๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran-ı Kerim Belagat İlmi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Eylül 2010, 18:34:07



Konu Başlığı: Beyan İlmi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Eylül 2010, 18:34:07
Beyan İlmi

I. Teşbih (Benzetme)
1- Teşbihin Unsurları
2- Teşbihin Kısımları
3- Teşbihü´t -Temsil
4- Et-Teşbîhü´z-Zımnî
5- Teşbihin Gayeleri
6- Et-Teşbîhü´l-Maklub
II. Hakikat Ve Mecaz
1) Hakikat
2) El-Mecâzü´l-Luğavî
III. İstiâre
1- İsti´âre´nin Rükünleri:
2- İstiâre-İ Tasrîhiyye Ve İstiâre-İ Mekniyye.
İstiare Nevileri Île İlgili Bazı Misaller:
3- İsti´âre-i Asliyye Ve İsti´âre-i Tebe´iyye.
4- İstiâre-i Müreşşeha İstiâre-İ Mücerrede Ve İstiâre-İ Mutlaka.
5- İsttâre-i Temsiliyye.
IV. Mecâz-ı Mürsel Ve Alakaları
Mecâz-i Mürsel Ve Alakası İle İlgili Âyet-i Kerimeler:
V.Mecâz-I Aklî
VI.Kınaye.
Kinaye Çeşitleri:
B) Kinaye İle İlgili Bazı Âyetler:




BİRİNCİ BÖLÜM


BEYÂN İLMİ


Beyân (İlmi)


Beyân; sözlükte, ortaya koymak, açık-seçik olmak, açıklamak ve anlaşılır hale getirmek gibi mânalara gelir.[1]

Bir terim olarak "Beyân"; bir mânayı farklı söz ve usûllerle anlatmayı öğreten, belirli usûl ve kuralları olan bir ilimdir. Belagat ilmini meydana getiren üç ilim dalından (Me´ânî, Beyân ve Bedî1) birisidir. İfâdelerdeki açıklık derecesi; o ifâdenin hakîkat, mecaz, teşbih, isti´âre ve kinaye olmasına göre değişir. İşte Beyân ilmi, bu ifâde tarzlarından hangisinin daha belîğ olduğunu inceler.[2]

Bu ilmin kurucusu Ebû ´Ubeyde Ma´mer b. el-Müsennâ et-Temîmîdir (Öİ.210/825). Daha sonra sırasıyla; el-Câhiz (Öİ.255/869); İbnül-Mu´tez (Öİ.296/909); Kudâme b. Ca´fer föl.337/948) ve Ebû Hilâl el-´Askerî (öl. 400/1009); İbn Reşik el-Kayrevânî (Öİ.456/1064) ve ´Abdülkâhir el-Cürcânî (Öİ.471/1078-79) bu ilmin gelişmesinde rol oynayan belli başlı âlimlerdir.[3]

Beyân ilmi; Teşbih, isti´âre, mecaz ve kinaye (vb.)´den bahseden bir ilimdir. [4]



I. Teşbih (Benzetme)


Teşbîh: sözlükte fiilinin masdarı olup "bir şeyi, başka bir şeye benzetmek" mânasındadır.[5]

Bir "Beyân" terimi olarak "Teşbîh"; belirli bir maksat için bir edat ile aralarındaki ortak nitelikten dolayı bir şeyi başka bir şeye benzetmektir.

Veya: Bir veya bir kaç şeyin bir veya daha fazla vasıfta ortak olduklarını, "kâf´(gibi) veya benzeri bir edatı zikrederek veya bunları varsayarak açıklamaktır.[6]

(Veya bir gaye için, bir şeyi (müşebbehi) herhangi bir vasıfta (vech-î şebeh), diğer bir şeye (müşebbeh bih) bir edatla birleştirmek (benzetmektir.

Misâl: «ilim, doğru yolu gösterme de ışık gibidir.» Bu misalde; İlim müşebbeh; nûr müşebbeh bih; hidâyet, vech-i şebeh; kâf, teşbîh edâtıdır.[7]

Teşbîh bölümü, üç ana kısma ayrılır:

1. Teşbihin unsurları (öğeleri),

2. Teşbihin çeşitleri,

3. Teşbihin gayesi. [8]



1- Teşbihin Unsurları


Teşbihin unsurları döıttür.

a) Müşebbeh (benzetilen),

b) Müşebbeh bih (kendine benzetilen). Bu ikisine teşbihin İki tarafı denilir. Benzetme yönünün müşebbeh bih´de, müşebbehtekinden daha kuvvetli ve daha net olması gerekir.[9]

c) Vech-i şebeh (benzetme yönü): Müşebbeh ile müşebbeh binin ortak vasfıdır.[10] Meselâ; yukarıdaki misâlde doğru yolu gösterme (hidâyet) vasfında, ilim ve nurun müşterek oldukları kasdediliyor.

d) Teşbih edatı: Benzeme mânâsını ifade eden kelimedir. "gibi", Keenne "sanki" ve bu mânâda kullanılan gibi diğer edatlar ve ve benzeri fiillerdir, Kâf ile yapılan teşbihte müşebbeh bih, benzetme edatından sonra gelir ve onunla mecrûr olur. "misi" ve benzeri isimlerde de aynı durum söz konusudur, "Keenne" ile veya fiillerle yapılan teşbihte durum farklıdır.[11]

Konu ile ilgili bazı misaller:

el-Ma´arrî (Ebu´l-´Alâ1) Ahmed b. Abdullah (51.449/1058) bir medhiyesinde şöyle der:

«Sen, her ne kadar makamının yüceliğinde Zühal´i geçmişsen de, ışıkta ve parlaklıkta güneş gibisin.[12]

Bu şiirde; sen", müşebbeh; güneş", müşebbeh bini; kâf´,teşbîh edatı; ^aydınlatmada", teşbîh yönüdür.

Başka bir şair şöyle der:

, cesaret ve atılganlıkta arslan gibisin. Sıkıntı ve problemlerle uğraşmada ve onları yenmede kılıç gibisin.»[13]

Bu şiirin birinci mısraında; sen", müşebbeharslan",

müşebbehün bih; kâf", teşbîh edatı;

=cesaret ve atılganlıkta", teşbîh yönüdür. Şiirin ikinci mısramdaki mukadder sen", müşebbeh; kılıç", müşebbehün bih, -kâf, teşbîh edatı; problemlerle ve sıkıntılarla uğraşmada", teşbîh yönüdür. Başka bir şair şöyle der:

«Senin ahlakın, inceliğinde ve zerâfettinde sabah rüzgarı (meltem) gibidir.»[14]

Bu şiirde; övülen kimsenin ahlakı", müşebbeh;

= sabah rüzgarı (meltem)", müşebbehün bih; gibidir", teşbîh edatı;

inceliğinde ve zerâfetinde", teşbîh yönüdür.

a) Aşağıdaki beyitlerdeki teşbîh ile ilgili tahlilleri yapınız.

Keenne´nin haberi câmid (türememiş) olduğunda bu edat, benzetme mânâsını ifâde eder. Keenne´den sonra müşebbeh gelir. Bir şair şöyle der:

« Su akarken, o duruluğunda erimiş gümüş gibidir» [15]

Bu şiirde; su", müşebbeh; =erimış gümüş",

müşebbehün bih; =gibidir", teşbih edatı; duruluğunda", teşbih yönüdür.

el- arrî şöyle demiş:

«Nice gece vardır ki güzellikte sabah gibidir. Her ne kadar o, siyah şal gibi siyah olsa dahi[16]

«Süheyl gezegeni, renginde sevgilinin yanağı gibidir. Heyecan ve Çarpıntıda da sevenin kalbi gibidir. »[17]

, cömertlikte deniz gibi, yükseklikte güneş gibi ve parlaklıkta ay gibisin.»[18]

Omür, kalıcı olmayan bir misafir veya gökkuşağı gibidir.»[19]

.«Muhammed´in sözü, tatlılık açısından bal gibidir.» [20]

Insanlar, eşitlik açısından tarak dişleri gibidir.[21]

Bir bedevî bir adam hakkında şöyle demiş:

«Yakıcılıkta, ateş alevine onun bakışından daha çok benzeyen başka bir bakış görmedim.[22]

Bir bedevî, bir adamı nitelerken onun hakkında şöyle demiş:

Onun, cehalet (bilgisizlik) karışmayan bir ilmi; yalan karışmayan bir doğruluğu vardı. O cömertlikte kuraklık zamanındaki yağmur gibiydi. »[23]

Başka biri şöyle demiş:

, öyle atlar üzerinde geldiler ki; o atların boyunları şöhrette bayraklar gibiydi; kulakları incelikte kalem uçları gibiydi; süvarileri de cesarette sanki orman arslan-ları gibiydi.»[24]

«Hükümdarların sözleri, kesmede ve işleri gerçekleştirmede keskin kılıçlar gibidir.»[25]

«Onun kalbi, katılık ve sertlik açısından

taş gibidir.»[26]

«Falancanın alnı, duruluk ve

parlaklık açısından aynanın yüzeyi gibidir:»[27]

«Küçükyaştaki ilim (öğrenmek) taştaki nakış gibidir. »[28]

«Ülker yıldızı, gece uzamış mı yoksa kısalmış mı diye bakmak için, gecenin karanlığını karışla ölçen bir el gibidir.»[29]

Sözdeki nahiv, yemekteki tuz gibidir.[30]

hased de iyilikleri

«Ateşin odunları yediği gibi, hased de iyilikleri yer.[31]

Başka bir misâl: «Sanki Zeyd, kardeşindir.»[32]

Keenne´nin Haberi, türemiş bir isim ise, şüphe mânâsını ifâde eder. Misâl: « Sanki sen anlıyorsun (Anlıyor gibisin).» [33]

Bazen benzerlik ifâde eden bir fiil zikredilerek teşbih yapılır. Şu âyette olduğu gibi: an gördüğünde kendilerini, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.»[34]

Teşbihte; benzetme edatı ve benzetme yönü düşürüldüğünde, ona «Teşbîh-i belîğ» veya «müekked» denilir.

