๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran İlimleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2011, 14:51:15



Konu Başlığı: Nasıh ve mensuh
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2011, 14:51:15
Nasıh Ve Mensuh



 

«Kur'an'ın Taksit Taksit indirilişi ve Bunun Sırları» faslında vahyin he­men teşri konularını getirmediğini, aksine. Peygamber (s.a.v.) in kalbine peyderpey, olay ve vak'alarla birlikte tedrici olarak indirildiğini görmüştük. Bu tedrîcîük aynı zamanda duygusal âdetlerle içtimaî gelenekleri de kap­samıştır. Kur'an bu Konularda aceleci bir tavır takınmamış, zamanı kolla­mış ve planlamayla birlikte bu gecikmenin daha yararlı olacağına inanmış­tır. O biliyordu ki, acelecilik, anarşi ve kargaşanın doğmasına sebeptir.

Biribirini takip eden Kur'an'ın Mekkî ve Medenî merhalelerini inceler­ken bu adımlara ışik veren onları dikkatle tesbit ve çizmeye yardımcı olan Kur'anî bir ilme şiddetle ihtiyaç vardır: Bu ilim, vahyin nüzulünde bir nevî tedriç olarak kabul edeceğimiz nâsih ve mensuh ilmidir. Onun sahih olanı­nı tesbit, Kur'an'dan önce ve sonra nazil olanı belirlemeyi kolaylaştırır. İn­sanları eğitme hususunda Allah'ın hikmetinin bir yönünü görmemize yar­dımcı olur. Kur'an'ın hakiki kaynağını idrak etmemizi sağlar: O da, âlemle­rin Rabbı Allah'tır. Çünkü O, dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Bir hükmü kaldırır ve onun yerine başkasını ikâme eder. Bunu yaparken de hiçbir ya­ratığın, hatta peygamberlerin sonuncusunun bile etkisi olmaz.

Neshin terim olarak ne anlama geldiği hususunda âlimler uzun tartış­malarda bulunmuşlardır. Bunun sebebi, nesh kelimesinin birkaç mânâya gelmesidir. Bu kelime izale etmek (yok etmek) mânâsına gelir. Yüce Al­lah'ın şu âyetinde bu anlamda kullanılmıştır: Nihayet Ailah, şeytanın ikna edeceği (o fitneyi) giderir, ibtal eder. Yine Allah âyetlerini sabit (ve mahfuz) kılar.» [416] Yer değiştirmek mânâsına gelir. Şu âyette olduğu gibi jteC  «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit...»[417] Tahvil mânâsına gelir. Mirasçıların tenasühü gibi [418]. Ayrıca bir şeyi bir yerden başka bir yere taşımak anlamına gelir. Bir kitaptaki lafızların ve yazının benzeri baş­ka bir kitaba nakledildiğinde denir. [419] Bazı 'âlim­ler bu son vechi reddederler. Çünkü burada nakleden, naklettiğini lafzıyla getirmiyor, başka lafızla getiriyor. [420] Lâkin es-Sa'ds [421] bu görüşü kabul eder ve buna delil olarak «Şüphe yok ki neler yapıyor idiyseniz biz (hepsini meleklere) yazdırıyorduk. [422] âyetiyle «Şüphesiz o (Kur'dn) nezdindeki1 ana kitapta (sabit), çok yüce, çok kıymetli (bir kitaptır)» [423] âyetini zik­reder. es-Sa'dîye göre «Ana Kitap», Levh-i Mahfuz yahut korunmuş kitap­tır ki «tam olarak temizlenmemiş olanlardan başkası ona" dokunamaz.»' [424]Kur'an'ı nakleden. Ana Kitaptan onu lafzıyla taksit taksit taşımış­tır. [425]

Neshin tarifi konusundaki tartışmanın kaynağı, gözetilmesi kaçınılmaz olan kelimenin kelime ve terim anlamiarı arasındaki bağı tesbif etmeye ra-cidir. Tâki Kur'an-ı Kerîm[426] âyetinde bu kelimeyi kullanıp, İslâm'da büyük öneme haiz bir meseleyi ifade eder­ken Arapların üslûbundan başka bir uslûb kullanmamış olsun. Kur'an her nerede kullanmışsa mutlaka hakiki manasında, ve şayet tartışma rağbeti olmasaydı herkesin içinden geçirdiği aslî manasında kullanmıştır. Ama her asırda îafzî ihtilafa ve aklî israfa sempati duyulmuştur. Bu konuda da ihti­lafın menşeî bizee bundan başkası değildir. Onun için neshin tarifini yap­tıklarında, «şer'î bir delil ile şer'î bîr hükmü kaldırmaktır» sözleri, bu lafzın en mükemmel istilânı tarifidir. Bu tarif, neshin izale etmek ve kaldırmak manasına geldiği Arap diline uygun düştüğü gibi aynı zamanda aneak ilim­de derin olanların sır ve hikmetlerini bildikleri bilinen bazı vak'alarda apa­çık ve güçlü delillerle hükmü kaldırılmış bazı şer'î nasslann mevcudiyetine de uygundur.

Neshin tarîfindeki ihtilaf, bu önemli konuda başka ihtilaf nevilerinin de bulunduğuna işaret etmektedir. Bazıları, neshi Kur'an'ın kendisine hasret­mişlerdir. Kur'an'ın Kur'an'ı neshetmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bu konuda neshin cevazına dair aklî ve naklî deliller mevcuddur. Âlimlerin ço­ğunluğu, sünnetin Kur'anla neshedildiğini de kabul etmişlerdir. Sünnetle sabit olan Âşura orucunun, Kur'andaki Ramazan orucu ile neshedilişi gi­bi. [427]

Kur'an'ın sünnetle neshi meselesine gelince, Şafii bunu reddetmiştir. Nitekim «er-Risaİe» isimli kitabında zikredilen bir sözden de bu anlaşılmak­tadır. [428] Lâkin bu meselede söz söyleyenler, Şafiî'nin ne demek istediği­ni anlamamışlardır. O, Kitap ve Sünneti yüceltmeyi hedef edinmiş onların biribiriyle uyum içerisinde olduklarını söylemiştir. Onlar herhangi birşeyde ihtiiaf etmezler. Eğer bir ihtilaf söz konusu ise, mutlaka benzeri biriyle {ya­ni Kur'an Kur'anla ve sünnet sünnetle) neshedilmiştir. [429]

Sünnetin sünneti neshine gelince, âlimlerin çoğu bunda bir sakınca görmemektedir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) başlangıçta birşey emretmiş ve­ya neshetmişse, her iki davranışında da Allah'tan gelen bir ilhama daya­nır. [430] işlerinde «hevâsından konuşmaz. O, ancak vahyedîlen bir vahiydir.» Buna misal olarak, Rasuiuüah (s.a.v.) in, ateşin dokunduğu ko­yun etini yemekten dolayı abdest almasinın neshi ve artık abdest almama­sını söylerler.

