> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Kuranı Kerim > Kuran-ı Kerim Belagat İlmi > Kuran İlimleri
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kuran İlimleri  (Okunma Sayısı 4053 defa)
25 Eylül 2010, 16:07:31
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 25 Eylül 2010, 16:07:31 »



Kur´an İlimleri

Kur´an İlimlerine Tarihi Bir Bakış
Nüzul Sebebleri
Mekki-Medeni
Sûre Başlangıçlarına Kısa Bir Bakış
Kıraat İlmi Ve Kur Raya Kısa Bir Bakış
Nasıh Ve Mensuh
Kur´an’ın Resmi
Muhkem Ve Müteşabih


Kur´an İlimlerine Tarihi Bir Bakış


Sahabe halis Arab idiler. Üstün us!ûb!arın zevkine varıyor ve Rasûlül-iah (s.a.v.) e gelen âyetleri anlıyorlardı. Kur´andan herhangi bir şeyin manasını anlamada güçlük çektiklerinde hemen onu Rasûlüilah´tan soruyorlardı. Nitekim: «İmanlarını haksızlıkla da (zulümle) bulaşdırmayanlar» [1] âyeti indiğinde Rasûlüllah´a müracaat etmiş [2]ve: Hangimiz nefsine haksızlık etmez ki?» demişler ve peygamber (s.a.v.) zulmü şirk ile tefsir ederek «doğrusu şirk, büyük bir zulümdür»[3] âvetini buna delil getirmiştir. RasÛlüHah (s.a.v.) e gelince, Allah ona Kitabı vermiş ve bilmediğini ona öğretmiştir. Allah´ın onun üzerindeki fazlı pek büyüktü. Onun için Rasûlül-lah ve sahabe döneminde Kur´an ilimleri konusunda eserlerin hazırlanmasına, pek ihtiyaç yoktu.[4]

Sahabenin çoğunluğu ümmî idi. Okuma yazma öğrenme imkânları kısıtlıydı. Bu da, bu ilimde eser vermelerine engeldi. Ayrıca Rasûlüllah (s.a.v.) in kendisi Kur´an´dan başka bir şey yazmalarını yasaklamış ve vahyin indiği ilk sıralarda onlara şöyle emir buyurmuştu: «Söylediklerimi yazmayın. Her kim Kur´andan başka birşey yazmışsa, hemen onu imha etsin. Ama söylediklerimi şifahî olarak anlatın, bunda bir beis yoktur. Ayrıca her kim kasden bana yalan isnad ederse, ateşten yerini hazırlasın» [5] Rasûlüilah (s.a.v.), Kur´andan olmayan birşeyin Kur´an´a karışması endişesiyle başka şeyler yazmamalarını emretmiştir.

Rasûlüllah (s.a.v.) dönemiyle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde Kur´an ilimleri telkin ve ağızdan ağıza aktarılmaya devam edildi. Hz. Osman´ın hilâfeti zamanında Arablar acemlerle karıştı. Bunun üzerine Hz. Osman resmi bir mushaf üzere icma etmelerini ve bu mushaf örnek alınarak çoğaltılacak nüshaların çeşitli eyaletlere gönderilmesini, bunlar dışında kalan mushaflann da yakılmasını emretti. Bunun sebeplerini ve konuyla ilgili teferruatı görmüştük.

Burada bizi ilgiiendiren, Hz. Osman´ın mushaflan istinsah etmekle daha sonra Kur´an resmi yahut Osmanî yazının ilmi olarak isimlendirilen ilmin temeli atılmış oldu.

Yine Hz. Ali (r.a.), Ebu´l-Esved ed-Dûelî[ye (öl. 69) Arab dilinin bozulmasını engellemek ve selâmetini muhafaza etmek için bazı kuralları tes-bit etmesini emretmekle İ´rabu´l-Kur´an ilminin temelini ortaya atan olmuştur.

Diyebiliriz ki: Bu ilme zemin hazırlayanlar :

1- Sahabeden dört Halife: İbnu Abbas. İbnu Mesud, Zeyd b. Sâbİt, Ubeyy b. Ka´b, Ebu Musa el-Eş´arî, Abdullah b. ez-Zübeyr.[6]

2- Tabiînden: Mucahid, Ata´ b. Yesâr, İkrime, Katâde, el-Hasan el-Basrî, Saîd b. Cübeyr ve Zeyd b. Eşlem.

3- Etbau´t-Tabiînden: Malik b. Enes ki, Zeyd b. Eslem´e talebelik yapmıştır.

Tefsir ilmi, nuzû! sebepleri ilmi ,Mekkî ve Medeni ilmî nâsih ve men-suh ilmi ve garîbu´l-Kur´an ilmi olarak isimlendirdiğimiz ilimlerin kurucuları bunlardır. .

Tedvîn çağında bütün ilimlerin başında tefsir geliyordu. Çünkü o, Kur´an ilimlerinin anası (temeli) mesabesindedir. Bu ilimle uğraşıp eser veren-ier şunlardır:

İkinci asırdan olarilar: Şu´be b. el-Haccâc [7] Süfyan b. Uyeyne [8] ve Veki´ b. el-Cerrah´dır.

Tefsirleri, sahabe ve tabiînin kavillerini ihtiva ediyordu. Onları İbnu Ce-rîr et-Taberî (öl. H. 310) takip eder ki, tefsiri sahih rivayetleri ihtiva etmesi, irab meselelerine el atması ve değerli görüşler ortaya koyması gibi meziyetlerinden dolayı tefsirlerin en değerlilerindendir.

Rivayet tefsirinin yanında re´y tefsiri de doğup gelişti. Kur´anin tamamını tefsir edenlerin yanında bir cüz´ünün, bir sûresinin ve bazen bir âyet veya ahkâm âyetleri gibi bir çok âyetin tefsiri yapılmıştır.

Diğer Kur´an İlimlerine gelince. Bu konularda eser verenler:

Buharînin hocası olan Ali b. e!-Medini [9] Esbâbü´n-Nuzûl konusunda, Ebu Ubayd el-Kasım b. Sellam nâsih ve mensuh, kıraatler ve Kur´anın faziletleri konularında, Muhammed b. Eyyüb ed-Darîsî (öl. 294) Mekke´de nazil olan ve Medine´de nazil olan konusunda [10] Muhammed b. Halef b. Merzabân (öl. 309) ki eseri: «el-Hâvî fî Ulûmi´l-Kur´an» dır. [11]Dördüncü asırda: Ebu Bekir Muhammed b. el-Kasım el-Enbârî (öl. 328) «Acaibu Ulumi´l Kur´an:» isimli eserinde Kur´anın faziletlerinden, yedi harf üzere indirilişinden, mushaflann yazılmasından ve sûrelerle, âyet ve kelimelerinin sayısından bahseder. [12] Ebu´l-Hasen el-Aş´arî, eseri: «el-Muh-tezen fi Ulûn-ıi´l-Kur´an» olup gerçekten değerli bir eserdir [13]Ebu Bekir es-Sicistânî [14] garîbu´l-Kur´an konusunda eser yermiştir.

Ebu Muhammed el-Kassab Muhammed b. Ali el-Kerhî (Öl. 360 dolaylarında). Eseri: Nuketu´l-Kur´an ed-Dâlletu ale´l-Beyân fî Envaı´l-Ulûmi ve´l-Ahkâmi´l-Munbietı an ihtilâfı´l-Enâmsdır.[15] Muhammed b. Ali el-Udfevî (öl. 388). Eserî «el-lstığnâ[16] fî Uiûmi´l-Kur´an» olup yirmi cilttir.

Beşinci asır: Ali b. İbrahim b. Said ei-Hûfî [17] Eserleri: «el-Burhan îî Ulûmi´l-Kur´an» ve «İ´rabu´l-Kur´an» dır.

Ebu Amr ed-Dânî (öl. 444). Eserleri: «et-Teysir fî Kiraâti´s-seb» ve sel-Muhkem fî´n-Nukat» tır.

Altıncı Asır: Ebu´l-Kasim Abdurrahman es-Suheylî [18] lakabıyla tanınır. Mubhemâtu´l-Kur´an konusunda eser vermiştir.Aiemu´d-Din es-Sahâv [19] kıraatlerle ilgili eser vermiştir.

