๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran-ı Kerim Ayetleri => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 16 Eylül 2010, 20:44:07



Konu Başlığı: Fatiha Suresi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 16 Eylül 2010, 20:44:07
Fatiha Suresi

Meâli


Rahman ve Rahim olan Allah´ın adiyle,

Bütün hamd, O Allah´a yaraşır ki bütün âlemlerin rabbidir. (Mev´ut olan kemale erişmek üzere terbiye edendir).

Rahmandır. (Rahmet kaynağı O, ve ezelden beri rahmetini esirgemiyen ALlah O), Rahimdir. (Bağışlayıcı rahmet sahibi O. Rahmetini ebede kadar sağnak sağnak yağdıran O,) Hesap gününün sahibidir, (Mes´ul olan kullarını yaptıklarının kargılığını görmek üzere kurulacak olan hesap gününün âmiri O).

(Biz, yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimetine eren, gazabına uğramiyan, azıp sapmayanların dosdoğru yoluna kavuştur ve bu yoldan ayırma! Yarabbi). Âmin, [4]



Tefsîrî



Fatiha; yedi âyetten ibaret olan bir sûredir. Her müsliman, namaz kıldıkça namazının her rek´atında bu sûreyi okur. Geçmişlerini andıkça hayat âleminden göçen sevgilerini hatırladıkça onlarm ruhuna bu sûreyi hediye eder. Dua ettikçe, dualarını ve niyazlarını bu sûreyi okuyarak bitirir. Bu yüzden bu sûrenin müslümanın hayatında çok geniş bir mevkii ve nüfuzu vardır. Bu sûreyi okuyan her müslüman, çok büyük maksatları gözetir, bu maksatları gerçekleştirmek yolunu tutan bir kimse olduğunu anlatmak ve belirtmek ister.

Sûrenin ilk âyeti ile Allah´ı anıyoruz ve öğüyoruz. Andığımız ve öğdüğümüz Allah´ın şanını anlatıyoruz Onun için şöyle diyoruz:

“Öğülmek, hamd olunmak ve şükredilmek, sıfatları en yüksek sıfat; lütuf lan, ihsanları sonsuz olan Allah´a, bütün kemal sıfatlarıyle vasıflanan, bütün eksikliklerden ve aksaklıklardan birinin de kendisine yamanmasına imkân bu!unmayan yücelerden yüce yaradana yaraşır.”

Bizim bu şekilde andığımız Allah “Rabbülâlemin” dir. Yani bütün âlemlerin rabbidir. Rab; terbiye eden, verdiği terbiyeye göre bir gayeye ulaştıran Allah´tır. Ve bu Allah bütün âlemlerin, bütün varlıkların rabbidir. Hepsini yaratan, hepsinin terbiyesini veren ve bu terbiyeye göre her birine yetişmek ve gelişmek, bir gayeye varmak ve bir kemâle erişmek kabiliyetlerini veren O´dur.

Hamd, O Allah´a yaraşır ki, bütün âlemlerin rabbidir.

Bütün varlıklar, onun eseridir ve onu öğen her kul, bütün varlıkları yarattığını bilerek ve yaratılan bütün varlıkların kendi varlığını da desteklediğini duyarak ona hamd eder. O, yalnız insanı yaratmış olsaydı, varlık âlemi, bütün genişliğiyle Ona dar gelirdi. Halbuki Cenab-ı Hak, onun varlığını beslemeğe, yetiştirmeğe ve geliştirmeğe yardım edecek, onun ırkını üretecek, onun yaşayışını şenlendirecek, ona vâdedilen her kemali gerçekleştirecek maddî ve manevî her ihtiyacı karşılamış ve onun bütün hamdine, bütün şükrüne lâyık olduğunu, başka hiç bir varlığın bu liyakati onunla paylaşamıyacağını belirtmiştir.

işte biz, bu Allah´a hamd ederiz. Bu Allah, bütün âlemlerin rabbidir. Bütün varlıkları var edendir.

