๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Öyküleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 04 Aralık 2010, 13:07:02



Konu Başlığı: Zulkarneynin Adalet İlkesi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 04 Aralık 2010, 13:07:02
Zulkarneyn'in Adalet İlkesi

Yüce Allah, fethettiği ülkeler hakkında Zulkerneyn'e dilediği gibi davranma ve insanlarına muamele etme serbestisi verince, zulmetmemiş, azgmlaşmamış,terör estirmemiş, bunu yeryüzünde fesat çıkarmak ve insanları ezmek için bir fırsat görmemiştir. Bu insanlara karşı nasıl davranacağını şöyle belirtmiştir:

"Haksızlık   yapana   ceza   vereceğiz,   sonra   rabbine döndürülür,onu görülmemiş bir azaba uğratır, ama inanıp salih amel işleyene mükafat olarak güzel şeyler vardır, ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz,dedi"[359]

Bu adaletli ilke,Zulkarneyn'in imanını, takvasını, adaletini, zeka ve kavrayışını, iyilik ve rahmet sahibi oluşunu gösterir.Yendiği ve ülkelerini fethettiği insanlar şüphesiz aynı düzeyde ve aynı niteliklere sahip olan insanlar değildir. Onun için hepsine aynı muamelenin yapılması caiz olmaz. Bunlar iki türlüdür; Müminler ve kafirler,iyiler ve kötüler. Bunlara aynı muamele yapılabilir mi?

Zulkarneyn şöyle diyor: zalim ve kafir olanlara azap edeceğiz.Zulüm ve küfründen dolayı ceza görecek.Bu azap onun cezasıdır.Ona azap ederken adaletle davranıyoruz. Dünyadaki azabı budur. Ahirette de başka bir azap çekecektir. Rabbine dönürüldüğü vakit ona görülmemiş bir azap verecektir.Görülmemiş azap da, insanların tuhafına giden, katı, çekilmez ve çetin gördükleri azaptır.Şüphesiz bu azap Allahın adaletine uygundur. Çünkü zalim ve kafirler bu azabı hakediyorlar.

Kur'an "Münker" ve "Nukr" kelimelinni kullanır. Munker,Allahın dinine göre batıl, haram ve müminlerin kalplerinin red edip tiksindiği şeylerdir. Nukr ise, bazı insanların yadırgayıp yanlış ve merdut gördükleri halde, Allahın hüküm ve takdirinde doğru,sahih ve makbul olan şeydir.

Zulkarneyn'in ilkesine göre zalim ve azgın kafir iki defa ceza görür. Biri Zulkarneyn'in eliyle dünyada azap görür Diğeri de ahirette Allahın vereceği görülmemiş azaptır.

İyi mümin ise,Zulkarneyn tarafından kayırılmakta, ona en güzel mükafat verilmekte, sevgi, yakınlık ve iltifat gösterilmektedir. "Mükafat olarak güzel şeyler vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz"[360]

 Ödüllendirme ve Cezalandırma İle Eğitmek:
 
Zulkarneyn'in  insanlara  yaptığı  uygulama,  başkaları hakkında uygulama yapan her yönetici ve hükümdar için ölçü olmaya layık olduğu gibi, Zulkarneyn'in kendisi de her yetkili ve yönetici İçin örnek olmaya layıktır. Vazifesinde başarılı olmak ve görevini güzel bir şekilde yerine getirmek isteyenler,   Zulkarneyn'in   bu   ilkesinin   üzerinde   iyice durmaları gerekir.

Bilindiği gibi zamanımızda görevin başına gelmeyen bozukluk, ve bozgunculuk kalmamıştır.Yöneticilerin de ne kadar görev bilinç ve sorumluluğundan uzaklaştığını, ne kadar haksızlık ve adaletsizlik yaptıklarını, görevlerinde ne kadar başarısız olduklarını bilmeyen yok gibidir.

Görevlilerin   başırısının   ölçüsü,   günümüzde   rejime bağlılıkta, üstlerine hizmet ve yaranmada, dalkavukluk ve münafıklıkta   yarışmaları   olmuştur.   Görevlilerin   bütün endişesi,  amirlerin  gözüne girmek,onların yanında yer aldığını   göstermek,   onlardan   ulufe,   takdir   ve   çıkar koparmak, bir üst makama atlamak, bunu insanlara hizmet ve halkın yararı için çalışmaya tercih etmek olmuştur.

Günümüzde yönetimin ölçüsü bozulmuş ve memuriyetin ilkesi çığırından çıkmıştır. Zalim, bozguncu ve haksız kişiler yöneticilerin iyilik, lütuf ve ihsanını alan yakınları haline gelirken,samimiyet ve şevkle çalışan insanlar ise uzaklaştırılmakta, kovalanmakta, sürülmekte, eziyet ve baskı görmekte, her türlü iyilik ve ihsandan, takdir ve ikramdan yoksun bırakılmaktadır. Böylece işler bozulmuş, yürümez olmuş, bozukluk ve bozgunculuk yayılmış ve her alanda anarşi başını almış yürümüştür.[361]

Belirttiğimiz gibi Zulkarneyn, her yönetici ve sorumlu için temel bir ölçü sunmakta, devlet idaresi ve memuriyet alanında işleri yoluna koymak ve iyileştirmek için pratik bir yol göstermektedir. Bu yola, ödüllendirme ve cezalandırma ile eğitim yahut teşvikler ve engeller metodu diyebiliriz.

Yönetici veya memur için önemli olan şey, yöneticiye yardakçılık yapmak veya amire şirin görünmek değil, görevini güzel bir şekilde yerine getirmektir. Memur ihmalkarlık, haksızlık ve kötülük yaptığı zaman, haksız ve batıl yolu seçtiği için cezalandırılmalı ve haksızlığna son verilmelidir. Bu memurun başka yere sürülmesi veya görevinin değiştirilmesi yahut görevinden el çektirilmesi gerekir.

Ama iyi, çalışkan, dürüst ve insanların sevdiği mümin bir görevlinin takdir edilmesi ve ödüllendirilmesi gerekir. Başkalarına örnek olması için teşvik edecek ve başarısını artıracak bütün teşviklerin kendisine yapılması lazımdır.

Evet, iman eden ve güzel iş yapanlar için en güzel mükafat vardır.bu adam imanı ve ibadeti güzel yapmış,işi ve ameli güzelce yerine getirmiştir. Onun için biz de ona güzellikle ve iyilikle muamele yapıyoruz.Çünkü karşılık, yapılan iş türünden olur. "iyiliğin karşılığı iyilikten başkası mıdır?"[362]

Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz.Onunla hoş,zarif, güzel ve tatlı bir dille konuşacağız. Böylece onu ödüllendireceğiz, teşvik edeceğiz,saygı göstereceğiz ve takdir edeceğiz.

Bunu gören başkaları da ondan ibret alacaklar, kendilerine ders çıkaracaklardır. Çünkü aklından zoru olmadıkça, hiçbir kimse bile bile ceza ve kötülük görmek istemez.

İyi işler yapan mümin insanlar haksızlık, ahlaksızlık ve bozgunculuk yapamazlar. İyiliği, yararı ve güzelliği yayarlar. Görevlerini en güzel şekilde yerine getirmeye ve insanlara yarar sağlayacak hizmetler vermeye özen gösterirler.

işte böyle insanlara ödüller vererek ödüllendiririz. Bu ödül ona itibar kazandırır, çabalarını yoğunlaştırmaya teşvik eder ve başkalarını da onun gibi olmaya çağırır.[363]

 Onları Güneşten Korumadık:
 
Zulkarneyn,güneşin doğduğu yöne doğru gitti."Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşin, kendilerini ondan koruyacak   birşey   vermediğimiz   bir   millet   üzerine doğduğunu gördü"

Kara balçıklı kızgın gözden söz ederken güneşin batması ile ilgili söylediklerimizi burada onun doğması konusunda da söylüyoruz.Güneşin bir sürü doğuş yerleri vardır. Her millet için güneşin doğuş yeri vadır. Önemli olan, bu millet için güneşe karşı koruyacak bir şeyi AHahın vermemiş olmasıdır.Yani göneş doğduğu zaman onları ışıklarından Örtecek bir şey yoktur. Alimler "Güneşe karşı koruyacak bîr şey vermedik" ayetinin anlamı konusuda ihtilaf etmiş ve şöyle demişlerdir:

1- Bazıları, sözkonusu milletin geniş vadilerde oturdukları ve güneş doğduğunda kendilerini güneşten koruyacak dağların bulunmadğım, doğan güneşi yanlarında ve evlerinin içinde bulduklarını söylemişlerdir.