Şu âyette olduğu gibi: «Biz, geceyi bir Örtü eyledik.»[35] Yâni örtmede, elbise gibi kıldık.

«Güzel koku misk-tir, yüzler dinarlar (gibi parlak) dır, parmak uçları, (meyvesi kırmızı) ´anem ağacına benzer.»[36]



2- Teşbihin Kısımları:


Teşbih; teşbih edatı ve teşbîh yönünün zikredilip zikredilmemesi bakımından farklı isimler alır:

1- Teşbîh-i mürsel: Teşbîh edatı zikredilen teşbihtir.

2- Teşbîh-i mü´ekked: Teşbîh edatı hazfedilen teşbihtir.

3- Teşbîh-i mücmel: Teşbîh yönü hazfedilen teşbihtir.

4- Teşbîh-i mufassal: Teşbîh yönü zikredilen teşbihtir.

5- Teşbîh-i belîğ: Teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedilen teşbihtir.[37]

Teşbihin kısımları ile ilgili bazı misaller:

«Ben, eğer razı olursam duruluk açısından su gibiyim. Öfkelendiğim, zaman alev olurum.»[38] Bu misaldeki teşbîh,"mürsel" teşbîhdir. Çünkü teşbîh edatı zikredilmiş. Ayrıca teşbîh yönü açıklandığı için buna "mufassal" teşbîh de denilir.

«Karanlık ve dehşet saçma bakımından deniz gibi olan karanlık bir gecede yürüdük.»[39] Bu misaldeki teşbîh, "mürsel" teşbîhdir. Çünkü leşbîh edatı zikredilmiş. Ayrıca teşbîh yönü açıklandığı için buna "mufassal" teşbîh de denilir.

İbnur-Rûmî (Ali b. el-´Abbâs) (51.283/896), bir şarkıcının şarkısının etkisi hakkında şöyle demiş:

Sanki onun sesinin lezzeti ve etkisi, uyuklayan kimsenin mafsallarında yürüyen (hareket eden) uyuklama gibidir.»[40] Bu misaldeki teşbîh, "macme/" teşbîhdir. Çünkü benzetme yönü zikredilmemiştir.

İbmı´l-Mu´tez (Abdullah b. Muhammed) (51.296/909) demiş ki:

«Parlayan güneş, sanki para basan darphanecinin çekiçlerinin parlattığı altın paradır.»[41] Bu misaldeki teşbih,"mücmel" teşbîhdir. Çünkü benzetme yönü zikredilmemiştir,

af, süratle, göz kamaştıran şimşektir.»[42] Bu misaldeki teşbih,"müekked" teşbîhdir. Çünkü teşbîh edatı haz-fedilmiştir.

Sen, yükseklik ve parlaklık açısından yıldızsın. Doğu ve batıdan gözler sana bakar.»[43] Bu misaldeki teşbîh,"müekked" teşbîhdir. Çünkü teşbîh edatı zikredilmemiştir.

Seyfüddevle, bir sefere yönelirken el-Mütenebbî şöyle demiş: himmetli (gayretli) zat! Sen nereye gitmeyi kasdediyorsun? Biz yüksek arazinin bitkileri, sen de çiğ gibisin (yani sensiz yaşayamayacağız).»[44]

Bu misaldeki teşbîh,"teşbîhü´l-belîğ" dir. Çünkü teşbîh edatı ve benzetme yönü hazfedilmiştir. «Onun güzel kokusu

misktir, yüzler dinarlar (gibi parlakjdır. Ellerin uçları Hicaz kirazı gibi (kırmızı)dır.»[45] Bu misaldeki teşbîh,"teşbîhü´l-belîğ" dir. Çünkü teşbîh edatı ve benzetme yönü hazfedilmiştir.

a) Aşağıdaki misalleri okuyunuz ve teşbîh´in nevini belirtiniz.

el- Mütenebbî, Kâfur el-îhşîdî´yi (öl.357/968) överek şöyle demiş:

«Senin sevgini elde ettiğim zaman, malın ne değeri kalır. Ve toprak üzerindeki her şey topraktır.»[46]

«Sanki o, parlak gündüz ve kendisine bakan herkese gizli olmayan apaçık ay gibidir,[47] «Güzellik ve zarafette Firdevs (cenneti) gibi olan bir bahçeyi ziyaret ettîk.»[48]

«Alim, hidâyette ve karan-lığı dağıtmada milletinin lambasıdır.»[49] el-Mütenebî bir şiirinde şöyle demiş:

«iki ordu karşılaştığında, ancak kalbleri kılıçlar gibi katı olan kimseler, onları çektiğinde kılıçlar faydalı olur.»[50]

«Kılıç çok keskin olmasına rağmen, sen onu her korkağın elinde korkak gibi görürsün.»[51]

el-Mütenebbî methiye olarak şöyle demiş:

«Göğün yeryüzünü bitki ile süslediği gibi, Kiralın Miatları (süs ve parlaklığıyla) bizi süsledi. Fakat biz ona olan teşekkür borcunu ödeyemedik.»[52]

«Onun (Seyfüddevle´nin) kılıçtan başka kitapları yoktur. Kalabalık ordudan başka elçileri de yoktur.»[53]

«Devlet bir felâkette ondan yardım istediği zaman o, ona yeter. O, (düşmanlarına karşı) kılıç; (o kılıcı kullanan) el; ve (sıkıntılara göğüs geren) bir kalb olur.»[54]

Kelile ve Dimne yazarı şöyle demiş:

«Arslan çömelmiş olsa bile, kendisinden korkulduğu gibi; şahsiyet sahibi bir adama, malı olmadan da, ikramda bulunul ur. »[55]

«Senin öyle bir ahlakın vardır ki;

iyi ve temiz insanların amel defteri ´gibi temiz ve durudur. (Yani ona hiç bir

günah yazılmamıştır.»[56]

«Mal, fayda ve zarar bakımından kılıçdır.»[57]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

«Denizde yüzen, dağlar gibi büyük ve yüksek gemiler onundur. »[58]

Yüce Allah şöyle buyurmuş:

«O kavmi sen evle-rinde hareketsiz, ölüler olarak görürsün. Sanki onlar, içleri yenmiş hurma kütükleridir .»[59]

el-Buhturî, methiye olarak şöyle demiş:

«Kışın öfkesi (sert iklimi) gitti ve sana benzeyen yeni bahar (ansızın) bize geldi. Bayram yaklaştı. Ve o (bayram) bitinceye kadar insanlar içindir. Sen de bayram için bayramsın.»[60]

b) Teşbîh-i mürsel ve mücmelle ilgili bazı âyetler:

«Görmedin mi Allah nasıl misal getirdi? Güzel bir sözü, kökü yerde sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden kopartılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağaca benz-er.»[61]

Bu âyetlerde : Kötü kelimenin durumu, kötü ağaç gibidir" cümlesinde "mürsel ve mücmel" teşbih vardır.

Güzel kelimenin misali" de bunun gibidir.[62]

a..«Allah, göklerin, ve yerin nurudur. O´nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir kandil içindedir; o kandil de sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Yağı neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara işte böyle misal getirir. Allah her şeyi bilir.»[63]

«Onlar taş gibidir.» Bu cümlede ki teşbihe "mürsel ve mücmel" denilir. Çünkü teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh hazfedilmistir.[64]

ma, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.» Bu âyette, "mürsel ve mücmel" teşbih vardır. Teşbîh edatı zikre-dildiği için"mürsel", benzetme yönü hazfedildiği için de"´mücmel´´dir. Kafirler, çağıranın sesini işitip sözünün mânasını ve maksadım anlamayan hayvanlara benzetilmiştir.[65]

d. «Babalarınızı andığınız ve övgü vesilelerini sayıp döktüğünüz gibi, hatta ondan daha fazla Allah´ı anınız. » Bu âyette, teşbîh-i temsîlî vardır. Buna "mürsel ve mücmel"tQşbîh denilir.[66]

«Allah yolunda mallarım harca-yanların örneği, yedi başak bitiren bir tane gibidir ki, her başakta yüz tane vardır. Allah dilediğine kal kat fazlasını verir.»[67] Bir tane gibi...Yüce Allah, kendi uğrunda verilen sadakayı toprağa ekilmiş ve mevlânm bereketi ile 700 tane haline gelmiş bir tohuma benzetti. Teşbih edatı ziredilip vech-i şebeh hazf edildiği için, burada "mürsel ve mücmel" teşbih vardır. Ebu Hayyân şöyle der: Bu temsîl, kat kat verme olayının bir tasviridir. Sanki kişinin gözlen önünde şekillenmeş durumdadır.[68]

.Allah´tan korkar gibi, insanlardan kor-karlar...» cümlesinde "mücmel ve mürseV´bir teşbih vardır.[69]

« ...bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın.» Burada kadın, gökle yer arasında asılı olan bir şeye benzetilmiştir ki o şey ne göktedir, ne de yere yerleşmiştir. Bu son derece edebî bir teşbihtir.[70]

«Sanki sen onu (kıyameti) iyice araştırıp soruyormuşsun gibi.» Bu,"mürsel ve mücmel" bir teşbihtir. Zira teşbih edatı zikredilmiş, teşbih yönü hazfedilmiştir.[71]

«Havuzlar gibi çanaklar.» âyetinde teşbih vardır. Teşbih edatı zikredildiği, vech-i şebeh de hazfedildiği için buna, "mürsel ve mücmel" teşbih denir.[72]

«Sanki onlar saklı (gün yüzü görmemiş) yumurta gibi bembeyazdır.» âyetinde, "mürsel ve mücmel" teşbih vardır. Burada vech-i şebeh hazfedilmiş ve böylece mücmel olmuştur.[73] », «Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir.» âyetinde teşbih vardır. Yâni korkunçluk ve adilikte onlara benzer. Buna, "mürsel ve mücmel" teşbih denir.[74]

O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost gibi olur.» âyetinde,"mürsel ve mücmel" teşbih vardır. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh (benzetme yönü) zikredüme-miştir.t[75]

«Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler de O´nun deliller indendir.» âyetinde, "mürsel ve mücmel" teşbih vardır. Gemiler, büyüklük bakımından dağlara benzetilmiştir.[76]

«O pota (maden eriyiği) gibi karınlarında kaynar. O kızgın bir sıvının kaynaması gibidir.» terkiplerinde, "mürsel ve mücmel" teşbih vardır.[77]

«Sonra sanki onları hiç duymamış, büyüklük taslayarak diretir.» âyetinde "teşbîh-i mürsel" vardır. Kâfir, sanki Kur´an âyetlerini işitmemiştir.[78]

«Sanki inciler gibi, iri gözlü huriler.»

