> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Kuranı Kerim > Kuran-ı Kerim Ayetleri > Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911  (Okunma Sayısı 716 defa)
15 Eylül 2010, 13:52:55
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 15 Eylül 2010, 13:52:55 »



Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911


“Ne gelenden haberim var, ne gidenden haberim;

Serseri kûne geleldenberi sersem gezerim!” diyen, şu hale göre yalnız bizim değil, Cenabı Hakkın hesabından bile hariçte kalması lâzım gelen âvâreleri bahsa katmayacak olursak, memleketimizde iki sınıf halk görürüz:

“Ne varsa şarkta vardır. Garbe doğru ağılan pencereleri kapamalıyız.” diyenler.

“Ne varsa garpte vardır.” “Harimi ailemizi bile garplılara açık bulundurmalıyız” iddiasına kadar varanlar.

İyi ama bunun ortası yok mu? diyeceksiniz. Evet var. Lâkin okadar az ki birbirine neyzen bakışı ile bakan şu iki cemaatin arasında hiç bir mevcudiyet gösteremeyeceği için, bunları da ister istemez, dercenıki evvel sürünün haricinde bırakılan biçarelere ilhak edeceğiz.

Bana öyle geliyor ki ne varsa şarkta vardır, diyenler yalnız garbı değil, şarkı da bilmiyorlar; nitekim ne varsa garpte vardır davasını ileri sürenler, yalnız garkı değil, garbı da tanımıyorlar.

Meselâ garp felsefesiyle uğraşıyor görünen bir adama deseniz ki: Yahu! Azıcık da bizim şarka ait felsefemizi tetkik etseniz...

Emin olunuz şu cevabı alacaksınız:

“Aman canım! Hiç şarkta mebahisi felsefiyeyi hazmedecek adam gelmiş midir?

“Niçin efendim? Kelâma, tasavvufa ait bu kadar eser var. Onların hakkında ne buyuracaksınız?

“Kelâm dediğiniz Teoloji olacak ki baştan başa safsatadır! Tasavvufa gelince bu da sırf panteizmdir, başka bir şey değildir. Halbuki panteizm; bugün butlanı anlaşılmış bir mesleki felsefîdir.

“Şu meslek-i felsefî hakkında azıcık izahat lütfeder misiniz?

“Hiç efendim, işte malûm olan vahdeti vücud!

“Çok şey! Binlerce mütefekkir dimağı ömürlerce işgal eden mesail-i gamıza böyle “vahdeti vücud” terkibiyle hülâsa edilince işin içinden çıkılmış mı oluyor? Rica ederim siz tasavvufa dair bir eser okudunuz mu?

“Lüzum görmedim. Çünkü tasavvufun dediğim gibi panteizm olduğunu işitmiş idim.

“Pek âlâ! Tasavvufun panteizme pek benzediğini, hatta onun ayni olduğunu kabul edelim. Acaba, panteizm mesleğinin ihtiva ettiğî mesail içinde hiç hakikata yaklaşmış olanı yok mudur? Onu tetkik ettiniz mi?

“Hayır efendim, onu da tetkike lüzum görmedim.

“İnsaf ediniz, tasavvuf saçmadır, çünkü panteizmin aynıdır, demek için her ikisini ayrı ayrı tetkik etmiş olmanız lâzım gelmez mi idi?

“Hacet mı var?.. Bu kadar adam tetkik etmiş, benim dediğimi söylüyor.

“Sakın onlar da sizin gibi tetkik etmiş olmasınlar! Hem siz başkalarının kafasiyle mi düşünüyorsunuz? Ömründe baklava yüzü görmeyen, fakat; çeri başının kızını, yerken gören dayısından naklen bu tatlının lezzetine iman eden çingene karısı gibi siz de kendi zaikanızı tatil edecek de ötekinin berikinin zevkine mi dellâl olacaksınız?

