๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Öyküleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 05 Aralık 2010, 17:06:28



Konu Başlığı: Hz Musa ve Hızır Öyküsü
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 05 Aralık 2010, 17:06:28
III- HZ.MUSA ve HIZIR ÖYKÜSÜ

Kuranda Hz.Musa ve Hızır Öyküsü:
 
"Ben iki denizin birleştiği yere ulaşmaya yahut yıllarca yürümeye kararlıyım, demişti.İki denizin birleştiği yere ikisi vardıklarında balıklarını unutmuşlardı ve batık denizi boylamıştı. Oradan uzaklaştıklarında Musa, yanındaki gence "Azığımızı çıkar, and olsun bu yolculuğumuzda yorgun düştük"dedi.O da "Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuşum, bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş" dedi.Musa,istediğimiz zaten bu idi, dedi.

Hemen geldikleri yoldan izleri üzrinde geri döndüler.Bu arada ikisi, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve ilim öğrettiğimiz, kullarımızdan birini buldular.Musa ona, hayra götüren bir bilgi olarak sana öğretilenden bana öğretmen için peşinden gelebilir miyim? dedi.O, şüphesiz sen benim yaptıklarıma dayar^rfiazsm, bilgice kavrayamadığın bir şeye nasıl dayanabilirin? dedi.

Musa, inşaallah sabrettiğimi göreceksin, sana hiçbir işte karşı çıkmayacağım, dedi.O da, o halde bana uyacaksan, ben sana açıklamadıkça herhangi birşey hakkında soru sormayacaksın, dedi.

Bunun üzerine kalkıp gittiler. Sonunda gemiye bindiklerinde adam gemiyi deliverdi. Musa, gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir şey yaptın, dedi.Musa'ya, ben sana yaptığım işlere dayanamazsın, demedim mi? dedi. Musa,unuttuğum için beni kınama, gücümün yetmediği şeyden de beni sorumlu tutma, dedi.

Yine gittiler. Sonunda bir erkek çocuğa rasladılar. Adam hemen onu öldürdü. Musa, Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz bir cana mı kıydın? Doğrusu, çok kötü birşey yaptın, dedi. O,ben sana yaptığım işlere dayanamazsın, demedim mi? dedi.Musa,bundan sonra sana birşey sorarsam beni yanında tutma, o zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın, dedi.

Yine yola koyuldular. Sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı bu İkisini misafir etmeyi kabul etmedi. İkisi şehrin içinde yıkılmaya yüz tutan bir duvar gördüler.Arkadaşı onu doğrultu verdi. Musa, difeseydin buna karşı bir ücret alabilirdin, dedi. O, işte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor, dayanamadığm işlerin yorumunu sana anlatacağım, dedi.

Gemi denizde çahşan birkaç yoksula aitti.Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü peşlerinde sağlam her gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.Oğlana gelince; onun

ana    babası    inanmış    kimselerdi.    Çocuğun    onları azdırmasından  ve  inkara   sürüklemesinden  korkmuştuk.

Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermeseni istedik. Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti.Duvarın altında oların bir definesi vardı. Babalan da iyi bir kimse idi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmasını ve rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın işlerin içyüzü budur."[194]

 Hadislerde Hz. Musa Ve Hızır Öyküsü:
 
Öyküleri incelerken, alimlerin kararlaştırdığı ve Kur'anda öncekilerin öykülerini inceleyenlerin uymalarını istedikleri bilimsel yönteme uyacağız. Bu yöntem, öykülerle ilgili sahih hadislerde yeralan bilgilere de bakmayı ve bunların ötesine israiliyat, mitoloji ve hurafelere girmemeyi öngörmektedir.

Hz.Musa   ve   Hızır   öyküsünde   Rasulullahın   bazı ayrıntılara açıklık getirdiğini ve Kur'anda anlatılanlara bazı eklemeler   yaptığını   görüyoruz.    Hadisçilerin   büyük

çoğunluğu    Rasulullahın    bu    konuda    söylediklerini kitaplarında nakletmişlerdir. Bu hadisler Buharı, Müslim, Ebu Davud,Tirmizi, İbn Mace, Nesai, Ahmed, Hakim ve diğer kitaplarda bulunmaktadır. Aynı şekilde Taberi, İbn Kesir,   lbnu'1-Esir  gibi  tarihçilerin  kitaplarında  da  yer almaktadır.   Tefsirciler   de   öyküyü   anlatan   ayetleri açıklarken   bunları   ele   almışlardır.   Burada   öykünün ayrıntıları   hakkında   sahih/doğru   olan   rivayetler  bizi ilgilendirmektedir. Bunlardan sadece Buhari ve Müslim'de geçenleri nakletmekle yetineceğiz.

Buhari,  kitabının birçok yerinde,  mesela İlim,  icara, Şurut, Bedu'l-Halk, Enbiya, Tefsir, Eyman, Nüzur,Tevhid bölümlerinde   öyküyü   nakleder.    Müslim   ise   Fadail bölümünün Fadailu'l-Hıdri bölümünde verir. Her iki hadis kitabında da yeralan rivayetlerin özeti şudur:

Buhari ve Müslim, Abdullah tbn Abbas'tan rivayet eder. ibn Abbas, Hz.Musa'nın arkadaşı konusunda Hur ibn Kays ile1 tartışmış ve bunun Hızır olduğunu söylemiştir. Ubey ibn Ka'b ikisinin yanından geçerken, ibn Abbas ona "Ey Ebu Tufeyl, buraya gel, Musa'nın buluşmak istediği arkadaşı konusunda bu adamla tartıştım, Rasulullah onunla ilgili bir şey söylediğini hatırlıyor musun?" diye sormuş, Ubey, Rasulullahın şöyle dediğini işittim, diyerek şunları anlatmıştır: "Musa, israil oğullarından bir topluluk içinde iken ona bir adam gelmiş ve 'Senden daha bilgili kimse biliyor musun?' diye sormuş, o da hayır, demiştir.Bunun üzerine Yüce Allah Musa'ya "Evet, kulumuz Hızır daha alimdir" diye bildirmiştir.Musa onunla nasıl buluşacağını sormuş, Allah ona balığı kılavuz yapmış ve kendisine "Balığı yitirdiğin yerde geri dön, onunla karşılaşırsın" demiştir. Musa Allanın dilediği kadar gitmiş, sonra yanındaki gence "Yemeğimizi getir" demiş, genç de "Gördün mü, kayaya çıktığımızda balığı unutmuşum, şeytan unutturduğu için onu hatırlamamışım" deyince, Musa ona "İşte bizim istediğimiz de bu idi" demiştir. Geldikleri yoldan geri dönmüşler, Hızır'ı bulmuşlar ve Kur'anda anlatılanlar ikisinin arasında geçmiştir"[195] Bu hadis, öykünün özeti sayılır. Buhari ve Müslim'de şu uzun rivayet de bulunmaktadır:

"Said     İbn     Cubeyr'in     şöyle     dediği     rivayet edilmektedir:lbn  Abbas'ın  evinde  idik.   Bir  ara"  bana sorun,dedi. Dedim ki, ey Abbas'ın babası! Canım sana kurban olsun. Kufe'de Nevf el-Bikali denen masalcı bir adam var. Bu adam Hz.Musa'nın Hızır'ın arkadaşı olan Musa değil, İsrail oğullarından olan Musa olduğunu iddia ediyor.

İbn Abbas "Yalan söylüyor Allahin düşmanı". Rasulullahın şöyle dediğini Ubey İbn Kab'tan işittim: Musa, halka Allanın nimet ve ceza verdiği günleri hatırlattığı sırada insanların en bilgini kimdir? diye kendisine soruldu. O da benim, dedi. Allah daha İyi bilir, demediği için Allahtan azar işitti ve iki denizin birleştiği yerde bulunan kullarımdan biri senden daha bilgilidir, diye vahyetti. Musa, Ey Allahım, onu nasıl bulacağımı söyler misin, dedi.Ona "bir kovanın içinde tuzlu bir balık götür,balığı nerede yitirirsen Hızır oradadır" denildi.

Musa yanındaki Yuşa bin Nun adındaki gençle beraber çıkıp gitti.Kovanın içinde bir balık aldı ve gençle beraber yaya olarak yola düştüler. Kayanın yanına geldiler. Musa da, genç de orada uyudu. Balık kovada çırpındı ve denize düştü. Allah onun için suyun akıntısını kesti ve önünde koridor gibi bir yol açıldı. Balık, Musa ve gencin gözleri önünde oradan ilginç bir şekilde geçip gitti. İkisi yirmi dört saat gittiler, Musa'nın arkadaşı kendisine haber vermeyi unuttu.

Sabah olunca, Hz.Musa yanındaki gence yemeğimizi getir, bu yolculuktan çok yorulduk, dedi. Musa ister istemez yorulacaktı. Çünkü geçmesi emredilen yeri geçecekti.

