Konu Başlığı: Hafız İbnu Hacer'in Te'vili Gönderen: Hadice üzerinde 06 Ekim 2010, 18:03:14 Hafız İbnu Hacer'in Te'vili:
Hafız ibnu Hacer: "Dulun onayı ve bekârın izni alınmadıkça nikahlanamazlar" hadisi hakkında şöyle demektedir: Dul hakkında isti'mâr (onayını almak), bekâr hakkında da isti'zân (iznini almak) kullanılmıştır. Böylece bu iki tabir arasında fark bulunduğu anlaşılmaktadır. Isti'mar, kadına danışmanın mutlaka gerekli olduğuna ve nikahın kıyılma emrinin onun tarafından verilmesi gerektiğine delalet etmektedir. Bu sebeple veli, dul kadının sarih iznini almak mecburiyetindedir. Şayet dul kadın böyle bir evliliği istemediğini açık açık söylerse bütün alimlere göre nikahı kıyılamaz. Bekâr kızın durumu ise böyle değildir. izin verme, söz ile söyleme veya susmak ile ifade edilir. Oysa emir verme böyle değildir. Kadının açıkça söylemesi gerekir. Bu te'vile cevap: Isti'mar ve Isti'zân ile ilgili olarak yukarıda anlattıklarımız, îbnu Hacer'in bu görüşünü açıkça reddetmektedir. Şevkânî, Ibnu Hacer'in bu sözünü naklettikten sonra şöyle demektedir [331]Ibnu Abbas'ın hadisindeki, "baba bekâr kızın nikâh hakkında emrini alır ve yetim kızın da emri alınır, susması ise kabul etmesi anlamındadır" ifadeleri ile Hz. Aişe'nin hadisindeki: "Bekâr kızın emri alınır" ifadesi Ibnu Hacer'in bu görüşünü reddetmektedir. Bekâr kızla ilgili bu ifadeler, Ebû Mûsâ ve Ebû Hüreyre'nin hadislerinde de aynen mevcuttur. Bekârdan ne kastedildiğine dair Beyhakî'nin te'vili: Beyhakî şöyle diyor: Ibnu Abbas'ın hadisinde: "Bekârın emri alınır" deniliyor, bu doğrudur. Salih b. Keysân, hadisi: "Yetim kızın emri alınır" lafzıyla rivayet ediyor. Aynı şekilde Ebû Bürde, Ebû Musa'dan ve Muhammed b. Amr, Ebû Seleme ile Ebû Hüreyre'den hadisi bu lafızlarla rivayet etmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, tbnu Abbas'ın hadisinde geçen "bekar" dan maksat, "bekâr yetim kız"dır. Bu te'vile cevap: Beyhakî ve onun gibi düşünenlerin bu te'vile sapmalarının sebebi; Peygamber'in (s.a.v.): "Dul kadın kendi hakkında karar verme hususunda velisinden daha hak sahibidir" sözünden anladıklarıdır. Onlar bu sözden, bekâr kız hakkında karar verme hususunda velinin daha hak sahibi olduğu neticesini çıkarıyorlar. Bu sebeple de, dul hakkında kullanılan isti'marın bekâr hakkında da kullanıldığını görünce, mutlakı mukayyede hamletmekten hareket ederek "bekâr" ifadesini "yetim bekâr" a hamlettiler ve "bekâr" ifadesinden "bekâr yetimin emri alınır" neticesini çıkardılar. Kendilerine: Sözün mantuku, karşısında mefhumla hareket edilmez, Ibnu Abbas'ın hadisinde geçen: "Bekâr kızdan babası izin ister" sözü, bekânn, yetim kızla açıklanmasına engeldir, denildiğinde, "baba" sözcüğünün ilavesi zaptedilmiş değildir, derler. Aslında bu yola sapmaları yukarıdaki hadisten anladıklarını teyid etmek içindir. Daha önce belirttiğimiz gibi "baba" sözcüğü zaptedilmiştir, sonradan ilave edilmiş değildir. Nitekim Müslim, Ebû Davud ve başkalarının rivayetlerinde varid olmuştur. Hafız Ibnu Hacer, Beyhakî'nin sözünü reddederek şöyle demektedir: Bu söylediği, sika ve hafız birinin "baba" ilavesiyle olan rivayetini ortadan kaldırmaz. Hatta biri, "yetim kız"dan maksat "bekâr kız"dır derse, bunu bile ortadan kaldırmaz. Ibnu Hacer şöyle devam eder: "Emir vermesi istenir" sözünün kapsamına baba da başkası da girer. Bu nedenle rivayetler arasında bir çelişki yoktur. Yani yetim kızdan maksat bekârdır denebilir ama bekârdan maksat yetim kızdır denemez. Bekârdan maksat yetim kızdır, denirse delilsiz bir tahsis yapılmış olur. Şeriatın esprisi, hüküm ve delilleri, bunun aksinedir. Bu nedenledir ki Buharî, hadislere şu başlıkları vermiştir: "Ne baba ne bir başkasının bekâr veya dul kadını rızası olmadıkça nikahlarını kıyam ayacağına dair