Ancak bir burada Kur'an'ı ilgilendiren meseleler üzerinde durduğumuz için, ancak Kur'an'ın Kur'an'la neshi meselesini ele alacağız. Tâ ki kitabı­mız, genel usûlî konulan efe alan bir kitap hüviyetine girmesin. Hatta Kur'an'ın Kur'anla neshi konusundaki lafzî ihtilafı da suskunlukla geçiştir­mek istedik ki, Allah'ın Kitabında neshin hakikatini isbat konusunda her iki tarafın delillerini ve biribirlerini reddederken bakış açılarının tasvirini zikretme mecburiyetinde kalmayalım. Lâkin İslâmî teşrîde ve Kur'an'la ilgili çalışmalarda derin yankıları bulunan böyle bir konuyu geçiştiremezdik. İs­ter istemez bu konudaki anlaşmazlığın temel meselelerine işaret etmeliy­dik.

Cumhur - Ebu Müslim el-Isfahanî [431] gelmezden önce - tereddüt göstermeden neshin cevazını kabul ediyordu. Bazılan bu hususda çok aşın gitmişse de âlimler, mensuh âyetleri sıralamada sıkıntı çekmiyordu. Lâkin Ebu Müslim nesh konusundaki görüşünü açıklayınca onu ne topluca ve ne de tafsilath olarak reddetti. O, muhakkik bir âlimdi; nesh olunmuştur de­nilen âyetleri okumuş ve incelemişti. O, sadece «ki ne önünden, ne ardın­dan ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kâinatın hamdettiği, o

Yegâne hüküm ve hikmet sahibi (Allah) tan indirilmiştir.» [432] âyetine ters düştüğünü sandığı nesh çeşitlerini reddetmiştir. Allah'ın indirdiği Kur'anî bir hükmün ortadan kaldırılmasından sakınmak için neshe tahsîs ismini vermiştir.

Lâkin âlimler Ebu Müslim ve benzerlerine karşı çıkarak onlara nesh ile tahsîs arasındaki farkı açıkladılar: Tahsisin tarifi «Âm olanı ferdlerinden bazısı üzerine hasretmektir.» Bu hasr'da ise, fertlerin bazısında hükmü ha­kiki manada kaldırma anlamı yoktur. Çünkü sadece bazı fertleri içine al­ması, ancak mecazîdir.. Âm lafzı, aslında fertlerin hepsi için konulmuştur. Onun bazı fertler üzerine hasredilmesi ancak tahsisini gösteren bir karine ile olur. Neshe gelince, onda mensuh nas, kendisi için vazedildiği hususta kullanılışı devamlıdır.. Hqt zaman için kullanılması devam eder. Sonra Al­lah'ın bildiği bir hikmete mebnî olarak ancak nâsih bir nasla hükmü kal-, dirilir. [433]                                                 

Tahsiste ya daha önce, ya daha sonra veya o anda sözkonusu olan bir karine gözetilir. Nesh ise, ancak mensuhtan sonra gelen bir delil ile vukubulur. Ayrıca tahsis ihbarî hükümlerde de diğerlerinde de vukubulur. Nesh İse, ihbarî hükümlerde olamaz. [434] Tahsis konusunda Kitap ve sün­netin yanında his ve akıl da delildir. Meselâ Allah Teâlâ'nın: «Erkek hırsız­la kadın hırsızın ellerini kesin» [435] sözünü Rasûlullah (s.a.v.) «Ancak çeyrek dînar ve yukarısında kesme vardır.» hadîsi tahsîs etmiştir. Neshte ise, delil şer'î dolup sadece Kitap ve Sünnetindir. Tahsis ile neshin ara­sında mevcut olan bu farklar neticesinde, tahsisten sonra âmdan geri ka­lan hususlarda amel edilir. Yani tahsisten sonra âmı deül olarak getirmek bâtıl değildir. Ama mensuh nassın hükmü kaldırılan hususlarla ne amel edi­lir ve ne de delil olarak getirilebilir. [436]

Şayet Ebu Müslim el-lsfahanî ve benzerleri neshle tahsisi biribirine karıştırıp kendi uydurdukları tahsis lafzını Kur'an'ın açıkça zikrettiği nesh lafzına tercih etmekle Allah'a karşı edeblerini takınrnamışlarsa, ; neshin var olduğunu söyleyenlerde bu hususta aşın gitmişlerdir. Onlar da, tahsis edilen omlardan birçoğunu mensuh saymışlar ve nesh ile bedâyı, [437] .nesh ile unutturmayı ve hükümlerin neshi ile haberlerin neshini biribirine karıştıranların önüne kapıyı ardına kadar açmakla Allah'a karşı kötü edep içerisine girmişlerdir.

Tek âyeti bölümlere bölerek, âyetin evvelinin ,mensuh ve son bölü­münde de nasih olduğunu söylemeleri, mübalağadan başka birşey değil­dir. Meselâ'«Ey iman edenler, siz nefisleriniz (ıslah etmeye) bakın. Kendi­niz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez.» [438] âyetinin son ta­rafı, iyiliği emretmeye ve kötülükten sakındırmaya davet etmektedir. Böyle­ce - İbnu Arabi'ye göre - bu son taraf, baş tarafta olan «siz nefislerinizi ıs­lah etmediniz» [439] kısmını neshetmiştir. Hatta İbnu Arabi'ye göre «Sen (güçlülüğü değii) kolaylığı (sağlayan) yolu tut. İyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.» [440] âyetinin evveli ve sonu mensuh, orta kısmı ise, muhkem­dir. [441]                                           

Kur'an'ın ortadan kaldırdığı cahiliyet âdet ve geleneklerini de mensuh arasına sokmaları hayret verici mübalağadandır. Babanın hanımlarının ha­ram kılınması [442]diyetin emrediimesi,[443] kısas[444] boşamanın üçe hasredilmesi,' [445] bizden önceki dinlerin hükmü kaldırılan emirleri: Daha önce haram kılınan bazı yiyeceklerin helal kılınması gibi. Âlimlerden mu­hakkik olanlar bütün bu hususların neshe girmediği görüşündedirler. Şa­yet bunların hepsi nesh konusuna girmiş olsaydı, Kur'an'tn hepsi ona gi­rerdi: Çünkü Kur'an'ın tamamı veya büyük çoğunluğu, daha önceki kâfir­lerin üzerinde bulundukları davranışları ortadan kaldırmaktadır. Oysa nâ-sih ve mensuh, bir âyetin, başka bir âyetin hükmünü kaldırması şeklinde olmalıdır. [446]

