๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Öyküleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 04 Aralık 2010, 12:08:55



Konu Başlığı: Bir Kasabaya Uğrayan Adamın Öyküsü
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 04 Aralık 2010, 12:08:55
II- Bir Kasabaya Uğrayan Adamın Öyküsü

Kur'anda Bir Kasabaya Uğrayan  Adamın Öyküsü:
 
"Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? "Allah burayı ölümden sonra acaba nasıl diriltecek?1' dedi. Bnun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. "Hayır, yüzyıl kaldın, yiyeceğine, içeceğine bak bozulmamış, eşeğine bak, hem seni insanlar için  bir  ibret  yapacağız,   kemiklere  bak,   onları  nasıl birleştiriyoruz, sonra onlara et giydiriyoruz" dedi. Bu ona apaçık belli olunca,  "Artık Allah'ın here şeye k    adir olduğunu biliyorum" dedi."[71]

 Öykünün Ayrıntıları İsrailiyattır:
 
Bir kasabaya uğrayan  adam Öyküsünün ayrıntıları için tefsirciler ve rivâyetçiler bir sürü ayrıntılar nakletmiş ve bu ayrıntılarla Allah'ın kelamını açıklamaya çalışmışlardır.

Halbuki bu ayrıntıları Rasulullah belirtmiş değildir. Onun için bunlar uydurma, düzmece ve asılsız haberler özelliği taşımaktadır.

Bu israiliyat rivayetlerde şöyle anlatılır: Kasabaya uğrayan adam Uzeyr'dir. Bu kasaba da Kudüs'tür. Babil kralı Buhtunnasır/Nabukadnezar orayı işgal etmiş ve Yahudileri Babil'e sürmüştü. Uzeyr, yıkılmış olan bu kasabaya/Kudüs'e uğramıştır. Okuyucuları bu tür haberlere inanmaktan sakındırmak amacıyla onlardan sadece bir tanesini veriyoruz. Suyuti, ed-Durru'1-Mensur kitabında İbn Abbas, Ka'bulahbar, Hasan Basri ve Vehb Ibn Munebbih'in şöyle dediklerini anlatır:

"Uzeyr, İyi bir adamdı. Bir gün bildiği bir köye gitti. Oradan ayrılınca Kudüs'ün yıkıntılarından birine uğr adı.Kuşluk vakti sıcaklık arttı, indiği eşeği ile beraber yıkıntıya girdi. Eşeğinden indi. Yanında bir sepet incir, bir sepet de üzüm vardı. O yıkıntının gölgesinde durdu. Yanındaki bir tabağı çıkardı, içine üzüm sıktı, sonra kuru ekmeğini çıkardı tabağın içine doğr adı. Sonra ayaklarını duvara dayanarak sırt üstü uzandı.

Evlerin   damlarına   baktı,   yıkılmış   içlerini   gördü. Sahipleri yok olmuş, çürümüş kelikler gördü ve "Ölmüş olan bunları   Allah    nasıl   diriltir?"    dedi.Allah'ın   bunları dirilteceğinden şüphelenmedi, ama öylesine söyledi.

Uyudu ve üzerinden yüz yıl geçti. Bu ar ada Israiloğultarında olaylar ve gelişmeler olmuştu. Allah, Uzeyr'e bir melek göndermiş, ölüleri nasıl dirilttiğini kavraması için kalbini ve görmesi için gözlerini diriltmiş, sonra gözünün Önünde vücudunu şekillendirmiş, kemiklerine et, deri ve kıl giydirmiş, sora ruh üflemiş. Bütün bunları seyretmiştir.

Uzeyr oturmuş. Melek ona "Ne kadar kaldın?"demiş.

Kuşluk vakti günün başında uyumuş ve günün sonunda güneş batm adan uyanmış olduğu için "bir gün" demiş.

Melek, ona "Hayır, yüz yi! kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak" demiş. Yiyecekle kuru ekmeği, içecekle de tabağa sıktığı üzüm suyunu kastetmiş. Bakmış bir de ne görsün, olduğu gibi hiç değişmemiş. Bu da "değişmemiştir" sözüdür. Üzüm ve incir de tazeliğini yitirmemiştir.

İçinden sanki bunu onaylamamıştı. Onun için melek kendisine "Sana söylediğime inamm adın mı? Eşeğine bak"    demiş.    Eşeğe   bakmış,   kemiklerinin   çürüyüp döküldüğünü görmüş. Melek eşeğin kemiklerine seslenmiş, kemikler cevap vermiş ve her taraftan toplanıp gelmiş, melek Uzeyr'in gözlerinin önünde kemikleri bir araya getirmiş, et ve sinir giydirmiş, sonra deri ve kıl giydirmiş, sonra ruh üflemis, eşek kulaklarını dikerek ve anırarak kalkmış. Bu da "Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret yapacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirir, sonra et giydiririz"   sözüdür.   Yani   eşeğinin   kemiklerine   bak, eklemleri nasıl üstüste oturuyor ve eşek iskeleti oluyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz. Bunu görünce, Allah'ın ölüleri diriltmeye ve başka her şeye k    adir olduğunu biliyorum, demiş.