Bütün varlıkları var ettiğini anlayarak öğdüğümüz yüce Allah “Rahman” dır. Rahmet kaynağıdır. Yarattığı her varlık dünyaya doğar doğmaz, rahmet kaynaklarının kendisini kucakladığını görür. Onu beslemeğe yarayacak her şey, peşinden yaratılmıştır. Güneş ona bol bol aydınlık verir, toprak sinesinin bütün verimlerini ona sunar, hava göğsünü sıhhat seyyaleleriyle doldurur. Elhası1 yaşamak, beslenmek, kuvvetlenmek, neşvünema bulmak için her neye muhtaçsa, hepsinin de dünyaya gelmesinden önce yaratılmış ve hazırlanmış olduğunu görür ve bunların hepsinden istifade ederek yaşar. Allah´ın “Rahman” ohışımdaki manâ budur. Rahman, yaşamak için istifade edilecek her şeyi yaratmakla rahmetini bütün kullarına veren ve hiç birini de mahrum etmeyen esirgeyici Allahtır Allah´ın, Rab olmak sıfatiyle terbiyesi mahrumiyete değil, rahmete dayanır. Ve Onun rahmeti boldur, geniştir, özlüdür ve verimlidir. Bolluğu ile doyurur, genişliği ile geliştirir, özlülüğü ile sağlamlaştırır ve verimliliği ile hızlandırır. Allah´ın bu rahmeti ezelîdir, umumîdir ve her kulun emrine amadedir.

Fakat o yücelerden yüce varlık yalnız “Rahmanı” değildir. Üstelik “Rahim” dir. Yani yarattıklarının dünyada yaşamalarını sağlayacak, varlıklarını doğrultacak, yaşama yolunda yürümelerinin hedefini gerçekleştirecek rahmetini verdiği gibi, kullarının çalışarak, çabalayarak kazandıkları muvaffakiyetleri de mükâfatlandıran rahmet kaynağı Odur. Kulları onun terbiyesini alır, onun nimetlerinden istifade ederek yaşar ve yaşayışlarını doğrultarak onun terbiyesini verimleştirir. O da bu verimleri bereketlendirir. Onun yaratıcılığı kahır ve ceberut tanrılığı değildir. Rahmet ve ihsan yaratıcılığıdır. Onun gazabına uğrayanlar, rahmet ve ihsanını kazandıran yoldan saparak bu kötü âkibete uğrarlar. Fakat rahmet ve ihsan yolunu tutanlar, Allah´ın rahmet ve ihsanını bütün kullarına, bütün yarattıklarına teşmil edenler, nail oldukları nimetlerin daima arttığını görürler. Allah´ın rahîm olması, rahmetin mükâfat ve bereketini arttırması ile tecelli eder ve bu rahmeti kazanmak, insanın çalışma ve gayretine bağlıdır.

“Din gününün sahibi O.,”

Din günü, hesap günü, mükâfat günü, ceza günü; yani her insanın, yapmış olduğu her şeyin, her iyiliğin ve her kötülüğün karşılığını göreceği günün mutlak âmiri ve sahibi O´dur. O yüce Allah´tır. Âmirdir ve sahiptir. Çünkü hesap sorar ve hesap vermez. Hesap vermezliği kahır ve ceberutunu değil merhamet ve ihsanını belirtmek içindir.

Çünkü O, suçluyu bağışlar, suçsuzu ağırlar. Rahmeti her hesaptan üstündür. Ve mutlak amirliği adalet kaydından fazla rahmet ve ihsanına bağlıdır.

O´nun her günü bir din günü, bir hesap günüdür, ceza ve mükâfat günüdür. Ve her gün, her fert yaptıklarının karşılığını hemen görür. Sıhhatinde, servetinde, şöhretinde, elhasıl yaptığı kötülük veya iyiliğin tesirine göre yaşayışının her sahasında onun mukabili ile karşılaşır. Farkına varmazsa sebebi iç gözünün körlüğüdür. îyilik eden her kimse, yaptığı iyiliğin karşılığını vicdaniyle izaniyle hissedeceği gibi onun feyz ve bereketini yaşayışında da fark eder. Fert için bu böyle olduğu gibi milletler için de böyledir. Onlar da yaptıkları iyiliklerin ve kötülüklerin karşılığını hemen görürler ve ona göre ya bahtiyar yaşarlar, yahut bedbaht olurlar. Bütün insanlık da böyledir. O da yaptıklarının karşılığını görür ve ona göre ceza veya mükâfat ile karşılaşır.