Daha sonra Kur´anla ilgili yeni ilimler ortaya çıktı: Bedâyiu´l-Kur´an [20] Huoecu´l-Kur´an [21] Eksamu´l-Kur´an [22] ve Emsâlu´l Kur´an [23]Kur´anla ilgili çalışmalarda takip edilen metod, teferruat üzerinde de durmaktır. Onun için bu ilimlerin hepsini içine alan kısa bir İsim gerekiyordu. İşte bu ilme, Ulûmu´l-Kur´an (Kur´an İlimleri) ismi verildi.Şafiî (r.a.) Yemen´de Alevî gurubun reisi olduğu ithamı ile demir zincirlerle bağlanmış olduğu halde Bağdad´da Harun Reşîd´in huzuruna geti­rildiğinde Reşit ona: Şafiî Allah´ın Kitabı hakkında bilgin nedir? İlk sorumu buradan başlatıyorum: Çünkü Allah´ın Kitabı kendisiyle başlanmaya daha evlâdır, dedi. Şafiî cevap verdi: Allah´ın kitaplarından hangisini soruyorsun ya Emire´l-Mü´minin? Çünkü pekçok kitap indirmiştir. Harun Reşid: Güzel söyledin. Lâkin ben. Amcam oğlu Muhammed (s.a.v.) e indirilen Allah´ın Kitabından sormuştum, dedi. Bunun üzerine Şafiî şöyle dedi. Kur´amn ilimleri çoktur. Bana muhkem ve müteşâbihinden mi soruyorsun? Taksim ve te´hirinden mi soruyorsun? Nasıh ve mensuhundan mı soruyorsun? [24] vs.

Bazı araştırmacılara göre-şumullu manasıyla Ulûmu´l-Kur´an istilanı, el-Hûfî olarak şöhret bulan Ali b. İbrahim b. Saîd´in (öl. 430) «el-Burhan fî Ufûmi´l-Kur´an» isimli kitabıyla başlar. Kitap otuz cilt olup birbirini takip

32/a Bk. ei-ltkan, 2/225-228. Ibnu´l-Kayyım bu konuda müstakil eser yazmıştır. Müte-ahhirinden Abdulhamit el-Ferâhînin de «İm´ân fî Eksâmi´l-Kur´an» isminde müstakil bir eseri vardır.

etmeyen müteferrik onbeş cildi Kahire´de Dâru´l-Kütüpde Tefsİr-59 no´da mahfuzdur. Keşfu´z-Zunûn sahibi bu eser için şöyle demektedir: «Onda ga-ribu´i-Kur´an, İ´rab ve tefsirden bahsetmektedir.»

Lâkin az Önce Kur´an çalışmalarını konu alan kitaplardan bahsetmiş, ve «Ulûmu´l-Kur´an» terkibini sarahaten ihtiva edenlerin isimlerini vermiştik. Bize göre İbnu´l-Merzebân´ın üçüncü asırda yazdığı eser, bu konuda ilk eserdir.Altıncı asırda İbnu´l-Cevzî (öl. 597) Kur´an´ta ilgili iki eser yazdı: «Fu-nûnu´l-Efnân fî Acaibi Ulûmi´l-Kur´an [25] ve «el-Mücteba fî Ulûmin Tete-allaku bi´l-Kur´an». Bu kitapların her ikisinin Kahire´de Dâru´l-Kütüpte yazması mevcuttur.

Yedinci asırda Alemu´d-Dİn es-Sehâvî {öl. 643) «Cemâlu´l-Kurra1 ve Ke-mâlu´l-lkrâ» [26] Ebu Şâme de (öl. 665) sel-Murşidu´l-Vecîz fîmâ Yeteallaku bii´-Kur´ani´l-Aziz» isimli eserini yazdı.

Sekizinci asırda Bedruddin ez~Zerkeşî (öl. 794) [27] «el-Burhan fî Ulûmi´l-Kur´an» adlı eserini yazmıştır ki Ebu´î-Fazl ibrahim eseri yayına hazırlamış ve övgüye layık, bir tahkik, yapmıştır.

Dokuzuncu asırda bu konuda yapılan telifler çoğaldı. Celâiuddin e!-BuI-kînî [28] «Mevakiu´i-Ulûm min Mevakii´n-Nucûm» [29] isimli eserini, yazmış-tir. Muhammed b. Süleyman eî-Köfîyeci de föi 879)[30] bir eser yazmış-ûr. es-Sayatfdu eserden öaâseder ve müefû´fmın, eserinden daha ustun hır

bir malumatımız yoktur. es-Suyutî (öl. 911) de önce «et-Tahbir fî Ulûmi´t-

29/b el-ltkan, 1/3. es-Suyûti kitap için: «Tertibli ve güzel bîr kitap» olduğunu belirtir.

Tefsir» İsimli eserini yazmış ve ardından «el-İîkan fî Ulûmi´l-Kur´an»ı yazmıştır.[31]

Son asırda birçok âlim Kur´an ve Kur´an´tn tarih ve ilimleri hakkında eser vermeye yönelmiştir: Tahir el-Cezairî, «et-Tıbyan liba´zı´i-Mebahisi´k Müteallıkatİ bi´l-Kur´an» isimli eserini, Muhammed Cemâluddin el-Kasımî «Mehasınu´t-Te´vîl» isimli eserini, Muhammed AN Selame «Menhecu´l-Fur-kan fî Ulûmi´l-Kur´an» Tantâvî Cevheri «el-Cevahir fî Tefsirî´l-Kur´ani´l-Ke-rim.» .

Arab dilinin büyük edibi Mustafa Sadık er-Rafîi (İ´cazu´l-Kur´an) isimli eserini. Malik b. Nebî «ez-Zâhiretu´l-Kur´anİyye» İsimii eserini -ki bu eser Seyyid Kutub, «et-Tasvîru´l-Fennî fı´1-Kuran» ve «Fî Zılâli´l- Kur´ân» isimli vahiy konusunda değerli bir araştırmadır. -Muhammed Reşid Rıza «Tefsî-ru´l Kur´ani´I-Hakîm» isimli eserini ki bu eserde Kur´an ilimleriyle ilgili pek çok malumat vardır ve Dr. Muhammed Abdullah Drâz «en-Nebeu´I-Azîm, Nazaratun Cedide fi´l-Kur´an» isimli eserini yazmıştır. [32]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kuran İlimleri
« Posted on: 26 Nisan 2024, 15:05:04 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kuran İlimleri rüya tabiri,Kuran İlimleri mekke canlı, Kuran İlimleri kabe canlı yayın, Kuran İlimleri Üç boyutlu kuran oku Kuran İlimleri kuran ı kerim, Kuran İlimleri peygamber kıssaları,Kuran İlimleri ilitam ders soruları, Kuran İlimleriönlisans arapça,
Logged
25 Eylül 2010, 16:47:49
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 25 Eylül 2010, 16:47:49 »

emrine uygun olarak taksim etmesini isterken sahabeden bazısı bu taksimattan hoşlanmamıştı. Nitekim savaşa çıkıldığında da bazıları savaşmaktan hoşlanmamıştı. Böylece ganimetin taksiminden hoşlanmamalarını, savaşa çıkmaktan hoşlanmamalarına, benzetmiştir. [111]

Kur´an okuyucusunun âyetler arasındaki tenasübü görebilmesi için bazen edebî zevkine ve bazen fıtrî mantığına müracaat etmesi gerekir. O zaman lafızların Istilahî veya felsefî manalarını kafasında canlandırmadan orada ya genel veya özel, ya zihni, veya harici, ya aklî veya hissî ya da hayali bir bağ bulacaktır. Çoğu zaman ayetler arası bağ illet ve malûlün söz konusu edilişine göre bir bu yandan, bir o yandan sözkonusu olur. Şayet âyetler biribirlerinin aynı doğrultuda aralarında bir bağ yoksa biribir-Jerinin zıttı olmakla aralarında bir bağ bulunur. Azabın zikredilmesinden ;sonra rahmetin zikredilmesi, cehennemin nitelenmesinden sonra cennetin nitelenmesi, akıllar tahrik edildikten sonra kalblerin yönlendirilmesi gibi. ´Çıkarılacak öğüt, âyetler arası münasebet yönlerini parlak ve zorlanılmayacak bir şekilde yakalayan bu fıtrî mantığa dayanır. Öyle sanıyoruz ki, bu yönleri ortaya çıkarmada kapalılık, ancak sûreler arası münasebeti yakalama hususunda çoktur. Şayet Ebu Ca´fer b. ez-Zübeyr´in «el-Burhan fi Münasebeti Tertibi Suveri´l Kur´an» isimli kitabı bize ulaşmış olsaydı bu kapalılığa dair birtakım örnek ve şekillerle karşılaşırdık. Müfessirlerin bu nevi münasebet üzerinde pek durmamalarını, sadece bu yönün ince ve hassas oluşundan ileri geldiğini sanmıyoruz. Aksine, bunun hem faydacı yoktur, hem de pek çok zorlanmalara sebep olmaktadır. Öyle ki, bu konuyu zorlayanlar, âyetlerin başta, ortada veya sonda olduğuna ve hangi ^konuyla ilişkili bulunduğuna bakmadan iki sûre arasında benzer iki kelime veya âyet bulmak için sarfettikleri çabadan nefesleri tutuluyor.