Eşeğine binmiş ve kendi semtine gelmiş, ama halk onu tanımamış, o da hem halkı, hem de kendi evini tanımamış, tahminle gitmiş ve evine gelmiş, evinde yatalak ve kör yaşh bir kadın görmüş, yüzyirmi yaşında olmuş, meğer onların cariyesi imiş, Uzeyr evden ayrıldığında cariye yirmi yaşında olup kendisini biliyormuş.

Uzeyr ona: Bu Uzeyr'in evi midir, demiş. Evet, demiş ve ağlamış. Şu kadar zamandır kimsenin Uzeyr'den söz ettiğini duym adım, insanlar onu unutmuşlar, demiş.

Uzeyr benim, demiş, kadın, sübhanAllah! Uzeyr'i yüz yıl önce yitirdik ve kendisinden hiçbir haber alam adık, demiş. Ben Uzeyr'im, Allah beni yüz yıl öldürdü, sonra diriltti, demiş.

Uzeyr,   duası  makbul  olan  bir     adamdı.Hasta  ve

'musibete uğrayanlar için dua ederdi. Allah'a dua et de

gözlerimi açsın, seni göreyim, Uzeyir isen, seni tanırım, demiş

“Allah'a dua etmiş ve elini kadının gözlerine sürmüş,

kadın gözlerini açmış, onun elinden tutmuş ve Allah'ın izni ile kalk, demiş, Allah ayaklarını canlandırmış ve kadın ayak bağından kurtulmuş gibi, sağlam olarak ayağa kalkmış. Ona bakmış ve "Uzeyr olduğuna tanıklık ederim" demiş.

Sohbet yerlerinde  oturan  israiloğulları  mahallesine gitmiş, Uzeyr'in yüz onsekiz yaşında oğlu ve torunları da Orada otururlarmiş. Onlara "işte sizin Uzeyr geldi" demiş. Ama onu yalanlamışlar.

Ben, sizin cariyeniz falanım, Uzeyr benim için Rabbine dua etti, gözlerim açıldı, ayaklarımdan bağ çözüldü, Allah'ın kendisini yüz yıl Öldürüp sonra dirilttiğini iddia etti, demiş.

İnsanlar ayağa kalkmışlar, ona gitmişler. Oğlu ona bakmış ve babamın omuzları arasında bir beni vardı, demiş, omuzlarını açmış, birde ne görsün Uzeyr kendisi!

O zaman İsrailoğulları şöyle demişler: Aramızda Uzeyr dışında Tevrat'ı ezbere bilen yoktu. Buhtunnasır Tevrat'ı yaktı ve yok etti, adamların ezberindekiler dışında Tevrat'tan bir şey kalmadı, onu bize yazdır, demişler.

Uzeyr'in babası Serûha, Buhtunnasr'in işgali sırasında Tevrat'ı  Uzeyr'den başka  kimsenin  bilmediği bir yere gömmüştü. Onları oraya götürmüş, kazmış ve   Tevrat'ı çıkarmış. Yapraklar küflenmiş ve kitap çürümüştü.

Bir ağacın gölgesine oturmuş,Israiloğulları da onun etrafında beklemiş, gökten iki şimşek inerek onun karnına girmiş, o da Tevrat'ı kendilerine yenilemiş.

Gökten iki şimşek geldiği, Tevrat'ı yenilediği ve Israiloğullarının işlerini yürüttüğü için yahudiler kendisine "Uzeyr, Allah'ın oğludur" demişlerdir.

Tevrat'ı, Hızkil manastırında ov    ada yenilemişti. Öldüğü köy de Saber Ab ad adı ile anılır."[72] Bu ayrıntılar için Taberi şöyle der: Kasabaya uğrayan  adam öyküsünün ayrıntıları konusundaa Taberi'nin yerinde bir görüşü vardır.[73] 

 Bu Ayrıntılar İçin İsabetli Bir Eleştiri Yapmakta Ve Şöyle Der:
 
"Bu konuda söylenecek en doğru şey şudur: Yüce Allah, peygamberinin, altı üstüne gelmiş bir kasabayı görünce "Allah bunu nasıl diriltir?" diyen kişiden hayret etmesini istemiştir. Allah'ın o kasabayı yoktan var ettiğini ve buna gücünün yettiğini bildiği halde, yine de ikna olmayıp "öldükten sonra Allah bunu nasıl diriltir?" demiştir.