Genç hatırladı ve "Gördün mü? Kayaya çıktığımız zaman balığı unutmuşum, onu hatırlamamı mutlaka şeytan unutturdu, balık tuhaf bir şekilde denizde yolunu tutmuş gitmiş" dedi.

Musa, bizim istediğimiz de buydu, dedi. Geldikleri yoldan geri döndüler, kayaya vardılar ve balığı buldular.

Musa, işte burası bana tarif edilmişti,dedi. Aramaya başladı. Bir de ne görsün, siyah elbise içinde sırt üstü uzanmış olan Hızır! Ona selam verdi.Hızır yüzünü açtı ve selamını alarak "Selam vermeyi nereden biliyorsun?" dedi. Ben Musa'yım, deyince Hızır, İsrail oğullarının Musa'sı mı? dedi. Evet, dedi.

Hızır: Allah sana benim bilmediğim bir bilgi öğretmiş, bana da senin bilmediğin bir bilgi öğretmiştir.

Musa:"Allahın sana öğrettiği ve beni hayra götürecek bilgiden öğretmen için sana arkadaşlık yapabilir miyim?" dedi.

Hızır: Benim yaptıklarıma kesinlikle sen dayanamazsın, bilgice kavrayamadığın şeye nasıl dayanabilirsin? Yapmam istenen işler var, sen onları görünce sabredemezsin, dedi.

Musa:Inşaaîah sabrettiğimi göreceksin, sana hiçbir işte başkaldırmayacağım, dedi.

Hızır: Bana uyarsan, sana o şeyi anlatıncaya kadar benden hiçbir şey sorma,dedi. Musa, peki dedi.

Hızır ve Musa sahilde yürümeye başladılar. Gemileri yoktu.Oradan bir gemi geçti. Sahiplerinden kendilerini bindirmelerini istediler. Adamlar Hızır'ı tanıdılar ye ücretsiz bindirdiler.

Bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve denizden bir yahut iki defa su içti.Hızır dönüp Musa'ya şöyle dedi: Ey Musa, Allanın bilgisinin yanında ikimizin de bilgisi, ancak bu serçenin denizden içtiği kadar bir şeydir.

Sonra geminin tahtalarından birini çekip çıkardı.Musa ona, adamlar bizi ücret almadan bindirdiler, ne yapıyorsun sen, sahiplerini batırmak için mi gemilerini deliyorsun? doğrusu şaşılacak bir iş yapıyorsun, dedi.

Hızır   ona:   Ben   sana   yaptığım   işler   karşısında dayanamazsın, demedim mi? dedi.

Musa: Unuttuğum için beni kınama, gücümün yetmediği şeyden de beni sorumlu tutma, dedi.

Sonra gemiden İndiler. Sahilde yürürlerken, çocuklarla beraber oynayan bir çocuk gördüler, Hızır oğlanın başını tuttuğu gibi kopardı ve çocuğu öldürdü. Musa şaşıp kaldı ve "Bir cana karşılık olmadan suçsuz bir cana mı kıydın? Doğrusu, çok kötü bir iş yaptın" dedi.

Hızır: Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın, demedim mi? dedi. Bu birinciden daha çetin!

Hz.Peygamber şöyle buyurdu: Allah bize de, Musa'ya da rahmet eylesin,acele etmeseydi tuhaf şeyler görecekti. Fakat acele etti ve arkadaşımdan azar işitti.

Musa: Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık bana arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur sayıhrsın,dedi.

Gittiler, halkı kötü olan bir köye geldiler. Halkın arasında dolaştılar ve onlardan yiyecek istediler. Fakat halk oları misafir etmeyi red etti. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler, Hızır onu hemen doğrultu verdi.

Musa ona : Adamlar bizi misafir kabul etmediler, yiyecek vermediler, isteseydin bunun karşılığında ücret alırdın, dedi.

Hızır, artık beraber olamayız,deyip elbisesini aldı ve dayanamadığın işlerin yorumunu sana anlatayım, dedi.

Gemi, denizde çalışan bazı zavallılarındı.Onu kusurlu yapmak istedim.Çünkü ötede bütün gemilere zorla el koyan bir kral vardı. Alacak kişi gelip gemiyi kusurlu görünce, almadı, onlar da bir tahta çakarak tamir ettiler.

'Çocuğa gelince; kafir olacaktı. Anne babası onun üzerine titreyip şefkat göstermişti. Fakat büyüyecek olursa, onları azdırıp inkara sürüklemesinden korktuk. Rablerinin onlara o çucuktan daha temiz ve kendilerine daha çok merhamet eden birini vermesini istedik.

Duvar ise, şehirde yaşayan yetim iki çocuğundu. Duvarın altında onların bir definesi vardı, babalan da iyi bir adamdı. Rabbin iki çocuğun erginlik çağına gelmelerini ve definelerini çıkarmalarını istedi."[196]

 
Hadislerden Çıkan Bazı Sonuçlar:

 
İbn Hacer'in Buhari şerhi Fethu'1-Bari kitabında ve Nevevi'nin Müslim şerhinde bu konuyu anlatan hadislerden sağıdaki sonuçlar çıkarılmıştır:

l- Gidilecek yer çok uzak da olsa, ilim öğrenmek için yolculuk yapmak güzeldir.

2- llim öğrenmeğe çalışmak güzeldir.

3- Daha fazla ilim öğrenmek güzeldir. Nitekim kişi ne kadar çok öğrenirse, yine de pek çok şeyleri bilmemeye devam eder.

4- Inatlaşmadan bilgi için tartışmak caizdir.

5- Alim olan kişinin daha alim birisinden ilim öğrenmesi ve onun peşinden gitmesi normaldir.

6- Âlim olan insana karşı edepli davranmak, ona saygı göstermek ve yeri geldiğinde usulüne uygun soru sormak gerekir.

7- Zahiri    anlaşılmayan    söz,    fiil    ve    hareketer yorumlanabilir.

8- Aksi ortaya çıkıncaya kadar zahire bakarak hüküm vermek.

9- Verilen söze bağlı kalmak ve sözün tutulmaması halinde özür dilemek gerekir.

10- Dua ve ahiretle ilgil diğer işlere kişinin kendisinden başlaması tercih edilirken, dünyalık işlerde başkasını öne almak ve tercih etmek daha iyidir.

11- Alçak gönüllü olmayı teşvik etmek.

12- Bilgi   yetersizliğinden   bazı   hikmetlerini   aklımız kavramasa bile, şeriatın getirdiği ve kesin olan her şeyi tam kabullenmek, inanmanın gereğidir.[197]

13- Ihtilaf durumunda bilenlere başvurmanın gerekliliği.

14- Doğru olan vahid haberle amel edilebilir.[198]

15- Daha sonra belirteceğimiz pek çok delilden hareket edilerek Hızır'ın peygamber olduğunun kabul edilmesi.

16- Yüce Allah mülkünde dilediğini yapar ve varlıklar hakkında dilediği kararı verir.

17- Hızır, Hz.Muhammed peygamber olmadan önce ölmüştür. Daha sonra bu konu üzerinde duracağız.

18- Kendini beğenmişlikten uzak olarak bir alimin ihtiyaç halinde çevresindekilere "Benden sorunuz" demesi caizdir.

19- Ölmüş ve tuzlanmış olan balığın canlanması, dirilişin olacağına bir delilidir.

20- Hz.Musa'nın yanında bulunan ve yardımcısı olan genç, Yuşa' Ibn Nun'dur.

21- Hizmet eden kişinin, hizmet ettiği kişiye itaat etmesi gerekir.

21- Unutan kişiyi mazur görmek gerekir. Çünkü kasten unutmamıştır.

22- Müslüman olmayan bir kişiden bağış alınabilir.

23- Mtislümanm hastalık, fakirlik, yorgunluk gibi durumları nı bildirmesi caizdir.

24- AlIah için yapılan yolculukta Allah yardım eder.

25- Misafirlik, yiyecek ve azık istemek caizdir.

26- Birinci durumda özür geçerli olur, ikincisinde ise delil göstermek gerekir.

27- Allaha karşı saygılı olmak ve onun için sevimsiz olan sözcükleri kullanmaktan sakınmak gerekir.[199]

 Hz. Musa'nın Beraberindeki Genç,Yûşa' İbn Nun'dur:
 
Yüce Allah "Musa, gencine demişti" buyurmaktadır. Bu genç Yuşa Ibn Nun'dur. Bunu Rasulullahın hadisinden öğreniyoruz. Çünkü hadis belirtmeseydi, kendimizden belirlemez ve Kur'anın belirtmediği şeyler üzerinde durmazdık.  Buhari ve Müslim'in Ibn Abbas'tan rivayet ettikleri    hadisi   daha    önce   belirtmiştik. O    hadiste Hz.Musa'nın genci ile ilgili şöyle denilmektedir: "Gitti, genci de onunla beraber gitti.O da Yuşa Ibn Nun'dur. Musa kova içinde bir balık aldı ve genci ile biraber gitti."

