๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Öyküleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 05 Aralık 2010, 16:56:54



Konu Başlığı: Hz Musa ve Hızır Öyküsünde Sürprizler
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 05 Aralık 2010, 16:56:54
Hz Musa ve Hızır Öyküsünde Sürprizler

Hz. Musa ve Hızır öyküsünde Hz.Musa'nın karşılaştığı kapalı çok şeyler olduğu gibi onu dehşete düşüren olağandışı birtakım olaylar da bulunmaktadır. Öyküde bu olaylardan ve kapalı şeylerden bazıları açıklık kazanmış olmakla beraber, bazıları sürpriz ve kapalı olarak kalmıştır. Onlardan şunları görüyoruz:

1- Balıgın kovadan çıkıp denize girmesi. Yüce Allah Hz.Musa'ya tuzlanmış ve kızartılmış bir balığı kova içinde yanına almasını emretmiş, balığı yitirdiği yerde Hızır'ı bulacağını söylemiştir. Hz.Musa ve yanındaki genç uyurken, kovadaki tuzlanmış ve kızartılmış balığa o anda hayat pınarından bir damla su gelmiş, Allah ona ruh vermiş ve balık canlanmış, kovadan çıkarak denize dalmıştır. Böyle bir şey nasıl olabilir? Tuzlanmış ve kızartılmış ölü bir balık yeniden canlanıyor ve hayat buluyor! Şüphesiz bu olay Musa'yı ve yanındaki genci şaşırtan olağandışı büyük bir olay olduğu kadar, her okuyucuyu da şaşırtan olağanüstü büyük bir olaydır.

Bu rabbani mucize Allahın sonsuz gücünü gösteren en büyük delillerdendir. Şüphesiz Allahın gücü herşeye yeter ve dilediğini yapır. O öldürür ve diriltir. Bu mucize aynı zamanda ölümden sonra dirilişin de bir delilidir. Tuzlanmış ve kızartılmış ölü balığı diriltip hayat veren Allah, kiyamet günü insanları da diriltmeye kadirdir.

2- Bahk canlanıp denize daldığında denizde görülmemiş şekilde bir yol açarak ilerlemiştir. Geçtiği yerde suda bir koridor açarak gitmiştir. Öyleki bir insan o açılan yoldan gidecek olsa, balığın gittiği yeri bulur. Nitekim yanındaki gençle beraber Hz.Musa da o yoldan gitmiştir.

3- Hz.Musa ve yanındaki genç balığı yitirdikleri eski yerlerine döndüklerinde beklenmedik bir şeyle karşılaştılar.Hızır'ın sırt üstü uzandığını ve bir örtü ile örtülü olduğunu gördüler.Hz.Musa ona selam verince, Hızır yüzünü açtı ve selamı aldı.Hızır bilinmeyen belirsiz bir yerden gelmişti.Hz.MUsa ve yanındaki genç onun nereden geldiğini bilmedikleri gibi, öyküyü izleyen bizler de nereden ve nasıl geldiğini, daha önce nerede yaşadığını bilmiyoruz. Bütün bildiklerimiz, oracıkta Hz.Msanın kendisiyle karşılaştığı gibi, bizim de ansızın kendisiyle karşılaşmaktan ibarettir.

4- Hz.Musa kendisinden bilgiler öğrenmek için kendisine eşlik etmek istediğini söyleyince, Hızır "benimle beraber olmaya dayanamazsın" diyerek sürpriz yapmıştır. Nitekim Öykünün akışı içinde de bunun böyle olduğunu görüyoruz. Çünkü Hz.Musa olup bitenler karşısında sabredip dayanamamıştır.

5- Hızir'ın Hz.Musa'ya yaptığı sürprizlerden biri de ücret ödemeden bindikleri geminin tahtalarından birini sökmesi ve gemiyi delmesidir. Hz.Musa onun bu yaptıklarına itiraz etmiş ve sabredemediğini bir daha göstermiştir.

6- Hızır'm   yaptığı   sürprizlerden   biri   de   çocuklarla

beraber oynayan suçsuz bir çocuğu öldürmesidir. Hz.Musa buna    da    itiraz    etmiş    ve    yapılanlar    karşısında dayanamadığını göstermiştir.

7- Hz.Musa'ya ve dolayısıyla bizlere Hızır'ın yaptığı sürprizlerden   biri   de,   köy   halkının   Hz.Musa'ya   ve dolayısıyla bizlere yaptığı sürprizdir.Yemek istemelerine ve misafir olduklarını söylemelerine rağmen, köy halkı onları misafir etmemiş ve yemek vermemiştir.

8- Hızır'ın Hz.Musa'ya yaptığı sürprizlerden biri de, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı doğrultmasıdır.Hz. Musa kendilerini misafir olarak ağırlamayan ve bir yemeyi bile esirgeyen köy halkından bu doğrultma karşılığında ücret isteyebileceğini, çünkü bu iyiliğe layık olmadıklarını söylemiştir.

9- Hz.Musa'ya ve öyküyü dikkatle izleyen bizlere Hızır'ın yaptığı en büyük sürpriz, Her üç işin üstündeki perdeyi açması, üzerindeki örtüyü kaldırması, yorumlaması ve yaptığı işlerin hak, doğru ve iyilik olduğunu belirtmesidir. Bu olayların üzerindeki örtüyü kaldırması ve yorumlaması şüphesiz bir sürpriz olmuştur.

10- Halkın gemilerine zorbalıkla el koyan ve Hızır deimeseydi zavallı bu insanların gemisini de alacak olan bu zorba kişiyi haber vermesi ve önceden bildiğini göstermesi de sürprizlerden biri olmuştur,

11- Hızır'ın öldürdüğü çocuğun geleceğinden haber vermesi, yaşayıp büyüdüğü taktirde kafir olacağını, Yüce Allahın anne babasına hem yarar, hem şefkat bakımından ondan daha hayırlı birini vermek istediğini bildirmesi de büyük bir sürprizdir.

12- Duvarın   altında    iki   yetimin   bir   definesinin bulunduğunu bildirmesi de bir sürprizdir.Hızır iki çocuğun büyüyüp definelerini çıkarması için duvarı doğrultmuştur.

13- Hızırın bilmediğimiz bir yere gitmesi de bir sürprizdir. Herhalde Hz. Musa da nereye gittiğini bilmemiştir.Yaptığı üç işin iç yüzünü göstererek yorumunu yaptıktan sonra Hz.Musayı dehşet ve tuhaflık içinde bırakıp bilinmeyen bir yere gitmesi bir sürpriz olmuştur.

Öyküde Hızır bilinmeyen bir yerden gelmiş,öykünen sonunda da bilimeyen bir yere gitmiştir. Nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmiyoruz. Kur'an ve hadiste burada anlatılanlardan başka bir bilgi de bulunmamaktadır.

Hızır ve Hz.Musa öyküsü bir nevi belirsizliğin, kapalılığın sürprizlerin, dehşet ve tuhaflığın öyküsüdür. Öyküyü her okuduğumuzda dehşetle ve tuhaflıkla karşılaşırız, olayların iç yüzünü ve sürprizlerin sırrını önceden bilmemize rağmen, her okuyuşumuzda etkileyici sürprizlerinden etkileniriz.[238]

 İlim Öğrenmek İçin Yolculuk:
 
Hz.Musa, genç arkadaşı Yuşa İbn Nun'a ne demişti? "Ben,iki denizin birleştiği yere ulaşmaya yahut yıllarca yürümeye kararlıyım, demişti". Burası da Yüce Allahın Hz.Musa'ya Hızır'ı bulacağını söylediği yerdir. Bu yolculuk yıllarca da sürse,iki denizin birleştiği yere gelinceye kadar yürümeye devam edecek.

Mz.Musa'nın bu sözlerinden ilim öğrenmek için yolculuk yapmak, bunun için olabilecek bütün engelleri aşmaya kararlılıkla çalışmak gerektiğini öğreniyoruz. İslam alimleri İlim öğrenmek için yolculuk yapmanın en güzel örneklerini vermiş, bunun için türlü sıkıntılar ve zorluklara katlanmış ve sabretmişîerdir. Hicri beşinci asırda yaşamış olan Hnîib Bağdadi, Rasulullahm bir hadisini bile bulup tespit etmek için  başka  memleketlere  yolculuk  yapmış  en  meşhur alimleri "er-Rihletu fi Talebi'l-Hadis" adında bir eserle kitaplaştırmıştır. Bu kitap bir kaçyıl Önce Dr.Nureddin Itır tarafından tahkik edilerek basılmıştır.

Günümüzde de Dr.Abdulfettah Ebu Gudde ilim tahsili için yolculuk yapan ve bu uğurda her türlü sıkıntı ve zorluklara sabreden islam alimlerinden örnekler topladığı bir kitap yazmış ve "Safahatun min Sabri'l-UIema ala Şedadidi'1-tlmi ve ve't-Tahsili"[239] adını vermiştir.