Kur'an âyetlerinde neshi keşfetmeye olan düşkünlük onları metod ba­kımından bir takım hatalara sürüklemiştir. Halbuki onlara yakışan bu gibi hatalara düşmemeleriydi ve bundan sakınmalarıydı. Tâ ki cahiller bunları Allah'ın Kitabına yüklemeyeydî. Kur'anîliğin ısbatı için tevatürün mutlaka gerekli olduğu hiçkimse için gizli değildir. Ayrıca biliyorlardı ki, âhâd ha­berler zannîdir, kesin değildir. Ama bununla birlikte Kur'an'daki neshi üçe ayırmışlardır: a- Manası mensuh, lafzı bakî, b- Lafzı mensuh manası bakî ve c- Hem manası ve hem de lafzı mensuh.. Birinci nevi neshi diledikleri kadar çoğaltsınlar. Çünkü Kur'anî nassa yakından - uzaktan bir zararları dokunamaz. Çünkü âyetin okunuşu nesholunmamış, Allah'ın bildiği tevbi-yevî ve teşriî sır ve hikmetlere binaen hükmü kaldırılmıştır. Ama garip cü­ret, ikinci ve üçüncü nevi nesihtir ki, burada - onların iddiasına göre- belli âyetlerin lafızları ya manaları ile birlikte nesholunmuştur veya manaları ha­riç lafızları nesholunmuştur.

Onların bu yaptıklarını gözden geçiren hemen içine düştükleri hatanın farkına varacaktır. Çünkü meselelerin nevilere taksim edilebilmesi için her nevin pek çok veya yeterli derecede de misalleri olmalıdır. Tâ ki ondan bir kural çıkarmak mümkün olabilsin. Halbuki nesh âşıkları bu iki nevi nes­he ancak bir veya iki misal getirebilirler. [447] Kaidı ki bu iki neshe getir­dikleri misallerin hepsi âhâd haberlerdendir. Halbuki birşeyin Kur'an'dan olduğunu veya neshedildiğini söyleyebilmek için «âhâd haberlere itimat et­mek caiz değildir. Bu konuda âhâd haberler delil olamaz.» [448] İbnu Zufer [449] «el-Yenbû» isimli kitabında bu isabetli görüşü benimsemiş ve bu nevinin, lafzı nesholandan oluşunu reddetmiş ve şöyle demiştir: «Çünkü âhâd haber, Kur'an'ı ısbat edemez.» [450]

Nesh âşıklarının, zannî âhad haberlerden çıkardıkları bu neviler yetmi­yormuş gibi, daha da aşırı gidip her yolu denemeye kalkışıp nihayet nâsihin

Lafzıyla birlikte manası da neshoiunmuşa misal ise, Hz, Aişe'den yapılan meş­hur rivayettir.

de neshedilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Buna misal olarak da: «Sizin dini­niz size, benim dinim bana» [451] âyetini zikrederler. Onların iddiasına gö­re bu âyeti, «müşrikleri öldürün» [452] neshetmiştir. Sonra bu emir de, «... hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelH ve hakîyr olarak kendi el(ler)iy!e cizye verecekleri zamana kadar, savaşın.» [453] sözüyle nesholunmuştur. heri sürdükleri bu misalin en komik tarafı, cizye âyetinin Ehİ-iKitabf ilgilendirdiğidir. Ehi-iKitap hakkında inen bir âyet nasıl o!up da müşriklerle ilgili olarak inen bir âyeti neshedîyor? [454]

Bazı âlimlerin nâsih ve mensuh konusundaki mübalağaları, bedahete ters düştüğü gibi eşyanın mantığına da aykırıdır: İşte Hîbetuliah Selâme [455] «cel-İnsan» süresindeki neshten bahsederken iki âyetle bir âyetin bir kısmı hariç [456] bütün âyetlerinin muhkem olduğunu söyler. Görünen o ki, bir âyetin bir kısmından kasdı, «Yemeğe olan»[457] sevgilerine ve iştah­larına) rağmen «esiri» kelimesi mensuhtur. Bundan maksat, kıble ehli ol­mayan müşrik esirlerdir. Ona göre seyf âyeti ile müşrik esirlerin yedirilme­si neshedilmîştir. [458]

İbnu Seiâme'nin «en-Nasih ve'l-Mensuh» kitabıonun yanında okundu. Kizı da orada hazır bulunuyordu. Bu konuya geldiğinde, babasının neshe olan düşkünlüğünün ona İslâmda sabit oian hatta bütün dinlerin ittifak et­tiği ahlâkî bir kuralı unutturduğunu gören tazı dehşete kapıldı ve: Baba bu kitapta yanılmışsın, dedi. Babası ona: Nasıl? diye sordu. Kızı şöyle dedi: Bütün müslümanlar, esirin açlıktan ölüme terkedilrneyip yedirileceği husu­sunda icma etmişlerdin Babası: Doğru söylüyorsun, karşılığın) verdi. [459]

Nasihin mensuhu neshettiğini inkâr edenler bunun tahsis olduğunu söylemişlerse, nesh taraftarları da aksine davranarak mahsusu da men­suh arasında saymışlardır. Nice âyet istisna [460] ve gaye edatiyla veya başka bir âyetle tahsis edilmiş ama onlar onun yukarısıyla ilişkisine  ve metin içerisindeki yerine aldırmadan ona nesh karakterini vermişlerdir, es-Suyutî [461] şöyle demektedir: «Bir kısmı da mahsus kısmındandır, metisuh kısmından değil. İbnu'l-Arabı onu ayıklamaya önem vermiş ve bunu başar­mıştır. Nitekim o şöyle demektedir: «Muhakkak insan kesin bir ziyandadır.

Ancak iman edenlerle güzel güzel amel (ve hareket) lerde   bulunanlar.....böyle değil.» «Şairler(e gelince), onlara (ifrata) mübalağaya düşegeldikte-rini ve hakikaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını gör­medin mi-? Ancak iman edip de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlar, Al­lah'ı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar böy­le değildir.» [462] «Allah'ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın, serzeniş de etmeyin.» [463] Bu ve buna benzer istisna ve nihayet edatları ihtiva eden âyetleri mensuh Grasina sayanlar hata içerisindedir.» [464] O, yine şöyle der: « (Ey mü'minler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle) onlar imana gelinceye kadar, evlenmeyin.» [465] âyetinin «.... kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar...» [466] âye-îiyie neshedildiğini söylemek de yanlış olup aksine bu son âyet birincisini tahsis etmiştir.»

