๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran ve Sünnette Evlilik => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 26 Eylül 2010, 20:55:25



Konu Başlığı: Bu Tavırların Hedefi
Gönderen: Hadice üzerinde 26 Eylül 2010, 20:55:25
 
                                                         Bu Tavırların Hedefi:
 

Bu göz alıcı tablolar, bize Peygamber'in (s.a.v.) her tavn nasıl değerlendirdiğini, meselelerin sonucunu nasıl  düşündüğünü  ve  hik­metle aklın gerektirdiği şekilde nasıl davrandığını ve ortamın tabiatına uygun nasıl tavır takındığını gözlerimizin Önüne sermektedir.

Ayrıca evlilik hayatına vefa, iyilik, ülfet, adalet ve güven gibi konularda bu davranışın ne kadar etkili olduğunu dikkatle değerlendirelim.

Henüz işin başında hikmete uygun bir tavır, büyümesi muhtemel olan bir zararı, büyümeden Önler. Büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan çıkar.

Bu küçük olaylar, zamanında önlenemediği takdirde büyüyerek eşlerin evlilik hayatının son bulmasına kadar gidebilirler.

Naklettiğimiz bu misaller, kadının psikolojik durumunu ortaya koymakta ve hem erkek, hem de kadının bunu anlayarak ona göre ted­bir almaları gerektiğini ifade etmektedir.

Hata etkenleri ve anlaşmazlık nedenleri başka hususlardan da kaynaklanıyor olabilir. Şimdi de bunları görelim. [1013]

 1- Şuuraltı Kompleksler:
 

Çocukluğun erken dönemlerinde babaların çocuklarına karşı tu­tumlarının, aile ortamında çocuğun ilişkilerinin ve hayatının bütün dönemlerinde toplumun kişiye karşı davranışlarının o kişi üzerinde de­rin etkileri vardır. Bütün bu olaylar şuur altına yerleşir ve bazen or­taya çıkar, bazen de gizlenirler. Sonradan kişinin toplum içindeki hayatıyla evlilik hayatına da etki ederler.

Bu girişten sonra diyoruz ki:

Bunun misallerinden biri de: Kocasına başkaldıran aykırı tavır takınan ya da küçük bir olayı olduğundan çok büyütüp kesin ve katı re­aksiyon gösteren kadındır. Genellikle bu tür tavırlar, geçmişte ba­basının veya annesinin ona karşı takındığı katı tavrın psikolojik bir yansımasıdır.

Bazen de bu tavırlar, babasının diğer kardeşlerinden birini şu veya bu şekilde ona tercih etmiş olmasından kaynaklanır.

Bu durumda kadın, erkek cinsine kin beslemektedir, kocasının şahsında babasından öc almaktadır. Baba evindeyken hep içine atmış ve onda patlamağa hazır bir birikim meydana gelmiştir. Koca evinde bi­raz daha rahat bir nefes almıştır ve içindeki birikim dışa vurmağa başlamıştır.

Sahabilerden biri, çocuklarından birine bahçesini hediye edip Rasûlüllah'ı da (s.a.v.) buna şahit tutmak için ona gittiğinde, Rasûlüliah (s.a.v.): "Her çocuğuna aynı şekilde bir bahçe hediye ettin mi?" diye sormuş, adam vermediğini söyleyince, Rasûlüliah (s.a.v.): "O halde git, ben bir haksızlığa şahitlik etmem" diye veya: "Allah'tan kor­kun; çocuklarınız arasında âdil davranın" buyurmuştur. [1014]

Rasûlüliah (s.a.v.) bu sözleriyle ileride doğacak bu tür sonuçları kastediyordu. Kardeşlerden birini diğerlerine tercih etmenin, onların psikolojik yapıları üzerinde derin etkileri vardır. Bu haksızlık onların şuur altına yerleşir, o kardeşe karşı kin beslemeğe başlarlar ve fırsatım bulduklarında ondan intikam almağa kalkışırlar. Hatta ileride toplumla ilişkilerine de bunun etkisi olur.

Akıllı koca, bu etkenleri öğrenmeğe, kadının şuur altına yerleşenleri kurcalayıp bulmağa çalışan, buna göre hareketlerini yönlendirerek lütfü ve akıllılığı, sabrı ve tahammülü, ustalık ve mahare­tle bir tabip gibi hatta ondan daha becerikli bir şekilde meselelere yak­laşan kocadır, öyle ki, ona iyi bir erkek modeli oluşturmalı ve karısını, bilinç altına yerleşen ve aykırı hareket etmesine sebep olan komplek­sten kurtarmalıdır.

Kocasının bu davranışı, kadın için o aykırı davranıştan kurtuluş vesilesi olacaktır.

Ana ve babalar da, çocuklarının psikolojik yapılarında derin yara­lar ve tehlikeli izler bırakan davranışlardan uzak durmalılar. Aksi tak­dirde bu davranışlarının, çocuklarının ileride mutsuz bir evlilik yapma­larına sebep olabileceğini bilmeliler. [1015]

 
2- Aileden Kopamama:
 

Evililik için  ruhî olgunluğu  şart koştuğumuzda,  bununla, eşlerden her birinin aile sorumluluğunu layıkı veçhiyle yüklenebilme seviyesinde olmasını, dış etkilerden ve akraba tahakkümünden uzak, bağımsız karar verebilecek durumda olmasını kastediyorduk.

Demiştik ki: Kişiyi bu seviyeye ulaştıran, basiretli idrak, olgun görüş ve olgunlaşmış şahsiyettir. Kişi ancak bu seviyeye ulaştığında, tökezlemeyeceğinden emin olabiliriz. Çünkü evliliğin ilk dönemlerinde kişi birçok problem ve hatalarla karşılaşır. Henüz başta belli bir seviy­esi varsa, bu olaylar onu daha da olgunlaştırır. Ama yoksa, yüzüstü düşüp kalkmayabilir.

Eşlerden biri, hayat ortağının henüz bu seviyeye ulaşmadığını, şahsiyet ve idrak konusunda henüz ailesinden kopmadığım; birtakım iplerle ailesine bağlı olduğunu, kendi başına birşeye karar vereme­diğini, herşeyde gidip anne ve babasına danıştığını, yeni kurulan aile­nin üyesi olacağı yerde hâlâ eski ailesinin bir üyesi olduğunu!!

Diyoruz ki: Kişi, hayat arkadaşını bu durumda görünce hayal kırıklığına uğrar.

Dışarıdan yapılan müdahaleler de çoğu zaman yapıcı olmaz, yıkıcı olur.

Kuşkusuz bununla, eşlerin hiçbir hususta akraba çevrelerinin görüşlerini almamaları, tecrübelerinden istifade etmemeleri ve onlara danışmamalarını kasdetmiyoruz.

Hiç şüphesiz bazı hususlarda danışmanın yararlan vardır ve bu hususlarda danışma olmalıdır. Ama bazı şeyler de var ki, kişinin kendi­si buna karar verir.

Ayrıca kişi eşiyle birlikte yardımlaşarak birtakım kararlara varır. Hatta bazen başkalarına da danışır. Ama kişi, henüz işin başında ken­di düşünce ve şahsiyetini bir tarafa bırakıp her hususta sorumluluğu ana-babasma yüklüyorsa, işte bu olmaz.

Diğer yönden, eşlerden biri, diğerinin ailesine danışır, görüş ve yardımlarını isterse, karşı taraf da bunu gönül huzuruyla, hatta takdir ve minnetle karşılar.

Ama kadın, olur-olmaz işlere burnunu sokar ya da mütehakkimane görüşüne göre hareket edilmesini ister veyahut hep kendi açısından meseleye bakacak olursa, işte o zaman mesele değişir.

Dışarıdan yapılan müdahaleler, genelde meseleyi daha da büyütür. Sıkıntıdan etkilenilir ama bir fayda vermez. O zaman serdedi-len görüş, tartışmayı kabul etmez bir tavırla ortaya atılır. Mantıkî düşünmekten çok duygusallığa dayanır.

Hiç şüphesiz, böyle bir hareket kocanın şahsiyetini yaralar. Çünkü koca, kendi evinde kendini danışma mercii görür. Eşi, kendisine danışacak ve beraberce problemin üstesinden gelecekler. Dışandan yapılan müdahaleler, ihtilaf alanını daha da genişletir. Eşler birbirle­rine karşı kin ve nefretle dolarlar. Aradaki güven ve bağlılık da zayıflar.

Baba ve aileler, bu duruma dikkat etmeli ve her olay karşısında münasip tavrı özenle seçmeli, eşler arasındaki ilişkilerin kutsallığını her zaman için gözönünde bulundurmalılar.

Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.), bir gün Hz. Fatıma'nın evine gitti. Hz. Ali evde yoktu. Rasulüllah (s.a.v.): "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu. Hz. Fatıma: Aramızda bir şey geçti, birbirimize kızdık. O da gündüz uykusunu yanımda uyumadı, çıktı gitti, cevabını verdi. Rasulüllah (s.a.v.) birine: "Git, onu bul" buy­urdu. Adam gidip geldi ve: Ya Rasulallah! Mescitte uyuyor, dedi. Bunun Üzerine Rasulüllah (s.a.v.) mescide gitti, baktı ki Ali yan tarafına uzanmış ve abası bir tarafına sıyrılmış, vücudu da toprağa bulanmış. Rasulüllah (s.a.v.): "Ebû Türâb! Kalk. Ebû Türâb! Kalk" diyerek toprağı bedeninden silkmeye başladı. [1016]

Belki de kızı ile kocası arasında bir şey geçtiğini biliyordu ve o hik­metli üslûbu ile buna son vermek için kızına gitmişti.

Kızına: "Amcanın oğlu nerede?" diyerek karı-koca ilişkilerinin ötesinde aralarındaki bir ilişkiyi ona hatırlatacak bir ifade kullandı.

Kızı da hemen birbirlerine kızdıklarını ve kocasının dışarı çıktığını     söyledi.   Rasulüllah     (s.a.v.),     mescide     giderek    Ali'yi uyandırmaktan ve ona bulaşmış toprağı silkelemekten başka birşey yapmadı. Niçin hanımıyla bozuştuğundan hiç bahsetmedi. Belki de bu­nun, iki eş arasında gizli kalmasını daha uygun gördü.

O mükemmel tavır ve sevgi dolu el, kızının kocasının üzerindeki toprağı silkelerken haddi zatında kızıyla kocası arasındaki anlaşmazlığı da silkeliyordu.

Ve hemen ardından evine döndü.

Başka bir defasında da, Ali ve Fatıma'nın dikkatlerini istediklerin­den daha hayırlı birşeye yönlendiriyor.

tbnu Ebi Leyla rivayet ediyor, diyor ki: Ali bize anlattı: Fatıma, un öğütmekten şikayetçiydi. Peygamber'e (s.a.v.) esirler getirilmişti.

Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Onu bulamayınca, durumunu Aişe'ye anlattı. Peygamber (s.a.v.) eve geldiğinde, Aişe ona Fatıma'nın gelişini anlatmış, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bize geldi. Biz yatak­larımıza uzanmıştık. Kalkmağa çalıştım, "olduğunuz yerde durun" buyurdu. Sonra aramıza oturdu, öyle ki ayaklarının soğukluğunu göğsümde hissediyordum. Buyurdu ki: Benden istediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yataklarınızda otuzdört defa Allahu ekber, otuzüç defa sübhanellah ve otuzüç defa da el-hamdu lillah dersi­niz. Bu, sizin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır. [1017]

Evet... Fatıma'nın, un öğütmek konusunda babasına şikayet etme hakkı vardı.

Hayatın zorluklarını kızı için kolaylaştırmak da O'nun (s.a.v.) hakkı idi.

Herhalde kızının rahatlık ve mutluluğundan da daha çok hoşuna giden birşey olmazdı.

Ancak hesaba katılması gereken başka Önemli şeyler vardı:

1-Rasûlüllah (s.a.v.), vahyi dinlemeğe ve sünneti koruyup ezber­lemeğe vakfetmiş, mescidden başka da bir sığınakları bulunmayan ilim talebesi Suffe ehlini, elde edilen mala daha ehil görüyordu. Hatta bun­lar, işleri kendisinden de sorulan Fatıma'dan da daha öncelikliydi.

2-Maddî  ve   dünyevî  hususlarda  Peygamber  (s.a.v.)  önce müslümanlann gönlünü almayı tercih ediyordu. Onlardan birşey artar­sa o zaman Ehl-i Beytine onları vermekte bir sakınca görmezdi.

3- Onlara dünya işinden birşey kalmadığında, onların dikkatlerini onun yerine ondan daha hayırlı birşeye, ahiret işine yönlendirirdi. Bu­rada bir hizmetçiden oldularsa ya da dünyada biraz daha yorulacaklar-sa, ahirette daha yüce bir makama ve daha büyük bir sevaba nail ola­caklar.

Bazı durumlar da vardır ki dışarıdan olumlu bir müdahalenin ol­masını gerektirir. Mesela baba veya aile, kızları için bir can tehlikesi, ya da bizzat evlilik ilişkilerinin zarar göreceğinden ve evliliğin de­vamından kuşku duyulduğu durumlar böyledir.

Nitekim Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın üzerine Ebu Cehil'in kızına talip olduğunu duyduğunda, kızını dini hususunda fitneye düşürecek bir ku­masının olmasından endişelenip kızmış ve herkese bu evliliğe izin ver­meyeceğini, Fatıma'yı üzecek birşeyin kendisini de üzeceğini ve Allah'ın en sevgilisinin kızıyla, en düşmanının kızının bir evde bir arada buluna­mayacaklarım ilan etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçmiştir.

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali, Misver b. Mahreme'nin kendisine şunu haber verdiğini rivayet eder: Hz. Ali, yanında Rasûlüllah'in kızı Fatıma olduğu halde Ebu Cehil'in kızına talip olur. Hz. Fatıma bunu duy­duğunda Peygamber'e (s.a.v.) gelir ve şöyle der: Kavmin, kızların için kızmadığını söylüyorlar, tşte Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek peşinde!

Misver dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalktı. Bu arada kelime-i şehadeti getirdiğini duydum. Sonra şöyle buyurdu: "Fatıma benden bir parçadır, onu fitneye düşürmeleri benim hiç hoşuma gitmez. Ayrıca Al­lah'a yemin ederim ki, Allah'ın elçisinin kızı ile, Allah'ın düşmanının kızı bir erkekle bir arada asla evli olamazlar." Bunun üzerine Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçti. [1018]

Böyle zarurî bir müdahaleye ihtiyaç duyulmadıkça, en iyisi ortaya çıkan problemin çerçevesinin dar tutulması ve mümkün olduğu sürece çözümün eşlere bırakılmasıdır. Eşlerin kendileri problemi yalnız başlarına çözemedikleri zaman ancak mesele başkalarına arzedilebilir. Değilse, meseleyi başkalarına açmaya da gerek yoktur. [1019]

  3- Namus Gayreti:

 

Bazı durumlar var ki gerçekten gayreti (kıskanmayı) gerektirir:

Bir serserinin, başkasının hanımını ya da namusunu seyretmesi ve bununla gönül eğlendirmesi gibi.

Kişi bu sırada gayretinden o serserinin gözünü patlatsa, hadiste de belirtildiği gibi diyet ödemez.

Ya da -hanımın akrabalarından bile olsa- evine girmesini isteme­diği birinin evine girmesi gibi.

Tirmizî, Süleyman b. Amr b. el-Ahvâs'tan babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bilesiniz ki kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız ve sizin üstünüzde de kadınlarınızın hakkı vardır. Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız: Sevmediklerinizi mefruşatınıza ayak bastırmamaları ve hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize sokmamalarıdır. [1020]

Yine kişinin karısına belli bir yere gitmesini yasaklaması ve kadının oraya gitmesi veya kendi evinin dışında gece sohbetine gitmesi ya da orada uyuması gibi.

Buharî, Ebu Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet eder: "Kocasının yatağım terkederek başka yerde geceleyen kadın, dönünceye kadar melekler ona lanet eder.[1021]

Beyhakî de, îbnu Ömer'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet etmektedir:

"Kadın, kocasının izni olmaksızın evinin dışına çıkamaz. Çıktığı takdirde tevbe edinceye ya da dönünceye kadar melek­ler; hem gazab melekleri, hem de rahmet melekleri ona lanet ederler." Denildi ki: Kocası haksız olsa da mı? "Evet, kocası haksız olsa da" buyurdu. [1022]

Kadının sırf dışarı çıkması, sonucundan emin olunamayan bir du­rumdur.

Hz. Ali şöyle demiştir: "Utanmıyor musunuz? Kıskanmıyor musu­nuz? Sizden birinizin karısı dışarı çıkıyor, erkeklere bakıyor ve onlar da ona bakıyorlar."

Buharı, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Sa'd b. Ubade: Birinin karısıyla dolaştığını gördüğümde onu kılıçla vurasım geliyor, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sa'd'ın kıskançlığına hayran değil misiniz? Ben ondan, Allah da benden daha kıskançtır. [1023]

Ama kadın, bu gibi yerlerden uzak durur ve itaat etmek suretiyle kocasının hakkını yerine getirirse, o zaman güvenilmeyi ve saygı gösterilmeyi hakkeder. işte o zaman kocanın da, karısının bu seviyesine yaraşır davranış sergilemesi, tecessüs edip kansından şüphelenmemesi gerekir. Bu ne­denledir ki Rasulüllah (s.a.v.) kocanın gece vakti baskın yapmasını, karısının bir açığını yakalayacakmış gibi davranmasını ve karısından habersiz, alelacele içeri girmesini yasaklamıştır.

Böyle bir durumda şeytan, koca ile karısının arasım bozmak için oyununu oynar ve kocaya, düşünüp araştırmadan cinayet işlemesini sağlayabilir.

Rivayet edilir ki Abdullah b. Revaha gece vakti karısının yanına gider, karısının yanında saçım tarayan bir kadın vardır. Ancak o, bunu erkek zanneder ve kılıcını çeker. Bu olay Peygamber'e (s.a.v.) haber ve­rildiğinde, kişinin gece habersiz karısının yanına girmesini yasakladı.[1024]

Bütün bunlar, şüphelenilecek bir durumu bulunmayan kadın için geçerlidir. Ebu Hüreyre'den Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:

"Allah'ın sevdiği ve sevmediği kıskançlık vardır. Allah'ın sevdiği, şüphe durumunda olan kıskançlıktır, sevmediği ise, şüpheye mahal olmayan yerde kıskançlıktır. [1025]

O halde kıskançlığa mahal olmayan ya da şüpheye temel olacak bir durum sözkonusu olmadığında kişinin kıskanç tavırlar içine girme­mesi gerekir ki temiz bir kadına yahut suçu olmayan çocuklara karşı suç işleme gibi bir durumla karşı karşıya kalmasın. [1026]

 
4- Taraflardan Birinin, Diğerinin Haklarım Görmezlikten Gelmesi Ya Da Onun Haklarım Bilmemesi:

 

Eşlerden her birinin, diğerine karşı görevleriyle atbaşı giden hak­lan da vardır.

Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir:

"Erkeklerin  kadınlar  üzerindeki  hakları   olduğu  gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1027]

Her biri, görevlerini bilir ve onları yerine getirirse, karşı taraf üzerindeki haklarına kolaylıkla erişebilir. Evlilik hayatmda her birinin, sevgi, huzur ve merhamette payı olur ve mutlu bir hayat yaşamalarına vesile olur.

Hak ve görevlerin bilinmemesi ya da görmezlikten gelinmesi, evli­lik ilişkilerinde tehlikeli sonuçlar doğurur.

Burada hak ve görevler kemiyetle ölçülmez, psikolojik yönün de büyük etkisi vardır.

Şimdi de bir nebze bu yön üzerinde durmak istiyoruz. [1028]