Varsınlar el-Bakara sûresinin «Elif, Lam, Mim. Bu o kitaptır ki, onda ışüphe yoktur» sözleriyle,başlamasını, Fatiha sûresinde «Bizi doğru yola •eriştir.» [112] sözünde geçen «yol»a işaret olduğunu ileri sürsünler. Sanki onlar, doğru yola kavuşmayı sormuşlar ve bu sorularına karşılık onlara: Ona erişmeyi sorduğunuz yol, kitabın (Kur´an´ın) kendisidir.» denilmiştir. [113] Varsınlar, Fâtır sûresinin «Hamd» ile başlamasını, önceki sûrenin son âyeti olan: «Kendileriyle, arzuladıkları şeyler arasına artık engel konur; nitekim, daha önce kendilerine benzeyenlere de ayni şey yapılmıştı. Çünküonlar şüphe ve endişe içindeydiler.» [114] âyetine münasip olduğunu ileri sürsünler. el-İsra süresinin «tahmid» ile başlaması arasında bir bağ bulunduğunu ve sebebinin de «teşbihin tahmidden üstün oluşu olduğunu» [115]sansınlar. EI-Kevser suresinin, el-Maûn sûresinin karşılığı olduğunu ve bunun için de ondan sonra gelmesinin münasip düştüğünü, çünkü öncekinde münafığın dört hususla: Cimrilikle, namazı terketmekle, namazda riya yapmakla ve zekâtı engellemekle nitelendiğini, cimriliğin karşılığında: «Biz saha kevseri verdik» yani bol hayır verdik. Namazı terketmenin karşılığında «Namaz kıl» yani namaza devam et, emrinin geldiğini, riyanın karşılığında «Rabbına» yani insanlar için değil, «Rabbın İçin» denildiğini ve zekâtı engellemenin karşılığında da «Kurban kes» [116] yani kurban etlerinin dağıtılması istenildiğini söylesinler. Bütün bunlardan sonra el-Ahfeş´in, Kureyş sûresinin el-Fil süresiyle irtibatının «Firavun´ın adamları onu yitik olarak aldılar. Kendileri için bir düşman ve dert olsun diye..» [117] ayeti kabilinden olduğunu, Allah, Firavun´un adamlarının Hz. Musa´yı almalarının neticesi de nasıl başlarına dert kıldıysa fil ehlinin uğradıkları âkibet de Kureyş ehli için emniyet ve selâmet kılmıştır. [118] demesi ne .garip bir zorlanmadır!

Âyet ve sûreler arası münasebet hususunda zorlananlar ne kadar zorlanırsa zorlansın, muhakkik rnüfessirlerimiz bu zorlanmadan yüzcevirmek-le en güzelini yapmışlardır. Çeşitli hüküm ve farklı yirmi küsur sene içerisinde inen bu Kur´an sûrelerinin her birinde ayetlerin tam ve mükemmel bir uyum içerisinde olduğuna hem kendileri inanmışlar ve hem de araştırmacıları inandırmışlar, zorlanmalara iltifat etmemişlerdir. Hem âyetler arasında öyle bir uyum var ki, çoğu zaman nuzül sebebine ihtiyaç bile kalmamaktadır. Daha sonra bütün bu Sûreler, - tam bir uyum içerisinde olan ayeileriyle - zamanın boynunu süsleyen ve yüzondört taneden oluşan bir gerdanlık olarak ortaya çıkmışlardır.

Kur´an´ı, sanat uyumuna en çok önem veren kitap olarak görürsün. Yine görürsün ki, muhakkik âlimlerimiz bu uyumu yakalamak İçin araştırmacıların en gayretlileridir. Şayet nuzül sebepleri bilinmiyorsa yahut biliniyor da, zapdediimemişse veya zabtedilmiş ama şöhret bulmamışsa âyetler arası bağ ve ilgi daha da güçlendiriliyor. Böylece âyetler, akışları içerisinde daha bir hareketlilik ve aksiyon kazanıyor. Bütün bunlarda,,değeri büyük münasebetin bilinmesiyle çeşitli uyum şekilleri ortaya çıkıyor.

Nuzül sebepleri zikredilmediği takdirde - ayetler arası münasebet yolunun dışında ya yerlerini alan başka uyum şekilleri vardır ya da parlak ve canlı tablolar çizilerek onların medlulleri pekiştirilmektedir.

Göz Kur´an´ın üç yerinde bu yeni uyum şekillerini görmekte güçlük çekmez. Bu şekillerden biri, nuzül sebeplerini aşıp başka hususları ,da kapsadıkları hususunda âlimler arasında ittifak bulunan âyetlerdir. Diğeri özel bir sebep için inmiş olsalar bile umum bildiren ifadelerle gelen âyetlerdir. Üçüncüsü ise, zaman ve mekânı aşan ve münasebetlerle sebeplerin ötesine uzanan insanî örnekler çizen âyetlerdir.

el-Mücadile sûresinin başta raf m da ki zihâr âyetleri, karısına zihar yapan ve onu annesinin sırtı gibi kendisine haram kılan Evs b. es-Sâmit hakkında İnmiştir. Âyetler, zihar yapmanın keffaretinin bîr köleyi azat etme-veya ard arda iki ay oruç tutma yahut altmış fakiri doyurma olduğunu açıklamıştı. Sonra Seleme b. Sahr´m başından da benzer bir olay geçti. Ramazan ayı çıkıncaya kadar karısına zihar yaptı. Durumunu Peygamber (SAV.) e arzedince, Rasulullah Evs hakkında inen âyetlerle ona fetva verdi. Sele-me´nin soruşu, âyetlerin iniş sebebi değildi. Nüzullerine sebeb Evs´İn sorusu idi. Ancak âlimler bu âyetlerin, sebeplerinin dışındaki olaylar için de geçerli olduklarına dair ittifak etmişlerdir. [119]

İfk hadisesinde kazıf haddi. Müminlerin anası Hz. Aişe (R.A.) ya iftira edenler hakkında İndi. [120] Ona iftira edenler de belli idi. Lâkin kazıf haddi onlar için geçerli olduğu gibi başkaları İçin de geçerli oldu. Halbuki onlar kazfın en çirkinini irtikab etmiş müminlerin anasına iftira etmişlerdi. Bir topluluğun anasına iftira eden, hepsine iftira etmiş gibidir. Nihayet âyet mutlak olarak geldi ve «el-Muhsanât: evli kadınlar» lafzı Hz. Aişe´yi de başka evli kadınları da içine aldı: «Evli kadınlara zina isnad edip de sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurunuz.» [121]

Âyetlerin, sebeplerinin dışındaki olayları da kapsadığını söylerken cumhuru ulemâ, sebebin hususiliği yerine lafzın umûmî (mutlak) oluşuna ´dayanmıştır. Mutlak olarak gelen ve belli özel bir sebep üzere inmiş olan Kur´an nassı, sebep olan olaylardaki fertleri kapsadığı gibi, sebep olan olaya karışmamış olanları da kapsar. Çünkü Kur´anın umum ifade eden lafızlarının belli bir şahsa yöneltilmesi makul değildir. İbnu Teymiyye şöyle der: «Âlimler her ne kadar bir sebebe dayalı olarak vârid olan ve umum İfade ederi lafzın, sebebine özgü olup olmadığında ihtilafa düşmüş iseler de, hiç bir kimse: Kur´an ve sünnetin umum ifade eden lafızlarının belli, bir şahsa has olduğunu söylememiştir. Söylenebilecek olan: Onun, o şahsın durumunda olana has olduğu ve benzerlerin hepsini içine aldığıdır. Umum

İfade etme sadece lafızda kalmaz. Belli bir sebebi olan âyet şayet emir veya nehiy ise, o şahsı kapsadığı gibi, onun durumunda olan diğer şahıslan da kapsar. [122]

Misal olarak İslam´ın Medine´ye girmesiyle başlayan nifak hareketini ele alalım. Tarihi olayların yönlendirilmesinde bunun açık etkisi vardır. Ra-sûlullah´ın hicretinden vefatına kadar çeşitli görüntü ve şekiller olmuştur. Onun için Kur´an´ı Kerim bir çok sûrenin âyetlerinde ona savaş açmalı, hile ve desiseleri üzerinde durmalıydı. Öyleki, isimlerini taşıyan bir sûre bile inmiştir. Özel isimleriyle isimlendirilen bu sûre, ismine uygun olarak onları ele alıp işlemiş ve onlar için en aşağılayıcı bir tablo çizerek, onları ahmaklık ve donuklukla nitelemiş ve duvarlara dayandırılmış kof ve işe yaramaz heykeller olarak tasvif etmiş, dış görünüşlerinin aldatıcılığına ve hoşa giden cüsselerinin muntazamliğına rağmen, her bir hışıltı ve ses duyduğunda yüreği hoplayan farelerden daha ödlek olduklarını belirtmiştir. İşte o mûciz ayetlerden biri, dış görünüşleriyle asıl iç yüzlerini ne güzel tasvir ediyor: «Ey Muhammed; Onlara baktığın zaman cüsseleri hoşuna gider; tıpkı, sıralanmış kof kütük gibidirler; her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar; onlar düşmandır, onlardan çekin; Allah canlarını alsın, nasılda aldatılıp döndürülüyorlar!» [123]