Hz.Musa genç arkadaşına "Ben iki denizin birleştiği yere ulaşmaya yahut yıllarca yürümeye kararlıyım, dedi". Alimler yıllarca anlamındaki "Hukub" kelimesinin altmış ile yüz yıl arasında bir anlama geldiğini söylerler. Ancak en doğrusu, belirsiz uzun bir zaman anlamındadır. Bu anlam, Hz.Musa'nın genç arkadaşına söylediği "Yıllarca yürümeye kararlıyım" sözünde açıktır. Çünkü ne kadar yürüyeceğini belirtmemiş ve Hızırla buluşuncaya kadar yürümeye devam edeceğini söyleyerek bu süreyi belirsiz bırakmıştır.

Bu anlam Kur'amn, kafirlerin cehennemde uzun süre kalacaklarını belirttiği  "Orada  sonsuz kalacaklardır"[240] sözünde  de  açıktır.   Bu da  sonu  olmayan  belirsiz bir süredir.Çünkü kafirler cehennemde sonsuz kalacaklardır.[241]

 Balığı Unuttular:
 
Kur'anı Kerim ikisinin unuttuğunu söylemiş ve "iki denizin birleştiği yere geldikerinde balığı unuttular" demiştir. Halbuki gerçekte balığı unutan, genç arkadaşı Yuşa İbn Nun'dur. Musa, genç arkadaşından bir kova içinde balığı taşımasını istemiş ve balığı yitirdiğimiz anda bana haber ver, demişti.Yürüyüp  kayaya vardıkları ve kovayı pınara yakın bir yere bırakıp uyudukları anda balığa sudan damlalar ulaşmış, balık dirilmiş, kovadan çıkıp hayret verici bir şekilde denizde yol almıştır.

Uyandıktan sonra yollarına devam etmişler, yorulunca ve Hz.Musa genç arkadaşından yiyeceği isteyince balığı hatırlamışlar. Balığı unutan, Musa değil, genç arkadaşı olmasına rağmen acaba Kur'an niçin ikisinin unuttuğunu söylemiştir? Bunun iki sebebi olduğu anlaşılıyor:

a- Anne ve babaya Ebeveyn, Ebu Bekir ve Ömer'e Ömereyn denildiği gibi, bu olay da tağlib yolu ile ifade edilmiştir.Yolculukta beraber ve ortak oldukları gibi o esnada meydana gelen şeylerde ortak sayılırlar. Unutma da bulardan biridir.

b- Unutmanm sonucu ve etkisi sadece genç arkadaşı değil, ikisini etkilemektedir. Nitekim ikisi de uzun yoluluktan yorulmuş,acıkmış ve bitkin düşmüştür.[242]

 Yemeğimizi Getir:
 
iki denizin birleştiği yeri geçip uzun bir süre yürüdükten sonra yorulup acıkmışlar ve Musa genç arkadaşına "Yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan çok yorulduk" demiştir. Ayete iyice baktığımızda şunları görüyoruz:

a- Yolculuk için kişinin yanına yemek ve azık alması caizdir.Böyle bir şey Allaha tevekküle aykırı değil, ona tevekkülün gereğidir.Çünkü Yüce Allahm alınmasını emrettiği tebirleri almaktır. Kimi zavallılar tevekküle aykırı olur düşüncesiyle yola çıktıklarında yanlarına azık ve yiyecek almazlar. Bunlar tevekkül edenler değil, Allahın istediği sebeplere başvurmayan ve tedbir almayan tenbel kişilerdir.

b- Başkaİanrıdan bir işi yapmasını istemek ve yemeği getirmesini   söylemek   caizdir.    Çünkü   Musa,    genç aradaşından      kendilerine      yemeği      getirmesini istemiştir.Gerçi müslümanın başkasından istemek yerine kendisinin işi yapması daha uygun olur.

c- Kişinin yorgunluk, acıkma ve diğer durumlarını başkasına söylemesi caizir. Böyle bir şey Allaha inanmaya, ona teslim olup tevekkül etmeye aykırı değildir. Hz.Musa genç arkadaşına "Bu yolculuğumuzdan çok yorulduk" demiştir.

d- Hz.Musa ancak kararlaştırılan iki denizin birleştiği yeri geçtikten sonra açlık ve yorgunluk hissetmiştir.Yukarıda belirtilen hadiste bu durum belirtilerek "Musa, emredildiği yeri geçinceye kadar yorgunluk hissetmedi" denilmiştir. Yorulmak ve acıkmak bir bakıma unutmanın cezası olmuştur.[243]

 Onu Ancak Şeytan Bana Unutturdu:
 
Hz.Musa genç arkadaşından yemeği getirmesini isteyince, genç arkadaşı tuzlanmış ve kızartılmış olup denizde yol almış bulunan balığı hatırladı. Halbuki Musa, balığı yitirdiklerinde kendisine haber vermesini istemişti.Uyandıklarında ve genç balığı bulamadığında Musa'ya balığın kaybolduğunu söylemeyi unutmuş, uzun bir yol yürüdükten sonra yorgunluk hissetmişlerdir. Musa ona "Yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan çok yorulduk'1 dediğinde, genç "Gördün mü? Kayaya vardığımızda balığı unutmuşum, onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır" demiştir.

Yanında uyudukları, balığı yitirdikleri ve Musa'ya haber vermeyi unuttuğu kayanın yanına dönmeyi Musa'ya teklif etmiş, balığı orada unuttuğunu itiraf etmiş, şeytanın unutturduğunu söyleyerek "Balığı unuttum,onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır" demiştir.[244]

Şüphesiz şeytan insana unutturmaya çalışır, insanın rabbini unutması, dinini unutması,görevini unutmasını sağlar. Böylece insana musallat olması ve kalbini esir alması da kolaylaşır.

Şeytan, ancak insan unuttuğu zaman ona musallat olur ve yapacağını yapar. Fakat uyanık ve dikkatli müslümana musallat    olması    sözkonusu    olmaz.    Yüce    Allah buyuruyor: "Allaha  karşı  gelmekten  sakınanlar,   şeytan tarafından bir dürtüye uğrayınca Allahı anarlar ve hemen gerçeği   görürler.Onların   kardeşleri   onları   azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar"[245]

Şüphesiz   şeytan   her   insanın   peşindedir.İnşaların unutmasını o sağlar. Şeytan unutturur, insan da unutur, şeytan unutturur ve hepimiz unuturuz.  "Balığı unuttum, hatırlamayı unutturan ancak şeytandır",[246]

 
Yolun Açılması ve Hayret Verici Olması:

 
Kur'an, balığın denizde yürümesini iki kelime ile anlatır. Önce "Balığı unuttular, balık denizde bir yol açarak gitti." der.   Sonra   "Balığı   unuttum,   onu   hatırlamamı   bana unutturan ancak şeytandır, yolda hayret verici bir şekilde yol aldı" demektedir.

Denizde yürüyen balığın önünde Allah koridor gibi bir yol açıyor ve bu yol kapanmadan açık kalıyor. Hz.Peygamber bunu şöyle belirtiyordu: "Geçtiği yolda Allah suyun kapanmasını önlemiş ve orası bir koridor gibi kalmıştır"

Hayret bir şekilde yol almasına gelince; Tuzlanmış, kızartılmış ve kovaya yerleştirilmiş balığın diriltilmesi, kovadan çıkması, suya girmesi,geçtiği yerde yol açılması ve suyun kapanmayıp açık bir koridor gibi kalması, bütün bu olaylar hayret vermekte ve insanları - şaşkınlık içinde bırakmaktadır.Onun içhı Hz. Musa ve genç arkadaşı bu olaylara hayret etmiştir.

Kur'an bu iki olayı anlatırken açılan bir yol ve hayret veren bir şey anlamındaki kelimeleri kullanır.Birincisi, balığın geçerken suda açtığı yol için kullanılmış, ikincisi de Hz.Musa ve genç arkadaşı için buranın bir yol olarak açık kaldığını belirtmek için kullanılmıştır.Anlatımdaki farklılığın sebebi, Kur'anın yakaladığı yön ve öyküye baktığı açıdır. Birincisinde olaya balık açısından bıkmış ve denizde balığın hareketini dile getirmiştir. Onun için "Denizde bir yol açarak ilerlemiştir" demiştir.

ikincisinde ise, olaya Hz.Musa ve genç arkadaşı açısından bakmış, balığın hareketinin Hz.Musa ve genç arkadaşının psikolojisi üzerindeki etkisini farketmiştir. Şüphesiz ikisi de balığın bu hareketine hayret edeceklerdir. Onun için "denizde hayret bir şekilde yol aldı" demiştir.

Balığın dirilip hareket etmesinin yol açtığı hayret, yadırgama ve onaylamama hayreti değildir. Çünkü Hz.Musa ve genç arkadaşı Allaha, ölüleri diriltme ve mucizeler yaratma gücüne inanırlar. Hayret vermesi, olağandışı olması ve insanı etkilemesidir.[247]

 Selam Vermeyi Nereden Öğrendin?
 
Yuşa1 balığı unuttuğunu söyleyip Hz.Musa'ya kayaya dönmeyi teklif ettiğinde Musa "Bizim istediğimiz bu idi"

dedi. Gelirken bastıkları yerleri izleyip geldikleri yoldan döndüler. İki denizin birleştiği yere gelip kayaya çıktıklarında kullarımızdan bir kul buldular.Rasulullahm belirttiği gibi o da Hızır'dır. Bir örtü ile örtülmüş ve sırt üstü uzanıp yatmıştır.