Yâni,"Beyazlık ve saflıkta inci gibi, iri gözlü hûrîler" demektir. Burada, vech-i şebeh (benzetme yönü) zikredilmediği ve teşbih edatı söylendiği için, "mü.vsel ve mücmel" teşbih olmuştur.[79]»

«Onlar konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar, sanki duvara dayandırılmış kütüklerdir.», âyetinde "mürsel ve mücmel" teşbih vardır. Bu parlak teşbihlerdendir.[80]»

« O gün, gökyüzü, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış yüne döner.» âyetlerinde vech-i şebeh (benzetme yönü) hazfedildiği için "mürsel ve mücmel" teşbih vardır.[81]»

«O´ saray gibi kocaman kıvılcım saçar.» âyetinde, "mürsel ve mücmel" teşbih vardır.[82]

«insanların, ateş etrafında yayılmış pervaneler gibi olduğu gün.» ay etinde,"mürsel ve mücmel" teşbîh vardır. Zira teşbîh edatı zikredilmiş, vech-i şebeh zikredilmemiştir. Yâni insanlar, çokluk ve dağılmada, zayıflık ve zelillikte dağınık kelebeklere benzerler.[83]

«Dağların da atılmış renkli yüne dü-nüştüğü gün.» âyetinde de teşbîh vardır. Yâni dağlar, uçuşma ve kolayca yürüme hususunda, çırpılmış renkli yün gibi olurlar. Buna," ve mücmel" teşbîh denir.[84]»

«Böylece onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi paramparça ediverdi.» âyetinde, "mürsel ve mücmel" teşbîh vardır. Çünkü burada teşbîh edatı zikredilmiş, vech-i şebeh zikredilmemiştir.[85]

Mür sel-mufassal teşbihlerle ilgili bazı ayetler:

«Kümelilerine verdiklerimiz, onu Öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.» Bu cümle " mürsel ve mufassal" bir teşîh vardır. Yani:"Ehl-i kitap, kendi soylarından gelen çocuklarını nasıl tanıyorlarsa, Hz. Muhammad´i (a.s.)´de açık bir şekilde öyle tanırlar" demektir.[86]

«Imdad dileyecek

olsalar imdadlanna, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir.» Bu âyetin son cümlesinde teşbih vardır. Benzetme edatı ile benzetme yönü anlatıldığı için buna "mürsel ve mufassal" teşbîh denir.[87]

«O gün, yazılı kağıtların to-marım dürer gibi göğü toplayıp düreriz.» âyetinde "mürsel ve mufassal"

teşbih vardır.[88]

«Sanki onlar birbirine kenetlenmiş bir bina

gibidir.» âyetinde, "mürsel ve mufassal" teşbih vardır. Onlar, sağlamlık ve

kenetlenme hususunda bir binaya benzetilmişler.[89]

«Kıvılcım, sanki sarı bir devedir.» cümlesinde de

"mürsel ve mufassal" teşbih vardır.[90]

d) Teşbîlı-i beliğle Hgili bazı âyetler:

( Sağırlar, dilsizler, körler Onlar akıl erdir emiyorlar.» Burada teşbih edatı ve benzetme yönü hazfedildiği için "teşbîh-i belîğ" vardır. Yani: onlar, hakkı işitmede sağırlar gibi, Kur´anın nurundan faydalanmada da körler ve dilsizler gibidirler.[91]

«De ki: "O bir rahatsızlıktır.» Bu cümlede "teşbîh-i belîğ" vardır. Çünkü benzetme edatı ile benzetme yönü gizlenmiş, böylece belîğ olmuştur. Bunun aslı şeklinde olup mübalağa ifade etmek için, teşbîh edatv ve teşbih yönü hazf edilmiştir.[92] «Ve o sizi hükümdarlar kıldı.» Bu ayette,"teşbîh-i belîğ" vardır. Yani,"Sizi bolluk ve huzur içinde yaşama bakımından melikler gibi kıldık" Teşbîh edatı ve benzetme yönü hazfedildiği için´belîğ" olmuştur.[93]

«Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.» Bu âyette,"teşbîh-i belîğ" vardır. Zira mübalağa ifade etmek için dünya, oyun ve eğlencenin kendisi gibi ifade edilmiştir.[94]

«Müşrikler ancak bir pisliktir.» Bu âyet, hasr ifade eder. Ayrıca bu âyette,"teşbîh-i belîğ" vardır. Yani: Onlar, içlerinin ve itikatlarının bozukluğu hususunda pislik gibidirler.[95]

«O, bir kulaktır, derler.» Bu âyetin aslı "O, her söyleneni dinleyen kulak gibidir." şeklindedir. Bu ifâdede teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedildiği için "teşbîh-i belîğ" dir.[96]

«Müminler, ancak kardeştir." âyetinde teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedildiği için"teşbîh-i belîğ" vardır. Yâni; mü´minler, birbirlerine merhametli davranma ve yardımlaşmanın gerekli olması hususunda kardeş gibidirler.[97] «Yeryüzünü beşik, dağları da kazıklar kılmadık mı?»" âyetinde teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedildiği için "teşbîh-i belîğ" vardır. Sözün aslı şöyledir: "Yeryüzünü, uyuyan kimsenin yatak edindiği beşik gibi, dağları da, sütunları sabit tutan kazıklar gibi kıldık"[98]

«Geceyi bir elbise kıldık.» âyetinde de teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedildiği için"teşbîh~i belîğ" vardır. Yâni, "Geceyi, Örtme ve gizleme hususunda bir elbise kıldık" demektir.[99] Onun sonu misktir.» âyetinde de teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedildiği için "îesbîh-i beliğ" vardır. Yâni, "Güzel koku ve hoşlukta misk gibidir." demektir.[100]

Hadis:

«Mü´min, dünyada yolcudur. Elinde bulunan şey Ödünçtür. Yolcu göç eder ve ödünç alman şey geri verilir.»[101]

Bu hadiste, dünya yolcuya benzetilmiş. Teşbîh edatı ve teşbîh yönü hazfedildiği için hadiste, "teşbîh-i beliğ" sanatı mevcuttur. [102]



3- Teşbihü´t -Temsil


Teşbihler, vech-i §ebeh (benzetme yönü) itibariyle "temsilî teşbih" ve "gayr-i temsilî teşbih" olmak üzere iki kısma ayrılır.

a) Temsili teşbihler: Benzetme yönü, değişik birkaç unsurdan meydana gelen itibarî (hayalî) bir şekil ise buna "temsili teşbih" denir. .

Meselâ: «Ülker yıldızı, parlayan üzüm salkımı gibidir..»[103]

Bu misalde, Ülker yıldızı görünüşü ve parlaklığı itibariyle, parlayan üzüm salkımına benzetilmiştir.

Ebû Firâs, el-Hâris b. Sa´îd el-Hamdânî (Öİ.357/968), bir şiirinde şöyle demiş:

çimen arasında akan su, gül bahçesini öyle biribirinden ayırıyor ki sanki silah yapan kimse, elleriyle kılıcı çekerek nakışlı ipek halısı üzerine bırakmış (ve onu görünüşte iki kısma ayırmıştır.)» Ebû Firâs, su kanalının durumunu, iki kıyısında bulunan iki bahçe arasında akarken ve parlak yeşillik arasında yayılan orijinal renklen ile çiçeklerle süslenmiş iken; silah yapan kimsenin, halâ parlamakta olan bir kılıcı, kınından çıkararak desenli ipekten yapılmış bir halı üzerine koymuş olduğu bu kılıcın durumuna benzetiyor. Şair, burada gördüğü bir şekli, hayal ettiği bir şeye benzetmiştir. Buradaki teşbih yönü, bir şey değil, bir şekildir. Bu şekil de; birkaç şeyden elde edilmiştir. Yâni; uzun beyaz bir şeyin, içinde çeşitli renkler olan bir yeşilliğin ortasında bulunmasıdır. Buna "teşbîh-ü´t-temsîl" denilir.[104]

el-Mütennebbî, Ebu´t-Tayyib, Ahmed b. el-Hüseyin (öl.354/965), Seyfüddevle, Ali b. Abdullah el-Hamdânî(öl.356/967), hakkında şöyle demiş:

«Kartal, iki kanadım çırptığı gibi, ordu, senin etrafında her iki cenahını hareket ettiriyor.» el-Mütenebbî, Seyfüddevle ordunun iki kanadı arasında iken onu kartala; ordunun her iki kanadının şeklini de iki kanadını çırpan ve hareket ettiren kartalın kanatlarına benzetiyor. Buradaki teşbih yönü, bir şey değil, bir şekildir. Bu şekil de; birkaç şeyden oluşmuştur. Yâni; hareket ve dalgalanma halinde iken bir şeyin iki tarafının bulunmasıdır. Buna "teşbîh-ü´l- temsil" denilir.[105]

es-Serî b. Ahmed b. es-Serî el-Kindî er-Reffâ´ (51.366/976) bir şiirinde şöyle demiş:

«Hilâl, sanki mavi bir levhada (zeminde) batmış gümüşten bir nün harfidir.» es-Serî, mavi gökte bulunurken kavisli parlak ve beyaz hilalin durumunu, mavi bir levhaya batmış bir nun harfinin durumuna benzetiyor. Buradaki teşbih yönü, bir şey değil, bir şekildir. Bu şekil de; birkaç şeyden oluşmuştur. Yâni; kavisli beyaz bir şeyin, mavi bir şeyin içinde bulunmasıdır. Buna"teşbîh-ü´t- temsil" denilir.[106]

b) Gayr-i temsilî teşbihler: Eğer benzetme yönü böyle değilse (iki şey, bir veya birkaç vasıfta biribirine benziyorsa), buna"gayr-i temsilî teşbih" denir. Meselâ: «Yıldız, gümüş paraya benzer.»[107]

