๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Öyküleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Aralık 2010, 10:42:58



Konu Başlığı: Ashabı Kehf Milletlerinden Ne Zaman Ayrıldılar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Aralık 2010, 10:42:58
Ashabı Kehf Milletlerinden Ne Zaman Ayrıldılar

Mümin gençler acaba milletlerinden ne zaman ayrılmaya karar verdiler? Şüphesiz içinde bulundukları durumu iyice değerlendirdikten sonra buna karar vermişlerdir. Kafir milletlerinin gücüne bakmışlar ve her türlü güç ve imkana sahip olduklarını görmüşler. Bir de kendi durumlarına bakmışlar, o kuvvet ve imkanlardan hiç bir şeye sahip olmadıklarını görmüşler. Bu da milletleri ile karşı karşıya gelip savaştıkları taktirde, savaşın dengesiz ve sonucunun önceden belli olacağını gösterir. Çünkü bu savaşta galip gelemiyecekleri açıktır. Öyleyse niçin böyle bir savaşa girsinler?!

Milletlerinin tavrına bakmışlar. Küfür üzerinde ısrar ettiklerini, Ailaha inanmaları için yapılacak çağrının bir kelimesine bile tahammül etmediklerini ve çağrı yapan kişinin söylediklerini kabul etmiyeceklerini, aksine işkence ve eziyet altında kendilerini öldüreceklerini görmüşler, bu sebepten onlarla tartışmanın ve davet etmenin bir yararı olmadığına  karar  vermişlerdir.   Onlardan  ayrılmaktan, imanlarıyla   yaşamak   ve   Allah'a   ibadet   etmek   için mağaraya gidip  sığınmaktan başka yapabilecekleri bir şeyin olmadığını görmüşlerdir.

Milletlerinden ayrılma ve mağaraya gitme yönündeki kararları yerinde ve isabetli olmuş, içinde bulundukları durum ve realitelerine uygun düşmüştür. Onun için Allah dualarını kabul etmiş, bol bol rahmetinden vermiş ve mağarada yaşamaları için gerekli imkanları hazırlamıştır.[74]

 Onlar Gibi Uzleti/Toplumdan Ayrılmayı Seçebilir Miyiz?
 
Kimi müslümanlar Ashab-ı Kehfin milletlerinden ayrılmalarına bakarak şunu sorabilirler: Ashab-ı Kehf mümin kişiler olduklarına ve milletlerinden ayrılıp uzlete çekilme kararları da yerinde olup bu tavırlarını Kur'anı Kerim onayladığına göre, bu konuda onlara uymamız caiz olamaz mı? Biz de milletimizden ayrılsak, evlerimize kapansak, dağlara veya mağaralara sığınsak ne olur?

Cevap olarak belirtelim ki müslümanın insanlardan fiziki olarak ayrılması, onlarla karışmayacak, konuşmayacak, görüşmeyecek, öğüt vermeyecek ve davet etmeyecek şekilde vücut olarak onlardan ayrılıp ilişkileri kesmesi caiz değildir. Bu konuda Ashab-ı Kehf'e uyması caiz olmaz. Bizimle onlar arasında ne fark vardır? denilebilir.

Şüphesiz müslümanların dumumu ile Ashab-ı Kehfin durumu arasında temel farklar vardır. Bu farklar müslümanların durumunun Ashab-ı Kehfin durumuna kıyas edilmesine engeldir. Bu farklar şunlardır:

1- Ashab-ı Kehfin  şeriatı bizim şeriatımızdan ayrıdır. Onların   şeriatı,   milletlerinden   ayrılmalarını   ve   tebliğ etmemelerini   caiz   görmüştür.   Bu   hükümde   onlara uyamayız. Usul alimlerine göre en makbul görüş, bizden öncekilerin şeriatının bizim için geçerli olmadığıdır.

2- Uzletin yasakhğı, insanlara tebliğ ve davet etmenin vacipliği konusunda şeriatımızın hükmü açıktır.Kur'anda bunu açıklayan çok ayetler vardır.Mesela;

"Ey peygamber! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et.Eğer tebliğ etmezsen, risaletini tebliğ etmemiş olursun. Seni insanlardan Allah korur. Şüphesiz Allah, fasık olan milleti doğru yola eriştirmez. "[75]

"Deki, beni hiçbir kimse Allaha karşrsavunamaz ve ben ondan başka bir sığmak da bulamam. Benim yaptığım, sadece Allah katından olanı, onun gönderdiklerini tebliğ etmektir"[76]

Şüphesiz islam, ancak insanların arasında olmak ve onları davet etmekle yayılır. Müslüman da ancak insanları İslama    davet    ettiği,    açıklayıp    öğrettiği    taktirde sorumluluktan ve cezadan kurtulabilir.