Yuşa İbn Nun, Hz.Musa'nın yanındaki gençti.Bazı tefirciler HzMusa'ya yakınlık derecesinden söz etmişler ve değişik şeyler söylemişlerdir. Bazıları ise Musa'nın hizmetçisi veya kölesi olduğunu söylemiş ve bunu söylerken Kur'anın "Musa gencine söyledi" sözüne dayanmışlardır. Çünkü "genç" sözü, hizmetçi köle için de kullanılır, demişlerdir.

Halbuki işin daha basit olduğunu ve ayetin söylediklerini söylemediğini   görüyoruz,   kaldı   ki   genç   sözcüğünün hizmetçi   köleden   başkası   için   kullanılmadığını   kim söylemiştir? Rağıb Isfahani Müfredat kitabında şöyle der: "Feta.taze genç demektir.Dişisi Fetat olup masdarı Fetaun gelir.Hem    köle,    hem    cariye    için    kinaye    olarak kullanılır."[200]

Bu sözcük normal olarak Ömrünün baharında olan taze genç için kullanılır.Köleler için kullanılması ise,kinaye ve mecazdır.Mesela Kur'anı Kerim Hz.İbrahim için Feta kelimesini kullanmaktadır. "İbrahim denen bir gencin onları andığını duyduk,dediler"[201]

Ayetten anlaşıldığı gibi,Yuşa Ibn Nun bu yolculukta Hz.Musa'ya eşlik ettiğinde henüz gençliğinin baharında idi. Yuşa Ibn Nun için Genç kelimesinin kullanılmasının bir esprisi daha vardır.O da kölenin efendisine iaat edip uyduğu gibi, Yuşa'  Ibn Nun'un Hz.Musa'ya itaat edip uyduğuna   işaret   etmektir.   Gencin   Hz.Musa'ya   izafe edilmesi de, onu onurlandırmak ve değer vermek içindir. En büyük peygamberlerden olan Yüce bir peygambere arkadaş olmak, tabi ve hizmetçi olmaktan daha onurlu ve erdemli ne olalilir![202]

 Yûşa' İbn Nûn Peygamber Midir?
 
Kimi tefsirciler Yuşa Ibn Nun'un peygamber olduğunu söylemiştir.   Bunu   da   herhalde   peygamber   olduğunu söyleyen   İsrail   oğullarından   almışlardır.   Hz.Musa'nın ölümünden sonra Yuşa Ibn Nun'un İsrail oğullarına liderlik yaptığını, onlarla Filistin'e girdiğini ve Kudüs'ü fethettiğini söylerler.    Halbuki   bu   onun   peygamber   olduğunu göstermez.

Başkaları da Müslim'de geçen hadise dayanarak peygamber olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber'in şöyle dediği Ebu Hureyre'den rivayet eder.

"Peygamberlerden   biri   savaşa   çıktı.   Halkına   şöyle dedi:Evlenecek olup da henüz evlenmemiş, bir ev yapıp henüz çatısını çakmamış, koyun veya gebe hayvan satın alıp da doğurmasını bekleyen kişiler benimle gelmesin. Savaşa çıktı ve ikindi namazına yakın bir vakitte köye yaklaştı.Güneşe,       Sen      memursun,       ben      de memurum.Aliahım,  onu benim için biraz geciktir,dedi. Allah   ona   zafer   verinceye   kadar   güneş   onun   için ertelendi"[203]

Bu hadis, Yüce Allahm kendisi için güneşi durdurduğu peygamberin    adını    vemediği    için    biz    de    adını

veremiyoruz[204].   Yuşa'nm   peygamberliği   konusunda susmanın, kabul veya red etmekten daha iyi olduğunu düşünüyoruz.     Peygamberdir,     dersek,     peygamber olmayabilir.    O   zaman    peygamber   olmayan   birini peygamber yapmış oluruz. Peygamber değildir, dersek, peygamber olabilir.  O zaman  peygamber olan birinin peygamberliğini inkar etmiş oluruz. Onun için en sağlıklı yolun,   peygamber   olup   olmadığı  konusunda  bir  şey söylememektir.[205]

 İsrailoğularımn Hayatında Yuşa İbn Nun'un Rolü:
 
Yuşa İbn Nun için söylenenler, Hz.Musa'dan sonra Israiloğullarına liderlik yaptığı,saiih,mümin ve takva sahibi bir adam olduğu, cihad ve savaş konusunda Allahın hükümlerine uyduğu ve Müslümanların gözünde Hz.Ebu Bekr'in konumu gibi bir konuma sahip bulunduğundan ibarettir.

lsrailiyat haberler, Yuşa İbn Nun'la ilgili ve uydurma düşmanla savaşması, Eriha ve Kudüs gibi Filistin şehirlerini fethetmesi konusunda uydurma bir sürü mitolojiler anlatmaktadır.Halbuki tümü yalan, uydurma ve mitolojidir. Araplardan kimi insanlar bu yalan ve mitolojilere inanmış, bu sebepten Yuşa'yı zulüm, katılık, barbarlık,terör ve bozgunculukla     suçlamış,     ondan     nefret     ederek kötülenişlerdir. Halbuki Yuşa'nm bütün bu söylenen ve iddia edilen şeylerden uzak olduğu, salih, mücahit, adaletli ve Allaha davet eden bir insan olduğunu düyşünüyoruz.[206]

 Nevf el-Bikali Kimdir?
 
Az önce, Said ibn Cubeyr'in, :"Ey Abbas'ın babası! Canım sana kurban, Küfe'de Nevf el-Bikali adında masalcı bir adam var, Hz.Musa'nın, Hızır'ın arkadaşı olan Musa değil, Isril oğullarının peygamberi olan Musa olduğunu iddia ediyor, ne dersin?" diye Nevf el -Bikali'yi Abdullah ibn Abbas'a sorduğunu ve ibn Abbas'ın "Yalan söylüyor Allahın düşmanı" dediğini nakletmiştik.

Her halde Nevf el-Bikali'nin böyle söylemesinin iki sebebi vardır;

a- Hızır'ı peygamber veya veli de kabul etsek, Rasul bir peygamber olan Hz.Musa'nın kendisinden daha aşağı olan Hızır'dan öğrenmesinin imkansızlığı.ileride Allahın izniyle bu şüpheye cevap vereceğiz.

b- Bu bilgileri israiliyat haberlerden almış ve Allahın kelamını bu israiliyyatla tefsir etmiştir.

Nevf denilen bu adam, yahudi iken müslüman olan Ka'bulahbar'la sıkı bir diyaloga sahipti.Yemen'de Bikal kabilesine mensup olup Ka'bulahbar'ın dul aldığı eşinin oğlu idi.[207]

Bilindiği gibi Kabulahbar yemen yahudilerinden bir yahudi idi. Hz.Omer zamanında müslüman olmuştur. Onun şahsı, bilgisi,verdigi haberler ve bu haberleri israiüyyattan alması, Allahın kelamını o bilgilerle tefsir etmeye çalışması konusunda alimler çok şeyler söylemiş ve eleştirmişlerdir.

Nevf   el-Bikali   de   bu   haberleri   her   halde   babalığı Ka'bulahbar'dan almıştır. Onun için Hz.Musa'nın Hızır'la beraberliğini    red    etmiş   ve   bu   beraberliğin   İsrail oğullarından Musa denilen başka bir kişi ile olduğunu iddia etmiştir.

Nevf el-Bikali'nin bu tavrı, Kur'anın yer vermediği yabancı ön bilgilerle Kur'ana yaklaşması, öncekilerin haberleriyle onu tefsir etmesinden kaynaklanmaktadır. Halbuki bu metod yanlış olup sonuçta yanlışa ve tefsirde kötü sonuca götürür.

Ashap, Kurbanı tefsir ederken, anlamlarını ortaya çıkarır ve hükümlerini ortaya koyarken, öğrencilerine de öğretirken bilimsel sağlam metod üzerinde son derece özen gösterir ve ona bağlı kalmaya çalışırlardı. Bu metoda aykırı davranan herkese de şiddetle karşı çıkarlardı. Bu şiddetli karşı çıkış, Ibn Abbas'ın Nevf el Bikali için kullandığı "Yalan söylüyor Allanın düşmanı" sözünde açıkça ortaya çıkmaktadır.