bab." "Kişi, kızı istemediği halde onu evlendirecek olursa nikahın merdud olduğu babı." O halde Beyhakî ve onun gibi düşünenlerin ileri sürdükleri nasıl kabul edilebilir? Ayrıca Mâlik'in Muvatta'da Muhammed b. Hasan'dan naklettiği "Dul kadın, kendi hakkında karar verme konusunda daha hak sahibidir. Bekarın da onayı alınır, izin vermesi ise, susmasıdır[332]hadise Beyhakî ne diyecektir? imam Muhammed hadisi yorumlarken şöyle demektedir: Biz bu hadisle amel ediyoruz. Ebû Hanife'nin görüşü de budur. Bu konuda babası olan ile olmayan eşittir. Ayrıca Mâlik'in aynı konuda Said b. el-Müseyyeb tarikiyle naklettiği: "Bekâr kızların kendileri hakkında izinleri istenir, babaları olanları da olmayanları da" hadisi hakkında Beyhakî ne diyecektir? Muhammed: Biz bu hadisle amel ediyoruz, diyor. Bu naklettiklerimiz, "bekâr" sözünün daha umûmi olduğu; yetimi de, yetim olmayanı da içine aldığına ve ikisinde de izinlerinin istenmesi gerektiğine delil değil raidir? Dul kadın hakkında Tahavî ve onun gibi düşünenlerin görüşü: Dediler ki: Hadisin anlamı; dulun evlilik işi kendisine aittir, velisine değil. Ebû Hanife hadisten şu anlamı çıkarmıştır: Dul kadın eğer kendisine denk biriyle evleniyor ve mehri konusunda hakkettiğini alıyorsa, nikahı caizdir (kendisini evlendirebilir). Bu konuda delillerinden biri, hadis konusunda Hz. Ömer'in şu sözüdür: "Velisinin veya akrabalarından görüş sahibi birinin ya da sultanın izni olmadıkça kadının evlenmesi caiz değildir.[333] Ebû Hanife diyor ki: Akrabalarından görüş sahibi kişi, veli değildir. Bununla birlikte evlendirmesi caizdir. Çünkü maksat, mehri konusunda hakkettiğini almasıdır. Bu nedenle kadın hakkettiğini alıyorsa, kendi kendini evlendirmesi caizdir. Bu görüşte olanlar ayrıca Ummu Seleme hadisini de delil getiriyorlar. Ummu Seleme diyor ki: Ebû Seleme'nin vefatından sonra Rasûlullah (s.a.v.) gelerek beni benden istedi. Ya Rasûlallah, velilerimden hazır kimse yok, dedim. Buyurdu ki: "Hazır ya da hazır olmayan, onlardan hiçbiri, buna karşı çıkmaz." Bunun üzerine Ummu Seleme: Kalk ey Ömer, Peygamber'i (s.a.v.) evlendir, dedi. Peygamber de onunla evlendi. Derler ki: Bu hadiste Peygamber'in (s.a.v.) isteğini Ummu Se-Ieme'ye söylediği anlatılıyor ve bunda evlenme işinin, velisinin değil onun elinde olduğuna delil vardır. Ayrıca Ummu Seleme: Velilerimden hazır kimse yok demiş, Peygamber (s.a.v.): "Hazır ya da hazır olmayan, onlardan hiç kimse buna karşı çıkmaz" deyince de Ummu Seleme: Kalk ey Ömer, Peygamberi (s.a.v.) evlendir, demiştir. Halbuki Ömer, Ummu Seleme'nin oğludur ve o zaman buluğ çağına ermemiş küçük bir çocuktur. Derler ki: Ömer, onu vekil kılanın yerine vekaleti yerine getirdi. Böylece Peygamber'e (s.a.v.) nikah akdini yapan sanki Ummu Seleme'nin kendisidir. Yine derler ki: Peygamber (s.a.v.), velilerinin hazır bulunmaları için beklemediğine göre, bu, evlilik işinin, velilerine değil, Ummu Seleme'nin kendisine ait olduğuna delalet ediyor. Eğer velilerinin bunda bir hakları ya da onaylamaları zorunlu olsaydı, Peygamber (s.a.v.) haklarına riayetsizlik etmez ve onların olurunu beklerdi. Yine şöyle derler: Ummu Seleme: Velilerimden hazır kimse yok, dediğinde Peygamber (s.a.v.), onun bu sözüne karı çıkmamış ve: "Onlardan hazır olan ve olmayan hiç kimse buna karşı çıkmaz" buyurmuştur. Eğer Peygamber (s.a.v.) velilerinden daha hak sahibi olsaydı: Ben onlardan önce senin velinim, derdi. Ebû Hanife ve Tahâvî'ye cevap: "Dul kadın kendi hakkında karar verme konusunda velisinden daha hak sahibi" olmasıyla ilgili izahları, veliyi şart koşan diğer sahih rivayetlerle uyuşmamaktadır. Rivayetlerin arasını bulma mümkün olduğu halde bu izahları, bazı rivayetlere uyuyor ama bazılarını iptal ediyor. Halbuki muhaddis ve fukahanın yanında muteber olan sağlıklı yol bu değildir. Sahih rivayetlerin arasını bulup hepsiyle amel etmek mümkün olduğunda bu yola gitmek zorunludur, bundan başka yol yoktur. Bâcî'nin görüşü: Ibnu Hibban'ın görüşünü daha önce nakletmiştik. Şimdi de Mu-vatta'ın şerhinde (III. 266) Bâcî'nin dediklerini görelim. Diyor ki: "Dul kadının kendi hakkında karar verme konusunda daha hak sahibi olmasının anlamı şudur: Veli onu evlenmeye zorlayamaz, izni olmadıkça onu evlendiremez. Ancak izin verdiği ve razı olduğu kimseyle onu evlendirebilir. Kadının da kendi başına nikah akdetmesi, kendini denk olmayan birisiyle evlendirmesi ve velisi olmayan birini veli tayin etmesi doğru değildir. Nikah akdinde kadının da, velinin de hakkı vardır." Bâcî, şöyle devam ediyor: "Kadının daha hak sahibi olması; kadın istemediği takdirde nikahın hiçbir surette kıyılamayacağı anlamına gelir. Eğer veli o evliliği istemiyor ama dul kadın istiyorsa, veliye nikahı akdetmesi arzedilir, yüz çevirir ve nikah akdini yapmazsa bu iş başka bir veliye ve sultana havale edilir. Kadının veliden daha hak sahibi olmasının anlamı budur." Ibnu Hazm'ın görüşü.[334] "Dul, kendi hakkında karar verme konusunda velisinden daha hak sahibidir. Bekâr ise, babası İznini ister" hadisinin yorumunu yaparken îbnu Hazm şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) dul ile bekârı birbirinden ayırd etmiştir. Dulun, kendi şahsı hakkında karar verme hususunda velisinden daha hak sahibi olduğunu söylemiştir. Bu sebeple baba ona falanla evlen diye emredip zorlayamaz. Kadın babadan da, başkasından da daha hak sahibidir. Baba, onun olurunu almak mecburiyetindedir. Böylece iki durumun bir arada bulunması kaçınılmaz bulunmaktadır: Kadının izin vermesi ve babanın izninin alınması. Her iki durum gerçekleşmedikçe, kadının evlenmesi caiz değildir. İbnu Hazm, daha sonra şöyle diyor: Lafız farklılıkları hadislerde bir eksiklik (illet) değildir. Aksine, bu farklılıkların hepsini eğer sika (güvenilir) raviler nak-letmişse hepsiyle amel edilir ve her lafzın müktezası ne ise o yapılır. Bir lafız için başka bir lafzı nazari itibara almamak caiz değildir. Çünkü delil, hepsinde mevcuttur. Rasûlullah'dan (s.a.v.) sahih bir yolla nakledilenlerin hepsine itaat farzdır ve onlardan herhangi birine muhalefet ma'siyettir. Ama bunların bir kısmı zayıf ise, sahih olanları bırakıp bu zayıf olanlarla amel etmek sapıklıktır. Hz. Ömer'in sözünün anlamı: Malik, Müdevvene'de şöyle demektedir[335]Kadının akrabalarından görüş sahibinden maksat, kadının aşiretinden olan veya kadının amcası oğlu veya kadının mevlasıdır. Ibnu Nafi ve Malik'ten mevlanın kadının asabesinden evla olduğu nakledilmiştir. Ibnu Habib, Ibnu'l-Macişûn'un şöyle dediğini nakleder: Aşiret bazen çok önemlidir. Çünkü aşiretten olan biri, kadınla aynı soydan veya kadını âzad eden soydandır. Çünkü aşireti birbirine bağlayan soydur. tbnu Habib, bu sözün şu anlama geldiğini söyler: Veliler, uzak da olsalar nikahı üstlenebilirler. Durumu ve yaşı müsait olan bir veli başkası kadının daha yakın akrabası bile olsa nikah akdini üstlenmesi caizdir. Burada anlatılmak istenen şudur: Eğer akrabalar akrabalıkta kadına uzak olur ve bu sebeple kadının hakkını koruma duygulan zayıflamışsa, kadının yararını gözeten, ona denk ve daha yararlı olanı seçme konusunda elinden geleni esirgemeyen salih, dindar ve işten anlayan birinin nikah velayetini üstlenmesi gerekir. Bu anlatılanlardan kadının kendi kendini evlendirebileceği neticesi çıkmaz. Aksine, velinin şart olduğunu pekiştirir. Çünkü kadının akraba ve aşiretinden görüş sahibi olan -Ebû Hanife'nin dediği gibi- veli değildir, denilemez. Aksine o yaş, isabetli görüş ve tecrübe çokluğunun kişiyi veliliğe ehil kıldığı velilerden biridir. Kadının yaran da bu şekilde gözetilmiş olur. [336] |