3- Rasulullah bizi insanlarla beraber yaşamaya ve onların eziyetlerine  katlanmaya teşvik etmekte,  onları bırakıp uzlete    çekilmeyi    yasaklamaktadır.    Bu    konudaki öğretilerinden sadece şu hadisi belirtmekle yetineceğiz, îbni Mace,  Abdullah İbn  Ömer'den Rasulullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Halkın arasında yaşayan ve eziyetlerine katlanan müminin ecri, onlara karışmayan ve eziletlerine    sabretmeyen    müminin    ecrinden    daha büyüktür. "[77]

İnsanlara karışmak, onlara öğüt vermek ve uyarmak içindir.Yoksa dini, takvayı ve Allaha itaati bırakmak için değildir.    Şüphesiz    insanlara    karışma    gerekçesiyle müslümanın dinini bırakması, prensiplerini terketmesi veya haram ve ahlaksızlık şeyleri yapması caiz olmaz. Abdullah İbn Mesud'un   şu sözü ne kadar yerinde, bilimsel, dengeli ve   objektiftir:"İnsanların   içinde  yaşa,   ama   dinini  de yaralama" [78]

Yani insanların arasında dengeli ve ölçülü olarak yaşa ama vacibi bırakmaktan, haram ve ahlaksız şeyleri işlemek suretiyle dinini yaralamaktan sakın.

4- Ashab-ı Kehfle bizim aramızda bir fark daha vardır. O da yaşadığımız hayat şartlandır.Onlar küfürde ısrar eden, davet ve nasihati red eden kafir bir millet içinde yaşıyorlardı.Onlardan  ayrılıp  uzlete  çekilmekten  başka yapacakları yoktu.

Biz ise, genellikle müslüman olan bir halk içinde yaşıyoruz. Bizimle milletin bireyleri arasında ortak payda olan islam ortaklığımız vardır. Bu ortak paydadan hareket etmemiz, onun üzerine bina etmemiz, beraber yaşama yolu ile onlara tekrar İslama sarılmayı ve Allaha itaat etmeyi kazandırmamız mümkündür.[79]

 Fiziki Uzlet İle Zihinsel Uzlet:
 
Burada zihinsel uzlet iie bedensel uzlet arasındaki farka işaret etmemiz gerekir. Bedensel uzlet, insanlardan fiziki olarak ayrı yaşamak, vücut olarak evde, dağda veya bir başka yerde onlardan ayrı yaşamayı tercih etmektir. Bunun caiz olmadığını belirttik.

.Zihinsel uzlet ise, düşünce ve anlayışta, ahlak ve davranışta aradaki farkı koruyarak insanlarla biriikte yaşamaktır, insanların içinde bulundukları batıl şeyleri bilinç ve zihin olarak paylaşmamaktır. Onlarla beraber yaşarken, ece İslama bağlanmaktır. Onlarla beraber yaşamanın hedefi de, onlardan etkilenmemeye özen göstererek, onları etkilemektir.[80]

 Dünyanın Darlığı ve Mağaranın Genişliği:
 
Mümin gençler rablerinin rahmetinden kendilerine )olca   vermesini   umarak   milletlerinden   ayrılmaya   ve

mağaraya sığınmaya karar verdiler. Allah dualarını kabul îtti, umut ve dileklerini gerçekleştirdi ve mağarada onlara rahmetini bolca verdi.

İnsan bu duruma şaşıyor! Kafir toplumda yaşadıkları îeniş dünya kendilerine dar gelmiştir. Bütün genişliğine rağmen, Allaha imandan yoksun olduğu için, isyan ve îüfürle dolduğu için dünya mümin gençlere dar gelmiştir.

İmandan  yoksun  olduğu,  küfür,  fasıklık ve sapıklık yayıldığı zaman dünya ve hayat mümine dar gelmekte, içinde boğulacak kadar onu dar görmektedir. Ama daracık ıağara    müminlere    genişlemiş,     geniş    olduğunu hissetmişlerdir. Acaba bu duygu nereden gelmiştir?