İbn Abbas'ın bu sözünü açıklayan Ibn Hacer şöyle der:Yalan söylüyor Alahın düşmanı sözleri, şiddetle karşı koymak ve söylenenleri doğrulamayı önlemek içindir.[208]

Doğrusu, Nevf ne yalan söylüyor, ne de Allaha düşmanlık yapıyordu. Çünkü dinine bağlı bir müsîümandı. Ancak söyledikleri   Kur'ana   yaklaşımda   bir   yanlışı    ifade ediyordu.Yani Kur'ana yaklaşımı yanlıştı. Onun için İbn Abbas onu şiddetle azarlamıştır.[209]

 Musa'nın Arkadaşı, Hızır'dır:
 
Hz.Musa'm buluşmak için gittiği salih kul Hızır'dır. Adı Kur'anda belirtilmediği halde, sahih hadislerde açıklanmıştır. Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde Rasulullah onun adını belirtmiştir. Sahih hadisler adını belirtmeseydi, biz de adı üzerinde durmaz ve Kur'anın belirsiz bıraktıkiarındandır, deyip geçerdik.

Hızır,   adı   verilmesinin   sebebine   gelince;   Buhari, Rasulullahm şöyle dediğini Ebu Hureyre'den rivayet eder: "Hızır  adı  verilmiştir.   Çünkü  üzerine  oturduğu  beyaz pösteki,    kalktıktan    sonra    dalgalanan    yeşil    ota dönüşmüştür."[210] Öyle görülüyor ki üzerinde oturduğu kuru ot kaplı yerin veya pöstekinin yeşil olması, tercih edilen ve peygamber olduğunu söyleyen görüşe göre onun mucizelerinden biridir.

Kuru otla kaplı bir toprak parçasına veya pöstekiye oturduğu, oturunca oranın canlandiğı ve yeşil otla dolarak dalgalandığı, yani orada yeşil otların bittiği alaşılmaktadır. Onun İçin yeşil ve yeşillikten gelen bir isim olan Hızır adıyla anılmıştır.    Hızır   adı   verilmesinin   başka   sebepleri belirtiliyorsa    da,    onları    üzerinde    durmaya    değer bulmuyoruz. Çünkü bunlar sabit olmadığı gibi, bize sahih hadisle de gelmiş değildir.Onun için bu hadisle yetiniyor, uydurma ve zayıf şeylere iltifat etmiyoruz.[211]

 Hızır'ın Hayatında Belirsizlikler:
 
Hızır'ın kim olduğu konusunda bir şey söylemiyoruz. Kur'an bize sadece Kehf suresinde Hz.Musa ile yaptığı yolcuiuktan sözetmektedir. Sahih hadisler de Hz.Musa ile beraber yaptığı yolculukla ilgili Kur'anın söylediklerinden farklı fazla bir şey söylememektedir. Hayatının ayrıntıları, soyu, yolculuktan önce ve sonra ne iş yaptığı konuları sahih kaynaklarda belirtilmemiştir.

Hızır'ın soyu, sopu,doğumu, çocukluğu ve gençliği hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Hangi millette yaşadığı, israiloğullarından veya başka bir miiletten olup olmadığı ve nerede ikamet ettiği, Hz.Musa ile geçen yolculuğundan sonra ne olduğu konusunda da hiçbir bilgimiz yoktur. Hz.Musa'dan ayrıldıktan sonra nereye gittiği, nerede kaldığı, ne kadar yaşadığı, nerede Öldüğü, nasıl öldüğü ve nerede gömüldüğünü Allahtan başkası bilmez.

Bütün bu şeylerin cevabı yoktur. Çünkü kesin ve sahih kaynaklarda   belirtilmemiştir.   Haber  yayan   ve   masal anlatanların bu işlerden çokça söz ettikleri, açıklamaya çalıştıkları ve değişik şeyler anlattıkları doğrudur.Ancak bu konuda  bütün  söylediklerini  şüphe  ile  karşılıyoruz  ve onaylamıyoruz.   Çünkü   bu   bilgileri   sahih   olmayan kaynaklardan ve özellikle İsrail oğullarının haber, masal ve mitolojilerinden   almışlardır.   Hızır'ın hayatı konusunda Kur'an ve sünnette verilen bilgiler ashaba yeterli geldiği gibi  bize  de  yeterli  gelmektedir.   Belirtilmeyen  şeyleri belitmeye çalışmıyoruz.[212]

 Tercih Edilen Görüşe Göre Hızır, Peygamberdir:
 
Hızır'ın peygamber olup olmadığı konusunda alimler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır.Bir grup peygamber

değil, veli olduğunu söylemiştir. Velinin pegamberden daha üstün olduğu iddialarına delil göstermek İçin tasavvufçuların bir kısmı da veli olduğunu ileri sürmektedir. Mesela tasavvufçulardan biri şöyle der: "Peygamberlik makamı bir yerde olup rasulün biraz üstünde, velinin altındadır."[213]

Bu görüşe göre veli en üst makamdadır. Nebi ondan sonra gelir.Rasul ise, makamların en aşağısındadır. Aİlah ve peygamberleri bu saçmalıklardan münezzehtir.

Tefsirci, usulcü, tarihçi ve hadisçilerden oluşan alimlerin çoğunluğu ise,Hızır'ın peygamber olduğunu belirtir, açıkça peygamber   olduğunu   söyleyen   bir   hadis   olmamakla beraber Hz.Musa ile geçen öykünün seyrinden peygamber olduğunun anlaşıldığını söylerler.[214]

 Hızır'ın Peygamber Olduğunun Delilleri:
 
Hz.Musa ile geçen öyküsünden alınan ve peygamber olduğunu gösteren delilleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Yüce    Allahm    "Katimizden    kendisine    rahmet verdiğimiz kullarımızdan bir kul buldu" sözünde geçen, rahmet peygamberlik  rahmetidir ki Allah  onu Hızır'a vermiştir.    Nitekim    Hz.Musa'ya    gördüğü    olayları yorumlarken    Hızır,     kendisine    verilen    rahmetin peygamberlik olduğunu vurgulamış ve  "Rabbinden  bir rahmef'sözünü kullanmıştır.Yani her üç işi de rabbinden bir rahmet olarak yaptım, demiştir.

2- Yine Yüce Allah onun için "Kendisine katımızdan (ledunni) ilim öğrettik" buyurmaktadınr. Yüce Allah ona bazı işlerin arka planını görmesini sağlayan bilgi vermiş ve gizli yanlarını ona bildirmiştir.

Ayetteki    ledunni    ilim,    peygamberliktir.    Yoksa, tasavvufçuardan bazıların anladığı gibi ilham yolu ile gelen batın ilmi değildir.

3- Hz.Musa ona "Sana verilen ve beni hayra yöneltecek bilgiden bana öğretmen için sana uyabilir rniyi?" demiştir.

Peygamber olmasaydı, Musa ondan öğrenmek istemez ve bu usiupla ona seslenmezdi. Kendisine bu derece teslimiyet gösterip ondan bu ricada bulunduktan sonra onunla Hızır arasında şu konuşma geçmiştir: "Doğrusu, benim yaptıklarıma sabretmeye dayanamazsın. Bilgice kavrayamadığın bir şeye nasıl dayanabilirsin?

Allahm izniyle beni sabredenlerden bulacaksın, senin hiçbir işine karşı başkaldırmayacağım, dedi.

O da, o halde bana uyacaksan, ben sana anlatmadıkça herhangi bir şey hakkında bana soru sormayacaksın, dedi. Ve gittiler"

4- Peygamber olmasaydı, korunmuş (masum) olmazdı.Bu da   bazı   işlerinde   yanlış   yapma   ihtimalinin   olması demektir.Korunmuş olan bir peygamber, korunmamış olan bir kişiden nasıl bilgi öğrenir ve ona nasıl tabi olabilir? Herhangi bir işte yanılacak olursa, peygamber ona nasıl uyacaktır? Musa'nın ona uyması, ona bağanması, ondan öğrenmesi ve ona itaat etmesi,  Hızır'ın yaptığı işlerde masum   olduğunu  gösterir.   Masum   olmak  da   sadece pegamber içindir.

5- Hızır'ın çocuğu öldürmesi peygaber olduğunu gösterir. Çünkü haklı olmadıkça insanı öldürmek caiz değildir. Peygaber olmasaydı ve kendisine bildirmeseydi, çocuğun kafir olduğunu bilememzdi. Nitekim beraberindeki Musa , peygamber   oduğu   halde   çocuğun   kafir   olduğunu bilmemiştir. Öldürmesinin sebebini Musa'ya açıklaren, kafir olduğu için öldürdüğünü söylemesi de Allahm ona kafir olacağını bildirdiğini ve öldürmesini emrettiğini gösterir.

6- Yaptığı işlerin yorumunu yaptıktan sonra Hızır'ın Hz.Musa'ya "Ben bunları kendiliğimden yapmadım" demesi de peygamberliğini gösterir. Ben bu işleri kişisel kararım olarak yapmadım, bilakis bunları yapmamı Allah bana emretti, demiştir. Bu rabbani emir de vahiy yolu ile olmuştur.