Bu misalde, yıldız, parlaklığı itibariyle, parlayan gümüş paraya benzetilmiştir.

el-Buhtürî, el-Velîd b. ´Ubeyd b. Yalıya et-Tâî (51.284/898), bir şiirinde şöyle demiş:

«O, hoşgörü ve cömertlik denizidir. Öyle ise ona fazla yaklaş ki fakirlikten çok uzaklaşasın.» el-Buhturî, bu şiirinde övdüğü şahsı cömertliğinde ve el açıklığında denize benzetiyor. Ve fakirlikten uzaklaşmaları için insanlara ona yaklaşmalarım öğütlüyor. Burada övülen kişi ve deniz, cömertlik vasfında ortaktırlar. Buradaki teşbih yönü, bir şey olduğu için, buna "teşbîh-i gayr-i temsilî" denilir.[108]

İmrü´ü´1-Kays b. Cuhr el-Kindî (öl.M.545), bir şiirinde şöyle demiş:

«Deniz dalgası gibi, beni imtihan etmek için, keder ve üzüntü çeşitleriyle perdesini üstüme salan nice geceler vardır.» İmrü´u´1-Kays, bu şiirinde geceyi, karanlığında ve korkunç olmasında deniz dalgasına benzetiyor. Burada, gece ve deniz dalgası, karanlık ve korkunç olma vasıflarında ortaktırlar. Buradaki teşbih yönü, bir, şey olduğu için, buna "teşbîh-i gayr-i temsilî" denilir.[109]

a) Aşağıdaki beyitlerde bulunan teşbîh-ü´t- temsil île ilgili misalleri okuyunuz.

İbnü´l-Mu´tezz, (Öİ.296/909), bir şiirinde şöyle demiş:

«Orucun saltanatı bitmiştir. Hilalin zayıflaması da bayramı müjdelemiştir. Salkımı yemek için ağzını açan aç kimse gibi, Ülker yıldızı ayı takip eder.» (Temsilî teşbîh)[110]

el-Mütennebbî, mersiye olarak şöyle demiş:

« ölüm, ancak şahsı (vücudu) incelmiş (gizlenmiş) bir hırsızdır. O, yıım-ruksuz saldırır ve ayaksız koşar (yürür.)»[111] (Gayr-i temsilî teşbih)

Bir şâir, bir şiirinde şöyle demiş:

onu (sevgiliyi) kargaşa karanlıkları içinde görürsün, ve onun bir yıldızla, (kılıçla) adamlara saldıran bir ay olduğunu zannedersin.»[112]

(Temsîlî teşbîh).

b) Teşbîhü´t-temsîl ile ilgili âyetler ve hadisler:

Ya da (bun-karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşeklerle yüklü, gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.»[113]

Bu misalde, toprağın yağmurla hayat bulduğu gibi, kalblerin de islâm ile hayat bulmasından dolayı, İslâm´ı yağmura, kâfirlerin şüphe ve tereddütlerini karanlıklara, Kur´ândaki vaad ve uyarıları da gök görültüsüne ve şimşeğe benzetmiştir.[114] Fahr-ı Râzî şöyle der: Burada, son derece doğrı bir benzetme vardır. Çünkü onlar, önce iman etmekle bir nur elde ettiler, sonra münafıklık yaparak bu nuru kaybettiler ve büyük bir şaşkınlığa düştüler. Zira dindeki şaşkınlıktan daha büyük bir şaşkınlık yoktur, bu durumdaki kişiler ebediyyen zarar içindedir.[115]

«Onun misali, üzerinde toprak bulu-nan düz taş gibidir....» Bu âyette, "temsîlî teşbih" vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç şeyden oluşmuştur.[116]


«Onların bu dünya hayatında har-cadıkları şeyler, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerine isabet edip de telef eden kavurucu bir rüzgara benzer.» Bu âyette,"teşhîhü´t-îemsîl" vardır, iftihar ve övülmek için harcadıkları mallar, şiddetli esen kavurucu kasırganın isabet ederek helak ettiği ve kupkuru sap haline getirdiği ekine benzetilmiştir. Buradaki benzetme yönü, birkaç şeyden oluşan bir şekildir.[118]

«Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur....» ~Burddâ" teşbîhü´t- temsil" vardır. Yani kötülük örneği olan o adamın durumu, bir hayvanın durumuna benzer. Bu, yorgunluk halinde de, istirahat halinde de devamlı soluyan köpeğin durumudur. Tasvirde, birbirine benzetilen birkaç unsur vardır. Bunun için buna teşbthü´t-temsîl denilir.[119]

«Onların amelleri şiddetli rüzgarın savurduğu kül gibidir.» âyetinde "teşbihü´t-temsîl" vardır. Çünkü benzetme yönü, birkaç çeşittir.[120]

«Allah, göklerin ve yerin nurudur. O´nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir kandil içindedir; o kandil de sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbeî edilmeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Yağı neredeyse, kendisine ateş değm-ese dahi ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara işte böyle misal getirir. Allah her şeyi bilir.[121] Bu âyette,"teşbîhü´l-temsîl" vardır. Yüce Allah, mü´min kulunun kalbine yerleştirmiş olduğu nurunu, duvardaki oyukta bir cam mahfaza içinde bulunan ve çok miktarda ışık saçan kandile benzetti. Kandilin mahfazası olan cam, parlaklık ve güzellikte inci gibi olan yıldıza benzer. Bu benzetmenin, vech-i şebehi (benzetme yönü) birçok şeyden alındığı için buna."teşbîhü´t-temsîl" denilmiştir. Bu, orijinal teşbihlerdendir. [122]

«Kendilerine Tevrat yükletilip da sonra onu taşımayanların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir." Bu âyette,"teşbîhü´t-temsîl" vardır. Çünkü benzetme yönü, Birkaç şeyden alınmıştır. Yâni; onların Tevrattan faydalanmama hususundaki durumu, sırtında koca koca kitaplar taşıyan ve bundan yorgunluk ve meşakkatten başka bir şey elde etmeyen eşeğe benzer.[123]

«Adeta onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler.» âyetinde "teşbihü´t-temsîl" vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç şeyden oluşmuştur.[124]

Hadisler:

Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat etme hususunda mü´mınlerin misâli beden gibidir. Onun bir organı rahatsız olursa, bedenin diğer uzuvları birbirlerini uykusuzluk ve humma (ateş) ile ona katılmaya çağrışırlar.[125]

«Beş vakit namazın misâli, birinizin kapısı önünden gürül gürül akan ve içinde her gün beş defa yıkandığı bir nehir gibidir. »[126]

«Hayırlı işleri insanlara öğretip kendini unutan âlim, insanlara ışık verip kendisini yakan lamba gibidir.»^

« Şüphesiz ki, benimle benden önce geçen peygamberlerin misâli, bina inşâ edip onu iyi ve güzel yapan, yalnız köşelerinden bir köşede bir kerpiç yeri bırakan bir adam. gibidir. Ki: insanlar o binayı dolaşırlar ve beğenirler de, şu kerpiç konsaydı ya, derler. İşte o kerpiç benim-, peygamberlerin sonu da benim."[127]

Bu hadiste, bir grup başka bir gruba benzetilmiştir. Çünkü peygamberlikle ilgili hususlar, bina işlerine benzetilmiştir.[128]



4- Et-Teşbîhü´z-Zımnî:


Teşbîh-i zımnî; müşebbeh ve müşebbeh bih´in bilinen şekillerden herhangi bir şekle konmadan, bilâkis cümlede o ikisine üstü kapalı olarak işaret edilerek yapılan teşbihtir. Bu çeşit teşbihin yapılmasından maksat, müşebbeh´e isnâd edilen şeyin mümkün olduğunu ifade etmektir.[129]

Konu ile ilgili bazı misaller:

Ebu Temmâm bir şiirinde şöyle demiş:

«Cömert adamın zengin olmamasını yadırgama! (Bu hayret verici bir sey değildir.) Çünkü sel suyu, dağ tepelerine erişmez.»[130]

Ebu Temmâm, bu beyitte, hitap ettiği hanıma şöyle diyor: Cömert adamın zengin olmamasını yadırgama! Çünkü bu tuhaf bir şey değildir. Nitekim dağların başı; yerin en değerli ve en kıymetli kısmı olduğu halde, sel suyu oraya erişemez.... Fakat şair bunu açıkça ifâde etmemiş. Bilâkis bağımsız bir cümle söylemiş ve bu mânayı o cümlede üstü kapalı olarak bir delil şeklinde söylemiştir. Ayrıca böyle bir şeyin olmasının mümkün olduğunu ifâde etmiştir.[131]

İbn er-Rûmî şöyle demiş:

«Bazen gencin saçı ağarır. Taze dalda çiçeğin görünmesi hayret verici bir şey değildir.»[132]

İbnü´r-Rûmî, bu beytinde şöyle diyor: Şüphesiz ki gencin yaşı ilerlemeden, bazen onun saçı ağarabilir. Bu garip bir şey değildir. Çünkü bazen taze ve yaş dalda beyaz çiçek görülür. İbn er-Rûmî, burada açıkça bir teşbih yapmamış ve şöyle dememiştir: "Erken olarak saçı ağaran genç, zamanından önce çiçek açan taze yaş dal gibidir." Fakat o, müşebbehe nisbet edilen şeyin meydana gelmesinin mümkün olan bir şey olduğunu anlatmak için, bu şiirinde zımnen teşbih yapmıştır.[133] Ebu Tayyib (el-Mütenebbî) şöyle demiş:

«Kim zillete alışırsa, zillet ona kolay gelir, Çünkü yara, ölüye acı vermez.»[134]

Ebu´t-Tayyib, bu beytinde şöyle diyor: Zilleti, alışkanlık haline getiren kimsenin ona tahammül etmesi kolaydır. O, zilletten acı da çekmez. Bu iddiası yanlış değildir. Çünkü ölü, yaralandığı zaman, acı çekmez. Bu şiirde de açıkça ifâde edilmeden zımnen teşbihe işaret edilmiştir.