Hatta Mensuhun sayısını kabartanların mensuhtur dedikleri pek çok âyetin ne neshle ne de tahsisle bir ilişkisi vardır. [467] «... kendilerine nzık olarak verdiğimizden de (Allah yolunda) harcarlar» [468] âyeti İle zekat dı­şında Allah yolunda harcamayı tavsiye eden âyetlerin hepsinin farz otan zekâtı emreden âyetle neshedildiğini- söyleyenleri [469] buna misal olarak verebiliriz. Oysa muhakkik âlimler infâk âyetinin, muttaki kimseleri övme sadedinde bir haber olduğu ve bunun zekâtla açıklanabileceği gibi aileye intak ve yardım etme ve misafir için harcama şeklinde de açıklanması mümkün olduğu, bunun zekat dışında vacip bir nafaka olduğuna delâlet eden bir delilin bulunmadığı görüşündedirler. [470]

Basit düşünceli bazı müfessirlerin «Allah, hakimlerin hakimi değil mi?»[471] âyetinin, seyf (kılıç) âyetinin neshettiği âyetler arasında    olduğunu sanmaları da bu nevidendir. Bu âyetle ne kadar da âyet    neshetmişler! [472]  Halbuki bu âyet ne neshi, ne de tahsisi kabul eder. Alİah her zaman için hakimlerin hakimidir... [473]Hiç şüphesiz nesh düşüncesinin bu mü­fessirlerin kafasında tahayyül edilmesi, her ne kadar burada neshi   iş'ar eden ifadelerini inceltmeye gayret etseler de Allah'a karşı bir sui edebtir. Öyle ki onlardan biri şöyle diyor: Bu âyetin lafzı değil, manası mensuhtur. Seyf âyeti manasını neshetmiştir. Sanki Allah Teâiâ şöyie demiştir: Onları bırak ne yapsalar yapsınlar. [474]

Lâkin nesh taraftarlarının, araştırma ve te'vil konusunda karşılaştıkla­rının neshten çok inşâ (sonraya bırakma)ya daha yakın olduğunu bile bi­le nâsih ve mensuh sayısını çoğaltırken meseleye ciddiyetle eğiimemeleri Allah'a karşı gerçek bir edepsizliktir. Bir sebep için emredilip sonra sebe­bi ortadan kalkanı da mensuh arasında saymışlardır. Müslümanlar zayıf ve sayıca az iken, Allah'a kavuşmayı uman kimselere sabır ve af dilemenin em­redilip [475] sonra bunun seyf âyeti ile neshedilmesi gibi. Halbuki bunun nesh ile bir ilişkisi yoktur. Bu bir nevi nes' olup ihtiyaç anına kadar hük­mü açıklamayı ertelemektir. Nitekim Allah Teâlâ « l^; /\ » «sonraya bıra­kırız» [476] demektedir. Nesh hakkında ciddi bir araştırmada bulunan, bu konuda sıralanan âyetlerin çoğunun nes' ite ilgili veya mücmel hükmü açık­layan âyetler olduğunu görecektir. [477] Savaşma emri, müslümaniar güç-leninceye kadar ertelenmiştir. Güçsüz oldukları zaman ise, eziyyete sab­retmekle emroiunmuşlardır. [478] Bu konuda şu yorumu yapan ez-Zerkeşf gayet yerinde bir yorum yapmıştır: «Bu tahkikten, müşriklere karşı gevşek davranmayı emreden âyetlerin hepsinin seyf âyeti ile mensuh olduğunu söyleyen pek çok müfessirin bu görüşlerinin zayıflığı ortaya çıkmaktadır. Mensuhtur dedikleri bu âyetler neshfe değü, nes' ile ilgilidir. Yani, o hükmü ilgilendiren bir illetten dolayı belli bir zamana kadar o hükme uyma emre­dilmiş ve illet kalktıktan sonra başka bir hüküm devreye girmiştir. Görüldü­ğü gibi bu nesih değil, nes'tir. Çünkü nesih, bir daha uyulması caiz olmaya­cak şekilde de hükmü kaldırmaktır. [479]

İsiâmın - müslümanlara şefkat ve acıma duygusuyla-davetin başlangı­cında Allah Teâlâ'nin «Ey iman edenler, siz nefisleriniz (i ıslah etmey) e bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez.» [480] bu­yurması, sonra İsiâm dâvası güçlendiğinde onlara iyiliği emredip kötülük­ten sakındırmayı ve bu yolda savaşmayı emretmesi yine neshle ilgili olma­yıp nes'le iigilidir. Allah {c.c.) Peygamber (s.a.v.) ile mü'minleri kuşatan her zaman ve şartlara uygun olanı göndermiştir. Bu durum bazı âlimlerin. Peygamber (s.a.v) in «İslâm garip olarak başladı ve tekrar garip olarak dö­necektir.» [481] hadisi tahakkuk edip müslümanlar zayıf düşünce münker ehli ile savaşmaktan vazgeçip onlarla barış içerisinde yaşamanın gerekli olduğuna dair fetva vermelerine sebep olmuştur.

Yine « (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül et­mesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (birşey) yesin.» [482] âyetini mushaf'ın mevcud tertibinde ondan daha sonra olan: «Gerçek, ye­timlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.»[483] âyetini neshettiğini söylerler ki, burada da nâsih-mensuh sözkonusu değil­dir.. Aksine birinci âyette yetimlerin malından yenildiğinde zulüm sayılma­yacak durum açıklanmaktadır. [484]

Ne gariptir ki bazı müfessirler haberleri ihtiva eden hususlarda da neshi söylemekten geri kalmamışlardır. Halbuki akıl, davranış ve bu arada geçen sözleri ihtiva eden vukuu sabit bir olayda neshin vukuunu hiç bir zaman mümkün göremez. Buna misal, seyf âyetinin, «insanlara güzellikle söyleyin,» [485] âyetini de neshettiğini ileri sürmeleridir,. Halbuki bu söz, âyetin siyakından da anlaşılacağı gibi, israiioğullarından alınan teminatlar arasında zikredilmiştir. [486]

