๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran-ı Kerim Ayetleri => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 16:03:06



Konu Başlığı: Sa´di 25 Kasım 1336 -1920
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 16:03:06
Sa´di 25 Kasım 1336 -1920


Dumas fils´in (La dam o kamelya) sini hepimiz biliriz; daha doğrusu müellifi yalnız bu te´lif-i güzini delaletiyle tanırız. Nasıl, Fuzulî´nin enin-i ruh-u giryanı üç beş gazelinde duyulur; Şeyh Galibin hüviyet-i şairiyesi Hüsn-ü-Aşk´ının en parlak bir iki safhasında görülürse, Dumas fils´in kudret-i bülendi de, bu eserinden anlaşılır.

Sa´di unvanlı bir hasbıhale Dumas fisl´in eseri hakkında mütalea beyaniyle başlamak size garip geliyor, değil mi? Halbuki ben ne zaman Sadi´yi ansam, arkasından Dumas fils´i, ne vakit Dumas fils´i tahattur etsem, yanı sıra Sa´di´yi bilâ ihtiyar düşünürüm. Birbirinden asırlarla, dünyalarla ayrılan bu iki büyük fıtratı, nasıl oluyor da, yanyana getiriveriyorum, öyle mi?

Anlatayım:

Bundan yirmibeş otuz sene evvelki rüşdiyelerimiz şimdikilerden pek çok değil, bir az hallice idi. Yani o vakitlerde okuturlar, fakat öğretmezlerdi; şimdi de okutuyorlar, fakat öğretmiyorlar. Şu var ki eskiden daha çok şeyler okuturlar, tabir-i sahihi ile daha çok şeyler ezberletirlerdi! Biz de mektep programındaki kitaplar meyanmda gülistanı -beşinci bab müstesna olmak şartiyle- bab bab okumuş, ezber etmiş idik.

Artık Sadinin yaşını başını almış adamlar için yazdığı o muazzam eserden, sekiz" dokuz yaşındaki çocukların ne kadar zevk alabileceğini söylemeğe hacet yoktur. Her hikâyeyi okur; evvelâ kırık manasını verir, sonra tahlîl-i sarfîsini, nahvisini yapar; daha sonra mefhumunu su gibi söylerdik. Lâkin kıssadan hiç bir hisse çıkaramadığımız gibi, hiç bîr keyf de duymazdık.

Öyle ya! Evlerinde “bir padişahın üç oğlu varmış...” diye başlayarak, kışın uzun gecelerini cabasiyle idare eden cinli, perili masalları dinlemeye alışmış kafaları iki üç satırlık hikâyeden ne anlayacak!

İdadî tahsilini bitirdikten sonra, Gülistandan ezberimde kalan bazı hikâyeleri, beyitleri hatırlamaya; hatırladıkça o zamana kadar yabancısı bulunduğum bir neşveyi duymaya başladım. Üç beş sene daha geçince, eserin büyüklüğünü hakkiyle takdir eder oldum.

Ziya paşa merhum Harabat mukaddimesinde İran şairlerini birbiriyle mukayese eder de nihayet “efseri, fazilet” i Sa´di´ye verir. Merhumun bu hükmü, bilhassa:

Bir kimse okursa Bostanı,

Anlar o zaman nedir cihanı.

Tarzındaki tavsiyesi Sa´di´nin bu ikinci eserini de okumak için, bende zaten bir heves uyandırmıştı. Kendisinden bir çok acı, fakat doğru sözler işittiğim îspartalı Hakkı´nın “Senin için Bostanı okumamış olmak âdeta rezalettir.” gibi tezyifleri, o hevesi azim derecesine getirdi. Bu kitabı mübini kim bilir kaç defa hatmettim! O vakite kadar okumadığıma kim bilir ne kadar pişman oldum!

Bostanın kısm-ı a´zamı, bir kaç beyti ancak meşgul eden küçük hikâyeleri beni saatlerce düşündürdü. Ben eserdeki azameti sanatı görür, fakat bu sanatın sırrını bir türlü anlayamazdım.

Nihayet, garplıların, bilhassa fransizların edebiyatını da bir az anlamak için, o lisandaki maruf eserleri okurken, “la dam o kamelya´“ya sıra geldi.

Müellif kitabının baş taraflarında diyordu ki:

“Hakikat, üzerinde işlemekte olduğum bu kadar ufak bir mevzudan o kadar büyük neticeleri çıkarmak isteyişim, benim için bir cür´et görülecektir. Lâkin ben her şeyin az şeyde olduğuna kani olanlardanım: Çocuk küçük, fakat kendisinde koca bir insan mündemiç, beyin daracık, lâkin müfekkireyi ihtiva ediyor; göz bir noktadan ibaret, bununla beraber fezaları muhit.”

Şu satırları okur okumaz Sa´di´deki sirr-i sanatı anladım:

Demek büyük büyük hikmetler, ibretler göstermek için, uzun uzun vak´alar tertib etmeye lüzum yokmuş; hergün görülen, hergün görüldüğü için, hiç nazarı dikkati celbetmeyen hadiseler bir lâh-za-i im´an önünde namütenahi mevzular teşkil edebilirmiş!..

Meselâ Avrupalılarca dünyaya gelen şairlerin, Homerden sonra en büyüğü tanılan Firdevsiyi ne yapayım? Altmışbin beyitlîk şehnamesi Bostanın yedi sekiz beyte varan iki hikâyesi kadar insaniyete hizmet edebilmiş midir?..

Sa´di´yi çekemeyen muasırlarından biri:

“İyidir ama yalnız mev´ize vadisinde güzel sözler söyler; yoksa Firdevsı gibi harp ve darp tasvir edemez.” demiş. Sa´di bunu işitince: “ayol, ben sulh adamıyım!” cevabını vermiş. Halbuki müşarun ileyhin isterse Firdevsî gibi harp ve darp tasvir edebileceğini gösterir eserleri de yok değildir. [45]