Kur´an´ı Kerîmin bu umum İfade eden laftzlarıyla, sadece iniş döneminde yaşayan sonra da ölüp giden Evs ve Hazredi bir gurup münafığı kasdettiğini söylemek akıl kârı mıdır? [124] Şayet o gurubu ilk plânda ele almış ve karakterlerini tam olarak nitelemişse, bu âyetleri ve benzerlerini şümullü ve genel bir ibret, bu sınıftan geçmiş ve kıyamete kadar geleceklere parlak ve ebedî «bir örnek» olmaktan alıkoyan aklî bir engel var mıdır? [125] Buna benzer âyetlerin Evs ve Hazredi münafıklarla birlikte on­ların durumunda olanları da kapsadığını, bu âyetler her ne kadar Evs ve Hazrecliler hakkında inmişse de benzeri münafıkları da kasdettiğini söyleyen İbnu Abbas, Ebu´İ Âliye, el-Hasen, Katade ve es-Süddî gibi müfessir-lerimizin haklı olmadıklarını söylemek mümkün müdür? [126]

Rasulullah´ın dönemindeki ilk İslâmî savaşlarda müslümanların dış düşmana karşı uyanık olm...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

25 Eylül 2010, 16:56:31
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #2 : 25 Eylül 2010, 16:56:31 »

iki çelişkiyi bir araya getirmeye Allah´ın kadir olduğunu da ifade etmişlerdir. Allah insanda gülme istek ve sebeplerini de ağlama istek ve sebeplerini de yaratmıştır. Onu hayata hazırladıktan sonra ölümü de hazırlamıştın Atan menide erkek özelliklerini yarattığı gibi kadın özelliklerini de yaratmıştır. İkinci diriliş O´nun İçin, birinci dirilişten daha kolay değil midir?

O halde müşrikler güçlerinin sınırlarını bilsinler ve sapıklıklarından vaz geçsinler. Allah´ın yalancı münkirleri nasıl helak ettiğini hatırlasınlar. Bilsinler ki tehlike, yakındadır. Hakkı batıllarına galib kılmadan Allah´a secde etsinler. Yoksa, kâfir oldukları halde can vereceklerdir.

İlk merhalede inen Mekkî sûreler hakkında söylenebilecek pek çok şey arasından naklettiğimiz bu küçük miktarı aktarırken -muhakkik âlimier-ce sabit olduktan sonra- bizce de sabit olandan özet mahiyetinde düşünceler, inanç meseleleri ve bazı talimatı zikretmekle yetindik. İlk merhalede İnenler hakkındaki bu tahlilimiz kısa ve seri bir şekilde ise de - arzedilen konular, tasvir edilen tablolara ışık tutmak için yeterlidir. Ayrıca Kur´an´-daki bu sûreleri üslûp özellikleri yönüyle, Mekkî diğer iki zümre ve Medenî üç zümredeki sûrelerden temyiz edebilmek için de kâfidir.

Bu merhalenin bütün sûrelerinde vahiy ve din, AHah´ın kudreti ve rahmetinin eserleri, birinci dirilişe kıyasla ikinci dirilişin deiitlendirilmesi, kıyamet sahnelerinin tasvirleri, daha önceki yalancıların uğradıkları musibetlere benzer musibetlerle müşriklerin uyarılması, mesuliyet, sevap ve ceza dü-

şüncesinin pekiştirilmesi. Peygamber ve mü´mînlerin karşılaştıkları musî-betve belâlar karşısında önceki kardeş Peygamberlerin uğradığı sıkıntılar anlatılarak teselli edilmeleri, inanç kurallarında din birliği açıklanarak bu mübarek dâvanın âlemşumulluğuna işaret edilmesi gibi konuları rahatlıkla gözlemleyebiliriz. İlk merhalede inen sûrelerde anlatılan bu konular her ne kadar çeşitli usiûblarîa ve farklı mûsikî âhengiyle, anlatılmışsa da en bariz olanlarıdır.

Şayet bu sûrelerin kendilerine dönüp teker teker okuyacak olursak hepsinin âyetlerinin kısa ve son derece veciz olduklarını, kâinatın´çeşitli görüntülerine sık sık yemin edildiğini, emir, nehiy, istifham, temennî ve dileğin coşkulu ve etkili bir anlatımla anlatıldığını görürüz. Kullanılan kelimelerin parlak ve özenle seçildiğine, musikînin bazen sessiz harflerinde bazen de sesli harflerinde tam bir mükemmeliyetle hakim olduğuna şahit oluruz. Ölçülü kafiyeleri -dehşet verici âhengiyle- bazen hareketli ve dalgalı, bazen de durgun ve şakin. Bazen kökten sökücü ve devirici, bazen bağına ve bazen fısıldayıcı. Mânâların muşahhaslaştırılması ve cansızların canhymış gibi onlara hareket, ve hayat verilerek konuşturulması, onları, renklerle zengin canlı tablolar haline sokmuştur.

Mekkî sûrelerin orta merhalesinde olduklarına kanaat getirdiğimiz sûrelerden tahlilini yapmak istediklerimiz de bu konu ve üslûp özelliklerine sahiptir. Hepsinde bu fikir ve talimatların benzerleri vardır. Her sûrede bu sekil ve gölgelerin, bu nağme ve musikînin benzerlerine rastlanır. Ancak bazı inanç kuralları arttırılmış ve bazı hakikatler daha ilâve edilmiştir. Öyle ki, neredeyse sûre, kalb ve kulakları doyuran ulvî bir manzumedir.

. Misal olarak «Abese» sûresini ele alalım. Mekkî orta merhaleden bir sûre. Henüz başından itibaren kalbleri gerçek değerlere, insanlığın kıyamet günü büyük korku ve hakikatına yöneltmekle Rasûlullah döneminin olaylarından birini tedavi ediyor. Sûre bu büyük hakikatleri, güçlü etkilere sahip işaretlerle derinlere etki eden değinmelerle, uzun gölgeli resimler ve vurgulu fasılalarla tedavi ediyor.

İnanmış biri olan, fakat gözlerinden âmâ ve fakir bulunan İbnu Ummi Mektum peygambere gelerek ondan Allah´ın kendisine öğrettiklerinden ona da öğretmesini istemiş ama Peygamber yüzünü ekşiterek başka tarafa çevirmişti. Kur´an-ı Kerim bu ferdî olayı ele alıyor ve şiddetli bir; şekilde Peygamberi kınıyor. [242] Onu yeryüzünün değerleri yerine semavî değerleri ve haksız beşeri ölçüler yerine âdil şeriat ölçülerini almaya davet ediyor. Allah bu olayı Peygambere ve mü´minlere unutulmaz bir ders kılıyor; «Sakın (ha bir daha böyle yapmasın.) Çünkü o bir öğüttür. Dileyen onu öğüt olarak alır.»

Peygamber bu âmâdan yüz çevirip yüzünü ekşitmemeliydi. Çünkü bu âmâ kişi, takvası sayesinde Allah´ın yanında soy, güç ve şöhret sahiplerinden daha değerlidir. İmandan ve takvadan uzak hayat değerlerinin hepsinin hiç bir ağırlığı yoktur. ´ ,

Değerlerin hakikati işte budur. Hayatın hakikatma gelince onun merhale ve böiümleri vardır. Bölümlerin her birinde, gerek insan, gerek hayvan âleminden canlıların işlerini düzenleyen şefkatli bir el görülür. Bu el, hayatlarını devam ettirmeleri için gıdalarını veriyor. Sağlıklarını koruyor. Üzerlerine bol bol yağmur yağdırıyor. Bu yağmur toprak arasından süzülür ve toprağı gevşeterek bitek olmasını sağlar. Bitki için gerekli nemi sağlar ve toprağı yarıp çıkmasına, uzayıp yükselmesine yardımcı olur. Bir bakarsın o bitki öğütülen tane, sıkılan üzüm, taptaze yenen meyve, yağın kendisinden yapıldığı zeytin veya saklanabilen kaliteli hurma olmuştur. Ve bakarsın bitkinin yeşerdiği bahçelerde, ağaçlar biribirierine sarmaş-dotaş olmuş, dallar biribirine karışmış ve insanın zevkle yiyeceği meyvelerle, hayvanın otlayacağı ve açlığını gidereceği otlarla dolmuştur.