Nesh âşıkları, uzun müddet kendileriyle amel edildiği halde daha son­ra neshedilen âyetler üzerindeki perdeyi aralama yansında nihayet bir âyet buldular?! -Keşke bulmaz oiaydılar!- Onlara göre neshedümeden önce onaltı yıi yürürlükte kalan el-Ahkaf süresindeki: «De ki: «Ben peygamber­lerden ilk defa (gelmiş biri} değilim. Bana ve size ne yapılacağın; bilmem.» [487] âyetinin e!-Feth sûresinin baş taraftaki âyetîeriyle neshedildiğini söy­lerler. İbnu Seleme'ye göre bu âyetin baş tarafı muhkem ama «Bana ve si­ze ne yapılacağını bilmem.» kısmı mensuhtur. Ona göre Rasululiah (s.a.v.) Mekke'de on yıl bu âyetle amel etmiş ve müşrikler bundan dolayı onu ayıp-lamışlarrdır. Daha sonra Medine'ye hicret etmiş ve altı yıi boyunca yine onu ayıpiamışlardır. Müşrikler şöyle diyorlardı: Ne kendisine ve ne de etbaına ne yapılacağını '(akıbetlerinin ne olacağını) bilmeyen birine nasıl tabi ola­biliriz? Daha sonra ei-Feth sûresinin baştaraftaki âyetleriyle bu âyet nes-hedümiş ve müşrikler Peygamber (s.a.v.) in artık kendisine ve ashabına ne yapılacağını bildiği neticesini çıkarmışlardır. [488]

Allah'ın kelâmını nesh, neshedümeden önce mensuhun geçerli kaldığı müddetin tesbiti ve âyetlerin indiği zaman iie daha sonra hükümleri başka âyetler ile değiştirilmesi gibi hususlarda gösterilen gevşeklik, başkalarının, bu korkunç nesh karaltısını Allah Kitabından uzak tutmaya çalışmalarına sebep olmuştur. Sanki onlara göre nesh, bedâ' derecesindedir. Yahut -en azından- bedâ ile ifade edilebilecek durumdadır. Her yer ve zamanda hik­met dolu nesh ile bütün çirkinlik ve cehalete dalâleti mtiva eden bedâyı bi-ribirine karıştırmaları için cahillere izin vermektir!

Bedâ, bir görüş ileri sürdükten sonra başka görüşü tercih eden kişi­den sadır. olur. [489] Daha önce yahudiler de, bedâya kail olma durumuna düşmemek için neshi kabul etmekten kaçınmışlardı. Âyet indikten ve onun-

ia amel edildikten sonra neshediimesinî, Allah'ın daha önce bilmediği bir şeyi sonradan öğrenip hükümleri ona göre değiştirmesi şeklinde san­dılar. Böyle bîr şey ise, Aliah İçin caiz değildir. Bazı müslüman araştırma­cılar da, yahudilerin bu zannına kapılarak neshten sakındılar ve onu bedâ gibi kabul ettiler. -Hele müfessirlerin hiç bir deüle dayanmadan neshin sa-yısmı kabarttıklarına şahit olduktan sonra.- Aslında her iki taraf da aşırı gitmiştir. Ne nesh taraftarlarının, nesh sayısını çoğaltmaya ve andan olma­yanı onun şümulüne dahil etmeye haklan vardı ve ne de neshi reddedenle­rin,.ona delâlet eden âyetler ve onu ısbatlayan vakıalar bulunduğu holde ona karşı çıkmaya ve onu bedâya benzetmeye hakları vardı.    ,

Neshi inkâr edenler - ez-Zerkânî'nin de dediği gibi [490] şunu unutuyor yahut unutuyor görünüyorlar: «Allah Teâlâ bazı hükümlerini bazılarıyla nes-hedince daha önce kendisince gizli olan birşey ortaya çıkmış ve daha önce mevcut olmayan yeni bir görüşe sahip olmuş değildir. Ailah, kullarına onla­rı emretmeden önce, nâsihi de, mensuhu da biliyordu. Onun bu bilgisi eze­lîdir. Yaratıklar yaratılmazdan önce gök ve yer henüz yok iken mevcuttu. Ancak - hikmetinin bir gereği olarak - biliyordu ki, neshedilen ilk hüküm, belli bir zamana kadar devam edecek bir hikmet veya maslahata uygun idi. Bunun yanında, belli zamanda yine hikmet ve maslahata mebni olarak nâsih hükümün geleceğini de biliyordu. Hiç şüphesiz hikmet ve maslahat­lar her insana göre farklıdır. İnsanların içinde bulundukları şart ve durum­lar yenilendikçe o da yenilenir. Ayrıca ahkâm ile hikmetleri ve insanlarla maslahatları beraberdir. Nâsih olanlar da mensuh olanlar da Allah tarafın­dan daha önceden biliniyordu. 0'n.un için hiç birşey gizli değildir. Nesh hu­susunda yeni olan, Allah'ın bildiğini kullarına açıklamasıdır, yoksa daha sonra başka bir kanaate sahip olması değildir,»

Kaidıki, nâsih ile mensuhu kendisiyle bildiğimiz metod, nesih ile bedâ-yı, tahsis, inşa', veya mücmeli açıklamayı biribirine karıştıracak bir metod değildir. Çünkü neshin dayanağı Rasulullah (s.a.v.) veya bir sahabîden, «şu âyet, şu âyetle neshedildi» şeklinde sarih bir nakildir. Ayrıca ancak kesin çelişki ve hangi âyetin daha önce ve hangisinin daha sonra indiğini tesbit etmek için tarihî bilgi mevcut olduktan sonra neshe hüküm verilir. Nesh hu­susunda avamdan bir müfessirin hatta müctehidlerden bir müctehidin sözü muteber değildir. Sahih bir nakil ve belli bir çelişkinin mevcuduyeti şarttır. Çünkü nesih, Rasûlüilah (s.a.v.) zamanında kesinleşen bir hükümün kaldı­rılmasını ve yerine başka bir hükmün ısbatını ihtiva eder. Onda re'y ve içti­hada değil, nakil ve tarihe itimat edilir. [491] Âlimierden muhakkik olanlar, müfessirlerin nesh olarak sandıklarından çoğunun «neshle ilişkisinin olma­dığını, nes' ve geciktirme, ya da mücmel olup. ihtiyaç hasıl oluncaya dek açıklaması ertelenmiş ya başka bir hitabın araya girdiği bir hitap olduğu­nu, ya umûmu tahsis olduğunu tasrih etmişlerdir. Hitabın pek çok çeşiti

vardır. Nesh olmadığı halde bazılarını neshin çerçevesine sokmuşlardır. .Kur'an, biribirini destekler. Onun korunmasını Allah tekeffül etmiştir: «Zik­ri (Kur'an'ı) biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz.» [492]

Neshi çoğaltanlar neshi ihtiva eden ve etmeyen sûrelerin taksimatını yapınca şöyle bir taksimatta bulunmuşlardır: İçinde nâsrh ve mensuh bu­lunmayan sûreler: 43 tane. Nâsihi ihtiva ettiği halde mensuhu ihtiva etme­yen sûreler: 6 tane. Mensuhu ihtiva ettiği halde nâsih ihtiva etmeyen sûre­ler: 40 tane. Hem nâsih ve hem de mensuh bulunduran sûreler: 31 tane.[493] Bu taksimatta geçen sûrelerin isimleri bizi ilgilendirmiyor. Çünkü bu isimler aşırı ve zorlanmadan doğan fasit bir temele dayanan bir taksima­tın sonucudur. Neshten haii olan muhkem sûrelerin - bu taksimata göre -. kırküç sûreden fazla olmaması onun ne kadar yanlış olduğunu göstermeye yeterlidir. Sanki Kur'an'da aslolan muhkem olma değil de neshtir. Yine sanki Kur'an sûrelerinde asi olan, nâsih veya mensuhu ihtiva etmeleridir!

Gerçek o ki, Kur'an âyetlerinin hepsinde asi olan nesh değil, muhkem oimaktır. Ancak apaçık bir delil bulunur ve ondan başka çıkar yol bulunma­dığında nesh söz konusu olur. Muhakkik âlimler, mensuh olduğu söylenen âyetleri çeşitli yönleriyle araştırarak sayılarını nihayet çok az bir miktara indirmişlerdir. Hatta başkaları bu az sayının kendisini de tahkik ederek bunlardan bir kısmının da muhkem olup neshle ilgilerinin bulunmadığını söylemiş ve mensuh sayısını daha az sayıya hasretmişlerdir. Mesela es-Suyûtî, bazıları ihtilaflı'olmak üzere yirmibir âyette neshin sözkonusu oldu­ğunu söyler. [494] Daha sonra isti'zan ile kaseme âyetini [495] bunlardan istisna edip esahha göre bunların muhkem olduklarını belirtir. Böylece ona göre mensuh âyetlerin sayısı ondokuzdan fazla değildir. Şayet konuyu uzatmamış olsaydık âyetleri teker teker ele alacak ve bunlardan mensuh olmaya elverişli olan âyetlerin on âyetten fazla olmadığını görecektik. An­cak bunu okuyucuya havale etmeyi tercih ettik. Okuyucu anlattıklarımızın ışığı altında es-Suyûtî'nin zikrettiği âyetleri teker teker ele alıp incelesin, bunu kendisinin de farkedeceğini umuyoruz. Görecektir ki, bu âyetlerin bir kısmı tahsise yahut açıklaması sonraya bırakılmış mücmele veya inşâya girmiş olup, geri kalanlar ise, ancak neshe girebilir. Herşeye Kadir olan Aliah bu mensuh âyetlerden daha güzelini veya benzerini onların yerine in­dirmiştir. [496]



[416] el-Hacc  sûresi: 52 Arapların «Güneş gölgeyi giderdi.». «Yaşlılık, gençliği yok etti» sözleri bu anlamdadır.    (Bk. Âsasu'l-Belağe, s. 454). Kars. el-Burhan, 2/29.

[417] en-Nahl sûresi: 101. Kars. el-ltkan. 2/32.

[418] Çünkü bu, mirasın birinden diğerine tahvili anlamına gelir. Kars. el-Burhan, 2/29.

[419] Kars. el-ltkan, 2/34; el-Burhan, 2/29.

[420] Bk. e!-!tkan. 2/34.

[421] Ebu Abdillah  Muhammed  b.  Berekât es-Sa'dî:   «el-İcâz fî  Ma'rifeti    mâ fi'l-Kur'on min Mensuhin ve Nasihin» isminde bir eseri vardır. Dâru'l-Kütübi'l-Mısriyye'de bir el yazması mevcuttur. No: 1085-Tefsir. İstinsah tarihi: H. 653 dır.

[422] Bk. el-Burhan, 2/29. Ayrıca Kars. Âsâsu'l-Belağa, s. 454.

[423] ez-Zuhruf sûresi: 4.

[424] el-Vakıa sûresi: 78-79.

[425] Kars. el-ltkan, 2/34.

[426] «Biz neshettiğimiz veya unutturduğumuz bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısı* nı, yahut benzerini getiririz» (el-Bakara sûresi: 106).

[427] el-Burhan, 2/32.

[428] er-Risale, S. 137-146.

[429] Kars. el-Burhan, 2/32. Burada zikrettiğimiz, eş-Şafiî'nin ne demek istediğini anlama­yan İbnu Atiyye'ye ez-Zerkeşî'nin verdiği cevabın Özetidir. ez-Zerkeşî buna delil ola­rak da, vasiyyet âyetinin «mirasçıya vasiyyet yoktur» hadisiyle neshedüdiğidir. Oysa cumhura göre bu âyeti, miras âyetleri neshetmiştir. Hatta bazı muhakkikler, âyetin neshle bir İlişkisinin bulunmadığını, vasiyet hükmünü baki olduğunu ve miras âyetle­rinin ona ters düşmediklerini söylemektedirler.

[430] Ayrıca denildi ki: Sünnet sünneti neshetmez. Yine şöyie denildi: Sünnet şayet vahiy yoluyla Allah'tan gelmişse, nesheder. Ama Rasülüllah'ın içtihadı ise, neshetmez. Bu­nu İbnu Habîb en-Nisabûrî tefsirinde zikretmektedir' (el-Burhan, 2/31.)

[431] Muhammed b. Bahr: Ebu Musiim el-İsfahânî olarak şöhret bulmuştur. Mütezilî olup müfessirierin büyüklerindendir. H. 322 yılında vefat etmiştir. Kitabfarınin en önemlisi «Câmiu't-Te'vl!» olup tefsirle ilgilidir.

[432] Fussiİet sûresi: 42.

[433] Kars. Menahilu'l-İrfan. 2/80.

[434] Çünkü cumhura göre nesh, emir ve nehiy konularında olur. İhbarî konularda nes­hin caiz olabileceğini kabul edenler, emir ve nehyi kasteden haberlerde vukubula-bileceğini söylemişlerdir. (Bk. el-Burhan, 2/33) Onun için haberlerde mutlak olarak vuku bulabileceğini söyleyenlerin görüşüne itibar edilmez (Kars. İbnu Selâme, s. 25.)

[435] el-Maide sûresi: 38.

[436] Menahilu'l-İrfân, 2/81.

[437] Bedâ: Gizlilikten sonra açıklık, mevcut olmayan bir görüşün meydana gelmesi.

[438] el-Maide sûresi: 106.

[439] Ibnu'l-Arabİ, Ahkâmu'l-Kur'an, 1/205. Kars. el-ltkan, 2/32; İbn Selâme, en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 153.