Bu üç beyitte, teşbihin rükünlerini bulmak ve farkına varmak mümkündür. Fakat buradaki teşbîh, öğrendiğimiz şekillerden herhangi bir şekilde bulunmaz. İşte böyle teşbihlere, zımnî teşbîh denilir.[135]

«Deve, iğne deliğine girinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir.»[136] Burada "zımnî teşbîh" vardır. Yani onlar hiç bir halde Cennete giremezler. Ancak devenin iğne deliğine girmesi mümkün olursa, o zaman girebilirler. Bu, onların Cennete girmelerinin imkansızlığını ifâde eden bir misaldir.

a) Aşağıdaki beyitleri okuyunuz ve bu beyitlerde bulunan teşbîh nevilerini tesbit ediniz.

«O ikisi hakkında söylediğim şiirim tam yerinde oturdu. Güzel hanımın boynundaki kolye, güzel görünür.»[137]

«Asalet, senin sözünde somut olarak göründü. (Nitekim) Atların asilliği, onların sesinden anlaşılır.»[138]

«O kahramanları gücüylü korkutup onlarla alay ediyor. Kılıç çekildiği zaman, onun keskinliği ve parlaklığı vardır. »[139]

( Bu beyitte
«Bana karşı yaptığın cömertliğinin gecikmesi hayırlıdır. (Çünkü böylece bana çok miktarda ihsanda bulunursun,) En sür´atli bulut, yağmursuz buluttur.» (Buradaki teşbih, zımnî1 dir. Sebebi şudur: Buradaki teşbih, bilinen teşbih şekillerine aykırı olarak yapılmıştır.)[140]

«Elbiselerinin güzelliği ve refah, mazlumu sevindirmesin. (Çünkü o zillet ve esaret altındadır.) Acaba kefeninin güzelliği ölüyü sevindirir mz?»[141]

aralarında yaşadığım halde, onlardan değilim... Fakat altının madeni topraktır.» (Yani altın topraktan tamamen ayrı bir maden olduğu gibi, ben de zamanımda yaşayan insanlara benzemiyorum.)[142]

«Kavmimin başına bela geldiği zaman onlar beni anacaklar. Karanlık gecede ay aranır. »[143]

«Kasdedenler (ihtiyaç sahipleri), onun kapısında izdiham meydana getirirler. Tatlı su kaynağı çok kalabalık olur.»[144]

«Sen kurtuluş yollarında yürümediğin halde, kurtuluşu umarsın. Şüphesiz ki gemi karada yürümez. »[145]



5- Teşbihin Gayeleri


Teşbih, şu maksatlar için yapılır:

a) Müşebbehe isnâd olunan şeyin, mümkün olduğunu açıklamak;

Bu da garip ve tuhaf olan bir şey, müşebbeh´e isnad edildiğinde ve bu garipliği de ancak teşbihin zikredilmesiyle ortadan kalktığı zaman yapılır.

b) Müşebbehin durumunu belirtmek. Bu şöyle yapılır: Teşbih yapılmadan önce müşebbeh´in vasfı bilinmiyor. Teşbih yapılarak onun bu vasfı hakkında bilgi verilir.

c) Müşebbehin durumunun miktarını ortaya koymak. Bu şöyle yapılır: Teşbih yapılmadan önce müşebbeh´in vasfı, hakkında az bilgi vardır. Teşbih yapılarak onun bu vasfının miktarı belirtilir.

d) Müşebbehin durumunu zihne yerleştirmek için. Bu da; müşebbehe isnad edilen şeyi isbât etmeye ve misal ile açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda yapılır.

e) Müşebbehi süslemek ve ona karşı rağbeti artırmak üzere durumunu güze) göstermek.

f) Sevilmemesini ve rağbet edilmemesini sağlamak üzere müşebbehi çirkin göstermek ve onu kötülemek.[146]

Şimdi bu maddeleri misalleri vererek açıklayalım:

a) Müşebbehe isnâd olunan şeyin, mümkün olduğunu açıklamak:

Bu da garip ve tuhaf olan bir şey, müşebbeh´e isnad edildiğinde ve bu garipliği de ancak teşbihin zikredilmesiyle ortadan kalktığı zaman yapılır.[147]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«O, muhtaçların ellerine yakındır ve cömertlikte de o her türlü eş ve benzerden uzaktır. O, son derece yüksektir, ama ışığı, gece yolculuk yapan topluluğa çok yakın olan dolunay gibidir.» Bu iki beyitte el-Buhturî, övdüğü zatı, cömertliğiyle ve benzerlerinden farklı olmasıyla; gökte bulunan ve ışığı ile gece yolculuk yapanlara çok yakın olan dolunaya benzetmiştir. Buradaki teşbihten maksat böyle bir müşebbeh´in bulunmasının mümkün olduğunu açıklamaktır.[148]

(«Ev Seyfü´ddevle!) Sen insanlardan olduğun halde, onlardan üstün isen, (Bu şaşılacak bir şey değildir.) Çünkü misk, ceylân kanının bir kısmıdır.» (ve onun diğer unsurlarından üstündür.) Şâir, Ebu´t-Tayyib el-Mütenebbî, övdüğü şahsın -kendisinde bulunan bazı hasletlerden dolayı- diğer insanlardan ayrıldığını iddia edince, bu iddiasının mümkün olduğunu ısbatlamak için Övülen şahsı, menşei ceylan kanı olan "miske" benzetmiştir. Ve böylece iddiasının doğruluğunu ısbatlamıştır.[149]

Diğer bazı misâller;

«Adnan(oğulları), Allanın elçisi (Hz. Muhammed) ile yüceldiği gibi, oğlu ile şerefin zirvesine ulaşan nice babalar vardır.»[150]

Sen alçak gönüllü olarak yaklaştın (alçaldın) ve şeref açısından yüceldin. Senin şanına yakışan, alçalma ve yücelmedir. Güneş de öyledir, o yükselmekle uzaklaşır. Fakat onun ışığı ve ışınları yaklaşır.»[151]

b) Müşebbehin durumunu belirtmek: Bu şöyle yapılır: Teşbih yapılmadan önce müşebbehin vasfı (c vasfı hakkında bilgi verilir.[152]

en-Nâbiğatü´z-Zübyânî´nin

«Sanki sen, (yücelik ve üstünlükler bakımından) güneş gibisin. Diğer melikler de yıldızlar hükmündedirler. Güneş doğduğunda ortalıkta hiçbir yıldız görünmez. (Bunun gibi, senin yanında da onların şanı yücelemez..)[153]

Her cömerdin yalnız sana doğru geldiğini görüyorum. Sanki sen denizsin Hükümdarlar da (sana doğru akan ,su kanallarıdır.[154]

Kaplan saldırmasında ve aşırı cesaretinde sanki arslan gibidir.)[155]

Yer küresi sanki yuvarlaklığında bir portakal gibidir.»[156]

c) Müşebbehin durumumu miktarını ortaya koymak: Bu şöyle yapılır: Teşbih yapılmadan önce müşebbeh´in taşıdığı nitelik hakkında az bir bilgi vardır. Teşbih yapılarak ı niteliğinin miktarı belirtilir.[157]

el-Mütenebbî, bir arslani niteleyt leyerek şöyle demiştir:

« (Karanlıkta) Arslanın gözleri i oturup ateş yakan topluluğun ateş yakan topluluğun ateşi oldukları zannedilirler.[158]

Arslanın gözleri, o ateş gibi kıpkırmızı olup parlar. el-Mütenebbî, bu beytinde arslamn gözlerinin ne kadar parlak ve kızarmış olduklarını belirtmiştir.

«Orada, kara karganın kanatları gibi siyah olan kırkiki adet sağmal deve vardır.»[159] Şair, siyah develerin siyahlık miktarım belirtmek için onları, kara karganın kanadına benzetmiştir.

«Hasta, sanki Ebu Cehil karpuzu gibi acı olan bir ilaç (aldı) kullandı.»[160]

«Evde yanıp tutuşurken ateşi, sanki yeryüzüne taşınmış Cehennem sandım.»[161]

d) Müşebbehin durumunu zihne yerleştirmek: Bu da, müşebbehe isnad edilen şeyi misal ile isbât etmeye ve açıklamaya ihtiyaç duyulduğu zaman yapılır.[162] Misaller: Yüce Allah şöyle buyurmuş:

Ondan (Allah´tan) başka dua ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar, ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki su onun ağzına girecek değildir.»[163] Bu teşbih´ten maksat, müşebbeh´in durumunu iyice tesbit etmektir. Müşebbeh, ma´nevî bir şey olduğunda bu nevi teşbih yapılır. Çünkü insan, maddî şeyler hakkında verdiği kesin kararı, ma´nevî şeyler için veremez. Öyle ise ma´nevî şeylerde muhatabı ikna etmek gerekir.

«Kalblerdeki sevgi, nefrete dönüştüğünde, kırılan cam gibidir ki; artık onun kırığı, kaynaşamaz.»[164] Şair, kalblerdeki nefretin, daha önceki sevgiye dönüşmesinin zor olduğunu ısbatlamak için kalbi, kırılan cama benzetmiştir.

Kelile ve Dimne ´de şöyle denmiştir:

İlim sahibinin fazileti, -onu gizlese dahi- üstü örtülen misk gibidir. O örtü, miskin kokusunun yayılmasına engel olamaz.»[165]

«Ben, Leylâ yanında, suyu avuçlamak isteyen fakat parmaklarının arasının açık olması kendisine hıyanet eden kimse durumuna düştüm.»[166]) (Yani, onu kollarımın arasına alıp tutamadım.)