Hz.Musa ona selam verdi.Hızır üstündeki örtüyü kaldırdı ve selamı aldı.O ülkede bir adamın kendisine selam vermesi tuhafına gitti ve sordu: "Senin burada selam vermek var mı?"

Hızır'ın sorusu üzerinde biraz durmak gerekir. O ülkede selam veren birinin olması sanki Hızırın tuhafına gitmiştir. Bu da belki orada mümin insanların olmamasındandır. Yanına Hz.Musa'nın geleceğini de bilmiyordu.

Ancak Hızırın sormasından daha derin ve daha uzak boyutlu bir şey öğreniyoruz. Sanki bütün yer yüzünü kastediyor ve sanki yer yüzünün tamamında barışın gerçekleşmesinin mümkün olmadığına işaret etmek isityor. Çatışma, mücadele, itişip kakışma ve anlaşmazlığın kaçınılmaz olarak yer yüzünde devam edeceğini sanki anlatmak istiyor.Nitekim yer yüzünün şurada burada ortaya çıkan savaş ve çatışmalardan bir dönem olsun uzak kalmadığını tarih bize anlatmaktadır.

Bu savaşlar çağımızda gittikçe daha çok yayılmakta, alevlenmekte ve amansızlaşmaktadır. Gazete ve dergileri okuyan herkes, neredeyse savaş ve çatışma haberlerinden başka bir şey görememektedir.Basılı ve görsel yayınları izleyen herkes neredeyse savaş ve çatışma haberlerinden başkasını duymamakta ve seyretmemektedir Bu da Yüce Allanın şu buyruğu ile dile getirdiği bir olgudur:  "Eğer

rabbin dileseydi,  insanları birtek ümmet yapardı.Fakat rabbinin merhamet ettikleri bir yana, ihtilaf etmeye devam ediyorlar. Esasen onları bunun için yaratmıştır"[248] "Allanın insanları   birbirleriyle   gidermesi   olmasaydı,   yer   yüzü bozulurdu"[249]

Hızır'ın "senin burada selam ne geziyor?" demesi bu anlamı çağrıştırıyor. Her halde yer yüzünde barışın gerçekleşmesi ne gezer! demek istiyor.[250]

 Kullarımızdan Biri:
 
Kur'anı Kerim, Hızır'ı "Kullarımızdan bir kul" diyerek anmıştır.    "Allanın   kulu"   olarak   nitelenmesi,   onun peygamberliğine   engel   değildir.   Zaten   iki   niteleme arasında bir çelişki yoktur. Hızır'ın peygamber olduğunu belirten görüşü tercih ettiğimizi daha önce belirtmiştik.

Şüphesiz     Allaha     kul    olmak,     peygamberliğin alametlerinin en açık olanıdır. Nitekim Yüce Allah Hz.Nuh için  "Nuh'la beraber taşıdığımızın zürriyeti.Şüphesiz o şükeden bir kuldu"[251] ve Hz.Muhammed için "Geceleyin kulunu  yürüten  Allah  eksikliklerden     uzaktır"174 der. Kur'anın "Ibâd" kelimesini genellikle müminler için, "Abîd" kelimesini  de   kafirler  için   kullandığına   işaret  etmek işitiyoruz.[252]

 Rahmet ve İlim Arasında:
 
Kur'an, Yüce Allanın Hızır'a verdiği nimeti belirterek şöyle der:"Yanımızdan ona bir rahmet verdik ve katımızdan kendisine bir ilim öğrettik". Anlatımda görüldüğü gibi rahmet Allah tarafından kullara verilmektedir.Çünkü Allanın bir lutfu olup kişiyi kuşatmakta, mutlu ve afiyet içinde yaşamasını sağlamaktadır.

ilim   de   Allah   tarafından   öğretilmektedir.   Çünkü öğrenmek için çaba, gayret ve emek gerekir.İnsan kendini ilme vermez ve kazanmak için çalışmazsa, ondan birşey kazanmaz.

Anlatımda dikkati çeken şeylerden biri de, rahmet için "Allanın yanından" ifadesi kullanılırken, ilim için "Allanın katından" ifadesinin kullanılmasıdır. Rahmet için "min indina" derken, ilim için "min ledunna" demektedir. İkisi için farklı iki kelime kullanılmaktadır. Bu konuda Rağıb Isfahani şöyle der:

"Ledun, kelimesi, "min indina" ifadesinden dıilta özeldir. Çünkü bir sonun başlangıcını belirtir. Mesela Güneşin doğuşundan batışına kadar onun yanında kaldım, demek gibi.Ledun kelimesi, fiilin nihayeti yerine kullanılır. Yanında anlamındaki "inde" kelimesi yerine de kullanılır. Onun yanında " indehu ve ledunhu" mal kazandım, gibi. Bazıları ledun kelimesinin inde kelimesinden daha beliğ ve özel olduğunu söyler"[253]

Isfahani'nin   belirttiğine   göre   ledun   kelimesi,   inde kelimesinden daha beliğ ve daha özeldir. Acaba ilim için Kur'an neden bu kelimeyi kullanmıştır?

İlim ve rahmete bakacak olursak, rahmetin ilimden daha genel olduğunu görürüz.Allahın rahmeti bütün yaratıkları kapsar. Allahın rahmeti olmadan canlıların yaşaması mümkün değildir.Aynı şekilde Allahın rahmeti mümin ve kafir bütün insanları kapsar. Onun rahmeti olmazsa yaşayamazlar.

Halbuki ilmi Allah yaratıkların hepsine vermediği gibi, özellikle Allahın Hızır'a öğrettiği ledunni bir ilmi de insanların hepsine vermez. Rahmet genel olduğu için genellik belirten "inde" kelimesiyle kullanılırken, ilim özel olduğu için özellik belirten "ledun" kelimesiyle kullanılmıştır.

Hızır'a verilen ilmin Allah tarafından verilmiş ledunni bir ilim olarak nitelenmesinden anlıyoruz ki onun yaptığı bütün işlerin Allahın verdiği ledunni ilim sonucu yapıldığı için doğru ve yerinde olup Yüce Allah tarafından Hz. Musa 'ya bildirmiştir.

Bir de "Ona yanımızdan bir rahmet verdik ve katımızdan kendisine bir ilim öğrettik" ayetinde ilimden önce rahmetin getirilmesi üzerinde de biraz durmak istiyoruz. Acaba ilim ile rahmet arasındaki bağ nedir? Niçin rahmet ilimden önce gelmiştir?

Şüphesiz rahmet, ilimden önce gelen temeldir.ilmin yarar sağlaması için rahmet,ortam ve uygun çevredir.llim rahmetten soyutlanır ve rahmet ondan sonraya kalırsa, yani ona temel ve hazırlık oluşturmazsa, ilim kötülük, yıkım ve zarar olur. Onun için rahmet ilimden Önce gelmiştir.

Hızırın Ümi rahmetle dolu idi.Ramet o ilim için uygun bir zemindi. İlim onunla bütünleşmiş, içinde büyümüş, hayırlı,yararlı ve bereketli olmuştur. Bu ilmi ile geminin zorbalıkla   ğaspedilmesini   önlemiş,   ilmi   ile   Allahın kendilerine mümin başka birini vermesi için kafir olan çocuktan anne babayı kurtarmış, ilmi ile yetim olan iki çocuk için duvarı doırultmuş ve definelerini korumuştur.

Bütün bunları rahmetle kuşatılmış ilmi ile yapmış, ilmi de rahmet saçmıştır. Başkaları da bu ilimden yararlanmıştır.

Müslmümaniarın ilimleri de böyle olmuştur. Çünkü türlü ilimleri rahmetle dolu olmuş, onunla bütünleşmiştir. Onun için hem müslümanlara hem de başkalarına yarar sağlamıştır.

Ama rahmetten yoksun olan ve rahmetin önünde giden, onunla bütünleşmeyen ve kaynaşmayan ilim, zararlı, kötü, yıkıcı, zehirleyici ve sömürücü olur. Bunu da çağdaş batılı ilimlerde açıkça görüyoruz. Batılılarda ilim var, ilerleme var, ilimde daha öncekilerin hayal bile edemedikleri seviyelere yükselmişler, ilimleri dalbudak salmış ve çeşitlenerek hayatın tüm alanlarını içine almıştır.

Ancak bu ilimler, buluş, keşif ve sanatlar hem sahipleri hem başkaları için bir felaket ve musibet olmuştur. Yıkım, tahribat, azgınlık, ahlaksızlık, bozgunculuk, haksızlık ve sömrgecilik için kullanılmıştır. O ilimlerle insanlığın bedbahtlığı ve perişanlığı daha da artmıştır.