[440] el-A'raf sûresi: 199

[441] Ahkâmu'i-Kur'an, 1/338. Ayrıca karş. ibnu Selâme, en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 170. !b-nü'l-Arabî'nin bu konuda zikrettiği dikkat çekici sözlerinden biri de, «Haram olan o aylar çıktığı zaman» (et-Tevbe: 5) sözünün yüzondört âyeti neshettiği, âyetin    son tarafı olan «Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse, yollarını serbest bı­rakın» kısmının, âyetin  baştarafını neshettiği şeklindeki  sözüdür.  (Ahkâmu'l-Kur'an,. 102.)

[442] en-Nisa süresindeki şu âyette olduğu gibi: «Babalarınızla evlenmiş .kadınlarla evlen­meyin. Ancak (cahiliyet devrinde geçen) geçmiştir.» Karş. İbnu Selâme,    en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 125.

[443] Yine en-Nisâ süresindeki şu âyette olduğu gibi: a... o vakit mirasçılarına bir   diyet vermek ve bir de mümin bir köle azadetmek gerektir.»

[444] el-Bakara süresindeki şu âyette olduğu gibi: «Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür, hür İle, köle, köle. ile. dişi, dişi ile (kısas olunur).» İbn Selâ­me bu âyetin, cahiliyet döneminde Arapların bu konudaki geleneklerini neshettiğini söyler. (en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 49).

el-Bakara süresindeki şu âyette olduğu gibi: «Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür, hür İle, köle, köle. ile. dişi, dişi ile (kısas olunur).» İbn Selâ­me bu âyetin, cahiliyet döneminde Arapların bu konudaki geleneklerini neshettiğini söyler. (en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 49).

[445] Şu âyette olduğu gibi: «Boşama iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak,   ya güzellikle salmaktır.)) Ne gariptir ki müfessirler, boşamanın üç defa ile sınırlandırıl­masını, bir sayıyla tahdid edilmeyen cahiiiyet dönemi boşaması için bîr nesh ola­rak değerlendirmişlerdir.

Karş. el-ltkan, 2/36-37.

[446]

[447] Lafzı mensuh ve hükmü bakî olana misal, en-Nur sûresinden olduğu söylenen    şu meşhur misaldir: «Evli erkekle evli kadın zina ettikleri zaman Allah'tan bir ceza ola­rak onları recmedin.»   (Bk.  İbnu Kesir, 3/261). Rivayetin  muzdarip olduğuna    delil, İbnu Hibbân'ın Sahihinde, lafzı nesholunan bu âyetin en-Nur sûresinden değil, el-Ah-zab sûresinden olduğunu ifade eden rivayettir.

[448] Lafzın  neshini  inkâr edenlere el-Kâdî  Ebu  Bekr'in   «el-intisâr» da  söylediği  budur. Ayrıca karş. el-Burhan, 2/40; el-ltkan 2/42.

[449] Ebu Abdiüah b. Zufer, Muhammed b.  Muhammed es-Saklî H. 563 yılında vefat et­miştir.

[450] karş. el-Burhan, 2/36. Onun için Kur'an'm neshi hususunda bir topluluk kati davra-.   narak  «Kur'anla nesholunur»  demişlerdir.  Bu sözle maksatları:  Kat'î olanın  ancak

kafi olanla nesholunacağıdtr. Buna delil olarak da şu âyeti getirirler: «Biz neshetti-ğimiz veya unutturduğumuz bir ayetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz.» Dediler ki: «Kur'an'm benzeri ve ondan daha hayırlısı, ancak Kur'an'ın kendisidir.» (Karş. el-Burhan, 2/31).

[451] el-Kâfirûn sûresi: 6.

[452] et-Tevbe sûresi: 5.

[453] et-Tevbe sûresi: 29. Kars. el-Burhan, 2/31.

[454] el-Bakara süresindeki:  «Allanın emri gelinceye kadar şmdilik onları  bırakın, serze­niş de etmeyin» âyetinin «müşrikleri Öldürün» âyeti/ie nesholunduğu ve sonra bu âyetin de «... cizye verinceye Kadar...» âyetiyle neshedildrğini söylemeleri de buna yakındır. (el-Burhan. 2/31).

[455] Hibetullah b. Selâme b. Ebi'l-Kasım el-Bağdâdî: H. 410 yılında vefat etmiştir. «Seze-ratu'z-Zeheb, (410 yıimda vefat edenler) ». een-Nösih ve'l-Mensuh» olup Mısırda H. 1315 yılındq ei-Vahidî'nin Esbâbu'n-Nuzû! isimli eserinin kenarında basılmıştır.

[456] İbnu Selâme, en-Nâsih ve'l-Mensuh, s. 320.   

[457] el-lnsan {ed-Dehr) sûresi: 3.

[458] İbnu Selâme, en-Nösih ve'l-Mensuh. s. 321. Seyf âyetinden kasdı  «Müşrikleri öldü­rün» ayetidir {et-Tevbe: 5).

[459] Kars. el-Burhan, 2/29; ei-ltkan, 2/39.

[460] İbnu Seiâme'nin sözleriyle karşılaştır. en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 26.  «Başkaları    da şöyle dedi: «Ondan « yi   » ile istisna yapılan her cümlede istisna onun nâsihldir.»

[461] el-ltkan, 2/36. Ayrıca karş. İbnu Seiâms, ©n-Nâsih ve'l-Mensuh, s. 85. Bazı âlimlerin, et-Tevbe süresindeki « (Ey rn-ümlnler) sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak elbjr-lik (savaşa) çıkın» âyetinin el-Furkan süresindeki «gözlerinden kör olana günah yok­tur» ve et-Tevbe süresindeki s (Bununla beraber)  müminlerin hepsinin    (topyekun) savaşa çıkmaları layık değildir...» gibi özür âyetleriyle mensuh olduğunu söytemsle-ri bundandır. (Bk. İbnu Selâme, en-Nasih ve'l-Mensuh, s. 186.

[462] eş-Şuarâ süresi: 24-27.

[463] al-Bakara sûresi: 109.

[464] Mekkî'nin şu sözleriyle karşılaştır: «Bir topluluk, zamanlama ve belli bir nihayeti his­settiren hitapların mensuh olmayıp muhkem olduğunu söylemişlerdir. Çünkü o, botfî bir zaman ile tahdit edilmiştir. Bu durumda olanda ise nesh yoktur, (el-ltkan, 2/35).

[465] e!-Bakara sûresi: 221.

[466] el-Maide sûresi: 5.

[467] el-ltkan, 2/36.

[468] el-Bakgra sûresi: 3.

[469] İbnu Selâme, en-NÖsih ve't-Mansuh, s. 32-38.

[470] a. k., s. 329-330.

[471] et-Tîn sûresi: 8.                                             

[472] el-ltkan, 2/36.                                           

[473] İbnu Selâme, en-Nâsilı ve'l-Mensuh, s. 330.