«Falanca batılın karanlığında yaşıyor. Hakkın nuru, onu rahatsız ediyor. Tıpkı karanlıkta yaşayan ve ışığın kendisine zarar verdiği yarasa gibi.»[167]

«Mü´min için mü´min, birbirini perçinleyen yapı gibidir. »[168]

e) Müşebbehi süslemek ve rağbet edilmesini sağlamak üzere durumunu güzelleştirmek :[169]

Ebu´l-Hasan el-Enbârî (Öİ.328/940), asılan bir şahsın görüntüsünü tasvir etmek için şöyle demiş.

«Sen, bol ikramda bulunmak üzere ellerini onlara doğru uzatmışsın. (Tıpkı) Yaptığın bağışlarla ellerini, onlara uzattığın gibi.»[170]

«O (Sevgili), siyah olup alnı parlaktır. O, mağrur ceylanın gözünün siyahı gibi siyahtır.»[171] Şair, sevgilisini süslemek için onun siyahlığını, ceylanın gözünün siyahlığına benzetmiştir.

« O, köle değildir. Fakat Müheymin (gözetip koruyan), Samed (hiç bir şeye muhtaç olmayan ve her şey kendisine muhtaç olan Allah´ın) bana bağışladığı bir çocuktur. O, güzel hizmeti ile bana güç verdi. O, benim elimdir. kol(um) ve pazı(m)dır.»[172]

«O, Öyle bir köpektir ki sanki güvenilir bir arkadaştır.»[173]

«Yaşlılık, hayat meyvelerinin olgunlaş-mastdır.»[174]

f) Seyilmemesini ve rağbet edilmemesini sağlamak üzere müşebbehi çirkin göstermek (kötülemek):[175]

Bir bedevi hanımını yermek için şöyle demiş:

«O -olmaz olaydı- öyle bir ağız açıyor ki; eğer sen onun ağzım görseydin, cehennemden bir kapı olduğunu zannederdin.»[176]

O, konuşarak işaret ettiğinde, sanki kahkaha atarak gülen bir maymun veya tokatlayan bir kocakarı gibidir.»[177]

Yaz, Cehennem ateşidir. Kış ise; dehşetinden fakirlerin ve yoksulların mafsalları titrey´en bir. kar altıdır.»[178]

«Ben, a/ni siyah bir kadının oğluyum. O, sanki evin köşelerinde dolaşan bir kurt gibidir. Onun bacağı, deve kuşunun bacağı gibidir. Saçları da kara biber tanesi gibidir.»[179]

İbn Şüheyd el-Endelüsi(öl.426/1035), bir pireyi vasfederek şöyle demiş:

«(Pire) zenci gibi siyahtır, evcildir, vahşidir, gevşek değildir, zayıf da değildir. Sanki o gecenin ayrılmaz bir parçasıdır. Veya mürekkep noktasıdır, veya kalbin siyah noktasıdır. İçmesi, somurmadır, yürüyüşü sıçramadır, gündüzün gizlenir, geceleyin yürür, ardarda acı darbeler vurur, suçsuz ve suçlunun kanını mubah sayar, süvari ve savaşçılara saldırır, kılıcını kınından çıkararak zorbalara saldırır, hiçbir kıral ondan korunamaz, ona karşı kıskananın kıskanması da faydalı olmaz. O bayağılar içinde en fazla değersiz olandır. Kötülüğü yaygındır, sözü geçersizdir. İnsanın noksanlığına ve Rahman olan Allah´ın gücüne delâlet etmesi bakımından pirenin bu durumu yeter.»[180]



6- Et-Teşbîhü´l-Maklub:


Teşbîh-i maklûb (veya maksûr); benzetme yönünün müşebbehte, müşebbeh bihidekinden dalıa kuvvetli ve daha belirgin olduğunu iddia ederek müşebbehi, müşebbeh bihi (kendisine benzetilen) haline getirerek yapılan teşbihtir.[181]

Konu ile ilgili bazı misaller:

«Sabah oldu. Onun ilk ışıkları, övüldüğünde Halifenin (parlak) yüzüne benziyor.»[182] el-Himye-rî, bu şiirinde sabahın ışıklarını, övüldüğünde gülümseyen halifenin yüzüne benzetiyor. Buradaki teşbihin alışılan kurala göre yapılmadığı görülüyor. Çünkü kurala göre; teşbihte daima bir vasıfta zayıf olan şey, benzetme yönünde kendisinden kuvvetli olan şeye benzetilir. Fakat şair burada mübalağa ederek ve ileri giderek halifenin yüzünün sabahtan daha fazla parlak olduğunu iddia etmiştir. Bundan dolayı bu teşbihe "îe§bîh-i maklub" denilir.

«Akşamdan sabaha kadar bulutun devamlı parlaması (şimşek çakması), va´dederken tebessüm eden isa´nın tebessümüne benzer. »[183] el-Buhturî, gece boyunca parlayan ve şimşek çakan bulutların parlamasını, bağış yapmayı va´dederken Övdüğü şahsın tebessümüne benzetmiştir. Hiç şüphe yok ki şimşeğin parıltısı, tebessüm parıltısından daha kuvvetlidir. Normalde, şairlerin yaptıkları gibi, tebessümün şimşeğe benzetilmesi gerekirdi. Fakat el-Buhtürî bu teşbihi ters çevirmiştir.

Ben, onları özlerim, Oysa. onların önünde, genişliği sanki sabırlı kimsenin göğsü gibi olan bir çöl vardır.»[184]

(Yâni onlara kavuşmama engel olan büyük bir çöl vardır.)

Bu misalde de çöl, sabırlı şahsın göğsüne benzetilmiştir. Bu da "teşbîh-i maklub"dm.

a) Aşağıdaki misallerdeki teşbihin niçin "Teşbîh-i maklub" olduğunu açıklayınız.

« Meltem rüzgarı, sanki incelikte onun ahlakıdır.[185]

« Sanki su, duruluğunda onun huyudur.»[186]

Sanki, gündüzün ışığı, onun alnıdır.»[187]

« Bahçenin yaydığı koku, sanki onun ahlakının güzelliği gibidir.»[188] İbnu´l-Mu´tez, şöyle demiş:

«AfîK o/r geceden sonraki sabah, kumral tay´in yüzündeki beyazlık gibidir .»[189]

«Gülün kırmızılığında, onun (sevgilinin) yüzünün kızarmasından bir şey (iz) var. Dalda da onun (sevgilinin) salınarak yürümesinden bir pay vardır.[190]

« Havuz dalgalanıp su fışkırttığında, o vadisinin seli aktığında, Halifenin eline benzer.»[191]

«Gemi bizi, senin bağışlamana benzeyen bir denizde dolaştırdi.[192] el-Buhturî burada; "Denizi, halifenin bağışlamasına benzetiyor."

«Ayın nuru yayılmış. O sanki senin yüzünün güzelliği gibidir.»[193] Burada ise; Ayın nurunu, sevgilinin yüzünün nuruna benzetiyor.

«Gecenin karanlığı sanki siyah saç gibidir.[194]

«Ok, sanki onun sözü gibidir, ve sağanak yağmur, sanki onun bağışı gibidir.[195]

« Yarışmayı kazanan bir ata benzeyen bir trene bindik.»[196]

«Sabah, senin apaçık delilin gibi ortaya çıktı.»[197]

« Çiçek öyle bir koku verdi ki, o koku seni güzel bir şekilde anmaya benziyordu,»[198]

« inciler, sanki senin sözlerin gibidir.»[199]

«Suyun duruluğu, sanki senin nefsinin duruluğu gibidir.[200]

b) Teşbîhü´l-maklûbla ilgili âyetler:

« Alım-satım da ancak faiz gibidir.» Bu âyette,"teşbîh-i maklûb" vardır. Zira müşebbeh, müşebbehün bih yerine kullanılmıştır.[201]

« Hiç yaratanla yaratmayan bir olur mu?»[202] Bu âyette de "teşbîh-i maklub" vardır. Müşebbeh ile müşebbeh bihi´nin yeri değiştirilmiştir.

«Yoksa biz, müttekileri, azgın günahkarlar gibi mi yapacağız?» âyetinde "teşbîh-i maklub" vardır. Çünkü, müşebbehün bih müşebbeh, müşebbeh de müşebbehün bih yapılmıştır.[203] «Müslümanları, suçlular gibi mi tuta-cağız?» âyetinde "teşbîh-i maklub" vardır. Müşebbehü´n bih müşebbeh, müşebbeh de müşebbehün bih yapılmıştır. Çünkü bu âyetin açılımı şöyle-dir: ´´âl» Sevap ve mükâ-fatta, kâfirleri müslümanlar gibi mi yapacağız?" Daha belîğ ve parlak olması için, teşbih ters çevirilmiştir.[204]



II. Hakikat Ve Mecaz


1) Hakikat


Hakikat: lafzın konulduğu mânada kullanılmasına "hakikat" denir. Meselâ kelimeleri, esas mânalarında kullanıldıkları zaman buna "hakîkat"demr. Esâs mânaları dışında başka bir mânada kullanıldıklarında buna "mecaz" denir.[205]



2) El-Mecâzü´l-Luğavî


el-Mecaz kelimesi; sözlükte fiilinin ism-i mekân (aynı zamanda ism-i zaman ve mimli masdar) kipi olup gelip geçilen yer, gelip geçilen zaman veya gelip geçmek mânasına gelir.[206]

Bir Beyân terimi olarak; Hakikî ve mecazî mâna arasında bir münasebet olduğu ve hakikî mânayı kasdetmeye engel olan bir karine (maksadı gösteren delil) bulunduğu için vazedildiği mânadan ayrı bir mânaya kullanılan kelimeye "el-mecâz el-luğavî" denir.[207]

Hakîkî mâna ile mecazî mâna arasındaki münâsebet; bazen benzeme ve bazen de başka bir şey olabilir.

Karine; Yâni maksadı gösteren alâmet, bazen lafzı, bazen de hâlfdir (yani durumdan anlaşılır.)[208]

´Alâka; Hakikî mâna ile mecazî mâna arasındaki münâsebettir.[209] Meselâ: «Falan adam, incilerle konuşuyor.» sözünde, fasîh kelimeler mânâsına kullanılan kelimesi gibi. Bu kelime, asıl mânâsı dışındaki bir mânâda kullanılmıştır. Çünkü aslında, gerçek inciler için vazedilmiş, sonra aralarındaki güzellik münâsebetiyle fasîh kelimeler için kullanılmıştır.

Mecazla ilgili bu misâl de «Dürer» kelimesinin hakikî mânâsını kasdetmemize engel olan karine (maksadı gösteren alâmet), «konuşuyor» kelimesidir.[210]

Konu ile ilgili bazı misâller:

İbnü´l-´Amîd, Ebu´1-FazJ Muhammed (öl.360/971), bir şiirinde şöyle demiş:

«Nefsimden daha fazla sevdiğim biri, kalkmış beni güneşin ışığından gölgelendiriyor. O, kalkmış beni gölgelendiriyor. Hayret, bir güneş beni güneşin ışığından gölgelendirmeye kalkışıyor.»[211]

İkinci beytin son mısraındaki birinci kelimesi, mecazî mânada kullanılmıştır. Karine; =beni gölgelendirir, kelimesidir. Hakîkî ve mecazî mâna arasındaki alaka, parlaklıktır. Ve iki mâna arasında bir benzerlik vardır.[212]

el-Buhturî, Feth b. Hakan´ın (Öİ.217/832), bir arslanla düellosunu vas-federek şöyle demiş:

«Zayıf iradeli çok korkak kimse yalanladığında, boğuşma yönünden sizden daha ciddî iki arslan görmedim. Bir arslan, bir arslana yönelip onur, üzerine yürüyor. Halktan cesur yüzlü biri, yüzünde kahramanlık izi görünen bir arslana saldırıyor.»[213]

Bu beyitte, ve kelimeleriyle cesur adam kasdedilmiştii Hakîkî ve mecazî mâna arasında cesarette benzerlik vardır. Karine; birin çişinde hâli (durumdan anlaşılır), ikincisinde ise lafzîdir.[214]

Seyfüddevle üzerine yağmur yağarken el-Mütenebbî şöyle demiş:

«Gözlerim için, her gün sende bir nasip vardır. Acaib (tuhaf) bir seyder. dolayı ondan hayret ediyor. Bu kılıcın bağı, kılıç üzerindedir. Bu bulutu) (yağmurun) düsüsü bulut üzerinedir.>>[215]

Bu beyitte, ikinci kelimesi, tehlikelere göğüs germe hususund; arslana benzediği için hakîkî mânasında kullanılmamıştır. "Karine" ise sözün söylendiği makamdan anlaşılıyor. Öyle ise buradaki "karine", du rumdan anlaşılır. İkinci kelimesi de bunun gibidir. Bu kelime, Seyfüddevleye delâlet etmek için kullanılmıştır. Çünkü Seyfüddevle ile bulut arasında cömertlik ilişkisi vardır. Buradaki "karine", yine durumdaı anlaşılıyor. «Bir (kişinin) gözü, üzüntüyü ve gammı gözetleyerek (casusluk yaparsa kalbin gizlediği şey, artık (ona) sır değildir.»[216]

Bu beyitte, birinci kelimesi hakîkî mânasında kullanılmıştır. İkin ci kelimesi ise , hakîkî mânası olmayan casus mânasına kullanılmıştıi Fakat "göz", casusun bir parçası olduğu ve casus onunla çalıştığı için şair kelimesini söyledi ve onunla bir bütün olarak insanı kasdetti. Tıpkı Araplar gibi. Çünkü onlar, bir parçayı zikrederek bir şeyin tamamını kasde-derler. ve "casus" kelimeleri arasındaki "alaka"nın benzerlik olmadığı görülüyor. Bu "alaka", cüziyettir. Buradaki "karine" lafzı olup »ibaresidir.

a) Konu ile ilgili aşağıdaki beyitlleri okuyunuz ve beyitlerde bulunan mecâz-i luğavîleri gösteriniz.

Ebû Tayyib, Mısırda sıtma hastalığına yakalandığında bir şiirinde şöyle

demiş:

«Eğer ben hastalanmışsam, sabrım hastalanmamış, Eğer ben sıtma hastalığına yakalanmışsam azmim sıtmaya yakalanmamısîır.»[217]

Ebû Tayyib, övdüğü kişi ile beraber bulunduğu bir anda, bulutlar yağmur yağdırmak üzere iken, şöyle demiş:

«Döndüğümüzde bulut gördüm. Ben, (ona) çekil! Çünkü beraberimde bulut vardır, dedim.»[218]

«Memleketim bana ne kadar zulüm etse, yine yücedir (azizdir). Kavmim, bana karşı cimri davransalar bile, aslında onlar cömerttirler.»[219]

«Bir gün, atlarla Rumları onlardan uzaklaştırır, bir gün de cömertlikle fakirliği ve kıtlığı (onların yanından) kovar.»[220]

«(Allah´ın) göğünde bulunan güneş, onun. peçesi altındaki güneşle beraber doğmaya devam etsin.»[221]

«Savaşta, kılıçla görünmen senin için ayıptır. Kılıç kılıcı ne yapsın? »[222] (Yâni; sen kılıç gibi keskin ve parlak olduğun için, senin kılıca ihtiyacın yoktur.) Bu beyitte mecaz, birinci kelimesinde vardır. Birinci mısra, bu kelimeden mecazî mânasının kasdedildiğine delalet eder. Alaka; benzerliktir. Övülen şahıs, kılıca benzetilmiş. Çünkü ikisi de parlıyor. Karine; hâliyyedir. Sözün söylendiği makamdan anlaşılır.[223] «Seyfüddevle hastalandığı zaman, yerküresi (bozgunculuk ve fitne ile) hastalanır.»[224] Bu ibarede, mecaz, ikinci kelime sindedir. Çünkü yeryüzü hastalanmaz. Alaka, benzerliktir. Yeryüzünde fitnenin yayılması, hastalanmaya benzetilmiştir. Nitekim ikisinin de kötü etkisi vardır. Karine; kelimesi olup lafzîdir.[225]

«Kılıcının ağzı ölünceye (körelinceye) kadar ve mızraklar düşmana karsı koyamaz bir hale gelinceye kadar o ölmedi.»[226] Mecaz; ikinci kelimesinde vardır. Çünkü kılıcın ağzı ölmez. Kılıcın körelmesi ölüme benzetilmiştir. Nitekim her iki durumda da faydalanma ortadan kalkar. Karine, lafzıdır.[227]

«Halit b. el-Velîd yürüdüğü zaman, zafer onun sancağı altında yürüyordu.»[228] Bu ibaredeki mecaz, ikinci kelimesindedir. Çünkü zafer yürümez. Alaka; benzerliktir. Zaferin Halit´ten ayrılmaması, zaferin onun sancağı altında yürümesine benzetilmiş. Çünkü her ikisinde de beraberlik sözkonusudur. Karine, lafzıdır. O da zafer kelimesidir.[229]

«Sen, yüksek evleri yaptın. Ondan önce de sen yüceliğine ulaşılamayan ve iftihara vesile olan işleri yaptın.»[230]

Bu beyitteki mecaz, ikinci fiilindedir. Çünkü övünme ve iftihar bina edilmez. Alaka, benzetmedir. İftihar etmesine sebep olan işleri binaya benzetilmiş. Çünkü her ikisinde de sabit ve kalıa bir şeyi kurmak söz konusudur. Karine, lafzîdir. O da övünmek kelimesidir.[231]

b) Aşağıdaki misâlleri okuyunuz ve onlarda bulunan mecaz ve ´alakayı gösteriniz.

« Hatip, incileri saçtı.»[232]

« Tembel, vakti öldürdü.»[233]

« Avrupa cehaletle savaştı.» [234]

«Her jurnalciyi dinleyen kulak olma!»[235].

«Çiçek, tebessüm etti.»[236]

- «Çalışkan yorgunluğunun meyvelerini topladı.[237]

Oeniz, iki ovucundan aktı.[238]

c) Mecazla ilgili hadîsler:

«Dühürün bağı gözlerdir. Kim uyursa abdest alsın,»[239] = kese, tulum gibi şeylerin ağzına bağlanan iptir. Hadis-i şerifte "gözler" uyanıklıktan kinaye olarak kullanılmış ve bağa benzetilmiştir. Nasıl tulum veya kesenin bağı içindekilerin çıkmasına mâni ise, uyanıklık da istenilmeden hadesin çıkmasına mânidir. İnsan uyanık olduğu müddetçe mak´adı bağlanmış gibidir. Veya en azından kendi kontrolündedir. Şuuru dışında oradan hiçbir şey çıkmaz, uyuduğunda bağı çözülür. Bundan dolayı, uyku abdesti bozucudur.[240] «Vay sana ey Enceşe! Sırçaların hayvanlarım yavaş sür![241]

Bu hadisteki cam sırçalar" kelimesi, mecaz olarak hanımlar için kullanılmıştır. Çünkü Enceşe adındaki köle, şiir söylerken o anda hanımları taşıyan develer, bundan zevk ve şevk duyarak hızlanırlar ve üzerindeki insanları sarsarak yorarlar. Peygamberimiz, onları incitmemesi hususunda Enceşe´nin dikkatini çekmiştir.[242]



III. İstiâre=


İsti´âre, beyan ilminin en önemli konularından biridir. Sözlükte; bir şeyi kaldırmak ve onu bir yerden alıp başka bir yere koymak veya bir şeyden faydalanmak üzere onu birisinden ödünç olarak istemektir.[243]

Bir Beyân terimi olarak isti´âre; hakikî mânâ ile mecazî mânâ arasındaki benzerlik alakasından dolayı bir kelimenin mânasını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanmaktır. Ayrıca bunda, hakîki mânayı kasdet-meye engel olan bir karinenin bulunması gerekir.[244]

İsti´âre, mecaz çeşitlerindendir. İstiare; müşebbeh, teşbih edatı ve teşbîh yönü hazfedilerek sadece müşebbehün bih kullanılan teşbihlerdendir. [245]



1- İsti´âre´nin Rükünleri:


İsti´ârenin rükünleri dörttür:

1. Müste´âr: Müşebbehün bih´ten nakledilerekmüşebbehte kullanılan lafız.

2. Müste´ârün minh: Müşebbehün bihi.

3. Müste´âiTün leh: Müşşebbeh.

4. el-Câmi´: Vech-i şebeh denir.[246]

İstiare, müşebbeh ve müşebbehün bih i lafızlarının zikredilmesi veya zikredilmemesi açısından iki kısma ayrılır: [247]



2- İstiâre-İ Tasrîhiyye Ve İstiâre-İ Mekniyye


a) İstiâre-i tasrihiyye: İçinde müşebbehün bih in lafzı açıkça zikredilen ve müşebbeh hazfedilen istiaredir. (Türkçemizde bu kısma "açık istiare" denilir)[248]

b) İstiâre-i mekniyye: Müşebbeh bihin lafzı hazfedi-len ve kendisi ile ilgili bir hususla ona işaret edilen istiaredir. (Türkçemizde buna "kapalı istiare" denilir.)[249]

Karine; İstiareyi açıklamaya yardımcı olan bir lafzı onunla birlikte kullanmaktır. Veya istiare olduğu durumdan ve sözün gelişinden anlaşılıyor.[250]

Konu ile ilgili bazı misâller:

Bu, insanları Rabhlerinin izniyle

karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve Övgüye lâyık olan Allah´ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz bir kitaptır.»[251]

Yâni onları, sapıklıktan hidâyete çıkarman için. Bu ayette, llka-ranlıklar" ve aydınlık", kelimeleri, asıl mânâları dışında kullanılmıştır. Bu istiaredeki alaka ise; =sapıklık" ile karanlıklar ve =hidâyet" ile aydınlık arasındaki benzerliktir. Karine, bu kelimelerden önceki kısımdır. (Ve bu karine âyetin gelişinden anlaşıhr.)[252]

Bu misalde: (sapıklık) ve (hidâyet) kelimeleri müsteârün leh; Müste´ârün mınh (müşebbehün bih mânâsı) ise karanlık ve aydınlık kelimelerinin mânâsıdır. Karanlıklar ve aydınlık kelimelerine, müste´âr (müşebbehün bih lafzı) denilir.

Övdüğü kimse kendisiyle karşılaşıp onu kucaklayınca el-Mütenebbî şöyle demiş:

«Benden önce, denizin kendisine doğru yürüdüğü bir ki§i görmedim, Arsianların kalkıp kendisiyle kucaklaştığı bir adamı da görmedim. »[253]

el-Mütenebbî´nin bu şiiri iki mecazı kapsar. Bunlardan birincisi; aralarındaki benzerlik ilişkisinden dolayı, kendisi ile cömert adam kasdedi-len edeniz", kelimesidir. Karine; yürüdü", kelimesidir. İkincisi de; aralarındaki benzerlik ilişkisinden dolayı kendisi ile cesur insanlar kasdedilen =arslanlar", kelimesidir. Karine; onunla kucaklaşır", ibâresidir. Burada müşebbehün bih zikredildiği´için "isti´â-re-İ tasnhiyye"[254]

el-Mütenebbî, Seyfüddevle´yi överek şöyle demiş:

«içinde kılıçların kafalarla tokalaşîığı bir savaştan daha lezzetli bir zafer görmez misin (yani böyle bir zafer görülmemiştir.)» [255]

Bu şiir de bir mecazı kapsar. Bu da; aralarındaki benzerlik ilişkisinden dolayı, kendisi ile karşılaştı, mânası kasdedilen y, ibâresidir. Karine;Hint kılıçlan ve başlar, ibareleridir.

Yukarıda geçen bütün mecazlar, dikkatle incelendiğinde, bu mecazların her birisinin bir teşbih kapsadığı ve "müşebbeh"in lafzının hazfedildiği ve "müşebbehün bih"in, "müşebbeh"in aynısı olduğu iddiası ile; "müşeb-beh"in yerini alması için, onun yerine ödünç olarak "müşebbehün bin" lafzının kullanıldığı görülür. Bu, belagatın varacağı en uzak nokta ve en fazla mübalağa yapılan kısmıdır. Böyle mecazlara"istiare" denilir. Bu misâllerde "müşebbehün bih" açıkça ifâde edildiği için buna "isti´âre-i îasrîhiyye" ismi verildi.[256]

el-Haccâc, bir konuşmasında şöyle demiş:

«Olgunlaşmış ve koparma zamanı gelmiş bazı kafalar görüyorum. Muhakkak ki onları koparacak benim.»[257]

el-Haccâc´m tehdit amacıyla kullandığı bu sözünden anlaşıldığına göre; o başları meyvelere benzetmiştir. Bu söz; "Ben, olgunlaşmış meyveler gibi kafalar görüyorum", şeklindedir. Sonra müşebbehün bih hazfedildi. Ve böylece cümle; haline geldi. Başların, meyve şeklinde gösterilmesi düşüncesi ile böyle bir cümle yapıldı. Hazfedilen müşebbehün bih´e, onunla ilgili bir şey ile işaret edildi. O da » fiilidir. Müşebbehün bih, bu isti´ârede gizli olduğu için buna "isti´âre-i mekniyye" ismi verildi.

Aynen bunun gibi aşağıda zikredilecek iki şiirdeki ibareleri için de böyle denilir.[258] el-Mütenebbî, bir şiirinde şöyle demiş:

«Develer kıl olduklarında, önemli meselelere binip İbn Ebî Süleyman´ın yanına gittik.»[259]

el-Mütenebbî başka bir şiirinde şöyle demiş:

«Sen afiyette olduğunda, cömertlik ve şeref afiyette olur.Ve elem (dert) seni bırakarak düşmanına geçer.»[260]

a) Konu ile ilgili başka misaller:

Rum elçisinin Seyfüddevle´nin huzuruna çıkışını vasfeden el-Mütenebbî şöyle demiş:

üzerinde yürüyerek ilerledi. Denize doğru mu gittiğini yoksa aya doğru mu yükseldiğini, bilmiyordu.» Bu beyitte, (aralarındaki ortak özellik olan bağış ve cömertlikten dolayı) Seyfüddevle, denize benzetilmiştir. Sonra "müşebbehün bih´e" delâlet eden kelime yâni kelime-û,"isti´âre-i tasrihiyye" yoluyla, müşebbeh (Seyfüddevle) için kullanılmıştır. Buradaki karine; . ibaresidir. İkinci mısra´da ise; aralarındaki ortak özellik´ olan yükseklikten dolayı Seyfüddevle, dolunaya benzetilmiştir. Sonra müşebbehün bih´e delâlet eden ke-lime yâni kelimesi,"isti´âre-i tasrihiyye" yoluyla, müşebbeh (Seyfüddevle) için kullanılmıştır. Buradaki karine de; ibaresidir.[261]

«Kardeşim güzelliğiyle gözlere, anlatışıyla kulaklara ziyafet veriyordu.» Bu beyitte, güzellikle göze fayda vermesi; kulağın da anlatılan şeyle fayda vermesi, misafirleri ağırlamaya benzetilmiştir. Sonra masdarından ^faydalandırıyor" mânasına gelen j fiili,"isti´âre-i tasrihiyye" yoluyla, türetilmiştir. Buradaki karine; üül j Vdl. İbareleridir.[262]

v Rabbim! Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım, (in saçı) bembeyaz alev gibi tutuştu.....»[263]

Başımın saçı, bembeyaz alev gibi tutuştu," cümlesinde saç ağarmasının yayılması ve çoğalması, ateşin odunlar içerisinde yayılmasına benzetildi. Sonra "isti´âre-i mekniyye" yoluyla, müşebbehün bihe ait bir şey ile -ki o da =tutuştu" kelimesidir- ona işaret edildi. Karine; başın alevlendiğini ısb atlamaktır.[264]

Falanca, cömertliğin işaret ettiği yere goz atıyor.» [265]

Bu ibarede, (cömertlik) bir insana benzetilmiş. Sonra insan keli-

mesi hazfedilmiş. Onunla ilgili bir şey olan = işaret etti" kelimesi ile, "isti´âre-i mekniyye" yoluyla insana işaret edilmiştir. Karine; cömertliğe işaret etmeyi ısbatlamaktır.[266]

»Sanki gecenin karanlığı her zenciye (gemiye) derinin siyahlığım bağışlamıştır. »[267] Bu şiirde, gemi bir zenciye benzetilmiştir. Her ikisinde de ortak özellik olarak siyahlık vardır. Müşebbehün bihe delâlet eden kelimesi, müşebbeh (gemi) için istiare yoluyla kullanılmıştır. Burada;"isti´âre-i tasrihîyye" vardır. Geminin siyah boyası, deriye benzetilmiştir. Çünkü her ikisi de altındaki şeyi giz


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: Damla üzerinde 05 Mart 2016, 17:10:05
#Selamun aleykum..Vesilenizle bunları da öğrenmiş olduk..Rabbim razı olsun..#


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: kubra.koklu üzerinde 15 Nisan 2018, 15:07:34
Mecaz.ı mürsel ve alakaları konusunuda ekleyebilirmisiniz


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: Ceren üzerinde 15 Nisan 2018, 15:13:08
Aleylumselam.Rabbim razi olsun bilgilerden. .


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 16 Nisan 2018, 01:06:07
Aleykümüsselam beyan birşeyi açık seçik ortaya koymadır bunun ilmi olarakta bilinmesi gerekir inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: ilimsevdası üzerinde 16 Eylül 2018, 10:05:00
Allah razı olsun , yazının devamını da ekleyebilir misiniz


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: Feysel üzerinde 29 Kasım 2018, 21:53:41
Allah sizden razı olsun. Ama yazının devamı yok. Eklemeniz mümkün mü?


Konu Başlığı: Ynt: Beyan İlmi
Gönderen: ilim dünyası dergisi üzerinde 30 Kasım 2018, 01:32:02
"ALLAH'IM saygı duymayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymadan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım." Hadisi Şerif
Böyle faydalı bilgileri bizlere ulaştırdığiniz için Allah razı olsun...