๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran-ı Kerim Ayetleri => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 13:46:44



Konu Başlığı: Edebiyat Bahisleri:3 Teşbih 16 Şubat 1327-1911
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 13:46:44
Edebiyat Bahisleri:3 Teşbih 16 Şubat 1327-1911


Aralarında maddî yahut manevî bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmektir. Teşbih, ediblere has bir marifet değildir; hepimiz, en adî, en tabiî muhaverelerimizde bile bir çok teşbihler yaparız. Çünkü tarif etmek istediğimiz mahiyetin, eğer hariçte vücudu varsa, teşbih ile büsbütün göz Önüne gelir; yoksa, yine teşbih sayesinde, mücerredattan olan mahiyet, maddiyat sahasına girer. Meselâ soğukluk, sevimsizlik mücerredattan iken “yılan gibi” deyince bürudetin pek maruf bir timsali olan o mahlûk derhal gözümüzün önüne gelir; tarif edilmek istenilen şeyin, yahut şahsın halini bize olanca vazuhiyle gösterir.

Malûmdur ki teşbihte müşebbeh, muşebbehbih, vechi şebeh bulunur; edatı teşbih olsa da olur, olmasa da. Hatta olmazsa ter bih daha beliğ düşer. Meselâ Hamidin şu:

Duruyorken hareketsiz, sessiz;

Yere inmiş göğe benzerdi deniz.

Beytinde deniz durgunluğiyle, maîliğiyle gök yüzüne benzetiliyor. Bu teşbihte deniz müşebbeh, gök muşebbehbih; renk ile rükûdet de vechi şebeh oluyor. Edatı teşbih yoksa da onun yerine benzerdi fiili getirilmiş. Kemalin şu:

Geceyi görenler sanırlar: güya,

Kara kan dalgalı bir ulu derya;

Dağları, taşları içine almış,

Kabarmış, kabarmış da dona kalmış!

Tasviriyle Nedimin bu:

Sinede bir lâhza aram eyle gel canım gibi,

Geçme ey ruhi revan, ömrü şitabanım gibi.

Matlarında güya, gibi edatı teşbihleri var. Yine Hamidin:

Süfeha, evliya; keda, mürted;

Pare ma´bud bankalar ma´bed!

beyitinde edati teşbihler takımıyle mahzuf.

Veçhi şebehin şiirde tasrihi icab etmez. Zaten tasrih olunmaz. Çünkü bu suret daha beliğ olur. Yalnız müşebbeh ile müşebbehbih birbirine pek yabancı durur yahut aradaki münasebeti idrak herkesçe kolay olmazsa, sözü vuzuhsuzluktan, muammalıktan kurtarmak için, veçhi şebeh irad olunmalıdır. Meselâ İbni Kemal mer­hum Selim´e yalnız şemsi asır deseydi şiir okadar vazıh olmazdı. Lâkin bakınız veçlıi şebehi ne güzel gösteriyor:

Az zaman icre çok iş etmiş idi;

Sayesi olmuş idi âlemgir.

Şemsi asr idi: asırda şemsin

Zilli memdud olur, zamanı kasir.

Kezalik “leyal, senin kâinatı muhit olan kemalindir.” cümlesinde gece ile kemal arasında bir teşbih yürütülmüş ki gariptir. Zira ister müşebbeh, ister müşebbehbih suretinde irad olunsun, leylin siyah renkli maddiyat île, yahut kederi, matemi ifade eden maneviyat ile münasebeti anlaşılabilirse de kemal ile gece arasında ne gibi mülâyemet tasavvur edildiği anlaşılamaz. Onun için veçhi şebehin “ihata” olduğu tasrih edilmiştir. Edilmeseydi söz muak-kad olurdu,

Müşebbeh bihin müşebbehden ekmel olması yani veçhi şebeh dediğimiz sıfatta mûşebbehe faik bulunması lâzımdır. Bazan mübalâğa kasdiyle teşbihi aksederler de müşebbehi müşebbehbih, müşebbehibihi müşebbeh yaparlar. İşte yukarıki teşbih bu kabildendir. Zira asıl olan kemali leyale benzetmek idi.

Şurası pek iyi hatırda olmalıdır ki: müşebbeh, müşebbeh bihin bütün evsafına iştirak etmek lâzım gelmez. Meselâ bir adam şecaatinden dolayı arslana benzetilivermekle yine o adamın arslandaki vahşet, yırtıcılık gibi diğer vasıflara da iştiraki icab etmez.

Bir de insan teşbihde her zaman serbest değildir. Bir dereceye kadar âdete nıünkad olmalıdır. Meselâ bir şair hiç bir vakit memduhunu sadakati itibariyle köpeğe; büyük büyük maniaları ıktiham ettiğinden dolayı dağ keçisine benzetemez; Merdümkiriz bir adama ayı diyemez. Daha garibi müteradif elfazdan birini kullanır da diğerini kullanamaz. “Tosun gibisin” deyince koltukları kabaran bir adama “öküz gibisin” deyin de bakın ne olur! Halbuki tosun da öküz de ayni mahlûktur.

Ali B. Cehem isminde bir bedevî Abbasilerden El-Mütevekkilin huzuruna çıkarak bir şiir okumuş. Şair halifeyi, hukuku sıyanet seciyesinde köpeğe; siyaset engellerini biperva aşmak mehabetinde dağ keçisine; icabında halim, selim olmak hassasın da eşeğe; halkın kendisinden întifaı hususunda büyük su kogalarına benzetmiş! El-Mütevekkil bedeviyi çok takdir etmiş. Lâkin yanındakiler bu şiir medih midir, kadih midir, anlamamış. Halife onlara demiş ki: “bu adam bedevî olduğu için bir şey görmemiştir. Onun için tabiidir ki teşbihatı, hayalâtı hep kendi muhitine göre olacaktır. Eğer siz de âlemi bedaveti bilseydiniz teşbihlerdeki isabeti anlar, şiirin büyüklüğünü teslim ederdiniz.”

Hakikat, Ahi bin Cehem bir sene kadar halifenin sarayında kaldıktan sonra, öyle rakik, öyle nezih eserler meydana getirmiş ki, Bağdad şairleri zavallıyı çekemiyerek hapis ettirmişler.

Teşbihin güzelliğine, çirkinliğine hükmedecek meleke zevki selimidir. Bazen bir nükte gözetilerek, maddiyat maneviyata, maneviyat maddiyata teşbih edilir ki, eslâftan Nedim bu gibi incelikler üzerinde çok tasarruf eder.

Cami lebiyle mest edip evvel edaların

Mestane sonra gönderir ağuşi cane dek!

Beyti gibi sözleri Nedim divanında pek mebzul görürüz. [59]