Konu Başlığı: Letaifi Arap´tan 29 Eylül 1326-1910 Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 16:06:36 Letaifi Arap´tan 29 Eylül 1326-1910 Mütenebbi divanını karıştıranlar, şiirinde hikmet ile hamaseti mezcettiği için, arabın en maruf şairleri derecesine çıkarılan bu adam ile Emîr Seyfüddevle arasındaki münasebeti bilirler. Bizim koca Ragıp paşa merhumun hikmetiyle Nef´inin cezaleti, şiddeti bir yere getirilir de ayni şaire verilirse, işte size bir Mütenebbi!., Yalnız bizim Nef´i harp ve darp tasvirinde gösterdiği kudreti hissiyat-ı âşıkanesinin tercümanı olan gazellerinde de izhar edebilmiş iken öbürü bunu, kabil değil, yapamamıştır. Evet, Nef î divanında o kadar vecdengiz, o kadar rakik gazeller bulunabilir de Mütenebbi de belki bir tanesi görülemez. Araplar kasidelerinde -bizim şairlerin tabiri veçhiyle-gazel tarh edeceklerse ona tesbib ismini vererek manzumenin baş tarafına geçirirler. İşte zavallı Mütenebbi´yi en ziyade sıkan, öyle zannederim, bu tesbibler olmuştur! Şair kendisinin duymadığı bir takım hisleri duyurmak mecburiyetiyle âdı bir nazım derekesine indikten sonra, bakarsınız, birdenbire yükseliverir: Çünkü artık doğrudan doğruya sanihatı fikriyesini ismaa çalışır. Seyfu-d-Devle Hamdan padişahlarının en fazılı, en edibi olduktan başka, pek büyük bir askerdir. Bu muhterem zatın measir-i irfan ve şecaat-i Mütenebbiye, büyük büyük şiirler söyletmiştir. Zaten şairin en güzide eserleri vaktiyle Mısırda hükümet eden Kafur Ikşidî ile Seyfu-d-Devle hakkındaki kasideleridir. Udebayı arap kâfur için söylediklerini daha parlak buluyorlar, zaten şairin kendisi de “ben o kasideleri Kâfur için söylemedim; Mısır ulemasına beğendirmek için söyledim.” dermiş. Mütenebbî Kâfura takdim ettiği kasideleriyle kendisine bir vilâyet verilmesini ister, Kâfur da zavallıyı oyalar dururmuş. Nüde-masmdan biri “efendimiz, bu adamcağızın matlubunu is´af buyurursanız, olmaz mı?” demiş. Kâfur da: “Ne söylüyorsun! Bu herifin dünyada bir dikili ağacı yokken peygamberlik davasına kalkıştı. Ben tutar da koca bir memleketi eline verirsem, ilahiyetini ilân etmiyeceğine nasıl emin olabilirim?” cevabını vermiş. Mütenebbînin muasırlarından bir de Ebu Firas Hamdanî vardır ki arabın en büyük şairlerindendir. Kemalin cezmisinde görülen Ve nahnu unasuit la tevassuta beynana Lena-s-sadru dûnel-âlemîne evil kabru Mü£redi Ebu Firasın pek maruf bir kasidesindendir ki emsaline az tesadüf olunur. Hatta araplar “sür bir emîr ile başladı. Bir emîr ile bitti” derler ki evvelkisiyle muallaka sahibi Imriulkay-si ikinrisiyle de Ebu Firasi kasdederler. Bir gün Mütenebbî, Seyfu-d-Devle´in huzurunda bir neşidesini okurken neviyyundan İbni Haleveym, daha bir iki edip ile beraber Ebu Firas da bulunuyormuş. Bu sonraki, şairin kasidesini fena halde didiklemiş. En güzel beyitlerindeki hikmetlerin, nüktelerin başka yerlerden naklolunduğunu isbat hususunda bir az insafsızlık etmiş. îbni Haleveyh de işe karışınca Mütenebbî´nin canı sıkılarak. emirin huzurunda söylenmiyecek sözler söylemiş. Seyfu-d-Devle de nasılsa infialini yenemiyerek biçare şaire pek ağır bir muamelede bulunmuş. Şu kadar var ki Mütenebbî´nin Sen hemen eyle tekellüm razıyım düşmana ben mısraından daha kuvvetli olan Fema licurhin iza ardâkumu elemu tarzındaki tazallûm-i rakiki üzerine hemen pişman olarak, şairini kucaklamış; nevazişlere iltifatlara, ihsanlara boğmuş, özürler dilemiş. Bu vak´ayı müteakip Mütenebbî ufak bir manzume, daha sonra büyük bir kaside ile Seyfud-d-Devle´ye teşekkürler eder. İkinci kaside Ecabe dem´i ve med-daî siva taleli Dea felebbâhu kabl-ır rakhi vel ibîli matlaı ile başlar, epeyce de sürer. Bu kasidenin aşağılarına doğru tamam ondört emri hazırın dizilmesinden husule, gelmiş bir beyit vardır ki şöyledir: Ekil, en il, akti, ihmil, i´li, sıl, aid Ziid, hiş, biş, tefaddel, edni sır sılı (Kusurumu af et; naili ihsanın olayım; bir çiftlik ver; beni yayan bırakma; mevkiimi iylâ et; kederden kurtar; eski şerefimi iade eyle; atanı artır; bana karşı güler yüz göster; inayet buyur, şerefi kurbundan mahrum bırakma; kalbimi sevindir; her zaman mazharı ihsanın olayım, gibi bir takım manalar ifade ediyor). Şair bu beyte gelinceye kadar, pek güzel sözler söylediği için, son derecede mahzuz, münbasit kalan Seyfu-d-Devle bütün şu emir sığalarından her birinin tazammum ettiği istirhama karşı: “Af ettim; daima îûtfumu göreceksin; Halep civarındaki... çiftliğini verdim; iki yağız at rükûbuna tahsis olunacaktır; şerefi kadimin kamilen masundur...” gibi mukabelelerde bulunmuş, mecliste gayet zarif bir ihtiyar varmış. Mütenebbî´nin nail olduğu bu kadar ihsanı tabii çekemediği için: “Efendimiz, herifin ne kadar mes´ulü varsa üşenmeden birer birer is´af buyurdunuz. Yalnız biri kaldı...” demiş. Seyfu-d-Devle “hangisi?” diyince “Hiş biş sigalarının akibinde Hi! Hi! Hi! diye gülecektiniz!” cevabını vermiş. Emir ihtiyarın bu zerafetini son derecede takdir ederek, ömrünün son senelerini refah ile geçirecek kadar ihsanda bulunmuş. Meşhur Asmaı bir gün Harunurreşidin yanında imiş. Badiyeden bir arap, halifenin huzuruna çıkarak bir şiir inşad etmiş. Halife şiiri takdir yolunda veciz, fakat müsecca iki üç cümle irad ettikten sonra “sana şu kadar altın versinler.” demiş. Lâkin arap “bir tanesini bile kabul edemem!” cevabını vermiş. Halife karşısındaki kebeli arabın şu istiğnasını görünce hayrette kalmış; sebebini sormuş. “Ya ben okuduğum şiir için nasıl para ala bilirim ki sizin o mensur sözleriniz benim zavallı neşidemden bin kat parlak düştü?.. Artık Harunurreşid´in gurur ve inbısatı tasvirlerin, hatta tasavvurların fevkine çıkacağını, arabın caizesini yüz misline çıkaracağını söylemeye lüzum yoktur değil mi? Asmai diyor ki: “Bu kadar yaş yaşadım, bu kadar ümera ile, hulefa ile, ağniya ile düştüm kalktım da atiyye saydı hususunda şu baldırı çıplak bedevi kadar bile meharet gösteremedim. Yazıklar olsun! [43] Letaifi Arap´tan Kîşîzadeler 4 Kasım 1326 -1910 Haccac, zabita memuruna yatsıdan sonra şehri dolaşarak, kimi sarhoş görürse boynunu vurmasını emretmiş. Ne kadar fazla kafa keserse, efendisinin yanında o kadar fazla itibar kazanacağını bilen bu haydut, hemen o akşamdan paçaları sıvayarak bucak bucak sarhoş, aramaya başlamış. Herif memleketin ötesini berisini dolaşırken, bir de bakmış ki: üç delikanlı iki tarafa yalpa vurarak, gidiyor; bir sürü mahalle çocuğu da bunları dalga gibi her taraftan kuşatmış “yuha!” gül-bankiyle teşyî ediyor! . Memur hemen delikanlıları tevkif ederek: “Siz kim oluyorsunuz ki emir hazretlerinin fermanına isyan cür´etinde bulunuyorsunuz? Söyleyin bakayım!” diyince, içlerinden biri şu beyiti okumuş: En´ebnu men danetir rikabu lehu Mâ beyne Mahzumiha ve Hâşimiha Te´tihi birrağmı vehye sağıratun Ye´huzu min maliha ve min demiha. yani (Haşimilerden olsun, Mahzumîlerden olsun, kimse yoktur ki gelip de babamın önünde boyun eğmesin. Ben bütün eşraf ve kabailin malına kanına tasarruf eden bir adamın oğluyum.) Anlaşıldı: Bu oğlan mutlaka emirülmümininin pek yakın akrabasından olacak... Ya sen kim oluyorsun bakalım diye, ikincisine sorunca, o da şu kıt´ayı inşad etmiş: Ene’bnun limen la tunzilud dehru kadrahu Ve in nezelet yevmen fesevfe teudu, Terannase efvacen ila dav´i narini Zeminhun kıyamun havleha ve kuudüyani (Ben ihsan ve in´am sofrası hiç tükenmeyen bir adamın oğluyum. Babamın tenceresi her zaman kaynar; bir gün ocaktan inse, ertesi günü yine çıkar; gece gündüz yanan bu ocağın ziyasına doğru halk akın gelir; bir kısmı ayakta, bir kısmı oturmuş olduğu halde, o ateşin etrafını kuşatır). Galiba bu da asü bir hanedana mensup olacak... İlişmeye gelmez... Bunları anladık “fakat sen kimsin?” sualini üçüncüsüne tevcih edince, o da şu beyti söyler: Ene bunu limen hadas süfafe bi azmihi Ve kavvemeha bisseyfi hatte stekameti. Ve rekbahu la yenfekku riclahu minhuma İzelhaylu fi yevmil keriheti veletli yani (Ben o adamın oğluyum ki dönmez bir azim ile safların içine dalar; kılıciyile onlara istediği istikameti verir. Meydan-ı´muharebede atlar geri dönmek istese bile, babamın ayakları özengiden asla ayrılmaz.) Mutlaka bu oğlan da Serdarın gocuğudur... Zabıta memuru serhoşların üçünü de bir yere kapayarak, sabahlayın vak´ayı Hac-caca anlatır. Haccac üçünün de huzuruna çıkarılmasını emreder. Meğerse bunların birincisi hacamatçı oğlu, ikincisinin babası baklacı (araplar da sırf kuru bakla pişiren aşçılar vardır), üçüncüsününki de çulha imiş! Haccac çocukların fesahatine havran olarak, meclisdekilere demiş ki: “Gördünüz ya, evlâdınıza edebiyat öğretiniz. Vallahi edip olmasalardı, şimdi bunların üçünün de boynunu vururdum.” [44] |