Şüphesiz bu bir teselli veya kuruntu değil, gerçek bir duygudur. Çünkü mümin, inancının gerçeklerini yaşadığı ve İslama göre bir hayat sürdüğü zaman bir ferahlık, bir genişlik ve bir rahatlama hisseder.

Mümin gençler mağarada bunu bulmuşlar. Mağarada mümin olarak yaşamışlar. İçinde ibadetin lezzetini, Allaha yakarmanın ünsiyetini, imanın tadını almışlar, böylece bir genişlik hissetmişlerdir.

Şüphesiz mağaralarını geniş, rahat, yaşamaya elverişli yapan, istedikleri Allanın rahmetidir. Allah dileklerini kabul etmiş ve rahmetinden bol bol vermiştir,"Rabbiniz size rahmetinden bol bol verir".           

Rableri onlara rahmetinden bol bol vermiştinBu rahmet; mağaralarını dodurmuş, onlar da bu rahmet içinde mutlu ve huzurlu yaşamışlardır.Yüce Allah .ne güzel buyuruyor"Allahın insanlara vereceği kir rahmeti hiçbir kimse engelleyemez. Vermediğini de önün dışında hiçbir kimse veremez".[81]

Rahmetsiz hayat ne acımasızdır! Rahmetsiz dünya ne kadar dardır! Şefkatli ve sevimli rabbani rahmet hangi şeye verilirse, onu kolaylaştırır,hazırlar, yaşamak için elverişli ve güzel yapar. Rabbani şefkatli rahmet mümini kuşattığı zaman onu mutlu, huzurlu, neşeli yapar ve hayatını izzetle, mutluluk, afiyet ve şerefle yaşamasını sağlar.[82]

 Seyyid Kutup, Allahın Rahmetinin Etkilerini Anlatıyor:
 
Seyyid Kutup, Allahın dünyada yayılan ve mümini kuşatan rahmetinin hayat üzerindeki etkilerinden sözettiği gibi, rahmetsiz hayatın nice bir hayat olduğundan da sözmekte ve şöyle der:

"Yüce Allahın rahmet vermediği her nimet, insan için bir musibet ve felakete dönüşmekte, ama Allahın rahmetle kuşattığı hir sıkıntının kendisi bir nimet olmaktadır. İnsanın üstünde yattığı diken Allahın rahmeti ile yumuşak yatak olmakta, ama rahmetten yoksun ise, üzerinde yattığı ipek, diken olmaktadır. Allahın rahmeti ile en zor işler kolay ve basit olmakta, ama Allahın rahmetinden uzak ele alınan işler zorluk ve meşakkat olmaktadır. Allahın rahmeti ile daldığı macera ve tehlikeler güvenlik ve barış olmakta, ama rahmetsiz geçtiği her yer ve her yol, tehlike ve felaket getirmektedir.

Allahın rahmeti olan yerde darlık olmaz. Esas darlık rahmetinin gelmemesindedir. Karanlık zindanlarda, azap cehennemlerinde veya helak vadilerinde de olsa rahmete nail olan kişi için darlık yoktur. Ama nimetlerin bolluğu ve zenginliğin refahı içinde de yüzse, rahmetten yoksun insan için genişlik ve rahat yoktur. Allahın rahmeti ile insanın içinden mutluluk,hoşnutluk ve huzur pınarları kaynamakta, rahmet olmadığında da insanın içinde huzursuzluk, meşakkat, yorgunluk ve bitkinlik çanları çalmaktadır. "[83]

Kutup, daha sonra Allahın verdiği rahmetle her şeyleri rahat, huzur ve kolaylık olan Peygamberler ve salih kişilerden örnekler vererek şöyle der:

"Allah hiçbir yerde ve hiçbir zaman rahmetini isteyenlerden esirgemez. Hz.ibrahim onu ateşin içinde, Hz.Yusuf kuyuda, sonra zindanda, Hz.Yunus balinanın karnında üç kat karanlık içinde, Hz.Musa her türlü koruma ve kuvvetten yoksun iken denize atılan sandığın içinde, sonra kendisini öldürmeğe diş bileyen, öldürtmek için adamlarını   görevlendiren    azılı   düşman   Firavun'un sarayında, onu ve müminleri yok etmek için kovaladığı denizin ortasında buldu. Ashab-ı Kehf evlerde ve saraylarda bulamadığı rahmeti mağarada buldular ve birbirlerine "Mağaraya sığının, rabbiniz size rahmetinden bol bol verir" dediler. Düşman peşlerine düşüp öldürmek için her yeri aradıklarında Hz.Muhamrned ve arkadaşı da Sevr Mağarasında bu rahmeti buldu.

Her şeyden ümidini kesmiş, başvuracak hiçbir kuvvet kalmamış ve her türlü rahmet ümitlerini yitirmiş olup sadece Allahın kapısını kim çalmışsa, o rahmeti bulmuştur."[84]

 Rahmeti Nasıl Bulduğunu Kutup Şöyle Anlatır:
 
Seyyid kutup, Allahın rahmetini bizzat yaşamış,hayati bir  gerçek  olarak  görmüş  ve  hayatın  rahmetle  nasıl olduğuna   tanık   olmuştur.Bu   konuda   yaşadığı   canlı tecrübesini belirterek şöyle anlatır:

"Özellikle bana verdiği ve bu ayette gördüğüm bir rahmetten dolayı önce Allaha hamd etmem gerekir.Çok büyük bir sıkıntı, meşakkat, zorluk ve darlık içinde olduğum bir zamanda bu ayetle karşılaştım. Ruhsal bir yoksulluk, psikolojik bir bedbahtlık, büyük bir darlık ve çetin bir meşakket içinde olduğum bir anda bu ayet karşıma çıktı. Evet, böyle bir anda bu ayet karşıma çıktı ve Allah bu ayetin    hakikatini    görmemi,    bu    hakikatin    içimde parlamasını sağladı.  İçtiğim ve vücudumda yayılmasını hissettiğim bir abı hayat gibi onu yudumladım. Kavradığım bir mana değil,tattığım bir hakikat!  Bizzat kendisi bir rahmet oldu. Bana bu kadar açılan ayetin hakikati için canlı bir tefsir olarak bana sunuldu.

Daha önce onu defalarca okudum. Çok kez tekrar ettim. Ama güzel kokusunu şimdi vermekte, anlamını şimdi gerçekleştirmekte ve berrak hakikati ile inerek "işte ben, Allahın rahmetinden bir örneğim. Rahmetin nasıl olduğunu gör! der.

Etrafimdaki şeylerin hiçbiri değişmemiştir. Ama bütün hislerim değişmiştir.Ayetin içerdiği hakikat gibi, bu evrenin büyük hakikatlerinden biri için kalbin açılması büyük bir nimettir. "[85]


[74] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/49-50.

[75] Maide, 67

[76] Cin,21-22

[77] İbn mace.kitabu'l-Fiten, belaya sabretme babı ( 23). hadis no,4021

[78] Buharı, Kitabu'l-Edeb ,78. insanlarla beraber olma babı,81, Bölümün girişi. (Allah, vahyini insanlara ulaştırmayı müslümaniara bir görev olarak yüklemiştir. Bu görev, ancak tebliğ yapma fırsatı t&nıyan toplumda yerine getirilebilir. Tebliğ yapmaya fırsat vermedikleri ve peygamberlere hayat hakkı tanımadıkları için Allanın yok ettiği önceki toplular gibi bir toplumda müslümanın tebliğ etme iırsatı yoksa, "Allah kimseye gücünün üstünde yükleme;" anlamındaki ayetlerin belirttiği gibi, kişi tebliğ etme ve yaşama hakkı tanımıyan toplumdan ayrılabilir ve hicret etme imkanı buluncaya kadar toplumdan ayrı yaşayabilir. Ne kadar farklı yorumlar yapılırsa yapılsın, işin gerçeği budur, (çeviren).

[79] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/50-52.

[80] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/53.

[81] Fatır,2

[82] Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,

(2.Baskı) Konya 2005: II/53-54.

[83] Fi zilalipl-Kur'an,5/2922

[84] Fi Ziiali'l-Kıır'an,5/2923 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/54-56.

[85] Fi Zilali'!-Kur4an,5/2924 Dr. Salâh Abdülfettah Hâlidî, (Çeviren: Ahmet Sarıkaya), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları, (2.Baskı) Konya 2005: II/56-57.