[474] Kars. el-Burhan, 2/42. Bunda el-Câsiye'nin cndördüncü âyetine İşaret vardır. Bu âyet­te şöyle buyurulur: «İman edenlere söyle: Allah'ın günleri  (nin çatıp geleceğini ümit etmeyenleri (n ezalarına) aldırış etmesinier.» Bu âyet Ömer b. e!-Hattab hakkında in­miştir. Mekke'de bir müşrik Hz. Ömer'e bir şeyler söylemiş ve bunun üzerine    Hz. Ömer öfkelenerek üzerine yürümüştü. (Kars. İbnu Selöme, en-Nâsih ve'I-Mensuh,   s. 277).

[475] İbnu Selâme, a. g. e., s. 278,

[476] el-Bakara sûresi: 106. 

[477] Kars. el-Burhan, 2/43.

[478] Bk. eMtkan, 2/35.

[479] el-Burhan, 2/42; el-ltkan, 2/35.

[480] el-Maide sûresi: 105.

[481] el-Burhan, 2/43. ez-Zeıkeşj burada şu mükemmel ve yerinde olan açıklamayı yapar: «Allah, Subhanehu Teâlâ hikmet sahibidir. Peygamber (s.a.v.) güçsüz olduğu zaman ona ve etbaına olan rahmet ve şefkatmdan dolayı - bu durumuna ve müminlerin şartlarına  uygun olanı  İndirdi. Çünkü onlara savaşmayı emretmiş olsaydı çak me­şakkat ve zorluk çekeceklerdi. Ama Allah İslâmı güçlendirip onu üstün ve güçlü kı-ImcG Peygamber (s.a.v) e buna uygun olanı; kâfirleri İslama davet etmelerini veya -kitap ehli iseler- cizye vermeye-onları zorlamalarını, ehl-i kitap değil iseler ya isîâmı kabul etmelerini veya onları öldürmelerini ihtiva eden âyetleri indirdi. Bu iki hüküm yani güçsüz iken  barışı ve güçlenince kılıcı tercih etme hükümleri  - sebeplerine bağlıdır. Kılıca sarılma emri, barış içerisinde yaşama hükmünü neshetmiş değildir. Aksine, her birinin sebepleri tahakkuk edince o hükme uyulur.»

[482] en-Nisâ sûresi: 6.

[483] en-Nisâ sûresi: 10. Ayrıca karş. İbnu Selâme, a. g. g., s. 117.

[484] Burada farklı görüşler için bk. İbnu  Kesir, 1/455.

[485] el-Bakara sûresi: 83. Ayrıca bk. İbnu Selâme, a. g. e., s. 37.

[486] Âyetin tamamı şöyledir: «Hani İsraiioğullarından: «Allah'tan başkasına İbadet etme­yin, anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın, insanlara güzellikle söyleyin, dosdoğru namaz kılın, zekât verin» diye (emretmiş), teminatlı söz almıştık. Sonra  (bu sağlam sözünüze karşı)  ikrar vermiştiniz ve hâlâ  (bu yolda, aleyhinizde) şahitlik edip duruyorsunuz da.»  Karş. İbnu Kesir, 1/119-120. el-ltkan, 2/36..

[487] el-Ahkaf sûresi: 9.

[488] ibnu Selâme, en-Nâsih  ve'1-Mensuh, s. 279.  İbnu  Selame bu zorlanma  ile yetinme;-, ve yeni bir zorlanma çeşidine girerek   der ki:    «Allah'ın    kitabında    bu    sözlerden başka yedi âyetle neshedilmiçi yoktur. (Bk. en-Nâsih ve'1-Mensuh, s. 283}. Bu yedi âyetten kasdı, ei-Feth sûresinin başındaki yedi âyettir. İlk dört âyet, «Aliah Alîm ve Hakimdir» sözüne kadar, Rasûlüllah (s.a.v.) hakkında, beşinci âyet sahabesi hakkın-

..da ve altı  ile yedinci ayet, münafıklarla yahudiler hakkındadır.» Sanırım bu zorlan­ma hakkındaki hayret giderilmiştir.

[489] El-Burhan, 2/30. el-Burhan'ı tashih eden Ebu'i-Fazi ibrahim iki yerde el-Bedâ kelime­sini «el-Budâ» şeklinde harekelemiştir. Bu, apaçık bir hatadır. Nitekim meşhur lu-gatların hepsine bakıldığında bunun hata olduğu ortaya çıkacaktır. Sedanın manası­na gelince, gizlilikten  sonra  ortaya  çıkmaktır.  Yüce Allah'ın  «Onların yaptıkları amel (ve hereket)lerin kötülükleri, kendilerine ait olmak üzere açı­ğa çıkmış» sözünde bu anlamda kullanılmıştır. Bedâ kelimesinin diğer bir anlarm vardır ki, o da, daha önce mevcut olmayan bir görüşün ortaya çıkmasıdır. Kamusta şöyle denir,  Yani onun bu konuda bir gö­rüşü ortaya çıktı. Yüce Ailah'ın şu sözünde bu mânada kullanılmıştır: «Sonra, bütün ,o delilleri gördüklerinin ardından mutlaka onu bir zamana kadar zindana atmaları (gö­rüşü) onlara zahir oldu.»

[490] Menahüu'l-İrfân,  2/73.

[491] el-itkan, 2/40.

[492] el-Hicr sûresi: 9. Kars. el-Burhan, 2/44.

[493] Bu taksim için bk. thnu Selâme, en-Nâsih ve'i-Mensuh, s. 14 vd. Ayrıca karş. el-Burhan,  2/33.

[494] Bk. el-ftkan, 2/37-33. es-Suyûrî burada neshe elverişli olan âyetlerin hepsini zikreder.

[495] isti'zâıı âyetinden maksat şu âyettir: «Ey İman edenler, sağ elinin malik olduğu (kö­le ve cariyeler), bir de sizden olup da henüz bulûğ cağına girmemiş (küçük) ler (şu) üç vakitte, sabah namazından önce, öğle sıcağından elbisenizi çıkaracağınız zaman, bir de yatsı namazından sonra odanıza girecek olurlarsa sizden izin istesinler...» Bu âyetin muhkem olduğunda şüphe yoktur.

Kaseme âyeti ise şu âyettir: «Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (birşey vererek) rızıklandı-rın, (gönüllerini alarak) güzel sözler de söyleyin.» Bu âyetin, miras âyetiyle neshedil-diği söylenir. Ama sahih görüşe göre mensuh değildir. Hükmü, hayırlı işe teşvik ol­mak üzere bakîdir.

[496] Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları:  204-217.