İnsan, hayatın ve değerlerin hakikatini bilmeliydi. Çünkü o, hayatın tüm sebepleriyle ,mücehhez olarak yaratılmıştır. Ama o, zalim ve cahildir. Nimetleri inkâr edendir. Basit ve kokmuş bir sudan yaratılışını unutmuştur. Hayat yolculuğunda sıkıntılarını gidererek yolunu kolaylaştıran Allah´ın nimetlerini görmezlikten gelmiştir.. Ölümden sonra toprağın altına gireceğini hatırlamaz olmuştur. Sorumluluklarını yerine getirmemiş ve başı boş bırakılıp hesaba çekilmeyecekmiş gibi inkârına devam etmiştir. İnsanın hakikati ve onun küfrü ne de hayret vericidir!

Lâkin büyük ve korkunç bir hakikat insanı bekliyor. Büyük korku ve dehşet günü, kıyametin kopacağı gün. Kulakların zarları patlayacak, insan onun etkili sesinden başka bir ses duymayacaktır. Vereceği dehşetten en yakın akrabalarını bırakıp oraya-buraya koşuşacaktır. Kendi geleceğinden başka hiç bir şeyle ilgilenmeyecektir. O gün insanlar yüzleri açısından iki sınıftır: Mutlu olanların yüzü gülecek, neşe ve mutluluktan pırıl pırıl parlayacak. Bedbahtların yüzü ise, hüzün ve kederlerinden mosmor kesilecek. Ne mutlu inananlara! Kâfir zalimlerin sonucu İse ne kötüdür, [243]

Kur´an-ı Kerîm selim ve bozulmamış olduğu haldeki insan fıtratıma hakikati ile doğru yoldan saptıktan sonraki hakikatini arzetmek ister. Bunu «et-Tîn» sûresinde, ve bazı mübarek meyvelere, mukaddes yerlere yemin etme çerçevesi içerisinde anlatır, [244] Allah/insanı şereflendirmek, onu düzenli yaratmış olmak, bedenî azalarını en mükemmel şekilde düzenlemek ve hem ceset, hem de ruh yönünden üstün kılmakla kendisine

yaptığı İyiliği hatırlatır. Sonra ruhî yönden ne kadar aiçalabileceğini, aşağıların aşağısına nasıl düşeceğini ortaya koyar. Ancak fıtrat ona hayat yollarını aydınlatır, ona iman hakikatini gösterir ve onu iyi davranışlara teşvik ederek nihayet kemale ulaştırır ve onu nâîm cennetlerine kavuşturursa o başka. Artık insanın hakikati idrak ettikten sonra fıtrat nurunu söndürerek Allah´ın dinini yalanlaması, O´nun hikmetini görmezlikten gelmesi ve hevâ ile hevesine uyması yakışır mı? [245]

Kur´an, kıyamet sahnelerinden birini tedâvî edici ve kalbe korku salan dehşet verici âyetlerle izah edip ardından ceza ve hesap sahnesini tasvir etmektedir. Bu, heybeliyle her şeyi sarsan «el-Karia» sûresinde, cereyan eder. Öyle ki, insanlar onun şiddeti karşısında, hangi tarafa uçacağını bilmeyen ve sağa- sola çarpan bir kelebek gibi şaşkınSaşır ve küçülürler. Köklü dağlar, savrulan ve uçuşan yün gibi darmadağın olur. Ama kişinin ameli iyi ise, bu korkunç ortam içerisinde mutlu bir hayat ümidi içerisinde bulunsun. Ya ameli kötü ise, cayır cayır yanan ateşi ve ebedî helaki bekle­sin. İnsan, küçük kelebekler gibi sağa-sola savurulmaması için kendisini sağlam kılacak ağırlıklara ne kadar da muhtaçtır.

Kur´an, «el-Kıyame» sûresinde, ölümden sonraki dirilişi pekiştirmek ve bu dirilişin münkirlerine cevap vermek üzere korkunç ve topyekün kevnî inkılâbı gözler önüne serer. Böylece Peygamberin de kalbinde vahiy nakşedilerek kökleşir. İnsanoğluna hakim olan bu fânî dünya sevgisi onu etkilemez. Vecîz bir şekilde mutlu kimselerin varacakları yer ile kötülerin varacakları yeri izah eder. Her vahiy için mukadder olan gelişin sahnesini tasvir eder. İnsana ilk yaratılışını hatırlatır ki, ölümden sonraki dirilişini buna kıyaslasın.

Allah, ölümden sonra dirilişin olacağına ve kıyametin hiç şüphesiz kopacağına dair kevnî inkılâbı tasvir etmek için bir hazırlık oisun diye kıyamet gününe ve pişmanlık duyup sakınan nefse yemin ediyor. Şayet insan çürümüş kemiklerinin toplanmasını uzak görüyorsa, Allah daha büyük ve önemli şeyleri yapmaya da kadirdir: O, parmak uçlarını, tüm çizgileriyle tekrar bir araya getirip eski şekline sokmaya da kadirdir. O halde insanın bu azgınlığı neden? Neden tekrar dirileceğini uzak görmektedir?

Gafil kalbe karşı çıkıp onu köşeye sıkıştıran bu güçlü uslûbla ölümden sonraki dirilişin pekiştirilmesi, insanların Allah huzurunda hesap verecekleri kevnî inkılâb için en uygun mukaddimedir: Kıyamet günü her şeyde in-

kî!âb {değişme) n« kadar anî olacaktır! Korku ve titremeye kapılmış olan İnsan sağa-sola kayan gözloriylo bütün kâinatı, düzeni bozulmuş olarak görecek. Ne ayın aydınlığı güneşin parlaklığı vardır. İkisi bir araya gelmiş ve sönüp gitmişlerdir, insanın da sığınacağı bir yeri yoktur. Daha önce yaptıklarının hesabını vermeye götürüldükten sonra onu o korku ve dehşetten koruyacak hiç bir şey b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

25 Eylül 2010, 17:04:37
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #3 : 25 Eylül 2010, 17:04:37 »

Kıraat İlmi Ve Kur Raya Kısa Bir Bakış


Bir önceki konuda Kur´an´ın indirildiği yedi harften maksadın meşhur yedi kıraat, olamıyacağına dikkat çekmiş ve sebeplerini orada anlatmıştık. Buna dikkat çekmemize sebep, bu kıraatlerden maksadın yedi harf olduğunu önceki ve sonrakilerden, pek çok kimsenin sanmasıdır. Ebu Şâme «el-Murşidu´l Veciz ilâ Utûmin Teteailaku bi´l - Kur´ani´l - Azîz» İsimli kitabında şöyle der: «Bir cemaatin zannına göre, Hadisten maksat, şu anda mevcud yedi kıraattir.» Bu, bütün ilim ehfinin icmaına muhaliftir. Ancak câhil kimseler böyle bir vehme kapılabilir. [359]

Bu vehme saplanmada en büyük pay, «İbnu Mucahid» olarak şöhret bulan ve Hicrî üçyüz tarihi başlarında Bağdatta, Haremeyn, Irak ve Şam´da kıraatle şöhret bulan kurrârnn kıraatlerini toplayan büyük İmam Ebu Bekir Ahmet b. Musa b. el-Abbas´ındır. Oysa onun bu kıraatleri toplaması bir tesadüf ve tevafuktan başka birşey değildi. Çünkü tesbit ettiği kurrâdan daha değerli kıraat imamları vardı. Sayıları ise, küçümsenmeyecek kadar çoktu. [360] İbu´l Abbas b. Ammar, İbnu Mücahid´i kınamakta ve ifadesinde kaîı davranarak şöyle demektedir: eBu yedi kıraati, tesbit eden, olmaması gereken birşey yaptı. Onun bu davranışı, dar görüşlü kimselerin, bu kıraatlerin hadiste zikredilen yedi harf olduğunu sanmalarına sebep oldu. Bu şüpheyi izale etmek için keşke yediden daha az veya daha fazla kıraat tesbit etmiş olsaydı. [361]