7- "lnsanların en bilgini benim" diyen Hz.Musa'ya Yüce Allanın "iki denizin birleştiği yerde bir kul senden daha bilgindir" demesi de Hızır'ın peygamber olduğunu gösterir.Bu işlerde Hızır, Hz.Musa'dan daha bilgilidir. Bir velinin Peygamberden daha bilgili olması ise mümkün değildir.

8- Hızır'ın Hz.Musa'ya"Allah bana bir ilim vermiştir, sen onu bilmiyorsun, Allah sana da bir ilim vermiştir, ben onu bilmiyorum" demesi de peygamberliğini gösterir. Çünkü açıkça Allahm kendisine bilgi verdiğini söylemektedir.[215]

 
Hızır'ın Peygamber Olmadığını Söyleyen, Kafir Olmaz:

 
Alimlerin çoğunluğunun Hızınn peygamber olduğunu gösteren delillerinin dinin açık hükmü (nas) değil, içtihadı deliller olduğunu görüyoruz. Yani Peygamber olduğunu Kur'an açıkça belirtmiş değildir.

Bu demek değildir ki sözkonusu deliller doğru değildir. Aksine    Kur'an    bu    delillere    işaret    etmekte    ve sezdirmektedir.   Ancak   Hızınn   peygamberliği   deliller' değerlendirilerek   kararlaştırılmış    içtihadı    ve    zanni olduğundan    peygamberliği    üzerinde    alimler    icma etmemiştir. Yani bu konu içtihad konusudur. Konu içtihadı ve  zanni  olup  ihtilaflı  olduğundan  Hızınn  peygamber olmadığını   söyeyenler   kafir   olmaz,   sadece   alimlerin çoğunluğunun görüşüne katılmamış olur. Kendi görüşleri de doğru olabilir. Halbuki Ilyas, Yunus, Süleyman,Muhammed gibi Kur'an ve sahih hadisle kesin olarak peygamerligi sabit olan birinin peygamberliğini inkar edenler kafir olurlar .[216]

 Hızır'ın Şu Anda Yaşadığını Söyleyenlerin Yanılgısı:
 
Kimi müslümanlar Hızır'ın yaşamakta oiduğu, suyundan içenlerin ancak kiyamet saatine yakın öldüğü hayat pınarından içtiği,Hz. Muhammed'in zamanına yetiştiği, şu anda yaşadığı ve kiyamet saatine kadar yaşayacağını iddia ederler.

Hayatıyla ilgili bir sürü rivayet,masal,söylenti, mitoloji ve hurafeler anlatırlar. Hz.Muhammed'le, Ebu Bekir, Ömer, Ali, Osman ve Ömer İbn Abdulaziz'le görüştüğü, zahid, abid ve tasavvufçu pekçok kişi ile buluştuğu, çöl, vadi ve ıssız yerlerde dolaştığı, ıssız yerlerde ibadete çekilmiş kişilere görünüp onları yedirip içirdiği, onlarla konuştuğunu söylerler, hayatı ile ilgili masal, hurafe, söylenti ve mitolojileri en çok rivayet edip anlatanlar da tasavvufçulardır.

Hz.Muhammed'den sonra Hızır'ın yaşadığını alimlerden Nevevi, tbnu's-Salah, Süheyli ve başkaları söylemişlerdir. Nevevi şöyle der:

"Alimlerin çoğu Hzırınm yaşamakta olduğunu ve aramızda bulunduğunu söylerler.Tasavvufçular, salih kişiler ve  marifet sahipleri bu konuda ittifak etmişlerdir.Onu görmeleri, beraber oturmaları, ondan almaları, karşılıklı soru ve cevaplan, iyilik yerlerinde ve şerefli makamlarda bulunduğu, yaygın ve sayılamıyacak kadar çoktur.

İbnu's-Salah Fetvalarında şöyle der; Alim ve salih kişilere göre o yaşıyor, halk da onların bu görüşüne katılıyor. Sadece bazı hadisçiler böyle olduğunu kabul etmiyor."[217]

Bu grup alimler birtakım rivayet, söylenti ve hadisleri delii gösteriyorsa da, dayandıkları rivayetlerin hiçbiri sahih değildir. Bu rivayetlerin tümü ya zayıf, ya uydurma olup hiçbiri sahih derecesine ulaşmamaktadır. Onun için Hz.Muhammed'in peygamberliğinden sonra da Hızırın yaşadığını iddia eden Süheyli'ye cavap veren Ebu'l-Hattab İbn Dıhye'den İbn Hacer şunları nakletmektedir:

"Suheyli'nin   gösterdiği   rivayetlerin   hiçbiri   doğru değildir.Hızırın, Kur'anda belirtildiği gibi, Hz.Musa dışında hiçbir peygamerle görüşmesi de sabit değildir.  Hayatı hakkında söylenenlerin hiçbiri alimlerin ittifakı ile değildir. Bunları  sadece ya bilgisiz  olduğundan veya  hadisçiler tarafından    bilindiğinden,    dayanağını    ve    sebebini belirtmeden haberleri rivayet edenler söylerler.

Şeyhlerden gelen söylentilere ise, şaşmamak mümkün değildir. Tanımadığı biri ile görüşüp"Ben şu kişiyim" dediğinde, onu tasdik eden kişinin aklına şaşarım!"[218]

İbn Kesir de el-Bidaye ve'n-Nihaye kitabında şu anda yaşamakta olduğuna dair rivayet, haber ve söylentileri belirttikten sonra şöyle der:" Şu anda yaşadığını iddia edenler bu rivayet ve masallara dayanıyorlar. Merfu dedikleri bu hadislerin tümü çok zayıf olup dinde hiçir delil olamaz.Hikayelerin çoğunun senedi de zayıftır.Olsa olsa, yanılmaktan korunmuş olmayan sahabi ve başkalarından nakledilmiş olabilir.

Ebu'l-Farac Ibnu'l-Cevzi "Ucaletu'l-Muntazir fi Şerhi Haleti'-Hadir" adlı kitabında bu konuda belirtilen merfu hadisleri incelemiş ve hepsinin uydurma olduğunu belirtmiştir.Ashab, tabiin ve onlardan sonraki kişilerden rivayet edilen haberleri de incelemiş ve ya içerik olarak bozuk yahut sahipleri belirsiz kişiler olduğundan senedlerinin zayıf olduğunu belirtmiştir. Bu konuyu güzel incelemiş ve doyurucu bir şekilde eleştirmiştir."[219]

 
Hızır,Hz.Muhammed Peygamber Olmadan Önce Ölmüştür:

 
Araştırmacı alimler Hızır'ın Hz. Muhammed'in peygamberliğinden önce yaşayıp öldüğünü belirtirler. Ne kadar yaşadığını,nerede ve ne zaman yaşadığını, nasıl öldüğünü sadece Allanın bildiğini, bu konuyu aydınlatan sahih hiçbir hadisin bulunmadığını söylerler. Kiyamet saatinin kopmasına yakın bir zamana kadar yaşayacağını söyleyen cahil kişilerin söylediklerini tümden red ederler. Çünkü bu konuda kabul edilebilecek sahih hiçbir delil yoktur.

Hz.Muhammed gelmeden önce Hızır'ın öldüğünü söyleyen alimlerden Buhari, İbrahim el-Harbi,Ibnu'l-Cevzi,Ibn Kesir gibileri sayabiliriz. Ibn Hacer Askalani yukarıda adı geçen kitabında bu görüşe taraftardır. Alimler öldüğünü söyleyen görüşün doğruluğunu gösteren deliller getirmişlerdir. Ibn Kesir bu delilleri özetle şöyle sıralamaktadır:

1- Yüce Allanın "Senden önce hiçbir kimseye bu dünyada ebedilik vermedik.Sen öleceksin de onlar ebedi mi kalacaklardır?"[220] buyruğu. Ayet, yer yüzünde hiçbir insanın ebedi kalmayacağını belirtmektedir. Hızır da bir insandır ve ayetin kapsamı içindedir.Yer yüzünde herhangi bir kimsenin ebedi yaşayacağını söyleyen sahih hiçbir hadis de yoktur.

Bir insanın kıyamete kadar yaşaması, yüce Allanın "Herkes ölür"(Âli Imran,185, Enbiya,35, Ankebut,57) gibi ayetlerinde belirtiği yasasına aykırıdır. Hiçbir kimsenin bu yasanın dışında olduğunu da söylememiştir. Onun için Hızır4ın ölmediğini söylemek, Kur'anm açık ve kesin ayetleme aykırıdır.

2- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah peygamberlerden söz almıştı; And olsun ki size kitap ve hikmet verdim, sizde olanı doğrulayan bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve mutlaka yardım edeceksiniz, evet deyip bu sözü kabul ettiniz mi?" demişti. Evet, demişlerdi de, "Şahit olun, ben de sizinle beraber şahitlerdenim" demişti."[221]

Ibn Abbas, ayetin anlamı ile ilgili şöyle der: Yüce Allah, Muhammed peygamber olarak gönderildiğinde yaşadıkları taktirde mutlaka ona iman edip destekleyeceğine dair her peygamberden söz almıştır. Muhammed peygamber olarak gönderildiğinde kendileri hayatta olursa,ona inanıp destekleyeceklerine dair ümmetlerinden de söz almalarını emretmiştir.

Hızır ya nebidir veya velidir. Her iki durumda da Hz.Muhammed'e iman etmekle yükümlüdür. Acaba Hz.Muhammed'e gelip müslüman olmuş, biat edip kendisine uymuş mudur?

3- Hızır'ın peygamber olduğu görüşü tercih edildiğine göre, Hz.Muhammed zamanında yaşamış olsaydı yapacağı en şerefli iş, ona gelip işbirliği yapması olurdu. Halbuki hizır böyle   bir   şey   yapmamıştır.   Çünkü   Hz.Muhammed peygamber olduğu zaman Hızır ölmüş ve toprak olmuştu.

4- Hızınn Hz.Peygamberle bir araya geldiği,arkasında

namaz kıldığı, savaşlarda onun yanında savaştığı sahih hiçbir hadiste belirtilmemiştir. Yaşasaydı gelip bunları yapardı.

5- Rasulullah, Bedir savaşında müslümanlara zafer vermesi için Allaha dua edeek şöyle dedi: "Allahım! Bu topluluğu yok edersen, yer yüzünde artık sana ibadet edilmeyecektir" O toplulukta Ebu Bekir, Ömer, ashabın seçkinleri,Cebrail ve seçkin melekler de vardı. Hızır hayatta olsaydı,onlarla beraber olmak onun için en üstün makam olurdu.

6- Birileri Hızırın o savaşlarda Hz.Muhammedin yanında olduğunu, ancak insanlardan kimsenin onu görmediğini iddia     edebilir.     Fakat     bu     iddia     geçersiz     ve dayanaksızdır.Çünkü  böyle  bir  şey  hayal,   kuruntu  ve iddiadan ibarettir.ispatı kesin delil gerektirir.

7- Hızırın gizlenmesi, dağlara, mağaralara ve ıssız çöllere

gitmesinin ne anlamı vardır? Niçin insanlar arasında yaşamıyor, onlarla beraber cuma ve diğer namazları kılmıyor? Bu nitelikler bir peygambere yakışır mı?

8- Hayatta olsaydı insanlar arasında bilgiyi yaymak ve öğretmekle, rasulullahın hadislerini bildirmekle, onlardan zayıf ve sağlam olanları ayıklamakla, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamakla yükümlü olurdu. Halbuki bunların hiçbiri olmamıştır.

9- Muslim, Abdullah İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah ömrünün sonlarında bir gece bize yatsı namazını kıldırdı. Selam verdikten sonra kalktı ve şöyle dedi: Bu gece düşündüm de, yüz yıl sonra yer yüzünde yaşayanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır."

İbn Ömer derki; Halk Rasulullahın bu sözünü yanlış anladılar ve bu hadislerde neden yüzyıldan söz ettiğini kavrayamadılar. Rasulullah "Bugün dünyada yaşayanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır" dedi.Yani bu asrın geçeceğini söylemek istedi."[222]

Müslim, Cabir İbn Abdiîlah'dan şöyle dediğini rivayet eder: "Rasulullahın ölmeden bir ay önce şöyle dediğini işittim: Bana kiyamet saatini mi soruyorsunuz? Onu sadece Allah bilir.Allaha yemin ederim ki yer yüzünde nefes alıp veren kimse yoktur ki yüz yıl sonra yaşamış olsun.”[223]

Hz.Peygamberin zamanına kadar Hızırın yaşadığını kabul etsek-ki bu doğru değildir-bu hadislerin söylendiği andan itibaren yüz yıl içinde ölmüş olması gerekir.

Bütün bu delillerden sonra Hızır'ın hayatta olmadığını ve ancak Allanın bildiği bir zamanda Hz.Peygamberin peygamberliğinden önce öldüğünü söylüyoruz. Onun için Hızır'la ilgili örülen gerçek dışı bütün söylenti, uydurma, rivayet ve mitoloji ağlarının atılmasını istiyoruz.[224]

 Ledunniî İlim Masalı:
 
Kur'an Yüce Allanın Hızır'a katından bir ilim öğrettiğine işaret ederek şöyle der: "Yanımızdan ona bir rahmet verdik ve katımızdan kendisine bir ilim öğrettik". Hızır'ın bildiği bu bilgiyi Musa bilmediği için ona gelmiş ve kendisinden öğrenmek istemiştir.

Ancak kimi müslümanlar[225] "Ona katımızdan bir ilim öğrettik" sözlerinden Ledunni ilim masalını çıkarmış, onu bir sürü şeylere delil getirmiş.batıl ve mitolojik birtakım iddialarına temel yapmışlardır.

Tasavvufçular şeriat ilmi ile ledun ilmi, zahir ve batın, şeriat ve hakikat ayırımı yaparken bu ibareyi delil ve dayanak   yapmışlardır.   Tefsirci   Alusi,   "Ledunni   ilmi kanıtlamada  bu  ayet  onların  temel  dayanağıdır,   ona hakikat ve batın ilmi adının verilmesi yaygındır" der.[226]

Tasavvufçu tefsirciler ledunni ilim hakkında, hakikat ve şeriat, zahir ve batın ayırımı yaparken çok tuhaf şeyler anlatırlar. Bu ve başka ayetlerin tefsirinde hak batıl ayırımı yapmadan ağızlarına geleni söylerler.[227]

 Muhayimî'nin Tefsirinden Bir Örnek:
 
Bu ayeti tefsir ederken Ali İbn İbrahim Muhayimi "Tabsiru'r-Rahman ve Teysiru'l-Mennan" adlı tefsirinde şöyle der:

"ikisi bir kul buldu. Kullarımızdan olduğu ve büyüklüğümüzün göstergesi olduğu için mükemmelliğinin büyüklüğünü kavramak mümkün değildir. Çünkü ona yanımızdan bir rahmet verdik. O da yok olmayan şuhudi tecellidir. Onun için insan veya melek aracılığı olmadan birçok peygambere bile verilmeyen büyük bir ilim kendisine öğrettik.

Yuşa' ve bütün israiloğuîlarının tabi olduğu Musa, "bir insandan değil, ancak Allah veya meleklerden öğreniyor olsam da, rabbinden sana öğretilen ve zahir ehlinin hidayetinin   üstünde   olan   doğru   bilgilerinden   bana

öğretmen için, bilgilerimin üstüne çıkarak senin bilgilerine uyayım mı? dedi. Kötü olduğu açık olan bazı işlerde hakkın sırlarını bilmek gibi.

Şöyle dedi: Bu bilgi, en ufak bir nazarla ortaya çıkanlardan değildir. Belki bazısı zahir ehlinin hemen karşı çıktığı ve güzelliklerini bir türlü kavramadığı kötü şekillerde de ortaya çıkmaktadır. O işlere karşı çıkmamak büyük bir sabır ister.

Şöyle dedi:  Beraberimde  olacağın  için  şu veys  bu şekilde   benden   etkilensen   bile,   dayanamayacaksın. Çirkinliği açık olan ve bu çirkinliği örten güzelliği hakkında bilgi sahibi olmadığın bir iş karşısında nasıl sabredeceksin!

Musa şöyle dedi: Gizli şeyleri izlemek için sabır göstermeyen zahir ehlinden de olsam, sana uyarak ve senden etkilenerek huyumu yenmek suretiyle, Allanın izniyle beni sabredenlerden göreceksin. Çünkü sabretmezsem, sana başkaldırmış olurum. Gerçekte Allaha isyan olduğu halde görünürde Allaha itaat olarak görsem ve sana uyacak olsam, hiçbir işine karşı çıkmam.Çünkü tezkiye eden kişi hakkında çirkinliğe inanmak, Allahı suçlamak olur.

Bu söz, "Benimle bulunmaya dayanamazsın" sözüne cevap gibi olsa da, inşaallah demesine rağmen onunla bulunmaya sabredemedi.

Şöyle dedi: Bilgilerime uyacak olursan, karşı çıkmak bir yana, bana hiçbir şey sorma.Bu ilim soru ve cevap yolu ile cJeğil,fayd (taşma) yolu ile olur.Onu beklemek ve fayd yolu veya dil yolu ile de olsa, onda gizlenmiş şeyleri sana anlatıncaya kadar sabretmek gerekir."[228]

Tasavvufi tefsire bir örnek olması, ledunni ilim masalına inanması,zahir ve batın,şeriat ve hakikat ayırımı yapması açısından Mehayimi'nin tefsirinden uzun bir parça almak zorunda    kaldık.    Sözlerine    baktığımızda    Kur'anın anlamlarını    nasıl   saptırdığını   ve   amacından   nasıl uzaklaştırdığını,  ledunni ilim ve ilahi fayd konusundaki batini  tasavvuf  anlayışına  araç  yapmak için  Kur'anın ifadelerini nasıl çığırından çıkardığını görürüz,[229]

 Bursalı İsmail Hakki'nin Tefsirinden Bir Örnek:
 
Muhayimi'nin söylediklerinden, tasavvufun kutuplarından başka bir tefsircinin söylediklerine geçiyoruz. İsmail   Hakkı   "Ruhu'l-Beyan"   adını   verdiği  bir  tefsir yazmıştır. Hz.Musa ile Hızır olayını anlatan ayetleri tefsir edip  ''Kendisine  katımızdan bir ilim  öğrettik"  ayetine geldiğinde ledunni ilimden söz etmiş ve şöyle demiştir:

"katımızdan" demiştir. Halbuki bütün ilimler onun katındandır. Bazıları insanların öğretmesiyle olduğu için onlara ledunni ilim denilmez. Ledunni ilim, kimsenin aracılığı ve bilinen yollardan bir yolla olmaksızın Allahm kaibe indirdiği ilimdir. Allanın kullara öğrettiği ve kulların onu Allahtan başkasından öğrenebildiği her ilim,ledunni ilim türünden değildir.Çünkü Allahtan başkasından öğrenilebilir.[230]

Katımızdan, demek, zatımızın ehadiyet makamı ve mertebesinden demektir.Onun için büyük tasavvufçular ledunni ilim lafzını, ibaresiz ve aracısız sadece Allahın öğretmesiyle meydana gelen bu batın ilmi için kullanmışlardır. Onun için onlardan biri "Onu harfsiz ve sessiz olarak öğrendik, yanhşsız ve eksiksiz okuduk" demiştir.

Yani sözlü öğretim veya sözlü okumtma yolu ile değil,ilahi fayd ve rabbani ilhamla öğrendik. Zahiri ile batini ilim makamı, zahir ile batın gibidir.Çünkü zahir ilim şeriatın zahir ve şekline bağlı iken, batini ilim, evin kapısı gibidir."[231]

 "Ledunni İlim" İddiasının Yanlışlığı:
 
Kurtubi, tasavvufçuların ledunni ilim iddiasını çürüterek şöyle der:

"Hocamız imam Ebu'l-Abbas şöyle der: Batınıyye zındıklarından bir topluluk seri ahkamın gerekli olmadığını söyleyen bir yol izleyerek şöyle dediler: Şeriatın bu genel hükümleri geri zekalı avam insanlar içindir. Evliya ve özel kişilerin ise, bu hükümlere ihtiyacı yoktur.Onlar kalplerine doğandan sorumlu ve akıllarına gelen şeylerden mesuldür. Çünkü kalpleri bulanıklıktan arınmış, başka şeylerden boşalmıştır. Böylece onlara ilahi bilgiler ve rabbni hakikatler yansımaktadır. Bununla kainatın sırlarını ve cüziyyatın ahkamını bilirler.Onun için şeriatın genel hükümlerine ihtiyaçları yoktur. Tıpkı Hızır'da olduğu gibi. Kendisine açılan bilgilerle yetinip Musa'nın sahip olduğu bilgilere ihtiyaç duymamıştır.Nitekim naklettikleri arasında "müftüler sana fetva verse bile, sen kalbine danış" denilmiştir.

Hocamız,Allah kendisinden razı olsun, şöyle der: Bu sözler zındıklık ve küfürdür. Bu sözlerin sahibi tevbe ettirilmeden öldürülür. Çükü şeriatları inkar eder. Şüphesiz Yüce Allah yasasını uygulamış ve hikmetini gerçekleştirmiş olarak hükümlerinin ancak insanlardan peygamberler yolu ile bilineceğini belirtmiştir.

Peygamberler yolu dışında Allahm hükümlerini bilmenin hiçbir yolu olmadığı kesin bir gerçek ve zaruri bir bilgi olduğu gibi, önceki ve sonraki alimlerin de ittifakıdır bu. Peygamberlerin yolu dışında Allahm hükümlerinin bilindiği başka bir yol olduğunu ve peygamberlere ihtiyaç olmadığını söyleyen kişi kafir olur ve sorgusuz sualsiz, tevbe ettirilmeden öldürülür.

Böyle bir iddia aynı zamanda Hz.Muhamrned'den sonra da    peygamberin    olduğunu    söylemek    olur. Çünkü hükümlerini kalbinden aldığı, kalbine gelenlerin Allahm hükümleri olduğu ve onunla amel ettiği, ayrıca bir kitap ve sünnete ihtiyacının bulunmadığını söyleyen kişi, kendisinin peygamber   olduğunu   söylemiş   olur.   Böyle   bir   söz, Hz.Muhammed'in   "Ruhulkudüs   kalbime   üfledi"   sözü gibidir."[232]

Advau'l-Beyan tefsirinin sahibi Şınkiti de ledunni ilim, fayd ve ilhamla ilgili tasavvufçuîarın iddilarını red ederek şöyle der:

"Yüce Allanın Hızır'a lütuf olarak verdiği rahmet ve ledunni ilim, vahiy ve peygamberliktir.Çünkü Hızır, Musa'ya "Bunları kendimden yapmadım" demiştir. Allanın emri ise, ancak vahiy yolu ile bilinir ve vahiyden başka bilinmesinin hiçbir yolu yoktur. Zaten Yüce Allah bunu vahiyle sınırlandırarak "Deki, sizi 'ancak vahiy ile uyarıyorum"[233] demiştir.

İlke olarak velilerin iddia ettiği ilhamın hiçbir şekilde delil olamayacağı kararlaştırılmıştır. Çünkü korunmuş değildir.İlham alan kişinin aldığı ilhamın başkaları için değil, sadece kendisi için delil olduğunu tasavvufçuîarın

iddia etmesi ise, hiçir delile dayanmayan geçeriz bir iddiadır. Yanılmaktan korunmuş (masum) olmayan bir insanın aklına gelenlere güven olmaz. Çünkü şeytanın hile ve kuruntularından emin değildir.Hidayet şeriata uymakla olur, yoksa akla gelen ve kalbe damlayan ilhamlara uymakla olmaz.[234]

Böylece anlıyoruz ki tasassufçu olduğunu iddia eden cahillerin kendilerinin ve şeyhlerinin, Hızırın yaptıklarının Musa'nın sahip olduğu bilgilerin zahirine aykırı olması gibi, şeiratm zahirine aykırı da olsa, Allahın yanında hakka uygun olan batini bir yola sahip olduklarını iddia etmeleri ve hakkın zahire aykırı olan batında olduğunu söylemeleri zındıklıktır ve İslam dininden tümden çıkmanın bir yoludur."[235]

Alusi de ledunni ilim iddialarını red etmek ve şeriatın hakikate aykırı olduğu iddiasını çürütmek için cevap verirken, tasavvufçulann şeyh ve alimleri kabul ettiği salih kimselerden bazı sözler nakleder. Örneğin, Abdulkadir Geylani'nin şu sözünü nakleder:"Bütün veliler sadece Allahın ve rasulünün kelamından alırlar ve sadece bunların zahiri ile amel ederler."

Tasavvufçulann piri Cuneydi Bağdadi'nin de şöyle dediğini nakleder: "Rasulullahın yolundan gidenlerin yolu dışında bütün yollar kapalıdır" "Kur'an ezberlemeyen ve hadis yazmayan kişilere bu ilimde uyulmaz. Çünkü ilmimizin çerçevesi Kitap ve sünnetle çizilmiştir"

Seri Sakatı de şöyle der: "Bir hükmün zahirine aykırı batın bir ilim iddia eden kişi yanılmış olur". Ebu Hasan Nuri de şöyle der: "Şeriat ilminin çerçevesi dışına çıkaran bir halin sahibi olduğunu iddia eden kişiden uzak dur. Açık bir hıfzın tanıklık etmediği bir hal iddia eden kişinin dininde yanlışlık olduğunu söyle". Ebu Said Harraz da şöyle der: ■'Kalpte doğan ve zahire aykırı olan her şey batıldır". Ebu'l-Abbas Dineveri de şöyle der: "Zahirin delilini, batini hüküm değiştirmez". Gazali de şöyle der:"Batının zahire aykırı olduğunu iddia eden kişi imandan çok, küfre yakın olur"

Alimlerin bu sözlerinden sonra şu kesin sonuca varıyoruz; Ayetin işaret ettiği ve Yüce Allahın Hızır'a öğrettiği ilim, vahiy ve peygamberlik ilmidir. Tasavvuf çuların anlayışlarına göre ledunni ilim veya batın ilmi konusundaki iddiaları ise, geçersizdir, sapıklıktır, islam şeriatına ve Hz.Muhammed'in yoluna aykırıdır.[236]

 Hz.Musa ve Hızır Öyküsünde Belirsizlikler:
 
Hz.Musa   ile   Hz.   Hızır   öyküsünde   belirtilmemiş (müphem) şeyler çoktur.  Kur'anda veya sahih hadiste bunlar   belirtilmemiştir.   Öncekilerden   birçok   kişi   bu belirsizlikleri belirtmeye, zamanı, yeri ve kahramanlarını açıklamaya çalışmış, bu konuda sahih ve kesin olmayan israiliyyat haberler,  rivayetler ve söylentiler nakletmiş, belirtilmeyen şeyler hakkında alabildiğine ihtilaf etmişlerdir. Halbuki bu belirsizlikleri olduğu gibi bırakmamız gerekir. Çünkü   onları açıklamak için elimizde sahih ve sağlam bir delil yoktur. Bu belirsizlikleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Öyküde anlatılan olayların geçtiği zaman. Acaba Hz.Musa'nın Mısırda halkı ile beraber olduğu zaman mı, yoksa Mısırdan çıktıktan sonra mı? Yahut Sina çölünde mi idiler veya Fiîistine henüz mü girmişlerdi?

2- lki denizin birleştiği yer neresidir? Değişik ihtimaller olabilir. Akdeniz ile Kızıldeniz olabilir, Ktzıldeniz ve Hint okyanusu olabilir, Akdeniz ve Atlas okyanusu olabilir, bunlardan başkası da olabilir.

3- Hz.Musa'nın   yanındaki   gençle   bareber   gittikleri kayanın ve pınarın yeri  ve adı.

4- Hızır'la buluştukları yer.

5- Hz.Musa'm Hızırla beraber gemiye bendiği yer ve geminin seyrettiği deniz.

6- Gemi sahiplerinin adı.

7- Hızır'ın Öldürdüğü çocuğun adı, anne babasının adı ve nerede oturdukları.

8- Gittikleri, halkından yemek istedikleri ve yiyecek alamadıkları kentin adı.

9- Hızır'm duvarı düzeltme şekli.

10- Bütün gemileri zorbalıkla alan kralın adı.

11- Define sahibi iki çocuğun ve babalarının adı.

12- Sahip oldukları definenin serüveni ve içinde nelerin bulunduğu.

13- Hızır'a giderken Musanın yanında bulunan Yuşa İbn Nun'un akibeti. Onlarla beraber mi gitti? Halkının yanına mı döndü? Yoksa iki denizin birleştiği yerde onları mı bekledi?

14- Hızır, Musadan nerede ayrıldı ve ne tarafa gitti? 15-Hz. Musa halkına nasıl ve ne zaman döndü?

Bütün bu konular belirsizdir.Araştırmak ve belirtmek için kendimizi yormayacağız. Açıklamak için söylenecek her söz bilimsel, metodlu ve dikkatli değildir. Doğru olmaktan çok yanlışa daha yakındır.Hatta büyük çoğunluğu doğru değil, yanlış olur.Doğru olanı yanlıştan ayırmak da mümkün değildir.   Bunları   açıklamak   için   söylenecek   sözlerin yanlışlığı, doğruluğundan daha fazladır. Onun için olduğu gibi belirsiz kalmasına, tefsir, tarih ve kıssa kitaplarında anlatılmış olsa da, açıklamak için söylenmiş bütün sözlere itibar edilmemesine çağırıyoruz.[237]



[194] Kehf,60-82 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/150-152.

[195] Buharı,Enbiya,27,hadis no,3400, Müslim,Fadait,46, hadis no,2380

[196] Değişik yollarla rivayet edilen bu hadis için Buhari ve Müslim'in şu baplarına bakınız: Müslim, Fadail,46, hadis no,2370,Buhan,ilim, 19,hadis no,78,122, Ehadisi'l-Enbiya,27 hadis no,3400,3401,Tefsir,2,hadis no,4725,4726,4727. Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/152-157.

[197] Bu sonuçlar hakkında bilgi için için bakınız. Nevevi'nin MuslimŞerhi,15/137,146-147

[198] Bu sonuçlar   için bakınız.Fethu'i-Bari, 1/169

[199] Bu deliller için de bakınız,Fetu'l-Bari,8/409-422. Çıkarılan sonuçlardan bazıları anlamsız olduğu için çevrilmemiş ve bazıların yerleri değiştirilmişlir.(çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/157-159.

[200] Müfredat,372-373

[201] Enbiya,60

[202] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/159-161.

[203] Müslim, Cihad,11,hadis no,1744

[204] Birileri için güneşin durması, Allahın sosya! ve tabiat yasalarına aykırıdır. Hz.Peygamberin ölen oğlu İbrahim gömüleceği sırada güneş tutulması meydana gelmiş ve bazıları "Güneş bile ibrahim için yas tutuyor" deyince, Rasulullah, ay ve güneşin Allahın ayetlerinden birer ayet/gösterge olduğunu ve kimsenin ne doğumu, ne ölümü için tutulmayacağını belirterek bu yanlış anlayışı düzeltmiştir. Bkz.Buhari, küsuf,1,13, bedu'l-halki,4, Müslim, küsuf, 6,9,22,28 Ebu davud, istiska,3, Nesai, küsuf,16, İbni mace, ikamet,152. Nitekim z.Muhammed ve ashabının da namazı vaktinde kılamadıkları olmuştur ama onlar için güneş durmamış veya durdurulmamıştır. Herhalde Hz.Muhammed1 ve ashabı o peygamber ve arkadaşları kadar namazlarını önemsiyordu. Onun için bir Peygamber için güneşin durdurulduğu rivayeti doğru değildir, (çeviren)

[205] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/161-162.

[206] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/162-163.

[207] Bkmız, Fethu'l-Bari,8/413

[208] Fethu'l-Bari,8/413

[209] Ka'bulahbar ve Net el-Bikali başla olmak üzere bazı raviler, çok zaman israiliyyat kültürünü islam diye anlattıkları için rivayetleri haklı olarak eleştirilmiştir.  Bu kişiler  güvenilir  bir  ravi   kabul  edilmezler.   Nevf   el-Bikali,   Kabu'l-Ahbar'ın evlatlığıdır ve biri diğerinin bir tür sözcülüğünü yapmıştır. Çoğu rivayetlerini kabul etmek, red etmekten daha sakıncalı olabilir,   (çeviren). Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/163-164.

[210] Buhari, Enbiya,27,hadis no,3204. (Bu deliller için bakınız: Ahmed Davudoğlu. Sahihi Müslim Tercüme ve Şerhi,5/200-201, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1979. En azından peygamber olduğu görüşü makul ve mantıklı olmakla beraber, ülülazim peygamberlerinden olan Hz. Musa'ya bu kadar tark atan ve doğrudan Allanın yönlendirmesiyle hareket ederek bu şekilde olağanüstü işler yapan birinin melek olması daha uygun ve daha mantıklı gelmektedir. Nitekim Ma'rudi, melek olduğunu söyler. Bkz.Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim tercüme ve Şerhi, 10/201. çeviren.)

[211] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/165.

[212] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/166.

[213] Tasavvufçuların dindışı bu tür görüşleri ve eleştirisi için bakınız. Prof.Dr.İbrahım Sarmışjasavvuf ve İslam. Ekin Yayınları, istanbul, 3. baskı, (çeviren).

[214] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/166-167.

[215] Bu deliller için bakınız, ibn   Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye.1/328 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/167-169.

[216] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/169-170.

[217] Tehzibu'l-Esma ve'i-Luğat,1/176-177

[218] ibn Hacer el-Askaiani, ez-Zahru'n-Nadir fi Nebei'l-Hadir,2/203, er-ResaiIu'l-Muniriyye, içinde

[219] el-Bidaye ve'n-Mihsye,1/334 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/170-172.

[220] Enbiya,34

[221] Ali imran, 81

[222] Müslim, FadailiJ's-Sahabe.53,hadis no, 2537

[223] Müslim, aynı yer, hadisno,2538

[224] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/172-175.

[225] Bunlar sufilerdir. (çeviren)

[226] Alusi, Ruhu'l-Maani, 16/330

[227] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/175-176.

[228] Mehayimi, age. 1/451-452

[229] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/176-178.

[230] ismail Hakkı Bursevi, Ruhu'l-Mani,5/270

[231] İsmail Hakkı Bursevi, age.5/272 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/178-179.

[232] Kurtubi, Tefsir, 11/40-41, Özet.

[233] Enbiya,45

[234] eş-Şınkiti, Advau'l-Beyan,4/159,özet.

[235] eş-Şınkiti, age.4/160

[236] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/179-182.

[237] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/182-184.