Bu sözü kimin söylediğini kesin olarak bilmiyoruz. Bu Uzeyr de olabilir, Urmiya da olabilir, adını bilmemiz de gerekmez. Çünkü amaç, insanlara bunu söyleyen kişinin adını öğretmek değildir. Amaç, çürümüş olan bedenleri yeniden diriltme ve öldükten sonra tekrar yaratma gücüne Allah'ın sahip olduğunu göstermektir .Kureyş'ten ve başka Araplardan olsun, Rasulullahın hicret ettiği yerde bulunan yahudilerden olsun, yalanlayan kişilere Allah'ın öldürüp dirilttiğini    anlatmak   ve    Peygamberliği    hakkındaki şüphelerini giderip özürlerini ort   adan kaldıracak şeyleri Peygamberi Muhammed'e bildirmektir.

Yüce Allah'ın Kur'anda Peygamberine vahyettiği bu haberler, Muhammed'in ve kavminin bilmediği haberlerdir. Bunları ancak kitap sahibi olanlar (kitap ehli) biliyordu. Muhammed de onlardan olmayıp hem kendisi, hem halkı ümmi idi.[74]

Böylece Kitap Ehli biliyorlardı ki Muhammed bunu ancak Allah'ın bildirmesiyle bilebilir. Bunlardan amaç, onları söyleyen kişinin adını bildirmek olsaydı, özrü kaldıracak ve şüpheyi giderecek şekilde onu açıkça belirtirdi. Fakat amaç, bunu iddia etmeyi kınamak olduğu için Yüce Allah bunu kullarına açıklamıştır."[75]

 Seyyid Kutub'un Görüşü:
 
Bu israiliyat haberler konusunda Seyyid Kutub'un sağlam ve güzel bir görüşü bulunmaktadır. Şöyle der:

"Kasabaya uğrayan kimdir? Altı üstüne gelmiş bu kasaba neresidir? Kur'an bununla ilgili bir açıklama yapmamıştır. Allah isteseydi, açıklardı, âyetten amaç, bunun açıklanmasına bağlı olsaydı, elbette Yüce Allah bunu açıklardı. Onun için biz Fi Zilal'de izlediğimiz metoda bağlı kalarak bu gölgelerin üzerinde duralım.

Manzara zihinde açık ve etkileyici bir şekilde canlanmakt adır.Ölüm, çürüme ve yok oluş manzarası! "Altı üstüne gelmiş" sözleriyle manzara canlanmakt adır.Her şeyi ile yere çökmüş! Kasabaya uğrayan   adamın duygularıyla canlanmakt adır.  "Ölmüş olan bu kasabayı Ailah nasıl diriltir?" sözleri bu duygulan canlandırır."[76]

 Öykü Hangi Bağlamda Anlatılmıştır?
 
Bir kasabaya uğrayan adamın öyküsü, hayat ve ölüm bağlamında anlatılmaktadır. Ondan önce, tanrı olduğunu iddia edip Hz.İbrahim'le tartışan ve Hz.İbrahim'in delille susturduğu kralın öyküsü vardır. Onu, Hz.İbrahim'in ölümü ve dirilişi kanıtlamak için canlı bir örnek olarak kuşlaria geçen Öyküsü izlemektedir. Hayat ve ölüm atmosferinde yaşamamız ve bağlamın genel atmosferini görmemiz için bunları anlatan üç âyeti verelim.

"Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye İbrahim'le rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Rabbim dirilten ve öldürendir "demişti. Ben de diriltir ve öldürürüm, dedi. İbrahim, şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene, dedi. Kafir apıştı kaldı. Allah zulmedenleri doğru yola eriştirmez.

Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi?AHah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek? dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı. Sonra diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. Bir gün veya bir günden az kaldım, dedi. Hayır, yüzyıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak, bozulmamış, eşeğine bak. Seni insanlar için bir ibret yapacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip sonra onlara et giydiriyoruz, dedi. Bu ona apaçık belli olunca, "Artık Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum" dedi.

lbrahirn:"Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediğinde, inanmıyor musun? dedi.Evet, inanıyorum, ama kalbim iyice kansın demişti. Öyleyse dört çeşit kuş al, onları kendine alıştır, sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy,sonra onları çağır, koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve hakim olduğunu bil, demişti."[77]

Seyyid Kutup, her üç âyetin konusu için şöyle der: "Üçü de genel olarak bir konuyu anlatmaktadır. O da hayat, ölüm ve diriliş gerçeğidir.

Böylece her üç âyet, bu cüzün başından itibaren önceki âyetlerin kararlaştırdığı kurallara eklenen ve direkt kürsü âyetinin belirttiği Yüce Allah'ın sıfatlarıyla bağlantılı olan islam anlayışının bir yönünü oluşturmakt adır. Hepsi de müslümanın aklında ve vicdanında bu varlığın gerçekleri hakkında  doğru  bir  anlayış  oluşturmak  için  Kur'anın gösterdiği uzun çabaların    bir    yönünü     ortaya koymaktadır. "[78]

 Öldükten Sonra Bunu Allah Nasıl Diriltir?
 
Altı üstüne gelmiş o kasabayı adam görünce, hemen sordu: "Öldükten sonra bunu Allah, nasıl diriltir?"

Acaba bu soruyu, Allah'ın ölüleri ve öldükten sonra bu kasabayı diriltmesinden şüphelendiği için mi sormuştur? Acaba bu  sorunun  sebebi,  Allah'ın  rabbani gücünden

şüphelenmesi midir?

Kimi tefsirciler, bunun için sorunun sorulduğunu söylemiş ve bunun Allah'ın gücü hakkında şüpheden kaynaklandığını belirtmiştir.Bilindiği gibi, Yüce Allah'ın sonsuz gücü hakkında şüphelenmek, küfürdür ve bundan şüphe eden kişi kafir olur.

Bu soruyu Uzeyr'in sorduğu ve onun da peygamber olduğunu söyledikleri halde, soran kişi Allah'ın gücünden nasıl şüphelenir ve de nasıl kafir olur?

Halbuki müfessirlerin büyük çoğunluğu soruyu soran kişinin, Allah'a onun sonsuz gücüne ve ölüleri dirilttiğine inanan bir kişi olduğunu söylemektedir. Seyyid Kutup şöyle der:

"Manzara zihinde açık ve etkileyici bir şekilde canlanmakt adır.Ölüm, çürüme ve yok oluş manzarası! Manzara "altı üstüne gelmiş" sözleriyle canlanmakt adır. Her şeyi ile yere çökmüş! Kasabaya uğrayan adamın duygularıyla canlanmakt adır. "Ölmüş olan bu kasabayı Allah nasıl diriltir?" sözleri bu duyguları canlandırır.

Bunu soran kişi, Allah'ın var olduğunu bilmektedir. Ama zihnindeki çürüme, altı üstüne gelme manzarası ve bunun duygularında meydana getirdiği büyük etki ile öldükten sonra bunu Allah'ın nasıl dirilteceği konusunda hayretler içinde bırakmıştır. Bu da etkilemenin zihinde bırakabileceği en büyük etkidir. Kur'anda anlatım bu şekilde gölge ve etkilerini bırakır ve manzarayı şu anda gözlerin önünde canlı duruyormuş gibi canlandırır."[79]

Allah bunu ölümden sonra nasıl diriltir? Ölülere nasıl hayat gelir? O halde, adamın sorması, Allah'ın ölüleri diriltme gücünden şüphelendiği için değildir, sadece önünde gördüğü manzara karşısında duyduğu hayretin bir ifadesidir. Ölü bir kasaba, her şeyi alt üst olmuş! Allah bunu nasıl diriltir?

adam, ölümden sonra Allah bunu nasıl diriltir? diye soruyor. Yoksa, ölümden sonra Allah bunu diriltir mi? demiyor.

Acaba anlamındaki "hel" ve nasıl anlamındaki "enna" sözcükleri soru için kullanılır. Ancak "hel" sözcüğü ile, kişinin bir işi yapma güç ve kudretinden şüphe edildiği zaman sorulur. Örneğin, şu kadar kaldırabilir misin? sorması gibi. Fakat "Nasıl bu kadar kaldırırsın? denildiğinde, bu işin nasıl yapıldığı sorulur.

Adam, öldükten sonra kasabayı Allah'ın nasıl dirilteceğini öğrenmek istiyor. Bunu görmek veya müşah ade etmek istiyor. Bu sorma, tıpkı şu âyette Hz.lbrahim'in sormasına benzer." ibrahim: Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, dediğinde, "İnanmıyor musun?" deyince de, evet, inanıyorum , ama kalbim iyice kansın, demişti..." işte bu, o kişinin sorması gibidir. Zaten ikisinin bağlamı aynıdır.[80]


[71] Bakara, 259 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/52.

[72] Suyuti, ed-Durru'I-Mensur,2/27-29

[73] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: III/52-56.

[74] Ümmi   olmak,   okur  yazar  olmamak  anlamına  geldiği  gibi,   kitap  ehlinden olmamak.yani Arap olmak anlamına da gelir, (çeviren).

[75] Taberi Tefsiri,5/441-442 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/56-57.

[76] Fi Zilali'l-Kur'an,1/299 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/57-58.

[77] Bakara,258-260

[78] Fi Zilali'l-Kur'an,1/296 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: III/58-59.

[79] Fi Zilal, 1/299

[80] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: III/59-61.