Geçende şuna yakın- bîr vak´a benim de başımdan geçti, iki kişi oturmuş konuşuyorduk. Bahis, Mesnevi´ye intikal etti. Ben hazreti Mevlâna´nın en- gamız, en mücerred mesaili mahsusat dairesine indirmekteki kudretine hayran olduğumu; o kitabı muazzamın mutlaka baştan başa okunması lâzım geleceğini ileri sürünce arkadaşım dedi ki:

“Hazreti Mevlana Hind felsefesinin nakilidir.

“Mesnevi´yi okudunuz mu?

“Hayır.

“Hind felsefesi nedir, onu biliyor musunuz?

“Hayır.

“O halde böyle bir iddiaya ne cür´etle kıyam ediyorsunuz?

“Öyle işittim.

Görüyorsunuz bizdeki hali ya! Koca bir felsefe, koca bir kitap, koca bir kâinat iki sözle devriliveriyor!

Demindenberi can sıkacak, atîden bizi büsbütün nevmid edecek bir çok sözler söyledik. Bir az da iyi tarafını görelim. Allaha çok şükürler olsun ki halâ içimizde ifrata, tefrite kapılmayarak hakikata itidal yolundan varmak için uğraşankafaları eksik etmi­yor. İşte Feridin, dinî, felsefî musahebeleri Öyle bir kafa mahsulüdür. Müellifin dediği gibi “ka´rı nayabi edebiyete müntehi olan gayyayı ilhadın kenarında dolaşmak isteyen kulüb-i mütereddide-ye akıbetin vehametini göstermek maksadiyle yazılan bu eser bi­ze bir çok hakaiki âliyeyİ en beliğ, en vazıh bir lisanla anlatmakta olduğu gibi deminki ifratlara tefritlere pek güzel bir nihayet veriyor.”

İşte hem şarkı, hem garbı tanıyan; hem Havyamı, hem Scho-penhauer´ı okuyan; hem Muhiddin´i, hem Spinozayı tetkik eden, Mevlânaya âşık olduğu kadar, Hind felsefesindeki hakikatlan da hirzican edinen hazreti Ferit imdadımıza yetişmiş olmasaydı, kim bilir biz bu bahs-i elimi daha ne kadar uzatacaktık!

Ferit´i, Sirati Müstakim karilerine tanıtmak hasılı tahsil olacağı gibi eseri hakkında söz söylemek de benim kudretimin pek fevkindedir. Mamafih ezeldenberi edebiyat avaresi olduğum için. şu parçalan bir daha okumadan geçmiyeceğim:

“Matıyye-i hayalimi saha-i latenâhiye doğru sevk ettim. Menzil almaya, neşveli negveli tek-ü-taz etmeye başladı. Lâkin merha-le-i ûlada dizlerinde kuvvet kalmadı. Aman bu benim cevelan edeceğim saha değil, döneyim dedi. Bir az daha, dedim. Zar zor bir az daha gitti, fakat bir az daha gidecek olursam helak muhakkaktır, diye feryad ediyordu. Yalvarmasına dayanamadım. Öyle ise dön, halim haddini bil de dairen dahilinde cevelan et, dedim. Pürlerze-i haşyet yerine çekildi. Fakat halâ tiril tiril titriyor; halâ nâsiyesinden dolu taneleri gibi terler döküyordu.

“Onu orada bıraktım, ufka doğru tevcih-i nigâh ettim. Kamer dâmen-i ufuktan nazan-u hıraman görünmeye başladı. Uçuk ziyası saha-i semaya bir reng-i hüznakîn veriyordu, en yakın olan hemsaye-i semavimizin çehresinde kird-ı küduret gibi duran küfler gittikçe nazarımda hutut-u ibtisam şeklini aldı. Kamerin bu ibtisam-ı lâtifi gönlüme de sirayet etti.