Fakat dünya hayatının her gününe ait bu hesaptan ayrı bir hesap günü daha vardır. Ve orada hesaplar topyekûn görülür.

Mademki her insan mes´uldür ve insan, mes´uliyeti idrâk etmekle, mes´uliyetin icaplarına saygı göstermekle insandır, o halde bu mes´uliyetin hesabını vermesi de mukadderdir.

Onun için Cenab-ı Hak evvelâ bütün âlemlere şâmil olan rabba-niyetini, rahmet ve muhabbetinin bolluğunu ve genişliğini anlattıktan sonra başıboş gezmediğimizi, fakat mes´ul olduğumuzu ve hesaba çekileceğimizi anlatmış, mes´uliyet ve hesap yükünü taşıdığımızı unutmayarak rahmetlerine, nimetlerine lâyık olmağa çalışmamızı, huzuruna temiz bir defterle, sağlam ve şerefli bir hesapla çıkmamızı istemiştir.

Rabbaniyetini (besleyip büyütücülüğünü), rahmâniyetini, hesap gününe malikiyetini anlaarak böylece andığımız ve öğdüğümüs Allah´a karşı daha sonra gönlümüzün en samimi ve en yüksek dileğini anlatarak diyoruz ki :

“İlahi! Biz yalnız sana ibadet ederiz.”

ibadet, Allah´ın yüceliğini duyarak, rahmetinin genişliğini ve nimetlerinin bolluğunu görerek ona karşı şükran hislerimizi ifadedir.

Bu bir kutsal vazifedir. Ve biz bu vazifeyi başarmakla bizi yaradan ve bize her şeyi ihsan eden Allah´a karşı duygularımızı belirtmiş olduktan başka, ruhlarımızı tasfiye etmiş, taşıdığımız mes´uliyetin gereklerine daha kolaylıkla uymağa, vazifelerimizi daha fazla severek yapmağa, iyilikten daha fazla hoşlanmağa, kötülükten daha fasla tiksinmeğe alışmış oluruz. İbadetle Allah´a kargı şükranımızı ifade ederek, nankörlüğün her çeşidinden korunduğumuz gibi, bu sayede ahlâkımızı da doğrultur, fazilet hissimizi de besler ve geliştiririz. Fakat ibadetimizin biricik hedefi, yalnız Cenab-ı Hak´tır. Biz yalnız Ona yönelir ve yalnız Ona kulluk ederiz. Başka hiç bir varlığı Ona eş veya ortak saymayız. Başka hiç bir varlığı yüceltenleyiz, başka hiç bir varlığa Ona yakışan payeleri veremeyiz, ibadetimiz yalnız Ona yöneliktir ve ondan gayrisine asla baş eğmeyiz. Çünkü başkasına baş eğmek insanlık şerefini alçaltır ve insanlığı o tapılmağa lâyık görülen şeyden veya varlıktan daha ger ve alçak bîr mevkie düşürür. Buna asla razı olmadığımız, insanlığımızın şerefini alçaltmak değil daima yükseltmek için çalıştığımızdan dolayı, biz yalnız Allah´a ibadet ederiz. Hiç bir kula, hiç bir şeye, yaratılmış olduğunu bildiğimiz herhangi bir varlığa baş eğmeyiz Bilâkis o yaratılmış olan şey neye yararsa, ondan o yolda istifade ederiz. Fakat ruhumuzu o varlığın karşısında alçaltarak ve o varlığa kudsiyet veya tanrılık yapmayarak onu kendimizden üstün saymayız. Her ne değerde olursa olsun maddaye tapmayız. Çünkü madde, bizim kullandığımız, işlediğimiz, neye yararsa o yolda ihti­yaçlarımızın emrinde bulundurduğumuz şeydir. Aklımız ve gücümüz ondan üstündür. Ondan üstün olduğu için onu kullanmakta ve işlemektedir.

Bu böyle olduğu için, ibadetimizin biricik hedefi, Allah´ın rızasıdır. Allah´tan gayrisine kulluk etmeyi zillet ve esaret sayarız ve yalnız Allah´a ibadet ile hürriyete kavuşur, insanlığımızın bütün asalet ve şerefini duyar ve hayatta en yüksek gayeleri gözetiriz.

Onun için niyazımız şudur:

“Biz yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz.”

İbadetimizin hedefi, yalnız zatı kibriya olduğu gibi, O zat-ı kibriyadan bütün dileğimiz de bizden yardımını esirgememesidir.

Allah´ın rahmet ve nimetlerinden faydalanmak yolunda Onun bize ihsan ettiği dimağ; kalb, ve vicdan kuvvetlerine, manevî ve maddî her gücümüze güvenerek çalışıp çabalarken bu kuvvetleri sağlanılamayı, bu kuvvetleri lâyıkîyîe işletmek imkânını vermeyi, bu kuvvet kaynaklarının sonsuz hazinelerini verimlileştirmeyi Allah´tan niyaz ederiz, bu yolda yardımı yalnız Ondan dileriz.

Her yardımı Allah´tan dilemek iki hakikati tazammun eder. Birincisi: Yapılması icabeden her iyi ve faydalı işe teşebbüs etmek, bu gibi işleri başarmak için gereken her gayreti sarfetmek.

İkincisi: Bu işleri gayesine vardırmak için Allah´tan yardım dilemek ve sarfolunan gayretlerin boşa gitmemesi için Ona yalvarmaktır.

Yani biz, evvelâ kendi gücümüzü, maddî ve manevî bütün kuvvetlerimizi seferber eder, sonra bütün bu kuvvetlerin yaratıcı çalışmalarını verimlileştirmek için Allah´a yalvarırız.

Allah´ı bu tarzda anan, öğen ve yalnız Ona ibadet eden, yalnız Ondan yardım dileyenlerin, bütün gaye ve hedefi ise dosdoğru yola iletilmektir. Onun için daha sonra:

“Bizi dosdoğru yola ilet diyoruz.

Dosdoğru yol! Bu dünyada, en büyük gaye budur. Çünkü bu yol hak yoludur, fazilet yoludur, ilerleme yoludur, bir kelime ile, Kur´an yoludur.

İnsan kafasının en yüksek tasavvurları güzele, doğruya ve iyiye giden tasavvurlardır. Fakat bunların iğinde en Önemli olanı Allah´ın kitabının yönettiği tasavvurlardır.

Çünkü yalnız güzelin cazibesi bir fitnedir.

Ve yalnız iyi, bir iğfal ve riya perdesi olabilir.

Doğru ise, güzelin de, iyinin de temelidir.

Asıl doğru olan ise Allah´ın kitabıdır.

Güzel, insanı aldatır: iyi, riya ile karışır ve o zaman güzel, çirkin; ve iyi, kötü olur. Güzel, bir gayya ve iyi, bir ağ teşkil eder. Ancak doğru, güzeli çirkinlikten ve iyiyi riyadan kurtarır. Güzelin açabileceği gayyaları kapatır ve iyinin kuracağı ağları parçalar. Güzel ve iyi; ancak doğru sayesinde bir gaye ve bir hedef sahibi olur, mânâ ve değer kazanır.

Güzelin ve iyinin doğru ile imtizaç etmesi sayesinde kudsiyet kelimesiyle ifade ettiğimiz vahdet husule gelir, yani kudsiyet, bu kesretin denkleşerek birleşmesidir ve insanlık bu birleşik mânâ sayesinde kemalini bulur.

Doğruyu, deneye deneye seçeriz ve öğreniriz. Onda amelîlik eksik değildir. Hayat olaylarım denemek, hayat tecrübelerinden istifade etmek, hayat yolunda yürümek ve ilerlemek, onun sayesinde mümkündür.. Onun sayesinde iyiyi ve güzeli ayırd edebiliriz. Yani güzele mahza güzel olduğu için güzel, iyiye yalnız iyi olduğu için iyi demek kolaydır. Fakat doğruda, amelî ve hayatî bir değer de vardır ve bu amelî değerin o nazarî değerlere karışması sayesinde vücut bulan vahdetle güzel de, iyi de mücerret birer değer olmaktan çıkarak hayatî bir değer kazanır, nefes alır ve yaşar. Nefes alamayan ve yaşamayan bir güzel veya iyinin yaşayanlar için örnek olmasına imkân var mı? Güzel ve iyi, yaşamalı ki yaşayanlar için örnek sayılabilsin. Bunları yaşatan, onlara nefes veren ise “doğru’’ dur. Onun için Allah´ın kitabı, doğruyu, güzelden de, iyiden de üstün görür. Çünkü her şey onun nefesiyle yaşayarak hayatiyet kazandığı gibi ahlâkiyet de kazanır. Ve yine onun sayesinde de hayatiyet ve ahlâkiyet kazanan mefhumlar, hep birlikte kudsiyet seviyesine yükselir.

Bizim.. Allah´tan en büyük niyazımız doğru, hem de dosdoğru yol, dosdoğrunun çizdiği hayat yoludur. Hidayet budur ve bu yolda yürümektir.

Bizim için diğru, varlığımızın manevî temelidir ve hedefidir. Yaşayışımızda dosdoğru yolu tutmakla; bu yolun sonuna varmak, yokuşun şahikasına tırmanmak ve şahikalarda yaşamak isteriz.

Bu yol, Allah´ın bütün güzide kullarının yoludur. Ve Allah´ın kitabı bunu şu şekilde anlatır:

“Senin nimetlerin erenlerin yolu!”

Allah´ın nimetlerine erenlerin, Allah´ın insanları insan edeli Onu nimetine kimler ermişse hepsinin yolu, doğruluk yoludur. Hayat yolunu deneyerek onun “doğru”ya dayandığını görüp anlayan ve bu yolda yürüyen kimseler hangi millete, hangi devre mensup olurlarsa olsunlar, örnek tanınmaları için kâfidir. Yeter ki doğruluk vasfının gereklerini hayatlaruıda gerçekleştirmiş, örnek sayılmağa liyakat kazanmış olsunlar.

Bu son derece geniş bir görüştür ve dünle, bugünle, yarınla bağlı değildir. Belki hepsini kavrayan ve birden ifade eden bir görüştür. Bizim yolumuz da, dosdoğru insanların yoludur. Ve bunların doğru yolu tuttukları hangi şekilde tezahür ederse etsin, biz doğruluğun o tezahüründe onları Örnek tanırız. Doğrulukları ilim yolunda mı belirmiştir, onlar, ilim yolunda örneğimizdir ve onların yolunda yürüyerek o ilmi benimseriz. Yahut onların doğrulukları ahlâk yolunda mı kendini göstermiştir, biz de onları o yolda kılavuz sayarak o fazileti kucaklarız. Siyaset yolunda ise o siyaset yolundan istifade ederiz. San´at veya sanayi yolunda ise yine öyle. Rehberimiz daima doğruluktur ve doğruluğa götüren her şeyi benimsemek ilk vazifemizdir ve bütün emelimizdir.

Allah´tan en büyük, hattâ biricik dileğimiz dosdoğru yola, Allah´ın nimetlerine eren kimselerin yoluna iletilmektir.

Bu yolda yürürken korunacağımız bir şey vardır:

“Gazaba uğrayanların, azıp, sapanların yolu”.

Birtakım gösterişlere kapılarak doğruyu eğriden ayıramayanarın akıbeti; gazaba uğrayanların, azıp, sapanların yoluna düşmek ve bu yola düşmenin bütün neticeleriyle karşılaşmaktır. Onun için dosdoğru yolu tutarken daima akıl ve muhakememizi, tecrübemizi, bütün maddî ve manevî gücümüzü kullanarak hareket eder, doğrulu ğa sarılmağa kör bir görenek mahiyeti vermekten korunur, onun yeni feyizlerle tazelenmesini, yeni tecrübelerle beslenmesini, yeni "ufukların havasını teneffüs ederek gençleşmesini gözetiriz.

Kur´anın hareket etmekle yaşadığımız ve yaşattığımız dinî ülküleri yeryüzünün tereddilerinden korur; hurafe, taassup, batıl itikat adı verilen tereddilerin içimize yol bulamamasını temin ederiz.

Gazaptan korunmanın, azıp, sapıtmaktan kurtulmanın çaresi budur. Ve onun için biz, bir taraftan Allah´ın nimetine eren kimselerin yolunu tutmağa ve o yolun yolcusu, hattâ kılavuzu olmağa dikkat etmekle beraber yalanın, eğrinin, bâtılın, gerinin “doğru” kılığına girerek bizi şaşırtmaması ve saptırmaması için bütün korunma imkânlarına baş vurur ve bu sayede hurafelere, taassuba sürüklenmekten kendimizi muhafaza ederiz.

Onun iğin dosdoğru yola iletilmeyi Allah´tan istemekle ve Allah´ın nimetine eren kullarını örnek tanımakla beraber, gazaba uğramamak ve azıp, sapmamak için de Allah´ın yardımını dileriz. Bu yolda bütün gücümüzü kullanırız.

Fatiha sûresini okumakla anlatmak istediğimiz budur. Bunu okumakla ve Kur´ana uymakla, Onun gereğince hareket etmekle, hayatımıza en dürüst istikameti vermiş, yaşayışımızı bu yola doğru ilerletecek, bu gayeye doğru adım atmanın bütün bahtiyarlığiyle zenginleştirecek, insanlığımızın bütün asalet ve şerefini yaşatacak mânâ ve değeri kazanmış oluruz. Bütün duamız, bütün niyazımız bu gayenin gerçekleşmesi ve Kur´an´m ilâhî bütün insanlığın hayatını kucaklayarak onu saadet ve refaha kavuşturmasıdır.

Biz de bu sûreyi, merhum üstad Mehmet Akif´in ve bütün mü’minlerin ruhuna ithaf ederek onun meal ve tefsirlerine İnşirah süresiyle bağlıyoruz.

21/X/1943 Ömer Kıza Doğrul [5]


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: Sosyal Öğretmeni üzerinde 11 Kasım 2014, 00:27:24
Kardeşim paylaşım için çok teşekkür ederim.


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: Ruhane üzerinde 26 Şubat 2016, 13:43:02
(Biz, yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimetine eren, gazabına uğramiyan, azıp sapmayanların dosdoğru yoluna kavuştur ve bu yoldan ayırma! Yarabbi). Âmin, Amin.Amin.


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 26 Şubat 2016, 15:35:18
Esselâmü Aleyküm Ve Rahmetüllah. Mevlam bizleri çokca  Kur'ân okuyan ve hayatına nakşedebilen kullarından olabilmeyi nasip eylesin inşaAllah..Amin ecmain


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: Yağmur Gmş üzerinde 26 Şubat 2016, 15:51:47
Bismillah...
Bizler Fatiha  suresini okuduğumuzda da İslam dinine bağlı olmamız gerektiğini ve Rabbimin emirlerine uyup, yasaklarından kaçmamız gerektiğini öğreniyoruz ve görüyoruz.
Allah cc. razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: SeLiNaY 8 üzerinde 26 Şubat 2016, 16:15:34
Selamun Aleykum
Fatiha suresi yedi ayetten olusur. Muslumanlarin her namaz rekatinda okudugu suredir.
Allah razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: Ceren üzerinde 26 Şubat 2016, 16:44:08
Aleykumselam.Fatuha suresini okyan ve faziletine eren kullardan olalim insallah.Rabbim razi olsun paylasimdan kardesim....


Konu Başlığı: Ynt: Fatiha Suresi
Gönderen: Ruhane üzerinde 28 Ekim 2016, 15:00:00
(Biz, yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimetine eren, gazabına uğramiyan, azıp sapmayanların dosdoğru yoluna kavuştur ve bu yoldan ayırma! Yarabbi).
Amin..Amin..Amin..