2- Bazıiarı da kendilerini güneşin ısı ve sıcaklığından koruyacak evleri veya binalarının olmadığını, onun için doğar doğmaz güneşin aralarında olduğunu söylemiştir.

3- Bazıları    ise,    vücutlarını    örtecek   birşeylerinin bulunmadığını ve çıplak olduklarını, güneş doğduğunda ısı ve ışıklarıyla onları etkilediğini söylemiştir.

Daha önce bu insanların Moğollardan ve başkalarından olabileceğini belirtmiştik.

Görüldüğü gibi Kur'anı Kerim, Yüce Allanın Zulkarneyn'e söylediklerini ve onun ne cevap verdiğini açıklamamaktadır.Yani o bölgelerin yönetimi ve halkına karşı nasıl davrandığını belirtmemiştir. Çünkü nasıl davrandığını, batıda daha önce ülkelerini fethettiği insanlara karşı nasıl davrandığını anlatırken belirtmiştir.Tekrar olmaması için bir daha açıklamamıştır.[364]

 Onun Bütün Yaptıklarını Biliyorduk:
 
Kur'an, Zulkarneyn'in savaş ve fetihleri ve doğu tarafına düzenlediği seferi anlatmaya son vermeden önce "Bu şekilde onun bütün yaptıklarını biliyorduk" temel kuralını kararlaştırmaktadır.

Yani Yüce Allah, Zulkarneyn'in bütün durumlarını biliyor,bütün hareketlerini görüyor, kendisinin ve ordusunun haberlerine muttali oluyordu. Attıkları her adımı Allalın izni ile atıyor,yaptıkları her hareketi Allanın iradesiyle yapıyor,işgal ettikleri her ülkeyi veya fethettikleri her yeri Allanın bilgisi ve gözetimi altında yapıyorlardı.

Güneş doğduğu zaman kendilerini ondan koruyacak veya örtecek birşey bulamayan insanlardan söz ettikten sonra bu gerçeğin belitilmesinden çıkaracağımız güzel bir edebi nüans bulunmaktadır. Merhum Seyyid Kutup bunu şöyle tespit eder:

"Burada anlatımdaki sanatsal uyumun güzelliği üzerinde biraz duralım.Kur'anın burada anlattığı sahne, tabiatta açıkta olan bir sahnedir. Güneş parlıyor ve halkı ona karşı örtecek hiçbir şey yoktur. Zulkarneyn'in vicdanı ve niyetleri de bu şekilde tümü ile Allahm bilgisine açıktır. Böylece tabiatta  ve  Zulkarneyn'in  vicdanında  sahne,   Kur'anın hassas ahenk metodu üzere tam bir uyum sağlıyor."[365]

Şimdi,   fetihlerinden   söz   ederken   Yüce   Allanın Zulkarneyn'in bütün  işlerini,  askerlerini ve yaptıklarını bildiğini    belirtmesinin    hikmeti    üzerinde    duralım. Anlayabildiğimiz kadarıyla bunun hikmeti, evrende olup biten   her  şeyi   Allanın   iradesi,   istemesi   ve   bilgisine bağlamaya özen göstermesidir. Böylece insanlar olayları izlerken bu gerçeği unutmasınlar, bu olaylarda Allahm bilgi ve   iradesinden   bağımsız   olarak   hareket   ettiklerini sanmasınlar.

İşte Zulkarneyn! Önce batı, sonra doğu cephesinde büyük fetihler yapmış, kuzey cephesinde çok büyük işler başarmıştır.Ancak Allah onun bütün yaptıklarını görüyor, biliyor, yaptıklarının tümünü kendisi dileyip yaratıyor.[366]

 "Haber" ve "Hubr" Kelimeleri:
 
Acaba iki kelime arasındaki fark nedir ve ikisi hangi bağlamda kullanılmaktadır?