“Hatib-i nevbahar, bedayi-i rebi-i nağme suretine temsil ile samialara hisse çıkarmaya, ruhu o noktadan da müteessir etmeye başladı. Ruhum onun söylediği şeyleri anladı, ikisi birbirine âşinâ çıktı. Arada ben bigâne kaldım.

“Soluma tevcih-i nigâh ile denize baktım. Tatlı tatlı uyuyordu. Fakat o sırada esmeye başlayan genç yaramaz bir rüzgâr, gündüzün iztırab-i teabengizinden yorgun düşmüş, o yorgunlukla derin bir uykuya dalmış olan o safha-i nurimevvaç ile oynaşmak için onu uyandırmaya çalışıyordu. Deniz, rüzgârın işve-i şebabı andıran Iz´acat-ı mütevaliyesine bir fütur-i lâkaydi ile mukabele ettikçe, o yaramaz çocuk yine rahat durmuyor, yine onun ötesini, berisini gıcıklıyordu. Nihayet uyandırdı, uykusunu kaçırdı. Mülâabeye, mülâtafaya başladılar. Yaramaz çocuk onun yanağına hafifçe dokunup kaçar, o da bir tavrı rehavet nüma ile elini kaldırıp arkasından sular serperdi. Latifeler gittikçe şiddet kesbetmeye, sükût ile başlayan bu mülâtafeler arasında sesler işitilmeye başladı. Rüzgârın sesi kahkaha-i şebabı, denizin sadasi da hafif bir nevha-i istikayı, iktirabı andırıyordu. Ne ise sesler pek okadar yükselmedi. Rüzgâr kaldı; deniz de tekrar hab-ı nuşine daldı.

“Âfakta tecelli eden bu halatı gördükçe, ben de neşvelenmeye başladım. Kendi kendime dedim ki: Oh ne âlâ! Feleğin şu bedava safâsından bir az müstefid olayım. Derhal bir lisan-ı gayb-ı semavî bana şu sözleri söyledi:

“Bedava dediğin safa hangisi? O safânin husulüne badi olan şu levha-i garra silsile-i a´dadmda milyonlar vahid hükmünde kalan edvarı tekallübatın mahsulü mesaisidir...”

“...Evden çıktığım esnada hiç kabristana gitmek niyetinde değildim. Meğer niyetin oraya gitmeye tesiri yok imiş. Beni oraya götüren gayr-i iradî hatveler güya bana bu hakikati ihtar ediyordu. Etrafa baktım, hayu huyu hayat başlamak üzere idi. Fakat mahalle-i emvatta hükümferma olan sükûni amik haricin dağdağasından kat´iyyen müteessir değildi. Güneş doğdu. Bütün mevcudat uyandı, lâkin firaşi vapesininde yatanların miad-i istikazına kim bilir daha ne kadar zaman vardı! Onların yeldayı samitleri güneşin tuluundan bihaber idi. Her yerde gündüz geceyi takîb ediyor. Fakat onların gecesi gündüze müntehi olmaksızın bir siyak üzere gidiyordu. Âhi medid şeklinde asumana ser çeken siyah kesif serviler hafif bir rüzgârın temasiyle başlarını ağır ağır iki tarafa sallamakta, güya a´makı makabirden aldıkları peyamı ahireti hüznü vahşetle memzuc bir eda ve şada ile gûşu ibrete isal etmekte idî...”

Musahebelerde buna benzer bir çok şiirler daha var ki hepsinin altından müellif binlerce hakaik-i felsefiye çıkarıyor. Ben burada onları nakle kalkışmayacağım. Ancak hazreti Feritten bize böyle büyük büyük bir çok eserler daha yazmasını niyaz ederek, söze nihayet vereceğim. [47]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911
« Posted on: 20 Nisan 2024, 16:22:01 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 rüya tabiri,Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 mekke canlı, Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 kabe canlı yayın, Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 Üç boyutlu kuran oku Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 kuran ı kerim, Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 peygamber kıssaları,Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911 ilitam ders soruları, Hasbihal 16 Haziran 1327 -1911önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes