Konu Başlığı: Nass ve zahir Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2011, 14:38:26 Nass Ve Zahir Nass ile, söylenişine sebep olan asıl manaya kendi sigasıyla delâlet eden kastedilir.[75] Yüce Allah'ın: «Allah aiış-verişi heial ve ribayı haram kıldı» [76] âyetinde olduğu gibi: Bu söylenişte kastedilen asıl mana; helal olan a!ış-verişle haram olan faiz arasında her türlü benzerliği reddetmektir. [77] Bu hükümle amel etmenin gerekliliği bedihîdir. Çünkü bu, Kur'an'ın hedef aldığı şeylerdendir ve Kur'an'ın ifadesinin ona delâleti apaçık bir şekilde ortadadır. ; Zahire gelince, onunla başka bir şeye muhtaç olmadan kendi ibaresinden hemen anlaşılan kastedilir. Lâkin kendisinden anlaşılan mana siyakından asıl olarak kastedilmiş değildir. [78] Yüce Allah'ın şu sözünde olduğu gibi: «Sizin için helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet adaletli olamayacağınızdan endişe ederseniz bir tane ile yetinin.» [79] Bir karîneye baş vurmaksızın akla gelen ilk mana, kadınlardan helal olanlarla evlenmenin mubah olduğudur. Lâkin âyetin siyakından asıl olarak kastedilen bu değildir. Çünkü âyetin söyleniş sebebi, sayıyı dörde veya bire inhisar ettirmektir. Zahir ile de amel etmek vacibtir. Çünkü lafız, görünürdeki manasından ancak bir karine ile başka manaya çekilir. Şayet karine var ise, görünürde olan mananın başkası ile amel edilir. [80] Sayfa 250-251 eksik. senecek durumda birşey kalmamıştır. Şayet veya denilseydi, bu mana ifade edilmemiş olurdu. O zaman ifade, saca ak düşmenin genelde (yani beyazlığın siyahlıktan fazla olduğu) manasından ötesi anlaşılmazdı. sözü de bunun benzeridir. Yani ateş evin tamamını sarmıştır. Tamamını kaplamıştır. Her tarafını sardığı gibi ortası da alev almıştır. Ama dediğinde bu mana ifâde edilmez. Aksine, evin ateşe tutulması ve bir zaman evin tamamını kapsadığı ve her tarafının içerisinde olduğu anlamına gelmez. Kur'an'dan bunun benzeri Yüce Allah'ın «Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık.» [81] âyetidir. Burada fışkırmak mana yönüyle kaynaklar içindir. Ama lafız yönüyle, tutuşmanın boşa isnad edilmesinde olduğu gibi burada da şumulluluk ifade edilmiştir. Yani yer tamamen kaynaklar olmuştur ve her yerden su fışkırmaktadır. Şayet lafız zahirine hamledilip veya denilmiş olsaydı bu mana ifade edilmemiş olurdu. 0 zaman mana, suyun yeryüzünün çeşitli yerlerinde bulunan kaynaklardan fışkırdığı şeklinde olurdu. [82] Bu metni - uzunluğuna rağmen - olduğu gibi nakletmeyi tercih ettik ki, yapacağımız tasarruflarla düşüncesinin güzelliğini bozmuş olmayalım. Böylece ortaya çıkmıştır ki - bu ifadeleriyle - Kur'anî tasvire tutkundur. Üstün hayallerine düşkündür. Her ne kadar asrının belagat ehli gibi Kur'an'ın cüz'i bir anlık bakışı üzerinde durur ve genel özelliklerini tam olarak kapsamıyorsa da alıcı; uyum içerisindeki üslûbunun idrakindedir. Daha sonra el-Vâsıtî er-Rummânî [83] (öl. H. 384) «el-İ'câz» isimli kitabıyla gelir. Aslında bu kitabında er-Rummânî yeni- bir görüş getirmiş değildir. Kur'an üslûbu için daha üstün bir araştırma da değildir. Daha sonra el-Kadî Ebû Bekr el-Bakıllânî (öl. 403) gelir ve «İ'cazu'l-Kur'an» isimli meşhur eserini yazar. el-Bakıllânî bu kitabında Kur'anî belagatın konularının çoğunu almıştır. Ancak kitabının genişliğine ve şumulluğuna rağmen çağında i'caz konusunda hakim düşüncenin tasvirinden başka birşey değildir. Kitapta kelâmı meselelere o kadar yer verilmiştir kî bu eser, Kur'an'da-ki sanat güzelliğini inceleme özelliğini yitirmiştir. Bütün bunlardan şu neticeye varıyoruz ki, Kur'an'ın belağatini araştıran eski âlimler, sırf sanat ortamının çok uzağında bulunan pek çok mesele ile uğraşmışlardır. Böylece konu başlıkları ve taksimata dalmaları, Allah Kitabının tasvir ve ifadesinde kullandığı ve ruhları silkeleyip duyguları coşturan ve gözyaşlarını çoğaltan ortak genel özelliklerini idrâk etmelerine fırsat vermemiştir. Ancak son asırdaki Arap edebiyatı atılımı araştırmacıların gözlerini, Kur'an-ı Kerim'deki sanat güzelliği unsurlarına dair yeni makalelere çevirmiştir. el-Menar'ın sahibi Reşid Rıza'nın Kur'an'ı anlama konusunda başarılı bakışları vardır. Üstadı Muhammed Abduh'un da aynı şekilde başarıları mevcuttur. Reşid Rıza, kendi tefsirinde onun bu görüşlerine yer vermektedir. Mustafa Sadık er-Rafiî'nin de «Tarihu Âdâbi'l-Arab» isimli kitabının ikinci cildinde bu alanda parlak sözleri olmuştur. er-Rafiî bu cildi Kur'an ve nebevî belağate tahsis etmiştir. Bütün bunlardan sonra Seyyid Kutub'un «et-Tasvîru'l-Fennî fi'l-Kur'an» isimli kitabında Kur'anî güzelliği anlama hususunda zekîce buluşları, doğru istinbatları ve olgun fikirleri mevcut olup bu konulardaki görüşlerini gayet parlak bir uslûb ile anlatmıştır. Mustafa Sadık er-Rafiî, Kur'anda mûsikî nazım konusuna özel bir İlgi göstermiş ve görüşünü şöyle belirtmiştir: «Onda mevcut olan mûsikîyi kimse ortaya koyamaz. Harflerinin ses ve mahreçleri itibariyle mevcut tertiplerinden ve seslilik ile sessizlik, şiddet ve rahavet, tefhîm ve terkik gibi hususlarda biribiriyle tam bir uyum içerisinde olmalarından dolayı bu musikî ancak kendisine hastır.» [84] Görüşünün daha iyi anlaşılabilmesi için serdettiği misallerden bazısını zikretmemiz gerekiyor. Şayet nazım içerisindeki Kur'an lafızlarını inceleyecek olursan görürsün ki sarfı ve luğâvî harekeleri kelimenin vazedilişi ve terkib içerisinde fesahat yönüyle harflerin kendilerinin mecrasındadır. Onlardan bazısı diğer bazılarına zemin hazırlar ve biribirlerine destek olurlar. Onları harflerin sesleri ile tam bir uyum içerisinde görürsün. Musikî nazımda onlarla tam bir ahenk sağiarlar. Hatta bazen harekenin, herhangi bir sebebten dolayı telaffuzu ağır olabilir. Ona tatlılık ve akıcılık kazandırıla-maz. Hatta bazen sözde hem harf ve hem de hareke yönünden eksiklik payı vardır. Ama bu durumda olan bir harekenin Kur'an'da kullanılışına şaşarsın. Görürsün ki ondan önceki harf ve harekelerin sesleri dilde ona zemin hazırlamış ve onu çeşitli nağme ve musikî ile kuşatmıştır. Öyleki o ortam içerisinde telaffuzu ağır olan hareke artık bir tatlılık ve incelik kazanır. Artık tam yerli yerinde kullanılmıştır ve bu yerde hafif telaffuzu ve güzelliğiyle en uygun harekedir. Buna misal olarak kelimesinin çoğulu olan kelimesini ele alalım. Bu kelimede ötre harekesi, hem nûn hem de zâl'da ard arda geldiği için ağırdır. Kaldı ki bu harflerin kendileri dile ağır gelen harflerdir. Özellikle sözde fasıla olarak geldikleri zaman. Bütün bunlar ağırlığı Eksik Sayfa 254-255 kün değifdir. Hatta bunları isbatlayan deliller sayılamayacak kadar çoktur. Ancak bu konular, Kur'an'ın beiağatinden çok Kur'an felsefesine girer. Ayrıca fesahat ehli olan Arablara bunlarla meydan okunmamıştı. Kur'an Arablara, üslûbuna benzer getirmek, ifadesi gibi ifade etmek, ulaşılamayan tasvir gücüne ulaşmak hususunda meydan okumuştu. Bu yüce Kitabın i'cazı, ancak onun sihridir. Onun bu sihri, vahyin ilk döneminde kafbleri etkilemiştir ve henüz o zaman teşri ile ilgili âyetleri, gaybî konularda haber verişleri ve hayatla insan hakkındaki büyük küllî bakışı inmiş değildi. «Kur'an İlimleriyle ilgili gelenekçi kitaplardan birine - Meselâ es-Su-yûtî'nin el-İtkan'ına - selef âlimlerine nisbetle i'caz vecihlerînden biri olması itibariyle ondan sadece Kur'an'ın üslubuyla ilgili olanları çıkarmak için şöyle bir göz gezdirecek olursak birçok konuyla karşılaşırız. Bu konuların başlıkları, çağımız i'caz anlayışımızın ileri sürdüklerine birçok işaretler vardır. Lâkin konular okunduğunda Kur'an'ın güzelliğiyle ilgili,detaylı bir malumatla karşılaşmayız. Ancak şu görüşe varırız ki; eski âlimlerimiz meseleleri konulara ve maddelere ayırmaya ve az sayıdaki misallerden birçok belagat kaidesi üretmeye fazla düşkün idiler. İşte es-Suyutî, «el-itkan» ına Kur'an belağatini ilgilendiren bütün konulan, sayısı küçümsenemeyecek önceki kitaplardan emanet ve ihlasla nakledip derlemiştir. Bu kitabında Kur'an'ın teşbih ve istiaresini, kinaye, ta'riz, hakikat ve mecazını, hasır ve ihtisasını, i'câz ve itnabtnt, haber ve inşâsını, cedel, mesel, ve yeminlerini incelemiştir. Hemen hemen Kur'an'ın edebî sanatlarıyla İlgili ne varsa hepsini kitabına dercetmiştir. Öyle ki, neredeyse müfessirlerden birinin Kur'an güzelliğiyle ilgili nerede güzel bir sözü varsa onu kaçırmamıştır. Ama - uslûb unsurunu üstün tutmamız ve i'câzda onu temel unsur olarak almamıza rağmen - bu geleneksel konu ve araştırmalardan Kur'an'ın gerçek sihir kaynağını bulamıyoruz. Ancak şuna kuvvetle inanıyoruz ki bu sihir, Kur'an üslûbunun kendisinde saklıdır. Her parça ve sahnesinde mevcuttur. Şimdi de «el-Itkan» in bazı başlıklarıyla Kur'an'dan delilleri ve es-Suyutî'nin yorumlarını ele alalım ve sonra da kendi anlayışımızı ve bizee güzellik yerlerini serdedelim. Başlıklarımızın aynı olmasında bir sakınca yoktur. Çünkü dış ve şeklî ıstılahlar, Kur'an'ın içte ve derinde olan ruhaniyetinden birşey değiştirmez. [85] [75] Hallâf, İlmu Usûli'1-Fıkh, s. 189-190. [76] e!-Bakara sûresi: 275. [77] Hallaf, a.g.e., s. 138. [78] Hallaf, İlmu Usûli'l-Fıkh. s. 188. [79] en-Nisâ sûresi: 3. [80] Hallaf, a.g.e., s. 189. Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları: 249. [81] el-Kamer sûresi: 12. [82] Delâilu'i-İ'câz, s. 79-80. Ayrıca bk. Şerîf er-Radî, Telhîsu'l-Beyân, s. 220. [83] Sözkonusu risalesi el-Hattabî'nin aBeyanu İ'câzi'l-Kur'an» ve Abdu'l-Kahir el-Cürcâ-nî'nin «er-Risaletu"ş-Şâfiye» isimli risalesiyle «en-Nuketu fî İ'câzi'l-Kur'an» ismi altında Kahire'de basılmıştır. [84] er-Rafiî, Tarihu Adâbi'l-Arab, 2/225. [85] Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları: 256. |