmeden verilecek Allah inancı nakıs, hattâ gayr-i İslâmî bile olabilir. Nitekim Hıristiyanlar, Yahudiler ve hattâ müşrikler de ulûhiyete inanırlar. Son araştırmalar, yeryüzünde inançsız insanın olma­dığını göstermiştir. Her insan kendine has bir ulûhiyet tasavvur etmektedir. Şu halde bunları birbirinden ayı­ran husus, ulûhiyete izafe edilen isim ve sıfatlardır. İslâmî Allah inancının çocuklara tam  olarak verilebilmesi Kur'ân ve hadîslerde gelen isim ve sıfatlar çer­çevesinde öğretilmeye bağlıdır.

Diğer taraftan, yine Kur'ân-ı Kerim, peygamber inancı olmadan Allah'a inanmanın hiçbir kıymet ifâde etmediğini, Allah'a inananların behemahal pey­gamberlere de inanmaları gerektiğini bildirir: "Allah'ı ve peygamberini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen, 'Bir kısmına inanır, bir kıs­mını inkâr ederiz' diyerek ikisi arasında bir yol tut­mak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâb hazırlamışızdır. Allah'a ve pey­gamberlerine inanıp, onlardan hiçbirini ayırmayanlara, işte onlara Allah ecrini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder."[194]

Peygamber inancı, kaçınılmaz bir şekilde kitap ve melek inancını da beraberinde getirecektir. Şu halde, bir olan Allah inancını, çocuklara öğretmeyi mükerrer âyetlerde ele alan Kur'ân-ı Kerim, dolayısıyla imanın bütün rükünlerinin çocuklara öğretilmesini emretmiş olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamberin ehemmiyetine ısrarla dikkatlerimizi çekerek her gün okunmasını tavsiye ettiği ve Arş'ın altındaki bir hazîneden alınmış olarak, sâdece bu ümmete verilmiş olduğunu belirttiği Kur'ânî bir pasajda mü'minin inanması gereken bütün esaslar tâdâd edilir: "Peygamber, Rabbinden ne indi­rildi ise ona iman getirdi, mü'minler de. Her biri: Allah ve melâikesine ve kitaplarına ve peygamberlerine, pey­gamberlerinden   hiçbirinin   arasını   ayırmayız   diyeiman  getirdiler ve  şöyle   dediler:   İşittik,   itaat ettik, Rabbimiz afvını dileriz, dönüş Sanadır."[195]

İbâdetlerin öğretilmesi: Yukarıdaki âyet-i kerime, katlanılacak bir kısım maddî fedâkârlıklar pahasına dini yaşayabildiğimiz bir yer seçimini ifâde etmekle kalmaz, Hz. İbrahim'in duası suretinde mü'minlere namaz mes'elesinin dinî terbiyede alması gereken ehemmiyeti de vurgular.

Namaz mevzuunda Hz'. İbrahim'in bir diğer duasını da burada kaydetmemiz münâsibtir:

"Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamı kabul buyur."[196]

Namaz mes'elesi, çocuklarla alâkalı olarak, daha başka âyetlerde de ele alınmakta, ehemmiyeti zihin­lerde, bu açıdan da tesbit edilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm, âdeta hadîslerde "dinin direği"[197] olarak ifâde edilmiş bulunan namazın din terbiyesinde de direk yâni ana mes'elelerden biri yapılmasını istemektedir. Öyle ki, hiçbir şey hattâ maddî ihtiyaçlarının karşılanması mes'elesi bile namaza ve namazla ilgili öğretim ve tat­bikata bahane ve engel teşkil etmemelidir:

Meâlen: "Ehline namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız."[198]

Aile halkına namazın emredilmesiyle ilgili örnekler meyânında Hz. Lokman da karşımıza çıkar. Zira, o da çocuğuna diğer emirleri meyâmnda "Oğulcuğum nama­zını kıl" diye emretmiştir.[199]

Kur'ân'da, Allah'ın rızasını kazanmış bulunduğu be­lirtilen Hz, İsmail'in de "ailesine namaz ve zekatı em­rettiği" ifâde edilir.[200]

Hz. Peygamberin de (a.s.m.) çocuklara yedi yaşında namazın emre dilmesini, kılmadıkları takdirde on ya­şında namaz için dövülmesini tebliğ ettiğini daha önce başka vesileyle kaydetmiştik. Hz. Peygamberin çocuk­lar hakkında dayağa ruhsatı namazla ilgili olarak vermesi, namazla alâkalı ta'lim ve tatbikatın ehemmi­yetini te'yîd eder. Bâzı âlimler, bu hadîse dayanarak, farz olmayan umur dışında çocuğun tekâsül ve ihmali sebebiyle dövülüp dövülmeyeceğim münâkaşa etmiş­tir.[201]

Âlimler, yedi yaşından itibaren "çocuğa namaz emredilmesi" hadîsinden, namazla ilgili her çeşit bilginin öğretilmesi gereğini anlamışlardır: Namaz vakitleri, farzları, vâcibleri, sünnetleri, namazda okunacak sûreler,  dualar, tesbihât,  abdest ve temizlikle ilgili tefer­ruat, vs.

Oruca başlatma yaşı olarak namazdaki gibi rakam yoktur. Ancak, "açlığa takat getirme" ölçüsü konmuş­tur.[202] Bu ölçüye "çocuk üst üste üç gün oruç tutabilirse ramazan orucu ona gerekli olur" hadîsiyle açıklık geti­rilmiştir.[203] Bizzat Ashâb devrinde küçük çocuklara oruç tutturulduğunu gösteren sahîh rivayetler mevcut­tur.[204]

Hülâsa, babanın çocuklarına öğretmekten sorumlu olduğu farz-ı ayn ilimler -ki temel eğitim müfredatı diyoruz- arasında, ibâdetlerle ilgili olarak namaz» oruç, zekât, hacc ve bunlarla ilgili zarurî temel bilgileri zikrederler.[205] Kur'ân-ı Kerîm'in namaz üzerinde sarîh ve ısrarlı şekilde durmuş olması, namaz öğretmenin daha mühim olduğunu ifâde eder. Fakat öbürlerinin ihmalini tazammun etmez.

Ahlâk ve âdab öğretimi: Ev halkı ve bu meyânda çocukların dini terbiyesinde namaz, oruç gibi farzların dışında bir kısım ahlâkî prensiplerin, içti­mâi değerlerin de öğretilmesi gerektiğini belirten âyet­ler de mevcuttur. Bunlardan Hz. Lokman'ın oğluna nasihatleri şeklinde Kur'ân'da zikredilen ta'limâtı aynen kaydedeceğiz:

"Lokman: 'Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah latiftir, haberdâr­dır. Ey oğulcuğum! Namazı kıl, ma'rûfu (iyi bilineni) emret, münkerden (kötü bilinenden) de nehyet, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işler­dir. İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde bö­bürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol; se­sini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeblerin sesi­dir."[206]

İslâm âlimlerinin, ahlâkî bilgilerin de farz-ı ayn ilimlerin bir parçası olarak, çocuklara teferruatlı şe­kilde öğretilmesi gereğindeki ısrarlarını göstermek için meşhur Hanefî fakîhî İbnu Âbidîn'den şu kısa iktibası yapıyoruz: "... Beş farzla ilgili bilgileri öğrenmek farz olduğu gibi, ihlâsla ilgili bilgileri öğrenmek de farzdır. Zira amelin sıhhati buna bağlıdır. Keza helâl ve haram olanları bilmek gerektiği gibi, riya ile ilgili bilgileri de öğrenmesi farzdır. Zira kul, riya ile yaptığı amelin se­vabından mahrum kalır. Hased ve ucûbla ilgili bilgiler de böyle. Zira bunlar, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi, ameli yiyip tüketirler. Keza, alış veriş nikâh ve talâkla ilgili bilgiler de, bu mes'elelerle iştigal etmek isteyen kimselere farzdır. Keza haram olan ve küfrü gerektiren sözleri de bilmek farzdır..."[207]

Dinî irşadda hiyerarşi: Aile içerisinde dinî ir­şadın ehemmiyetini zihinlerde tesbît eden Kur'ânî mü­him bir örnek, burada üzerinde durmamızı gerektir­mektedir.   Vereceğimiz   örneğe   göre,   normal  olarak,ailenin irşadından aile reisi sorumlu tutulmuş iken, aile reisinin ihmali veya gaflet ve dalâleti hâlinde, bu hizmetin, aile içerisinde ehliyetli bir kimse tarafından yürütülerek ihmalden kurtarılması gereği ortaya çık­maktadır.

Sözkonusu örnek Hz. İbrahim'le alâkalıdır. Hz. İbrahim, ailevî hiyerarşiyi düşünmeden müşrik olan babası Âzer'i irşada çalışmış, gittiği yolun bâtıllığım söylemiştir:

"Kitapta İbrahim'i de an. Çünkü o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir vakit o, babasına (şöyle) demişti: 'Ey babacığım! İşitmez, görmez, sana hiçbir fâidesi olmaz şeylere niye tapıyorsun? Ey babacığım! Bana muhak­kak ki, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir, o hâlde bana uy da seni doğru yola çıkarayım. Ey babacığım! Şeytana tapma. Çünkü şeytan rahman olan Allah'a âsi olmuştur. Ey babacığım! Doğrusu sana Rahman katın­dan bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın."[208]

Bu âyetlerin devamında, ailevî irşadda uyulması ge­reken nezâket örneği de verilmektedir. Zira, Hz. İbrahim, irşadını kabul etmeyen, üstelik taşlama teh­didinde de bulunarak, uzun müddet gözden kaybolma­sını söyleyen babasına: "Sana selâm olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim, çünkü bana karşı lütufkârdır. Sizi, Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime yalvarırım" der.[209]

İtaatin sınırı: Dini terbiye bahsini kaparken, dinî terbiyenin ehemmiyetini tebarüz ettiren bir nok­taya daha temasda fayda var: Kur'ân-ı Kerîm anne ve babaya "öf bile demeyi yasaklayacak derecede onlara karşı büyük bir hürmet ve itaat emrederken, dinî yaşa­yışla alâkalı emirler mevzuunda mühim bir kayıt geti­rir. Bu kayda göre, ebeveyn, yâni anne ve baba dine ay­kırı bir emirde bulunacak olurlarsa, bu emre asla itaat edilmeyecektir. Âyet-i Kerîme aynen şöyle:

Meâlerî: "Biz insana, anne ve babasına karşı iyi dav­ranmasını tavsiye ettik. (Ancak) eğer anne-baba, seni bir şeyi, körü körüne Bana ortak koşman için zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Yaptıklarınızı  size bildiririm."[210]

Kur'ân-ı Kerîm, aynı mes'eleyi, ehemmiyetine bi­nâen, Lokman sûresinde tekrar ele alır: "(Ey insa­noğlu!) Annen, baban, seni körü körüne Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme, dünya işle­rinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yo­luna uy. Sonunda dönüşünüz Banadır. Yaptıklarınızı size bildiririm."[211]


Konu Başlığı: Ynt: Dinî Terbiye Mükellefiyeti
Gönderen: Ceren üzerinde 14 Mayıs 2018, 15:32:45
Esselamu aleykum. Kur anın rehberliğinde de peygamber efendimizin sünnetin tabi kalarak ıslam dinini yaşayan ailesinin bunun üzerine kurup evlatlarını ıslamın gerektirdiği şekilde büyüten kullardan olalim inşallah. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..


Konu Başlığı: Ynt: Dinî Terbiye Mükellefiyeti
Gönderen: Mehmed. üzerinde 14 Mayıs 2018, 18:03:54
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun Rabbim bizleri doğru işler yapanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Dinî Terbiye Mükellefiyeti
Gönderen: Sevgi. üzerinde 15 Mayıs 2018, 01:08:40
Aleykümüsselam dini terbiye çok önemlidir ailece bu terbiyeyi edinelim inşaAllah