Bu söylediklerimizden şüphesi olan varsa söylesin; Acaba nükleer, balestik, biyolojik ve elektronik silahlar insanlığın yararına mı, zararına mıdır? Acaba atom bombalan Hiroşima ve Nagazaki medeniyetlerini yıkmış mıdır, kurtar mış mıdır? Dünya svaşmda biyolojik ve kimyasal silahlar acaba ne yaptı? Acaba napalm bombaları, misket bombalan, fosfor bombaları kurbanlarında neler yaptı? Acaba kimyasal silahlar savaşlarda ne yapıyor? Allah bilir, savaş zamanında düşman üzerine saçılmak üzere cani ve katil ülkelerin depolarında veba, kanser, kolera ve laboratuvarlarda üretilip depolanan Aids mikropları içeren öldürücü biyolojik ve yıkıcı ne kadar silah bulunmaktadır!

Modern kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlar, insanlık dünyasının kin dolu şeytanca zekasının sonucunda ulaştığı en aşağı, en yıkıcı, en çirkîn ve en barbar düzeyi göstermiyor mu?

Bütün bu açıklamalar ışığında "Yanımızdan ona bir rahmet verdik ve katımızdan kendisine bir ilim öğrettik" sözlerinde rahmetin niçin ilimden önce gelmiş olmasının sebebini daha iyi anlıyoruz. Yine bu açıklamar ışığında ilmin rahmetle bütünleşmesinin, yararlı, bereketli, şefkatli ve kurtarıcı olması için ahlak unsuru taşımasının ne kadar önemli olduğunu kavrıyoruz.[254]

 İlim Öğrenmenin Şekli:
 
Hz.Musa Hızırla buluştuğunda Hızır ona :"Allah sana, benim bilmediğim bir ilim öğretmiş, Bana da, senin bilmediğin bir ilim öğretmiştir" deyince, yararlanmak için sana öğretilen ilimden bana öğretmek üzere sana uyayım mı? dedi.

Hızır'ın Musaya söylediğinden anlıyoruz ki bir kişinin bütün ilmi elde etmesi veya bilmesi mümkün değildir.İşte peygamber olan Hz.Musa, bazı bilgileri bilmiyor, yine bir peygamber olan Hızır bazı bilgileri bilmiyor. Her birine Allah, diğerine öğretmediği bir ilim öğretmiştir.

Hızır   bunu   Hz.Musa'ya   alatmak   istemiş,   denize açıldıklarında bir serçe gelip geminin kenarında konmuş, denizin suyundan bir iki damla almış,Hızır bunu Örnek göstererek Musa'ya "Ey Musa, benim ilmim de, senin ilmin de Allanın  ilminin yanında ancak bu serçenin denizin suyundan içtiği kadardır"demiştir. Allanın ilmine oranla insanların bütün ilimleri anılmaya bile değmez. Onun için Yüce Allah "Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir"[255] buyurmaktadır. Bir şair de "Alim olduğunu iddia eden kişiye söyle; bir şey öğrenmişsin, ama nice şeyler bilmiyorsun" demiştir.

Hz.Musa'nın "Yararlanmak için sana öğretilen ilimden bana öğretmek üzere sana uyayım mı?" sözünde şu iki şeyi öğreniyoruz:

a- llim istenirken edeple istenmeli, saygı ve nezaket içinde alimle konuşulmalıdır. "Sana uyayım mı?" gibi. Evet, bu zarif ve yumuşak isteme üslubuyla seslenmek!

Sonra,ben sana uyuyorum, sana tabi oluyorum, sana karşı bilgiçlik taslamak veya sana rakip olmak için değil! Sana uymamım bir hedefi var, seninle beraber yolculuk yapmamın amacı var. O da senden öğrenmek ve sana

öğretilenlerden bana öğretmendir.

İlim,  edep içinde istendiği zaman yararlı ve verimli olur.Ama edpten yoksun olarak istenildiği zaman hem sahibine, hem başkasına zararlı olur. İlim isteyen kimi insanlar öğrenme edebini yitirmekte, bir iki mesele okuyup bir iki konu ezberleyince kendini parmakla gösterilmesi gereken alim sanmakta, alimlere karşı bilgiçlik taslamakta, onların    hesabına    meşhur    olmakta    ve    karalayıp küçümsemeye başlamaktadır. İlim edebinden yoksun olan kişiler,  hem  ilimden,hem de ilmin yararından  yoksun olurlar,   ilim   öğrenmenin   edebini   anlatan   en   güzel kitaplardan biri Ibn Cumaa'nın "Tezkiratu's-Sami' ve'l-Mutekellim fi Âdâbi'1-Alim ve"l-MuteaIlim" kitabıdır.

b- Ilim öğrenmekten amaç, yarar sağlamaktır. "Olgunluk kazandıracak ilimden bana öğretmen için sana uyayım mı?"

Hz.Musa, "Olgunluk için" diyerek ilim öğrenmek istemesinin hedefini açıklamaktadır. Olgunlaşmak ve olgun olmak için ilim öğrenmek istiyor. Kendisini olgunlaştıracak, insanlarla olgunlukla ilişkiler kurmasını ve aralarında olgun bir şekilde yaşamasını sağlayacak yararlı ve doğru ilmi öğreniyor.

Bazı   öğrenciler   ilmin   kendisini   amaç   ve   hedef yaparlar.Öğrenmek   için   öğrenirler,"ilim   için   ilim   ve öğrenmek için öğrenmek " sıloganını benimserler. Halbuki Hz.Musa onlara ilmin yüce bir amaç için olması, hedef değil,  olgunluğu kazanmak için araç olması gerektiğini öğretiyor.

Diğer taraftan bazı öğrencilerin zarar ve kötülük doğuran yahut çirkin ahlak ve sıfatlar üreten değersiz ve rezil bilgileri öğrendiklerini, onlar için çok mal, zaman, para,emek ve enerjiler tükettiklerini görüyoruz. Değilse, acaba çılgınlar gibi debelenen ve sarhoşlar gibi nara atanların öğrendikleri müziklerde ne yarar vardır? Haram etlerin teşhir edildiği dans, anlamsız resim,heykel ve kötülüğü canlandıran tiyatrodan insanlara ne yarar geliyor?

Yararlı ilim, olgunluk kazandıran, güzel meyveler veren mübarek ağacı yetiştiren, çalışmaya ve güzel davranışa yönlendiren ilimdir.[256]

 Yaptıklarım Karşısında Dayanamazsın:
 
Hızır, Hz.Musa'nın isteğine "Benim yaptıklarım karşısında dayamazsın" diyerek cevap vermiştir. Hz.Musa'nın kendisine arkadaşlık yapmaya ve beraber yürümeye dayanamıyacağını söylemiştir.

"Benimle beraber sabredemiyeceksin" sözü ile, "Benim yaptıklarıma karşı dayanamazsın" sözü arasında fark vark vardır. Birincisinde sadece sabredilemiyeceği belirtilirken, ikincisinde sabretmek için Musa'nın çaba göstereceği, ama b^na rağmen dayanamıyacağı belirtilmektedir.

Hızır bunu Hz.Musa'ya vurgu belirten birtakım harfler ve fiil kipi kullanarak söylemiştir. Hz. Musa'nın yapamıyacağı şeyin sabretme değil, güç yetirme ve dayanmadır. Sabretmek için çaba gösterecek, kendini zorlayacak, ama bütün bunlara rağmen yapılanlar karşısında dayanamıyacaktır.

"Benimle beraber" demekle, içerdiği meydan okumaya rağmen, Hz.Musa'nın sabretme ve dayanma gücünü küçümsemek istemediğini anlatmaktadır. Hz.Musa'nın, Hızından başkasıyla beraber sabredebilir, ama sadece Hızır'ın yaptıkları karşısında sabretmekten aciz kalacağını anlatır.

Bu sözler karşısında Hz.Musa herhalde şaşırmış ve dehşet içinde kalmış olmalıdır. Çünkü Hızır nasıl oluyor da bunu böyle kesin olarak söylüyor ve birtakım vurgularla bunu vurguluyor? Hz.Musa'nın sabretmeye çalışacağı, ama dayanamıyacağını Hızır nereden biliyor?

Hızır "Bilmediğin bir şeye karşı nasıl sabredebilirsin ki?" diyerek niçin sabredemiyeceğini açıklamış olmaktadır.

Hadis'te     belirtildiğine     göre     Hızır,Hz.Musa'ya "Bilmediğin bir şeyin karşısında nasıl sabredebilirsin ki? Yapmam   istenen    bir   şeyi    sen    gördüğün   zaman sabredemiyeceksin" demiştir.

Şüphesiz Hz.Musa sabredemiyecektir. Çünkü Hızır'ın iç yüzünü bitmediği tuhaf birtakım davranış ve uygulamalarını görecek, onun için bu işlerine karşı çıkacak ve kendisiyle beraber artık yürümeye sabredemiyecektir.

Hızır'ın "Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeye karşı nasıl sabredebilirsin ki?" sözü, insan psikolojisinin niteliklerinden birine işaret eder. Bu bakımdan psikolojik bu boyutları olan ayetlerin psikolojik boyutlarını ortaya çıkarmak için doğru analiz yapan psikoloji bilimi ışığında bu olaya bakmamız gerekir.

Yüce Allah insanı öğrenme merakı taşıyan bir yapıda yaratmıştır, insan etrafında olup bitenleri, görüp işittiği şeyleri öğrenmeyi sever. Onun için yeni bilgiler öğrenmek amacıyla çok soru sorar ve araştırır. Anlamadığı şeyler gördüğü zaman hemen karşı çıkar ve itiraz eder yahut en azından bir açıklama ister.