"Haber" kelimesi, Hz.Musa öyküsünde aynı bağlam içinde geçmektedir. Yüce Allah, Hz.Musa için buyurduğu "Muşa, ailesine, ben bir ateş gördüm,ondan size bir haber getireceğim,dedi"[367] ve "Ailesine, bekleyin, ben bir ateş

gördüm, belki size ondan bir haer getiririm"[368] ayetlerinde geçmektedir.

Hz.Musa, ailesi ile beraber Mısır'a dönerken çölde yolunu yitirmiş, uzaktan bir ateş görmüş, ateşin yanında belki birini bulur ve ondan yolu öğrenir ümidiyle ateşe doğru gitmiştir. Bulacağı adamdan bir haber alacağını ümit eder.

"Hubr"    kelimesi    ise,    sadece    Kehf    suresinde geçmektedir.   Hz.Musa'ya,   Hızır   "Bilmediğin   bir   şey karşısında   nasıl   sabredeceksin?"   dediği   ayette   ve Zulkarneyn'le ilgili olan "Bu şekilde onun bütün yaptıklarını biliyordu" ayetinde geçmektedir.

Haber, bilinen şeyler hakkında haber yolu ie bilgi sahibi oimak demektir. "Hubr" ise, olayların içyüzünü bilmektir. Yani bilgi açık (zahir) olaylar,şeyler ve işlerle ilgili ise, ona haber denir. Ama bu bilgi kapalı (batini) işler, eşyanın gizlilikleri, sırları, incelik ve bilmecemsi yönleri ile ilgili ise, ona da hubr denir.

Belirtildiği gibi, bu kelime sadece Kehf suresinde geçmektedir. Çünkü bu sure, Allanın bildirmesiyle gaybi şeylerin ve işlerin incelik ve gizliliklerinin bilindiği bir suredir.

Hz.Musa, iç yüzünü anlamadığı ve gizliliklerini kavrayamadığı birtakım olayları Hızır'dan görecektir. Onun için karşı çıkacak ve tepki gösterecektir. "Bilmediğin bir şey karşısında nasıl sabredeceksin?"

Zulkarneyn de birçokların bilmediği birtakım işler yapacak,kalbinde, niyetinde ve içinde sakladığını insanlar bilmeyecektir. Ama Allah kendisini ve bütün yaptıklarını bilmekte ve kuşatmaktadır.[369]

 Geri Kalmış Âciz Millet:
 
Kuranı Kerim, Zulkarneyn'in kuzey seferini şöyle anlatır: "Sonunda iki dağın arasına varınca, orada neredeyse hiç laf anlamayan bir millete rasladı.Dediler ki: Ey Zulkarneyn! Şüphesiz Yecuc ve Mecuc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir ücret verelim mi? Rabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir, bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir sed yapay im...dedi."

Bu   bölgenin   kafkas   dağlarının   güneyine   düşen Ermenistan,    Gürcistan    ve    Azerbaycan    olduğunu belirtmiştik. Zulkarneyn zamanında burada oturanlar da Kuşa olarak bilinen millettir. Daryal geçidinden Yecuc ve Mecuc'un kendilerine sık sık saldırdıklarından yakınınca, Zulkarneyn üzerine set yaparak o geçidi kapatmış ve o büyük işi gerçekleştirmek için bölgede dokuz yıl kalmıştır. Bu milletle ilgili Kur'anm söylediklerine baktığımızda şunları görüyoruz:

1- Bunlar geri kalmış bir millettir. "Neredeyse hiç laf anlamıyorlar". Bu, ya okuyup öğrenmedikleri için başka milletlerin dilini anlamıyorlar ve sadece kendi dillerini biliyorlar, yahut onlara ne söylenirse kâr etmiyor, anlamındadır. Çünkü laf anlamıyorlar ve kendileriyle konuşanlarla diyalog kuramıyorlar. Bunu da ya ilkellikleri ve cahillikleri sebebiyle yapamıyorlar yahut yapılarındaki gaflet ve bayağılıklarından dolayı anlamıyorlar.

2- Zayıf bir millettirler.Onun için Yecuc ve Mecuc'un hücumlarını       önlemekten,       karşılarına       çıkıp bozgunculuklarına engel olmaktan acizdirler.

3- Kendi vatanlarını savunmaktan ve sardıganlara karşı koymaktan acizdirler. Onun için yabancı bir güç olan Zulkarneyn'in gücüne sığınmışlar, vatanlarını savunmasını ve problemlerini çözmesini istemişler.[370] "Sana bir ücret verelim mi?"

Bu insanlar, kendi problemlerini çözmekten aciz ve onların çözümünü başkalarına havale eden tenbel, geri kalmış ve beceriksiz milletlerin niteliklerini taşımaktadırlar.

Çağımızda Araplardan    ve diğerlerinden birçokların anlatılan bu milletin niteliklerine sahip olması, doğrusu şaşılacak bir şeydir! Araplar kronikleşmiş ciddi sorunlar yaşıyorlar.   Bu  sorunların   başında  da  Filistin   sorunu geliyor.Çok    kötü    ve    aşağılık    düşmanlarla    karşı karşıyadırlar.Bunların   başında   Filistin'deki   Yahudiler gelmektedir.    Çok   büyük   bir   tehlike   ile   yüzyüze -bulunuyorlar. Bu tehlikeden sonra ya var olacaklar veya yok olacaklardır.

Bu şartlar ve ortamlar Arapların ve bütün müslümanlann akıllarını    başlarına    almalarını,    tehlikenin    farkına varmalarını, ona karşı koymak için hazırlıklı olmalarını, medeniyet savaşına kadın erkek hepsinin katılmalarını ve kendi   prolemlerini   kendilerinin   çözmelerini   zorunlu kılmaktadır.                                        :

Fakat ne yazık ki kendi prolemlerine,  bir türlü laf anlamıyan sözkonusu milletin baktıkları gibi bakmışlar.Problemlerinin çözümünü başkalarına havale etmişler, Birlemşiş Milletlere, Güvenlik Konseyine, büyüklerin meclisine ve uluslararası kuruluşlara havale etmişler. Topu onların sahasına atmışlar ve bu topla oynamalarını istemişler.

Problemlerini kendileri yerine yabancıların çözmesini istemişler ve barış çağrılarını kabul etmesi için yahudileri

ikna etmelerini rica etmişler, kendileri tribünde seyirci kalarak yabancıların davaları için ne yapacaklarını seyretmeye koyulmuşlar.

Evini yakan ateşe, malını çalan hırsıza karşı ancak geri kalmış kişi seyirci kalır. Hele, evini yakan ateşten ve malını çalan hırsızdan ancak aptal ve deli kişi hak ve adalet bekler. Düşmandan merhameti ve hasımdan adaleti ancak zavallı ve aciz kişi ister.işte bu niteliklere ister o ilkel ve kendine zulmeden milletin nitelikleri deyiniz, ister çağdaş Arapların ve dünya müslümanlarının nitelikleri deyiniz!

Halbuki problemler böyle çözülmez! Vatanlar bu şekilde korunmaz ve kurtarılmaz! Komplo ve tuzaklar bu şekilde boşa çıkarılmaz![371]


[359] Kehf,87-88

[360] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/287-288.

[361] Her halele yazar uzaktan içinde yaşanılan toplumu tasvir eimekte ve sosyal yapının nasıl felç olduğunu anlatmaktadır. Gerçi islam aleminin her tarafı bir vücudun organları gibi birbirine benziyor. Bir bölgesi için söylenenler diğer bölgeleri içinde geçerli olmaktadır. Çünkü bozulma ne yazık ki yerel veya bölgesel değil, geneldir, (çeviren).

[362] Rahman,60

[363] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/289-291.

[364] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/291-292.

[365] Fi zilali'l-Kur'an.4/2292

[366] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/292-293.

[367] Nemi,7

[368] Kasas,29

[369] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/293-294.

[370] Tıpkı bugünkü islam alemi gibi! Birbirlerine karşı saldırılarını bile önlemekten aciz kalmakta ve kendilerini kurtarıp koruması için ya Batılı ya Doğulu güçlerden yardım istemekte yahut ittifaklara sığınmaktadırlar. Onları kurtarmak ve korumak için gelen bu güçler de hem zalimi, hem mazlumu cezalandırıp ikisinin bütün hayat kaynaklarına el koyar ve sömürmeye devam eder. "Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar."(Yunus,44). (çeviren).

[371] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/294-297.