Âlimler kıraatle ilgili eserler vermeye başladıklarında İslâm âleminde «yedi kıraat» ifadesi bilnmiyordu. Bu konuda ilk eser veren Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Ebu Cafer et-Taberî ve Ebu Hatim es-Sicistanî eserlerinde bu kıraatların katlarcasını zikretmişlerdir. Yedi kıraat ifadesinin şöhret bulması ikiyüz yıllan başlarında halkın bazı kıraat imamlarının kıraatlerine yonelip diğerlerine rağbet göstermemelerinden doğdu. Mekke´de Abdullah b. Kesir ed-Dâbî´nin kıraati [362] (öl. 120) meşhur oldu. Bu zat, Ubeyy b. Ka´b, Abdullah b. Abbas ve Ebu Hureyre ile yetmiş tabiînden kıraet dersi almıştır. Şam´da İbnu Âmir olarak şöhret bulmuş Abdullah el-Yahsûbî [363] (Öl. H. 118) kıraati, el-Muğire b. ebi Şihab el-Mahzûmî kanalıyla Osman b. Affan´dan almış ve sahabeden en-Nuam b. Beşir ve Vasile b. el-Eska´la karşılaşmıştır. Bazıları, Hz. Osmanla karşılaşıp bizzat

ondan ders aldığını söyler. Basra´da Ebu Amr ile Yakub´un kıraatleri şöhret bulmuştur. Ebu Amr [364], Zebban b. el-Al´a b. Ammar olup H. 154 yılında vefat etmiştir. Ebu Amr, Mücahid b. Cübeyr ve Said b. Cubeyr kanalıyla Abdullah1 b. Abbas ile Ubeyd b. Ka´b´tan rivayette bulunmuştur. Ya-kub´a gelince, [365] o, İbnu İshak el-Hadramî´dir. (öl. H. 250) Sellâm b. Süleyman et-Tavîl kanalıyla Âsim ve Ebu Amr´dan kıraati almıştır. Kûfe´de Hamza ile Asım´ın kıraati şöhret bulmuştur. H´amza, [366] İkrime b. er-Ra-bî´ et-Teymî´nin (öl. H. 188) mevlâsı olup İbnu Habîb ez-Zeyyât´tır. Süleyman b. Mehran el-Ameş, Yahya b. Vessab, Zirr b. Hubeyş´ten kıraati arz yoluyla almıştır. Âsım´a [367] gelince o, İbnu Ebi´n-Necûd el-Esedî´dir. (öl. H. 127) Kıraati, Zirr b. Hubeyş´ten almış ve o da Abdullah b. Mesud´dan almıştır. Burada Arap asıllı kurranın azlığı ve mevâlî kurrâmn çokluğu göze çarpmaktadır. Özellikle İran asıllı olanlar daha çoktur. «Bu yedi kurrâdan sadece İbnu Âmir ve Ebu Amr Arab asıllıdır.» [368]

İbnu Mücahid bu yedi İmamın kıraatlerini toplarken Yakub´un ismini atmış ve onun yerine el-Kisaî´yi (Ali b. Hamza öl. H. 189) eserine almıştır. [369] Oysa biz biliyoruz ki el-Kisaî Kûfe´li ve Yakub ise Basraİıdır. Sanki İbnu Mücahid Basra´nın bir Karîsî ile yetinmiş, ki o da Ebu Amr´dır. Diğer taraftan Kûfelilerden üç kişiyi zikretmiştir: Hamza, Asım ve el-Kisaî.îbnü Mucahidden sonra bu yedi imamın kıraati geniş bir şöhrete ulaşmış ve - daha önce belirttiğimiz gibi - birçok kimse, hadiste zikredilen ye­di harfden maksadın bu yedi kıraat olduğunu sanmıştır. Ama gerçek o ki, kabulü gerekli olanları da tesbit edecek olursak, bu tesbit neticesinde kı-raat-r aşr (on kıraat) ve kıraat-ı arbaa Aşer (ondört kıraat) şeklinde okunacak da vardır. On kıraat dediğimiz, sözü geçen yediye ilaveten, yukarıda kendisine dikkat çektiğimiz Yakub´un kıraati, Haleff b. Haşim´in [370] (öl. H. 229) kıraatini ve bir de Ebu Cafer olarak şöhret bulan Yezid b. el-Ka´ka´nın [371] kıraatini zikrederiz. Ondört ise, yukarıda adı geçen on kişinin kıraatlerine meşhur Hasan-i Basrî´nin (öl. H. 110) kıraati, [372] İbnu Muhays´ın olarak bilinen Muhammed b. Abdurrahman´ın [373] (öl. H. 123) kıraati, Ya­kub b. el-Mübarek ei-Yezîdî´nin [374] (öl. H. 202) kıraat! ve Ebu´l Farac Mu-hammed b, Ahmed eş-Şenbuzî´nin [375] (öl. H. 388) kıraati ilâve edilir.

Kıraatlerin karilerden birinden diğerine bir silsile takip etmesinde mu-haddislerin senetlerinin büyük etkisi vardır. Âlimler, şer´i hükümlerle tefsir usulü kurallarını nasıl ki senedi sahih rivayetlere dayanarak çıkarıyorlarsa kurrâdan birinin kıraatinin kabul edilebilmesi için müşafehe ve sema yoluyla senedinin, Rasulullah (s.a.v,) den Kur´an´ı direkt olarak dinleyen bir sa-habiye ulaşması şarttır. Bu sebeple helal-haram, nuzûl sebepleri yahut âyetlerin açıklanması ile ilgili olarak kendilerinden rivayette bulunulan sa-habilerin isimleri bu senetlerin başında da tekerrür etmektedir. [376] İşte kurranın senedinde mevcud olan bu teselsül, âlimlerin, kıraatleri tevkifi olmakla nitelemelerine zemin hazırlamıştır. [377] Böylece mutlak kıyası reddetmişlerdir. [378] ez-Zemahşerî gibi «kıraetlerin fesahat sebepleriyle belagat ehlinin görüşlerine göre ihtiyari olduğunu» [379] söyleyenlerin görüşlerini kabul etmemişlerdir. Onun için Arap dili kurallarına ve Kur´an´ın resmine uyduğu halde güvenilir muhaddislerin isnadı gibi sahih bir isnatla gelmemiş olan kıraat reddedilir. Ayrıca nice kıraatler vardır ki bazı nahiv ehli yahut onlardan pek çoğu onları reddetmiş ama bu reddetmeleri nazar-ı iti­bara alınmamıştır (Ye´murkum) (Bâri´kum) kelimelerinin sakin okunması kelimesinin mecrur okunması, in mansub okunması ve iki muzafın arasının ayrıldığı vs, misallerinde olduğu gibi. [380] Onun için nakle yahut Kur´an´ın resmine aykırı olsa bile kendisince Arab bakımından daha doğru bulduğu kıraati tercih eden Ebu Bekir b. Miksem´e [381] karşı bir tavır takınmalarında şaşılacak bir durum yoktur. Onlar bir meclis akdedip onu bundan men etmeye ittifakla karar almışlardır. Ayrıca Ubey b. Ka´b ile İbnu Mesud´un kıraati üzere Kur´an yazan İbnu Şenbuz´un [382]tevbe etmesi için başka bir otu­rum akdetmiştir. [383]

Her iki meclis de, yedi kıraati ilk olarak derleyen kurranın şeyhi İbnu Mücahid´in emriyle akdolunmuştur. Halbuki İbnu Mucahid kıraati İbnu Şa-zân er-Râzî´den almıştı ve İbnu Miksem ile İbnu Şenbuz da ondan almışlardi. Ama üçünün aynı hocadan ders almış olmaları, İbnu Mucahid´în diğer kurra iie birlikte rivayetlerden daha sabit ve nakii daha sahih olanı, dilde daha yaygın ve Arap diline daha uygun olana tercih etme hususundaki ic-rnaa katılmasına ve aynı hocadan ders aidığı iki arkadaşına karşı sert tavır almasına [384] engel olmamıştır. [385]Bununla birlikte bazı dilci ve rva-hivciler şâz kıraatleri tesbit işine yönelmiştir. İbnu Haieveyh (öl. H. 370) bu kıraatlerle iigili bir eser hazırlamış ve ona «el-Muhtasar fî Şavâzzı´l-Kıraât» [386] ismini vermiştir. İbnu Cinnî [387]«el-Muhteseb fî Tevcih´l-Kıraâtış-Şâzze» isimli eserini telif etmiştir Ebu´l Beka ei-Ukberî [388] ise, daha geniş ve şümullü bir eser hazırlamış ve ona: «İmlâu mâ Menne bihi´r-Rahma-nu min Vucuhi´l - İ´râbı ve´l-Kıraâtİ fî Cemîi´İ -Kur´an» ismini vermiştir. Bununla birlikte bazt âlimler, «Şaz kıraatlerin tevcihi sanat bakımından meşhur kıraatlerin tevcihinden daha kuvvetlidir,» [389] sözünü genel olarak zikretmekte tereddüt etmemiştir. Onlar, şâz kıraatin tevcihini, te´vilin sıhhatine yardımcı, bulmuşlardır. Meselâ, yerine İbnu Mesud´un kıraatinin, hırsızlıkta hangi elin kesileceğinitesbit etmeye dair yardımcı olmuştur. Sa´d b. Ebi Vakkas´ın [390] kıraati, mirasla ilgili bu teşriî meselede kardeşliğin nev´ini tasrih etmiştir. İmam Ebu Hanîfe´den de rivayet edilen Ömer b. Abdtfaziz´tn [391] İsm-i Celâi´inmerfu ve kelimesinin mansub okunması şeklindeki kıraati, âlimlerin haşyetle tahsis edilmelerinden maksadın, onların mertebelerini ve Al­lah yanındaki değerlerini ortaya çıkarmak olduğunu açıklamıştır. ez-Zerke-şî´nin de belirttiği gibi bunun te´vili: Burada «haşyet» değer verme ve yüceltme anlamındadır, korku anlamında değildir.» [392] ez-Zerkeşî, ilave ederek şöyle der: «Bu ve benzeri harfler (kıraatler), Kur´an´] açıklar mahiyette olmuştur. Tefsir konusunda Tabiînden de buna benzer şeyler rivayet edilir ve hoş karşılanırdı. O halde sahabenin büyüklerinden rivayet olunan ve bizzat kıraatin içinde olan bu harfler (kıraatler) nasıl hoş karşılanmasın ki!

