๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran ve Sünnette Evlilik => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 30 Eylül 2010, 09:56:18



Konu Başlığı: Evlilikte Koşulan Şart Ne Zaman Bâtıl Olur
Gönderen: Hadice üzerinde 30 Eylül 2010, 09:56:18
                                                    Evlilikte Koşulan Şart Ne Zaman Bâtıl Olur? 
 

Koşulan şart, Allah'ın kitabına Rasulünün sünnetine uygun ol­madığı, evliliğin maksat ve hedefleriyle uyuşmadığı ya da kendisiyle başkalarına zarar ve eziyet kastedildiği takdirde bâtıl ve geçersizdir. Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın kitabında bir dayanağı bulunmayan şart yüz defa da ileri sürülmüş olsa bâtıldır. [561]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Kızkardeşinin çanağındaki nime­tin kendi kabına boşalmasını; Onun boşanmasını isteyip (onun yerine nikah olunmak) hiçbir kadına asla helal değildir." [562]

İbnu Mes'ud da bu anlamda şöyle demektedir: "Hiçbir kadın ken­disi evlensin diye kızkardeşinin boşanmasını şart koşamaz." [563]

Buna dair misaller:

Bir kadın kocasına kendisinden sonra evlenmeyeceğine dair bir şart ileri sürdü. Bu, Allah'ın kitabına aykırı olduğu için Rasûlullah (s.a.v.) onu iptal etti.

Taberânî'nin Ümmü Mübeşşir'den nakline göre Peygamber (s.a.v.) Bera b. Ma'rur'un dul karısına evlenme teklif etti. Kadın: Koca­ma kendisinden sonra evlenmeyeceğime dair şart koştum, dedi. Bunun

Oysa Peygamber (s.a.v.) Allah'ın koyduğu kayıt dışında hiçbir kayıt getirmeden dört kadım mubah kıldı.

Geçmişte de, günümüzde de bu mesele hep tartışma konusu ola­gelmiştir. Burada meselenin çözümü, taaddüdün zaruret mi, yoksa mu­bah mı olduğunda düğümlenmektir.

imam Muhammed Abduh, birinci görüştedir. Bu görüşü Reşid Rızâ (Tefsiru'l-Menar, IV. 365-370) ondan nakleder.

Daha sonra Muhammed el-Medeni, el-Muctemau'l-Islâmi Kemâ Tunazzimuhu Sûretu'n-Nisâ, (s. 262-272) isimli kitabında aynı görüşü savundu.

Ondan sonra da Salih Şeref, Kahire'de yayınlanan el-Ahbâr gaze­tesinin 27 Cemâziyu'l-Evvel 1390 h. tarih ve 5648 sayılı nüshasında aynı görüşü savundu ve Dr. Abdu'l-Vahid el-Vâfi'nin yukarıya aldığımız görüşlere cevap verdi.

ikinci görüşü de, el-Islâm Akidetun ve Şeria, s. 175-177 isimli kitabında Mahmut Şeltût ile (Beytu't-Tâa Taaddüdü'z-Zevcat, s. 45-54) isimli kitabında Dr. Ali Abdu'l-Vahid Vâfi savunmuştur. Dr. Ali Abdu'l-Vahid, sözkonusu kitabında Şeltût'un söylediklerini naklettikten sonra kendisi de bunlara birtakım deliller, ilâve etmiştir.

Deliller, bu son görüşü te'yid etmektedir. Şeriatın ruhuna uygun olan da budur.

Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen işaret ettiğim kaynak­lara müracaat etsin. Gerek merhum Mahmut Şeltut ve gerek Dr. Ali Abdu'l-Vâhid, meseleyi detaylı bir şekilde ve delilleriyle ortaya koy­muşlardır.

Ancak biz de, taaddüdün mubah olduğunu söyleyenlerin temas et­medikleri önemli bir hususa işaret etmek istiyoruz. Bizden önce kimse bu hususa işaret etmemiştir ve bizce önemli bir husustur. O da, Pey-gamber'in (s.a.v.) Hz. Hafsa'yı istemesinden Önce Hz. Ömer'in onu Ebû Bekir ve Osman'a teklif etmesidir.

Hz. Ömer, Hafsa'yı Hz. Ebû Bekir'e teklif ederken Ebû Bekir Ümmu Rûman ile evli idi -kızı Aişe de (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.) yanında idi ve Ümmu Rûman'in ne çocuk getirmeme durumu vardı, ne de hasta idi. Taaddüdün zaruret esnasında mubah olduğunu söyleyenlerin ileri sürdükleri diğer hususlar da mevcut değildi. Bunun­la birlikte Hz. Ömer, bütün bunları bilmesine rağmen Hafsa'yı Hz. Ebû Bekir'e teklif etti. Eğer taaddüt bizatihi mubah olmasaydı Hz. Ömer böyle davranmaz ve Ebû Bekir de bu teklifi normal karşılamazdı.

Sığınılması gereken bir zaruret olmaksızın taaddüdün caiz olduğuna bu olay delil değil midir?

Üçüncü bir delil de, Peygamber'in (s.a.v.) Ümmü Seleme'yi istemesinden önce Hz. Ebu Bekir ile Ömer'in ona talip olmalarıdır. Bu hususu ileride ele alacağız.

İkinci mesele: Adalet hangi hususlarla ilgilidir?

Allah kimseye gücünün yetmediğini yüklemez. O halde adalet an­cak üstesinden gelinebilen nafaka, mesken ve giyim gibi şeylerde olur, sevgi, kalbi meyil gibi vicdani duygularla buna benzer şeylerde olmaz.

Yüce Allah: "Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz"[564] sözüyle buna işaret edi­yor.

Kişi, duygularını âdil bir şekilde eşleri arasına dağıtamıyorsa da, bir tarafa olan aşırı meylini bir dereceye kadar gemleyebilir. "Bari biri­sine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın"[565]sözüyle de buna işaret etmektedir.

îbnu Kesîr, âyetin tefsirinde şöyle diyor: 'Yani aralarından birine meyletseniz de tamamen meyledip diğerini muallakta bırakmayın." Ne boşanmış, ne de evli bir durumda terketmeyin. [566]

Hz. Aişe, Peygamber'in (s.a.v.) bu hususta takip ettiği metodu açıklamıştır. Ahmed, Ebû Dâvud, Hakim, Beyhakî, Ibnu Kesîr ve Ibnu'l-Kayyim, onun şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.) yanımızda oturur, günlerimiz hususunda birimizi diğerine üstün tut­mazdı. Hemen hergün hepimizi ziyaret eder; bir ihtiyacı olmasa da her birimizin yanında bir miktar otururdu. Nihayet sıramız geldiğinde de o gece yanımızda uyurdu. [567]

Yine Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî, Ibnu Mâce, Ha­kim, Ibnu Hibbân, Ibnu Kesîr, Îbnu'l-Kayyim ve Beyhâki, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini naklederler: Rasûlullah (s.a.v.) günlerimizi adaletle böler ve: "Allah'ım elimden gelen benim taksimim budur. Senin kadir olduğun ve benim elimden gelmeyen hususlardan dolayı beni kınama" der idi. [568]

ikinci soru ise: Şart koşulan adalet hangi hususlarla ilgilidir? Birinci Mesele:

Yukarıda da belirttiğimiz gibi ilk evlilikte gözetilen hedef ve gaye­lerle koşulan şartlar, ikinci evlilikte de gözetilmesi gereken hususlardır.

Ayrıca ikinci evliliğin, önceki aileye zarar vermemesi ve evliliğin hedef ve gayelerini engelleyici ya da onlarla çelişen bir durum taşımaması gerekir. İkinci evliliğe kalkışacak kişi, şehevi arzularının değil, aklın ışığı altında âdil davranacağından emin olmalıdır. Ancak o zaman ikinci evlilik, aile ve toplum açısından birinci evliliğin hedef ve gayelerinin gerçekleşmesine yardımcı olur.

işte bu kayıt ve sınırlar çerçevesinde ikinci evlilik mubah olur. ikinci evlilik, ancak onu meşru kılacak zaruri bir durum olduğunda sözkonusu olur, diyenler, taaddüdün meşru kılınmasının hikmeti ile mubah kılınmasının illetini aynı düzlemde görüyorlar; illet için söylenmesi gereken şeyi hikmeti için kullanıyorlar. Çünkü şöyle diyorlar: Kadının hasta olması veya doğum yapmaması, kocanın iffetli yaşaması için birden fazla kadına ihtiyaç duyması gibi taaddüdü meşru kılacak bir zaruret bulunmadıkça birden fazla kadınla evlenilemez.

Aslında bu gibi hususlar, taaddüdün hikmetinden sözedildiğinde söylenecek şeylerdir. Mubah olmasının illetiyle ilgili şeyler değiller. Bu sebeple taaddüdün olması ya da olmaması bunları o kadar ilgilendir­mez.

Buna göre mubah kılınmasının illeti, halkın pratik hayatlarını gözönünde bulundurmak ve bunun gerektirdiğinden hareketle içtimaî olaylarda bazen zorluğa bazen de dost ve metres edinmekle hileli yolla­ra götüren daraltmaya gitmeden orta yolu ve hikmete uygun olanı tut­maktır.

Ayrıca ifrata düşüp ve mubahhk çerçevesini genişleterek ku­ralsızlık ve anarşiye götürmemektir.

Dr. Abdu'I-Vahid Vâfi, fertlerin ve toplumların vakıalarını islâmın nasıl gözettiğini uzun uzadıya anlattıktan sonra şöyle demektedir. [569]

Bu genel durumlar ve özel zaruretlerle birlikte tek kadınla evlen­me düzeninin yürütülmesi, ister istemez içtimaî felaketlere sebep olur. islâm dini, evrensel bir din ve hem fert, hem de toplumu zararlardan korumayı Önemle gözettiği için Kur'an'ın belirlediği sınırlar çerçevesinde taaddüdü mubah kılmıştır. Böylece fert ve aile hayatında işleri yokuşa sürmeyi ve zorlaştırmayı bertaraf etmiş, insanlık için gen­el maslahatı gerçekleştirmiş; insan toplumlarına iki cins arasında den­geyi gerçekleştirme ve bu dengenin bozulmasından kaynaklanan zarar-

Hanımlarının, onlarla yatma ve onlarla sohbet etme haklarına tam olarak riayet ederdi. Hanımını ihmal edip onu terkedeni de "eşinin senin üzerinde hakkı vardır" diyerek kınıyordu.

Aslında bunlar onda mevcut olan erdemliğin hususiyetlerindendir. Çünkü erkekliğin erdemliği, fizyolojik, aklî ve ruhî görevlerin yerine getirilmesidir.

Ayrıca o, şehvetin etken olması ve çok kadınla evlenmenin hedef edinilmesiyle bu iki şeyin görev ya da bazı hedefleri gerçekleştirmek için vesile edinilmelerini birbirinden ayırmıştır.

Kalbleri barıştırma, nefisleri eğitme, düşmanlarla cihad, dinin galip gelmesi, davanın tebliği, Allah'ın emirlerini yerine getirme ve toplumu ıslah etmek gibi hususların onu meşgul ettiği kadar başka birşey onu meşgul etmiş değildir. O, bunları gerçekleştirmek için bitmez tükenmez bir azimle sürekli çalışıyordu.

Onun evlilikleri de, bütün bunları gerçekleştirmek için etkin vasıtalardan biridir.

Evliliğin hedef ve gayelerini yerine getirmek, sorumluluklarını ifa etmek, hanımlarıyla çocuklarına karşı ailevi sorumluluklarını en mükemmel şekliyle eda etmekle birlikte onun evlilikleri, aynı zamanda dinî, ilmî, içtimaî ve insanî birer görev idi.

Onun düşünce ve vaktini meşgul eden meselelere insaflı bir bakış, evliliği hususunda ona saldıranlara en mükemmel bir şekilde cevap ve­rir.

O (s.a.v.), içtimaî, siyasî, dinî ve ailevî görevlerini yerine getiriyor, sonra da Rabbiyle başbaşa kaldığında geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılıyordu. Hz. Aişe, onun bu durumuna acımış ve:

Ya  Rasulallah,  Allah  geçmiş  gelecek bütün  günahlarını bağışladığı halde niçin kendini bu kadar yoruyorsun,  demişti.  Onun cevabı:

Şükreden bir kul olmayayım mı?" şeklinde olmuştu.[570] Günde yüz defa Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederdi. [571]

Kur'an'ı okuması ise, üç günü aşmazdı. [572]

Hz. Aişe, sırası olan bir gece Rasûlullah'ın (s.a.v.) gelmediğini görünce, diğer hanımlarından birinin yanında gecelediğini  sanarak Ayrıca bu âyet indiğinde Peygamber'in (s.a.v.) eşlerinin kendisin­den sonra asla evlenemeyecekleri hükmünün mevcut olduğu biliniyor­du. Dörtten fazlasını boşannş olsaydı, boşananlar perişan olurlardı. Müminlerin analarım bu durumdan korumak ve onlara değer vermek için Peygamber'in (s.a.v.) himayesinde olanlara dörtten fazla da olsalar bu durumlarının yani evliliklerinin devamı mubah kılındı.

Özel durumlar ve yüce hikmetlerden dolayı yüce Allah'ın peygam­berlere birtakım hususiyetleri tahsis etmesinde bir gariplik yoktur.

Buna göre Peygamber'in (s.a.v,) ümmetinden farklı olarak dört kadından fazlasıyla evli kalması nasıl olur diye sormak, peygamberlik makamı ile bağdaşmaz. Sorunun şöyle olması gerekir: Peygamber (s.a.v.) niçin dörtten fazla kadınla evlendi? Bunun hikmeti nedir?

Yüce Mevlâmızın kendisi Peygamberine (s.a.v.) dörtten fazla kadınla evli kalmayı mubah kılmış ve bunu ona özel kılmışsa, artık: Bu Peygamber hâşâ şehvetine düşkündü; bütün gayreti birçok kadım haremine toplamak idi demek batıl ve tutarsız bir sözdür.

Çok kadınla evlenen eğer bir peygamber değilse, onun hakkında söylenecek bu tür sözler kabul edilebilir. Çünkü çok kadınla evlenmeye karar veren bizzat kendisidir. O zaman: Bu kişi şehevi arzularının etki­siyle bunu yapıyor demek mümkündür.

Ama dörtten fazla kadınla evlenmenin mubahlığı ilâhi vahye dayalı ise, bu evlilikleri devam ettirmenin şehvet sebebiyle olduğunu ve bunu yapan kişinin şehvetine düşkün biri olduğunu söylemek akıl ve mantıkla bağdaşmaz.

Peygamber'in (s.a.v.) değişik kadınlarla evlenmesini mubah kılan, her türlü eksiklikten münezzeh olan yüce Rabbimizdir. O, şöyle buyur­maktadır: "Ey Peygamber, biz, ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği (savaş esir) lerin-den elinin altında bulunan (cariye) leri, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık. Bir de kendisini (mehirsiz olarak) peygambere hibe eden ve peygamberin de kendisini almak dilediği inanmış kadını» diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık).[573]

Yüce Allah; Peygamber'in (s.a.v.), müminlerin analarından bazılarıyla evlenmesini vahiy ile bildirmiştir. Nitekim Hz. Aişe ile Zey-neb'in evliliği böyle olmuştur.

Buhârî ve Müslim, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ediyorlar: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: (Ey Aişe), üç gece seni rüyamda gördüm. Melek ipekli kumaş içinde bana geldi ve (sen) ipekli kumaşlar içindeydin. Melek: Bu, senin (müstakbel) zevcendir, diyordu. Kumaşı yüzünden aralıyordum, meğer o, sensin. Ben de: Eğer şu rüyam Allah tarafından gösterilmişse, Allah'ın takdiri yerine gelir, diyordum. [574]

Hz. Zeyneb hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) evlâtlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın buyruğu (her zaman) yerine getirilmiştir. [575]

Ayet, Peygamber'in (s.a.v.) Zeyneb'le evlenmesini, Allah'ın üstlendiğini açıkça ifade etmektedir.

Buna ilaveten bazen kendisiyle eşleri arasındaki günlerini bölüştürme ilişkilerini de Allah düzenliyordu. Nitekim dilediği şekilde günleri bölüştürme hususunda O'na hürriyet tanımıştır. Dilediğinin günlerini çoğaltabilir ve dilediğinin günlerini azaltabilirdi. Günlerini azalttığı eşinin günlerini bir daha çoğaltabilirdi. Yüce Allah, bu hürriyeti kendisine tanıdığını bildirdikten sonra, bu hürriyete rağmen eğer günlerini bölüştürme konusunda onlara âdil davranır ve günleri eşit paylaştıracak olursa, bunun, eşlerinin hepsini daha çok sevindi­receğini bildirmiştir. [576]

Yüce Allah'ın şu sözü buna işaret etmektedir: "Onların (hanımlarından) dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Kendilerinden uzak  durduğun kadınlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Öyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdikle­rine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah, hakkıyla bilen, cezada acele etmeyendir."

Hatta eşlerine karşı takındığı bazı tavırlardan dolayı peygamberi­ni kınıyor ve bu davranışının keffaretinin ne olacağım bildiriyor. çocukları, vahiy kendisine gelmezden önce Hatice'nin doğurduğu çocuklardır.

Ibnu tshak'ın şu anlattıkları ile diğer tarihçilerin Hz. Hatice hakkında söylediklerinden şu sonuçlan çıkarabiliriz:

1- Rasûlullah'ın (s.a.v.) Hatice'yle evlenmesinde temel etken, Ha­tice'nin daha önce hiç kimsede müşahede etmediği Rasûlullah'ın (s.a.v.) üstün ahlâkı ve güzel davranışlarıdır. Hatice'nin onunla evlenmek is­temesinde temel etken budur. Hatice, o kadar etki altında kalmıştır ki: "Yakınım olmanı istiyorum. Çünkü sen kavmin arasında şerefli ve güvenilir birisin. Ahlâkı iyi, sözünde doğrusun" diyerek onunla evlen­mek istediğini açık açık söylemekte bir sakınca görmemiştir.

2- Bu ahlâkî yönün yanında Meysere'nin Hatice'ye anlattığı rahi­bin sözleri; "Bu ağacın altında peygamberden başkası gölgelenmemiştir" demesi.

Bu iki husus, Hatice üzerinde derin etkiler bırakmıştı. Mu-hammed'in (s.a.v.) ileride büyük biri olacağını seziyor gibiydi.

3- Bu iki hususun Hz. Hatice'nin hayatında birtakım etkileri oldu. Şöyle ki:

a- Muhammed'le (s.a.v.) evlenme isteğinin pekişmesi.

b- Peygamberliğini hiç beklemeden tasdik etmesi.

Böylece müslüman olanların ilki oldu. Islamı hemen kabul etmesi ise, Peygamber'in (s.a.v.) davasında sebat etmesinde ve desteklenme­sinde ilk adım oldu.

c- Meleğin ilk gelişinde korkuya kapılan Peygamber'i (s.a.v.) yatıştırıp onu teselli etmesi.

d- Onun Peygamber'in (s.a.v.) risaletini te'yid etmesi, sırf duygu­sallıktan kaynaklanmıyordu. Bu destekleme öncelikle mantıkî idi ve ahlâkî temele dayanıyordu. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Kendi duru­mumdan endişe ediyorum" dediğinde şu karşılığı vermiştir: "Hayır, ye­min ederim ki Allah seni mahcup etmez. Çünkü sen akrabayı gözetir, acizin yardımına koşar, fakire yardım edersin. Misafire ikramda bulu­nur ve musibetzedelere destek olursun."

e- Peygamber'i (s.a.v.); cesurca savunması ve bu uğurda kendini tehlikeye atması; canıyla ve malıyla onu desteklemesi. Peygamber (s.a.v.) hoşlanmadığı şeyler duyduğunda ya da yalanlayanlarla karşılaştığında bu durum onu üzerdi. Eve döndüğünde Hz. Hatice onu teselli eder, kendisinin haklılığını anlatır ve üzüntüsünü hafifletirdi.

Peygamber (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurmuştur: Yemin ede­rim ki Allah ondan iyisini bana vermedi; insanlar bana inanmadıkları bir sırada o bana iman etti. Başkaları beni yalanladığında o beni doğruladı, insanlar bana hiçbir yardımda bulunmazken o malıyla beni[577]