İnsanın tabiatı, aklını ve düşüncesini işlevsiz kılarak yürümemektir. Onun için insan anlamadığı şeylere karşı sabretmez ve kavrayamadığı şeyler karşısında susmaz.

İnsanın bu psikolojisini Hızır kavramış ve Hz.Musa'ya "bana emredilen şeyi gördüğünde sen sabredemezsin" demiştir. Sen ona karşı sabredemezsin. Çünkü psikolojin onun iç yüzünü bilmiyor ve aklın onu kavramıyor. Çünkü onu bilmiyorsun. Bilmediğin için de karşı çıkılması gereken bir iş sanıyorsun.[257]

 Arkadaşlık ve Yolculuk Âdabı:
 
Hz.Musa' sabırlı olacağına dair Hızır'a söz verdi. "Allanın izni ile beni sabredenlerden bulacaksın, senin hiçbir emrine de karşı çıkmayacağım"dedi. Bununla beraber Hızır bunu garantilemek için bir tedbir aldı ve

Bana uyacak olursan, sana bilgi verinceye kadar, benden bir şey sorma" dedi. Kendisine bir şey sormaması, bir şeyine    itiraz    etmemesi    ve    kendisinden    açıklama beklemesini istedi.

Bununla   Hızır   sanki   yolculuğa   hızırhk   yaptığını, Hz.Musa'ya görünürde haksız ve doğru olmayan bir takım davranışlar, uygulamalar ve sürprizler göreceğini, onlar için itiraz   edip   konuşmamasını   ve   kendisinden   bir   şey sormadan açıklama beklemesini söylemektedir. Yüce iki peygamber arasında geçenlere iyice baktığımız zaman Hızırın   yol arkadaşlığı adabına işaret ettiğini, yolculuğun İşbirliği ve yardımlaşma   içinde her türlü anlaşmazlık ve çekişmeden    uzak    geçmesini    sağlamanın    yolunu gösterdiğini görürüz. Hz.Musa sabredeceğini söylüyor ve bunu gerçekleştirmek için de Allahtan yardım diliyor.

Sabır, yolculukta kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü sabredilmeyen bir yolculuk, anlaşmazlık, çekişme ve sıkıntı ile geçer. Bilindiği gibi yolculuk bir tür eziyettir. Yolcu huzursuz, yorgun, bitkin ve sinirleri gergin olur. Çabuk öfkelenir ve reaksiyon gösterir. Onun için mümin bir yolcu yolculukta karşılaşacağı sıkıntılar için Allahtan yardım ister. Hz.Musa "Allahın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.

Yolculuk adabından biri de, başkana itaattir. Onun için Hz.Musa "Senin hiçbir emrine karşı çıkmam" demiştir. Yolculukta itaat edilecek bir başkanın olması kaçınılmaz olduğu gibi, işlerin yürütülmesi, görev, iş ve rollerin belirlenip taksim edilmesi, emirlerin yerine getirilip istenenlerin gerçekleştirilmesi için de kaçınılmazdır.

Yolculuğun adabından biri de yoldaşların çok itiraz etmemesi, olur olmaz hemen her şeye karşı çıkmaması ve problem çıkarmamasıdır. Hızır onun için "Bana uyacak olursan, hakkında sana açıklama yapıncaya kadar, bana bir şey sorma" demiştir.[258]

 Hızır Ve Geminin Delinmesi:
 
Kendisine açıklama yapıncaya kadar herhangi bir şey hakkında sormamak şartıyla Hz.Musa ve Hızır birlikte yolculuk yapmak üzere anlaştılar.Hz.Musa ondan bilgi öğrenecekti.

ikisi çıktılar.Sahilde yürüdüler. Bir gemiye binmek istediler. Onlara ber gemi uğradı. Durdurdular ve bindiler. Gemi sahipleri Hızın tanıdılar, ikisinden ücret almadılar.

Gemicilerin Hızın tanımaları, onun oralı olduğunu, toplumla ilişkileri bulunduğunu, başkalarını tanıdığını ve mağaralara yahut dağlara çekilip halktan ayrı bir hayat yaşamadığını gösterir. İkisi gemide iken bir serçe gelip denizin suyundan gagasıyla iki damla alır. Hızır, bilimsel bir konuyu mantıklı ve delilli bir şekilde Musaya anlatmak istemiş ve şöyle der:

Serçenin denizin suyundan ne kadar aldığını biliyor musun? Hızır,ne almış olabilir ki! Olsa olsa bir damla almıştır, dedi.

Hızır şöyle dedi: Allalın ilmine oranla benim ilmim de, senin ilmin de, ancak şu serçenin denizin suyundan aldığı kadardır.

Yolculuk devam ederken Hızır gemin tahtalarından birini söktü. Musa bu işe şaştı, neden yaptığını sordu, kendi kendine değerlendirdi, fakat buna bir anlam veremedi.

Böyle bir şey gemiyi bozmak ve delmek olur, geminin ve içindekilerin denizde boğulmalarına sebep olur, böyle bir şeyi başkalarına karşı yapmak doğru olmazken, kendilerine ikram eden ve ücretsiz bindiren gemi sahipleine karşı nail doğru olabilir? İyiliğe karşı iyilik böyle mi yapılır? diye düşündü.

Onun için Hz.Musa, Hızır'a verdiği sözü unutmuş ve ona itiraz etmiştir. İçindekileri batırmak için mi deldin? Doğrusu, çirkin bir iş yaptın, demiştir.

Hızır ona önceden söylediğini hatırlattı ve benim yaptıklarıma karşı sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa itiraz ettiği için Özür diledi ve unuttuğunu itiraf etti. Unuttuğum için kusura bakma ve elimde olmayan bir işten dolayı beni sorumlu tutma, dedi. Olayı değerlendirdiğimizde şu sonuçları çıkarabiliriz:

a- Peygamberler  de  unutabilirler.Unutmaları   masum olmalarını engellemez.  Yüce Allah Hz.Muhammed'e  " Unutacak olursan, Rabbini.an" buyurmuştur. Yine Hz. Adem için şöyle buyurmuştur: "Daha önce Adem'den söz almıştık, o ise unuttu ve kendisinde azim görmedik"[259] Peygamberlerin unutması insan olmalarının bir özelliğidir. Böylece diğer insanlar gibi birer insan oldukları ve insan üstü    bir    konuma    sahip    bulunmadıkları    ortaya çıkmaktadır.Unutmak insanın temel niteiikierindendir.

Yuşa   İbn   Nun'un   "Şüphesiz  balığı   unuttum,   onu hatırlamamı   unutturan   ancak   şeytandır"   sözü   ile, Hz.Musa'nın "Unutursam kusura bakma"demesi arasındaki büyük  farkı  görüyoruz.  Yuşa  ,şeytanın  unutturduğunu söylerken, Musa kendisinin unuttuğunu söylemiştir.

b- Müslümanın şeriata aykırı gördüğü şeylere karşı çıkması ve susmaması. Hz.Musa'nın Hızırın yaptığı işlere karşı çıkması ve tepki göstermesi gibi.

c- Kötü işin zahirine bakmak ve verilen söze bağı kalmak.Hz.Musa bu konuda duyarlılığını göstermiş ve kötülüğe karşı tepkisini ortaya koymuştur.

d- Geminin delinmesi,tahtalarının sökülmesi demektir. Alimler "Halaka" ve "Haraka" kelimelerini birbirinden ayırmışlardır.Halaka, bir şeyi şekil vermek ve düzenlemek için yaratmaktır. Yüce Allanın yeri ve gökleri yaratması gibi. Onun önceden var ettiği bu şeyleri yaratması, ıslah etmeci, düzenlemesi ve şekil vermesi demektir. "Cinleri o yaratmışken {halaka), kafirler onları Allaha ortak koştular. Körü körüne Ona oğullar ve kızlar uydurdular (haraku), Allah, onların nitelemelerinden uzak ve yücedir"[260] ayetinde görüldüğü gibi her iki kelime kullanılmıştır.

Her iki kelimenin harfleri ve bir arada oluşları hoş bir anlamı çağrıştırıyor. Halaka kelimesi üç harften oluşuyor. Ortada lam harfi var. Lam harfinin kelimedeki görevine baktığımızda, uzlaştırma ve arayı bulma rolü oynadığını görürüz. Çünkü Ha ve Kâf harflerini birbirine bağlamış ve uzlaştırmıştır.

Haraka kelimesinin ortasında ise Ra harfi var. Bu harf yarmak, bozmak ve ayırmak anlamını çağrıştırıyor. Çünkü Ha ve Kâf harflerinin arasını ayırıyor.

e- "Batırmak için " anlamındaki kelimenin başında bulunan lam harfi, sebep, değil, sonuç bildirir. Çünkü gemiyi   batırmanın   akibeti   ve   sonucu   içindekilerin batırılmasıdır.

Gemiyi batırmak için değil de, içindekileri batırmak için, demesi insana değer verildiğini, madde ve eşyadan önde tutulduğunu göstrir. Çünkü insan madde ve eşyadan daha üstün ve değerlidir.Bu da maddeyi insandan üstün tutan maddeci materyalizmin red edilmesidir.

Aynı şekilde "içindekileri batırmak için" sözü bu işin önemine işaret etmek ve büyüklüğünü göstermek içindir. Çünkü sonunda gemide bulunanların batmasına yol açacaktır. Bu sebepten Musa ona itiraz etmiştir.

Hızır işin içyüzünü Hz.Musa'ya şöyle açıklamıştır:"Gemi, denizde   çalışan   miskinlerindi.   Onu   kusurlu   yapmak istedim.Çünkü onların ilerisinde her gemiyi zorbalıkla alan bir  kral   vardı".   Bu   açıklamadan   aşağıdaki   sonuçlan çıkarıyoruz:

1- Zavallıların bir gemisi var. Bu da miskinin bazı mal veya eşya sahibi olabileceğini gösterir.Ancak bu mal veya eşya, ihtiacını karşılamaya yetmiyor.Fakir ise, hiçbir şeyi olmayandır.

2- Ayette "Verae" kelimesi, ötelerinde anlamında kullanılmıştır.Yani önlerinde zalim bir kral var. Ne zaman kusursuz bir gemi geçse,ona zorbalıkla el koyar, istila edip sahiplerinden ğaspeder. Ne Hz.Musa, ne başkası bunu bilmiyordu. Yüce Allah bunu Hızıra bildirmiş ve kralın ğaspetmesini önlemek için delmesini vahyetmiştir.

3- Hızır'ın davranışından anlıyoruz ki kral sadece kusursuz gemileri alıyordu.

4- Kralın yaptıklarını alamak mümkün değildir. Çünkü kralın temel görevi vatandaşların canlarını, mallarını ve sahip oldukları şeyleri korumaktır. Onun görevi bu şeyleri korumak olduğu gibi, onlara saldıracak veya zarar verecek başkalarına da engel olmaktır. Ama kralın yol kesen eşkiyaya dönüşmesi ve bu işi gerçekleştirmek için makam, mevki, ordu ve adamlarını kullanması en büyük musibet ve öldürücü felakettir.[261]

5- Yöneticilerin bozulması durumunda halkı ancak hakkın davetçileri ve ıslahatçılar kurtarır. Çünkü onlar ümit

ve kurtarıcı olurlar.Hızırın yaptığı gibi haksızlık, azgınlık, zorbalık ve bozgunculuğa karşı dururlar.

6- Hızır gemiyi delerek korumuştur.Bu da genel reform (ıslahat)    sırasında    küçük   çapta    zarar    vermelerin olabileceğini,ıslahat sırasında kimi aksaklıkların meydana gelebileceğini gösterir.Genel reformun gerçekleşmesi için reformcu buna mecbur kalırsa, bu küçük zarar vermeleri de göze alır. islam, insanı, dini ve ahlakı korumak için cezaların   uygulanmasını   farz   kılar.    Mesela   katilin öldürülmesi,    zina    eden    ve    hırsızlık    yapanların cezalandırılması görünürde öldürme ve bozgunculuktur, ancak ıslahın gerçekleştirilmesi ve güvenliğin sağlanması için bir zorunluluktur.[262]

 Hızır ve Çocuğun Öldürülmesi:
 
Hz.Musa unuttuğu için Hızırdan özür diledi, ikisi gemiden ayrıldılar, sahilde yürüdüler, oynayan bir grup çocuk gördüler.Hızır onlardan küçük birine baktı, yanına gitti ve boynunu koparıp öldürdü. Çocuk önünde öidü.

Musa gördüğü manzara karşısında dehşet içinde kaldı, bir tuhaf oldu ve isyan etti. Hızır'ın, hiçbir suçu olmayan ve kimseye zararı dokunmayan küçük bir çocuğu öldürmesine hiçbir anlam veremedi. Onun için Hızıra yönelip tepki gösterdi ve "Kimseyi öldürmediği halde suçsuz bir canı mı öldürdün? Şüphesiz senin yaptığın çok çirkindir" dedi.

Burada Hızır daha önce kendisine söylediği "Sen benim yaptıklarım    karşısında   sabredemiyeceksin"    sözünü hatırlattı. Hızır sanki Musa'dan itiraz ve tepki bekliyordu. Çünkü  zahirle  yetinen  ve  görünüşe  bakan  bir  gözle baktığında kendisinin kabul edilemez işlerini görecekti.

Musa, verdiği söze rağmen sabretmeyip karşı çıkmada acele ettiğini anladı.Çok acele ettiği ve tepki gösterip karşı çıktığı için de mahcup oldu. Onun için Hızır'a "Bundan sonra sana bir şey sorarsam, bana arkadaşlık yapma. Benim tarafımdan artık mazur sayılırsın" dedi.

Hızır çocuğu niçin öldürdüğünü Hz.Musa'ya açıklayarak şöyle dedi: "Çocuğa gelince;Onun anası babası mümin insanlardır. Çocuğun onları azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korkmuştuk. Rablerinin kendilerine ondan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik". Bu ayetlerden aşağıdaki sonuçları çıkarabiliriz:

a- Hızırın çocuğu öldürmesi, görünürde karşı çıkılması gereken bir iştir. Onun için Hz. Musa ona karşı çıkmıştır. Hz.Musanın   böyle-  bir   işe   karşı   çıkması,   bizim   de gördüğümüz   kötü   işlere   karşı   çıkmamız   ve   tepki göstermemiz için bir çağrıdır.

b- Hz.Musa'nın Hızrra "Bir cana karşılık olmadan masum bir canı mı öldürdün?" demesi, haksız yere insanı öldüreni öldürmenin meşru olduğunu gösterir. Çünkü haksız yere birini öldürenin cezası öldürülmektir. Haksız yere  kimseyi  öldürmemiş  olan  birini  öldürmek,   karşı çıkılması gereken bir haksızlıktır. Onun için Hz. Musa kimseyi öldürmemiş olan çocuğun öldürülmesine karşı çıkmıştır.

Bilindiği gibi Kur'an ve sünnetin kısas konusundaki hükmü, yani haksız yere öldürmeyi ölümle cezalandırmada çok açıktır. Hz.Musa'nın bu işe karşı çıkması aynı zamanda Tevrat'ta da bu işin cezasının ölüm olduğunu gösterir. Kur'an buna açık bir şekilde işaret eerek şöyle der: "Orada onlara cana can,göze göz, buruna burun,kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarına keffaret olur.Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin kendileridir"[263]

Yüce Allah Tevratta İsrail oğullarına cana can cezası olan kısası yazdığını belirtmektedir. Bu da semavi kitapların birçok hüküm ve yasada birlik olduğunu gösterir.

c- Hz.Musa Hızıra itiraz ederken değişik kelimeler kullanmıştır. Gemiyi delmesine itiraz ederken "Imran" kelimesini kullanmış iken, çocuğu öldürmesine itiraz ederken "Nukran" kelimesini kullanmıştır.

"Nukran" kelimesi, "imran" kelimesinden daha fazla tepki ve yadırgama ifade eder. Sanki birinci aşamadan sonra daha açık ve sert tepki aşamasını belirtir. Bunun sebebi de yapılan iki iş arasınaki farktır. Çocuğu Öldürme ve gemiyi delme fiillerinden acaba hangisi daha çirkin ve daha çok tepki çeker? Şüphesiz çocuğu öldürmek daha çirkindir. Onun için bunu daha çok yadırgama ve tepki göstermeyi belirten bir kelime ile dile getirmiştir. ;

d- Nukran kelimesi, bir işin görünürde yanlış ve geçersiz olduğu için insanlar tarafından yadırganır olduğunu belirtir.

Halbuki gerçekte çocuğun öldürülmesi yanlış mıdır? Hayır. Aksine doğrudur.Özellikle Hızınn Yüce Allanın kendisine vahiyle   gizli   olarak   bildirdiklerini   açıkladıktan   ve büyüdüğünde çocuğun kafir olacağını söylemesinden sonra yaptığı işin doğru olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu sebepten 'münker' kelimesi değil, 'nukran' kelimesi kullanılmıştır. Kur'an anlatımında iki kelime arasında fark vardır. Nukran kelimesi. Allahın ölçüsünde doğru ve yerinde olduğu halde, insanların karşı çıkılması gereken batıl bir iş sandığı işleri anlatır. Münker ise, birtakım insanlar onaylasa ve kabul etse de, Allahın ölçüsünde batıl, yanlış ve makbul olmayan işleri anlatır.

Bir şeyin iyi veya kötü, makbul veya merdut sayılmasının öiçüsü, insanların hoşnut olup olmaması değil,Kur'an ve sünnetin.yani islamın kararlaştırmasıdır.[264]

e- Hızır,    Musa'ya   "Ben   sana   benim   yaptıklarım karşısında   sabredemiyeceksin,   demedim   mi?"   dedi. Halbuki gemiyi delerken itiraz ettiğinde Hızınn yaptığı hatırlatmada"Sana"    anlamındaki    "Leke"    kelimesini kullanmamıştır.  Burada bu  kelimeyi getirmesi vurguyu belirtmek içindir.  Buluştuklarında kendisine söylediğini vurgulamıştır. Çünkü Musa ikinci defa arşı çıkmıştır. Sanki hızır ona "Sana, sana söylemedim mi? Biliyorum, benim yaptıklarıma karşı sabredemiyeceksin,  itiraz edeceksin. Bunu sana, bizzat sana söylemiştim" demiştir.

f- Hızıra itiraz ettiği için Hz.Musamn mahcup olması. Onun için kendisine "Bundan sonra sana bir şey sorarsam, bana arkadaş olma" demiştir.Bu da Hz.Musa'nın acele ettiğini gösterir. Bu sebepten Rasulullah "Allah bize de, Musa'ya da rahmet etsin,  acele emeseydi daha neler görecekti. Fakat arkadaşına karşı yaptığı itirazlardan utandı". Bu da gösteriyor ki Musa acele etmeyip devam etseydi, tuhaf başka şeyler de görecek, onları bize sunacak ve bilgilendirecekti. Ama itirazlarından utanmış ve beraberliği sürdürememiştir.

g- Hızır, anne babasının mümin olması ve büyüdüğünde çocuğun   kafir   olması   sebebiyle   çocuğu   öldürdüğünü açıklamıştır.Anne baba mümin olmakla beraber kafir bir çocukları olmuştur. Bu da iyi müslüman olan bir kimsenin iyi olmayan, hatta kafir olabilen çocuklarının olabileceğini gösterir. Ancak bu, anne babanın çocuğa öğüt vermeyi ve doğru    yolu    göstermeyi    ihmal    edebileceği    yahut yapmayabileceği   anlamına   gelmez.    Bunu   yapması görevidir. Yapmadığı zaman ihmal etmiş ve günah işlemiş olur.

Ne varki bu görevini yapmış ve elinden gelen bütün çabayı göstermş olmasına rağmen çocuklarından biri veya bazıları onun dediğini tutmamış olabilir. Babasının yolundan başka bir yol seçebilir ve itaatsiz yahut kafir olabilir. Böyle olan çocuğu baba isyandan ve küfürden kurtarmaktan aciz kalabilir. Bundan dolayı da kınanmaz.

h- Şüphesiz iyi bir baba oğlunun kafir,  günahkar ve itaatsiz olmasını istemez ve onaylamaz.Aksine bundan çok v rahatsız ve mutsuz olur. Bu da Hızırm "Çouğun onları azdırmasından       ve       inkara       sürüklemesinden korkmuştuk "sözü ile anlatılmaktadır. Azdırarak ve inkara sürükleyerek tedirgin etmek, üzmek,sıkıntıya sokmak ve dünyalarını karartmak!

Oğlu hak yoldan saptığı, hayır çağrısını red ettiği ve iman hayatı dışında bir hyat sürdüğü zaman baba ne kadar üzülür, ızdırap duyar ve tedirgin olur! Hatta keşke böyle bir oğlum olmasaydı, diye ne kadar dilekte bulunur! Fakat elinden ne gelir. Allah ona bu belayı vermiştir. Öldürmek caiz olsaydı, onu herhalde öldürürdü.

iyi bir babanın oğlu kendisinden daha iyi olmalı, daha itaat ve ibadet eden olmalıdır. Baba bunun için çalışmalı ve oğlunu o şekilde yetiştirip yönlendirmelidir. Bunu gördüğü zaman baba ne kadar sevinir ve dünyalara sahip olmuş kadar mutlu olur! Ama oğlu böyle olmayıp itaat ve ibadeti red ettiğinde ise ne kadar üzülür, dünyası kararır ve bütün dünya malını yitirmiş gibi üzüntüden kahrolur.

i- Bazan iyi olmayan çocuğun ölümü, babası için bir rahatlama ve kurtuluş olur. Nitekim Hızır bunu "Rablerinin o çucuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik" sözleriyle dile geirmiştir. O kötü ve yanlış yolda olan çocuk öldüğü taktirde Allahtan daha iyisini vermesini ister, kendilerine daha yararlı ve merhametli bir evlat vermesi için dua ederler.

Şüphesiz önemli olan, çocukların sayısı değildir. Önemli olan şey o çocukların sahip oldukları itaat, ibadet, iyilik, anne babaya karşı güzel davranış ve Allaha kulluktur.Bu niteliklere sahip olan bir veya iki çocuk, onlara sahip olmayan altı veya on çocuktan çok daha iyidir.

j- Şunu da belirtelim ki bu uygulamada kimsenin Hızın taklit etmesi caiz değildir. Büyüdüğü zaman kafir olacağını biliyor,   gerekçesiyle   kimsenin   bir   çocuğu   öldürmesi kesinlikle caiz olmaz. Çünkü böyle bir şeyi Hızıra Allah kendisi bildirmiş ve çocuğun geleceğini ona göstermiştir. Zira  çocuğun  geleceği  ğayb  (meçhul)dendir  ve  ğaybı Allahtan    başkası    bilmez.     Ğaybı    sadece    Allah, peygamberlerinden dilediği kişilere dilediği kadar açar ve bildirir.

Peygamber olmayan başka insanlar ise, ğaybı (meçhulü) bilemezler.    Önündeki   çocuğun   büyüdüğünde   kafir olacağını   bu   adama   Allahtan   başka   ki   bildirebilir? Hz.Muhammed'den sonra vahiy yoktur. Yani Allahtan bilgi alıp insanlara bildirecek başka bir insan olmayacaktır.[265]

 Hızır, Duvar ve Define:
 
Hızır, Hz.Musa'nın özrünü kabul etti ve çekip gittiler. Hz.Musa'nın bir hakkı kalmıştı sanki. Herhangi bir işe itiraz edecek olursa, Hızır'dan ayrılmaktan başka yolu yoktu. Kendisi "Bundan sonra senden bir şey soracak olursam, bana arkadaş olma" dememiş miydi? Öyle de oldu.

İkisi cimri bir köye uğradılar." Halkından yiyecek istediler. Fakat halk onları misafir etmeyi red etti. Köyde yıkılmaya  yüz  tutmuş  bir  duvar  buldular,   Hızır  onu doğrulttu".

Musa bu işe şaştı ve cimri köy halkının bu iyiliğe layık olmadığını düşünüp bu işe itiraz etti. Hızır'a "İsteseydin bunun karşılığında bir ücret alabilirdin" dedi. O anda Hızır kendisinden ayrılma zamanı geldiğini bildirdi ve "İşte ikimizin ayrılma anı geldi, dedi."

Duvarı doğrultmanın sebebini Musa'ya açıklayınca şöyle dedi: "Duvar, şehirde yetim iki çocuğundu. Onun altında bir defineleri vardı.Babalan da iyi bir adamdı. Rabbin kendisinden bir rahmet olarak onların erginlik çağma ulaşmalarını ve definelerini çıkarmalarını istedi". Bu ayetlerden aşağıdaki anlamları tespit ediyoruz:

1- Yiyecek istedikleri köylüler son derece cimri olmuşlar. Çünkü yiyecek hiçbir şeyleri olmayan yabancı iki adam yanlarına gelmiş, kendileri yemek istemeden onlara ikram etmeleri gerekirken, onlara yiyecek vermemişler.Bunun üzerine Musa ve Hızır kendi ağızlarıyla yemek istemek zorunda kalmış, fakat aşırı cimriliklerinden onlara yemek vermeyi red etmiş ve misafirliğe kabul etmemişlerdir.

2- Köyde     yıkılmaya     yüz     tutmuş     bir     duvar bulmuşlar.Kur'an, yıkılma filini duvarın kendisine nisbet eder.   Kimi  alimler  bunun  Kur'anda  mecazla  anlatım olduğunu söylemişler. Çünkü duvarın kendisi cansız ve iradesizdir,irade canlılarda olur, demişlerdir.

"Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar" anlatımında çok canlı bir tasvir ve duvara can verme sanatı olduğunu görüyoruz.Çünkü ona canlıların özelliği olan bir irade verilmiştir.Tabloya iyice baktığımız zaman, duvarın yıkılmaya yüz tuttuğunu ve Hızırm doğrultması olmasa yıkılacak oluğunu görürüz.

3- Kimse kendisinden istemediği ve kendisi kimseden ücret   almak   için   anlaşmadığı   halde,   Hızırın   duvarı

doğrultması, müsiümanın iyüik işlemeye eğilimli olduğunu ve kendilerinden kimseler istemese bile, başkalarına iyilik yapmağa  özen  gösterdiklerini anlatır.Çünkü müslüman iyilik  severdir,   sosyal  işlerde  aktiftir,başkalarına  iyilik yapmaktan zevk alır.

Bu anlatım aynı şekilde iyilik yapmanın izin gerektirmediğini de anlatır. Çünkü müslümanın önünde iyilik ve hayır işlemeye fırsat olduğu sürece onu kullanmalı ve fırsatı kaçırmamalıdır. Aynı zamanda bu anlatım bir ücret beklemeden ve önceden anlaşma yapmadan gönüllü olarak iyilik işlemenin caiz olduğunu da gösterir. Müslümanın buna kendini alıştırması ve başkalarına yarar sağlayan iyiliksever olması gerekir.

4- Hızır haklı olarak duvarı düzeltmiş ve doğrultmuştur.Çünkü  Yüce  Allah  duvarın   altında  bir definenin bulunduğunu kendisine bildirmiştir. Duvar yıkılıp cimri köylüler defineyi görecek olursa alıp götürürler.

5- Define   şehirde   yetim   iki   çocuğundu.   Yaşları küçüktü.Define açığa çıkacak olursa onu cimri köylülerin elinden almaya güçleri yetmezdi. Onun için Hızır, çocuklar büyüyene   kadar   duvarın   ayakta   durması   için   onu doğrultmuştur.

6- "Babaları iyi bir adamdı" sözü, babaların salih kişiler olmasının çocukların iyi olması ve korunması üzerinde etkisinin olduğunu gösterir. Babaları iyi olduğu için Yüce Allah duvarı doğrultmak üzere Hızın göndermiştir. Kuran bu anlamı çağrıştırmaktadır: "Arkalarında güçsüz ve haklarında endişe ettikleri çocuklar bırakacak olanlar, haksızlık yapmaktan korksunlar ve Allahtan sakınsınlar,dürüst söz söylesinler"[266]

7- Iyi adamın malı duvarın altında saklaması, malı saklama,artırma ve ihtiyaç zamanı için biriktirmenin caiz olduğunu gösterir. Hatta beklenmedik olaylar ve olağanüstü durumlar için müslümanın malından bir miktarı saklaması daha iyi olur. Böyle bir şey Allaha tevekkül etmeye de aykırı değildir.[267]

 Rabbinden Bir Rahmet Olarak:
 
Yapılan üç işin iç yüzünü açıkladıktan sonra Hz.Musa yaptıklarında Hızırın haklı olduğuna ve yararın yaptığı işlerde bulunduğuna inandı. Hızır da ona yaptığı bu üç işi kendiliğinden yapmadığını, bilakis Allanın kendisine yapmasını emrettiğini söyledi. Bu işlerin Allahtan bir rahmet olduğunu belirterek "Rabbinden bir rahmet olarak" diye niteledi.

Burada Allanın rahmetinin belirtilmesinin bir anlamı ve delaleti vardır. Nitekim öykünün baştarafında geçen "Yanımızdan ona bir rahmet verdik ve katımızdan kendisine bir ilim öğrettik" ifadeleriyle de bağlantılıdır. Hızırın yaptığı her üç işin başında "Yanımızdan bir rahmet" olarak Allanın rahmeti geçtiği gibi, sonrasında da "Rabbinden bir rahmet olarak" rabbani rahmet geçmektedir. Bu da yapılan işlerin Allanın rahmetinin bir ifadesi olduğunu gösterir.

Geminin delinmesi, zavallı sahipleri için bir rahmettir. Çünkü bu delme neticesinde zalim kralın zorbaca elkoymasmdan kurtulmuştur. Delinmeseydi, onun eline geçmekten kurtulamazdı. Çocuğun öldürülmesi de anne babası için bir rahmettir.Çünkü kendilerine ondan daha hayırlısını verecektir.Çocuk öldürülmeseydi anne babasını azdırıp inkara sürükleyecekti. Duvarı doğrultması da Allahtan bir rahmettir. Çünkü duvarla şehirde bulunan yetim iki çocuğun definesi korunacaktır. Duvarın dikilmesi olmasaydı, define açığa çıkar ve cimri köylüler onu yağmalarlardı.

Önemli olan,her üç uygulamada da bu rabbani rahmetin olayların sadece zahirine bakan gözlemcilere görünmemesi ve Hızırın yaptıklarına Hz.Musanın karşı çıkması gibi, ilk bakışta bu davranışın tasvip edilmeyen bir davranış olarak görünmesidir. Bu da rahmetin insanların gördüğü ve beklediğinin zıttı olan şeylerde de olabileceğini gösterir. Onun için Yüce Allanın müminler için yaptığı bütün işlerin ondan bir rahmet olduğunu söylüyoruz.

Yüce Allah nimet verdiği zaman mümine rahmet ettiği Sİbi, bir musibet verip de sınadığı zaman da rahmet eder. Mümin sevinçte de, tasada da rahmete mazhardır.  Bu rabbani rahmeti farketmesi ve karşılaştığı her şeyde onu gözlemlemesi şartıyla, Allanın takdir.ettiklerinden başına ne gelirse, onun için bir rahmettir.

"Yanımızdan ona bir rahmet verdik" ayetinde geçen ilk rahmet, Hz. Hızır'ı tanıtmak içindir. "Katımızdan ona bir rahmet verdik" ayetinde geçen ikinci rahmet ise, yaptığı işlerin yorumu içindir.Yahut şöyle de diyebiliriz;lkinci rahmet,birinci rahmetin uygulamalı,pratik ve nesnel bir açıklamasıdır.[268]

 Onu Kendiliğimden Yapmadım:
 
Hızır yaptığı her üç işi de kendiliğinden yapmadığını ve kendi kararı olmadığını Hz.Musa'ya itiraf etti. Bunların kendi kararı değil, Allanın emri olduğunu belirtti." Bunu kendiliğimden yapmadım".

Bu ifadenin Hızır'ın peygamberliğinin delili olduğunu söylemiştik. Çünkü bunları kendi içtihadı ve kararı ile değil, Allahtan aldığı vahiy ve emirle yaptığını belirtmiştir. Bu sözü ile "Katımızdan kendisine bir ilim öğrettik "sözünü biraraya getirip yaptığı her üç işin Yüce Allanın kendisine öğrettiği ledunni bilginin bir dış yansıması ve görünümü olduğunu söyleyebiliriz.

Allanın kendisine öğrettiği bilginin şekillerinden biri, önünde    gördüğü    olayların    hakikatini    kendisine bildirmesidir.  Bu hakikat,  görünen dış görünüşe aykırı bulunmaktadır. Esas yarar ise, onun içinde saklıdır.

Hızırın uygulamaları sanki bizi gördüğümüz davranış, olay,şekil ve görüntülerle ilgili bakış açımızı gözden geçirmeye çağırmaktadır. Bazılarımızın bakışı sığ ve dar olmakta, sözkonusu olaylardan sadece dışa yansıyanı görmekte ve bunu da herşey sanmaktadır. Halbuki olaylara daha derin, daha dikkatli ve daha temkinli bakmamız gerekir. Dış görünüşün bizi bir şeyin hakikat ve içyüzüne nüfuz etmekten alıkoymaması lazımdır. Çünkü dış görünüş nice kez aldatıcı olmakta, nice tahrif, saptırma, yaldızlama ve bulandırma bizi aldatmakta, niceleri sadece dış görünüşe bakıp kanmaktadırlar.Halbuki müminin görüşü derin, analizi doğru ve değerlendirmesi yerinde olması gerekir.[269]



[238] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/184-187.

[239] Kitabın adı, "Alimlerin ilim tahsili ve zorluklarına katlanmaları" anlamındadır. Yakın zamanda ölen yazarına ve diğer islam alimlerine Allahtan rahmet dileriz.fçeviren],

[240] Nebe,23

[241] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/187-188.

[242] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/188-189.

[243] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/189-190.

[244] Ayette geçen "Ensanîhu" kelimesindeki "Ha" zamirinin zammeli okunması ile ilgili bazı dil açıklamaları yapılmaktadır. Onları vermemeyi uygun gördük, (çeviren).

[245] Araf,201-202

[246] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/190-191.

[247] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/191-192.

[248] Hud,118-119

[249] Bakara, 251

[250] Yazarın bu yorumu ayetlerden uzaklaşma sayılır.Yer yüzünde insanların çatışıp savaşmaya ve birbirlerini yok etmeye devam edeceklerini anlatan başka ayetler vardır. Ancak öyküde geçen ve Hızır'ın işittiği selam karşısında şaşkınlığını anlatan bu ifadelerin yer yüzünde barışın gerçekleşmeyeceği anlamına çekilmesi bize göre yerinde olmamıştır. Herhalde Hızır4ın bu şekilde sorması, o bölgede böyle bir uygulamanın veya geleneğin bulunmadığını gösterir, (çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/192-194.

[251] isra,3

[252] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/194.

[253] Mufredat,449

[254] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/195-198.

[255] İsra, 85

[256] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/198-200.

[257] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/200-202.

[258] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/202-204.

[259] Taha, 115

[260] Enam, 100

[261] Böyle bir felaketi görmek için toplumların başında bulunan krallıklara bakmak yeterlidir. Her çeşit güvenlik güçlerini yanına alarak halklarına "Ya ben, ya siz" diyen yönetimler, halklarının başında işte böyle bir felakettir. Fakat Allah insanlara haksızlık yapmadığına göre, demek ki bu halklar, bu krallara layıktır. Nasıl olursanız.öyle yönetilirsiniz! ( çeviren).

[262] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/204-208.

[263] Maide,45

[264] Bu konuda bilgi için Letaif Kuraniyye, kitabımıza bakınız.

[265] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/208-214.

[266] Nisa,9

[267] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/214.216.

[268] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/216-218.

[269] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/218-219.