Bu durumdaki kıraatler, hem tefsirden daha çoktur hem de daha güçlüdür. En azından tevilin sıhhati konusunda bunlardan istifade edilir. [393] Onun için âlimler arasında şu söz şöhret bulmuştur: «Kıraat ihtilafları, ahkâm ihtilafını ortaya çıkarır.» [394]Ancak bazı kıraatlerin tevcihi, tekeliüften hali değildir. Bazen ilk bakışta nahoş görünür ve bu nahoşluğu ancak tevil giderir, et vav ve re harfinin fethi ile olan kıraatte olduğu gibi. Burada kelimesi ism~i mef´ul olarak okunmaktadır. Bunun tevili yapılırken, bu keSime, fiil gibi amel eden keli-meşinin mef ulu olduğu söylenir. Yani «şekillenmişi yaratan» demektir. [395]

Bazı vecihferden garip teviller çtkarmak için şâz kıraatlerin tevcihi, İslâm âlimlerinin Kur´an´ı ilgilendiren çeşitli ve geniş çalışmaları arasında meftun oldukları bir nevi ilmî israftır: Kur´an âyetlerinin sayısını, [396] en uzun ve en kısa [397] kelimeyi tesbit etme, harekeli harflerden Kur´an´da en çok bulunanlar hangileridir? [398] İslâm âlimieri ancak çok nadir durumlarda ve pek az faydası...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

25 Eylül 2010, 17:07:34
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #4 : 25 Eylül 2010, 17:07:34 »

[1] el-En´am: 82.

[2] el-Burhan, 1/14.

[3] Lokman: 13.

[4] Müslim, 8/229. Kars. «Ulûmu´i-Hadis vo Mustalahuhu» isimli eserimiz, s. 8.

[5] Müslim, 8/229. Kars. «Ulûmu´i-Hadis vo Mustalahuhu» isimli eserimiz, s. 8.

[6] Bk. ei-Fihrist, s. 33.

[7] Şu´be b. el-Haccâc b. el-Verd el-Akîî el-Ezdî el-Vasıtî: Basra muhaddisi olup hadiste mü´minlerin emridir. Künyesi: Ebu´l-Bestâm´dir. Enes b. Malik (r.a.)ı görmüş ve dörtyüz tobiîdenhadis duymuştur. Mezhep imamlarının hepsi onu hüccet olarak ka­bul eder. H. 160 yılında vefat etmiştir.

[8] Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî el-Kûfî: Tefsir ve hadiste hicaz ehlinin şeyhidir. H. 188 yılında vefat etmiştir. (Bk. Tezkiratu´i-Huffâz, 1/242.)

[9] Ali b. Abdillah b. Ca´fer: Künyesi Ebu Ca´fer olup H. 234 yılında vefat etmiştir. (Bk.

Tezkiratu´l-Huffaz, 2/15-16; Şezeratu´z-Zeheb, 2/81).

[10] Eserinin ismi «Fadıilu´l-Kur´an» olup ez-Zahİriye kütüphasinde eksik bir nüshası mevcuttur."

[11] el-Fihrist´te ismi geçmekte olup yirmiyedi cüzdür.

[12] Bir nüshası İskenderiye Belediye Kütüphanesindedir.

[13] Bk. ed-Dİbâc, s. 195.

[14] Muhammed b. Aziz b. el-Azîzî es-Sİcİstânî. H. 330 yılında vefat etmiştir. (Buğyetu´l-Vuât, s. 72) es-Suyûtî (el-ltkan´da 1/193) es-Cicistânî´nin «Garîbu´i-Kur´an» isimli eserini zikrederken bu eseri onbeş yılda hocası Ebu Bekr b. el-Enbâri ile birlikte hazırladığını zikreder.

[15] Bir nüshası Murad Molla Kütüphanesindedir.

[16] Yazmasında «e!-İstiftaJ» şeklinde okunması mümkün ise de «eI-İstiğna´» şeklinde zabtını uygun gördük.

[17] Ali b. İbrahim b. Said, el-Hûfî el-Mısrî, eel-Burhan fî Ulûmi´l-Kur´an» ile «İ´rabu´l-Kur´an» isimli eserlerin müellifidir. H. 430 yılında veîat etmiştir. (Husnu´l-Muhadara, 2/228; ıhbarur-Ruvat, 2/219).

[18] Abdurrahman b. Abdillah b. Ahmed es-Suheyl. Künyesi Ebu´l-Kasım olup H. 581 yıiın-da MerâkeştG vefat

etmiştir. Eseri: «Mubhemâtu´l-Kureyş» dır. Keşfu´z-Zunûn müellifi kitabının ismini: «et-Ta´rîf ve´l-İ´lâm bimâ Ubhime fi´l-Kur´an mine´l-Esmâl ve´l-E´lâm» şeklinde verir ki, bu isim kitabın muhtevası hakkında bize bilgi vermektedir. Kâhire´de Daru´l-Kütüb ve Teymûriye Kütüphanesinde yazma nüshaları mevcuttur. es-Sûheylinin ayrıca İbnu Hişam siyerini şerh mahiyetinde «er-Ravzu´l-Unf» İsminde bir eseri vardır. (Haltercemesi için bk. İnbahu´r-Ruvat, 2/162.

[19] Şeyhu´l-İslâm Ebu Muhammed Abdülaziz b. Abdüselâm: el-İzz olarak meşhurdur. H. 660 yılında vefat etmiştir. (Tabakatu´ş-Şafiiyye, 5/310).

[20] Ali b. Muhammed b. Abdissamed: es-Sahavî olarak meşhurdur. H. 643 yılında vefat etmiştir.

[21] Kur´anda varid bedi´ çeşitlerinden bahseden bir İlimdir.

[22] Cedelu´l-Kur´an olarak da isimlendirilir. Bu İlimden maksat, Allah´ın Kitabının bütün burhan ve delillerden bahsettiğidir. Lâkin Arabların uslûbleri üzere, kelamcıların me-todları üzere değil. Necmu´d-Din et-Tûfî (Süleyman b. Abdu´l-Kavî b. Abdilkerim (âl. 716) bu konuda müstakil eser yazmıştır. (Bk. ed-Dûreru´l-Kâmine, 2/154.) Bu ilimle ilgili olarak (bk. el-ltkan. 2/229-233; el-Burhan, 2/24-27.)

[23] Bu ilimle ilgili bazı örnekler için bk. el-ltkan, 2/222-225.

[24] Bu olayı Celâluddin el-Bulkinî «Mevakiu´l-Ulûm min Mevakii´n-NucÛm» İsimli ese­rinde zikretmiştir. Bk. Menahilu´l-irfan, 1/26.

[25] el-Teymuriyye kütüphanesinde de-Funûnu´l-Efnân´ın eksik bir nüshası vardır. No: 222-Tefsir.

[26] Keşfü´z-Zunûn´den anlaşıldığına göre «Cemalu´l-Kurra´ ve Kemalu´l-İkra´» kıraat, tec-vid, vakf ve İbtidâ ile nasih ve mensuh ilimlerini ihtiva etmektedir.

[27] Bedruddin Muhammed b. AbdîHah b. Bahadır ez-Zerkeşî, Müfessir ve usûlcülerin ileri gelenlerindendir. 745 yılında doğmuş ve 794 yılında vefat etmiştir.

[28] Abdurrahman b. Resiân, Ebu´l-FazI Celâtuddİn el-Bulkînî: Fıkıh, usûl, Arap dili, tefsir, maânî ve beyan alanlarında ileri bir seviyeye yükselmiştir. (Bk. Şezeratu´z-Zeheb 7/166). .

[29] el-ltkan, 1/3.

[30] Muhammed b. Süleyman b. Sa´d b. Mesud, Muhyiddin Ebu Abdullah el-Kâfiyeci: Nahiv dalında el-Köfiye ile çok meşgul olduğu için onunla tanınmıştır. es-Suyutî on-dört sene onunla beraber olmuştur. Tefsir, fıkıh, dil ve nahiv alanında pek çok eser sahibidir. es-Suyûtî´nin el-itkan´da ismini zikretmediği eserini el-Buğye´de oet-Teysirft Kavaidit-Tefsir» olarak isimlendirir ve bu kitap için şöyle der: el-Kâfİyeoİ diyordu ki: Bu İlmi ortaya koyan kendisidir ve daha önce hiçkimse bu konuda eser vermemiştir. Çünkü el-Kâfiyeoi ne ez-Zerkeşî´nİn «el-Burhan»ını ve ne de Celâiuddin ei-Bulkî´nin «Mevakiu´l-Ulûm» unu görmüştü. H. 879 yılında vefat etmiştir. (Bk. Buğye-tu´1-Vuât, s. 48).

[31] et-ltkan, Kahirede defalarca basılmıştır. es-Suyutî, bu eserinin büyük bir kısmında ez-Zerkeşînin «el-Burhan´ından» İstifade etmiş, bazen kaynak belirtmiş ve bazen de ismini anmadan nakillerde bulunmuştur. Es-Suyûtî´nin «el-Burhan» hakkında, söyledikleri için bk. el-itkan, 1/6-8.

[32] Son senelerde Kuran´la ilgili yeni ve faydalı çalışmalar yapılmıştır. Genel dinî tev-clhatı hedef alan Muhammed el-Gazzöli´riin «Nazaratun fi´l-Kur´an» isimli eseri ile Kur´an´ın edebî yönü ve üslûp güzelliği üzerinde duran dostumuz Muhammed el-Mû-barek´in «el-Menhelu´1-HaüdB isimli eserini bunlar arasında zikredebiliriz.

Dr. Subhi es-Salih, Kur’an İlimleri, Hibaş Yayınları: 97-102.

[33] Ibnu Abdi Rabbih, e!-lkd, 5/220.

[34] es-Suyutî, Esbabu´n-Nuzûl, s. 2.

[35] el-Vâhidî, Ali b. Ahmed: Künyosi Ebu´l-Hasan olup dilci ve müfessirdir. H. 427 yılında vefat etmiştir. (İnbahu´r-Ruvât, 1/19.)

[36] el-Vâhidî, Esbâbu´n-Nuzût, s. 3. İbnu Teymİyye şöyle der: «Nuzûl sebebini bilmek, âyeti anlamaya yardımcıdır. Sebebi bilmek, müsebbebin ilmini sağlar.» İbnu Dakik el-İd de şöyle demektedir: aNuzûl sebeplerini bilmek, Kur´an´ı anlamak için güçlü bir yoldur» Bk. el-ltkan, 1/48.

[37] Âlu İmrân: 188.

[38] Sahihu´l-Buharî, Kitabu´t-Tefslr, 6/40; Tefsiru´bnu Kesîr, 1/436; el-Itkan, 1/48; el-Bur-han, 1/27.

[39] el-Maide: 93.

[40] el-Burhan, 1/28. (Kars. el-Vahidî, Esbâbu´n-Nuzûl, s. 96; Tefsirubnu Kesir, 1/97; ei-Itkan, 1/53. •

[41] el-Bakara: 115.

[42] el-Vâhidî, Esbâbu´n-Nuzûl, s. 25.

[43] el-ltkan, 1/53.

[44] el-ltkan, 1/222.

[45] Bu sözleri onlardan nakletmişierdir. Hz. Ali´nin yemin ederek şöyle dediği rivayet edilir: «Allah´a yemin ederim, hiçbir âyet inmemiştir ki, o âyefin ne hususta indiğini biimemiş olayım» Abdullah-b. Mesud da ayni şeyi yemin ederek belirtmiştir. İbnu Mesud ise «kim hakkında indiği» İfadesini kullanmıştır.

[46] «Ulûmü´i-Hadis ve Mustalahuhu» adlı kitabımızda sahabenin, Peygamber´in söylediği her hadisi yazmalanndaki güçlüğü anlatan bölümle karşılaştır. Çünkü her iki konu biribirine benzerdir. Hatta her ikisi temelde bir konu çerçevesine girmektedir.

[47] Muhammed b. Sîrin el-Basrî: Künyesi Ebu Bekir´dir. Hadis ve rüya tabirciliğiyie şöhret bulmuştur. Çağında Din İlimlerinde Basra halkının imamıdır. H. 110 yılında vefat etmiştir. (Tehzibu´t-Tehzîb, 9/214).

[48] el-ltkan, 1/52.

[49] Muhammed Ali Seleme, Menhecu´l-lrfan, s. 39. {Bk. el-ltkan, 1/52.)

[50] Sahabe Nuzûl sebeplerini, olayları cevrele/en karinelere dayanarak tesbit eder. Bazen olayın nuzûl seoebi olup olmadığına tam karar vereme2. Ne «bu âyetin şu olav

üzerine indiğini sanıyorum» ifadesini kullanırlar. Nitekim altı hadis İmamının Abdullah b. ez-Zübeyr´den yaptıkları bir rivayet bunun delilidir. Bu rivayette Abdullah şöyle diyor: «Ensâr´dan birisi Harre yöresindeki hurmalıkları suladıkları su yollarından ve su nöbetinden dolayı Rasûlûllah (s.a.v.) e Zûbeyr´i şikâyet etti. Rasûlüilah (onları dinledikten sonra): Yâ Zübeyr, tarlanı suia. Sonra suyu alıkoyma, komşuna salıver, buyurdu. Ensârî, bu duruma hiddetlenerek: Ya Rasûiallan, halan oğlu olduğu [çin mi? deyip (Zübeyr´i kayırdığını imâ etti). Bu söz üzerine Rasûlûllah (s.a.v.) in yüzünün rengi değişti. Bu olayı nakleden Zübeyr: Öyle sanıyorum «Hayır, Rabbı-na and olsun ki o (inanıyoruz diyenler) aralarında çıkan İhtilafta seni hakem yapıp sonra verdiğin hükümden nefislerinde hiçbir güçlük duymayarak tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmaza âyeti bu olay üzerine inmiştir, (el-ltkan, 1/52. Yine bk. el-ltkan, 1/229).

[51] el-Vahîdi, Esbâbu´n-Nuzûl, s. 3-4.

[52] el-Vahidî, Esbâbu´n-Nuzûl, s. 4.

[53] el-ltkan, 1/43.

[54] İbrahim b. Amr b. İbrahim; e!-Ca´berî lakabıyla meşhurdur. Diğer bir lakabı «Burha-■ nu´d-Dîn» dir. Değerti eserleri vardır. (Mushafların resmi ile ilgili) «Ravzatu´t-Tarif9

bunlar arasındadır. H. 732 yılında vefat etmiştir. (ed-Dureru´l-Kâmİne, 1/50).

[55] ibnu Hacer el-Askalânî: Hafız ve tarihçidir. İsmi Ahmed b. Ali, Ebu´l-Fazl Şihabu´d-Din´dir. Filistindeki Askalana nisbet edilir ki, doğumu da burada olmuştur. Hadis ezberleme çalışmalarına yönelmiş, bu alanda eser vermiş ve kendisi henüz hayattay­ken eserleri devlet başkanları tarafından biribirlerine hediye edilmiştir, Matbu değerli eserleri şuniardır: «Lisanu´l-Mîzan», «Tehzlbu´t-Tehzîb» «el-İsabe fî Temyizi´s-Saha-be», «ed-Dureru´!-Kâmine fî A´yani´l-Mieti´s-Sâmine» «Tacîlu´l-Menfea bi Zevaldi-Ricâli´l-eimmeti´l-Erbaa» «Bulûğu´i-Meram fî Edilleti´l-Ahkâm» ve sTabakatu´l-Mudelii sin» Basılmaya layık elyazması eserleri: tei-ihkâm Lî Beyanî mâ fî´l-Kuranı mine´l-Ah-kâm», Nuzhetu´l-Eibâb fî´l-Eikab» «Tuhfetu Ehli´l-Hadis an Şuyuhi´l-Hadis» ve «el-Mu´cemu´l-Müesses bi´l-Mu´cemi´l-Mufehres». İbnu Hacer H. 852 yılında vefat etmiştir. (el-A´lâm, 7/173). . .

[56] el-ltkan, 1/43.

[57] el-Bakara: 114. .
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes