๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran-ı Kerim Ayetleri => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 20:53:23



Konu Başlığı: Ankebut Suresi Mevize Süleymaniye Kürsüsünde
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2010, 20:53:23
Ankebut Suresinden Mev´ize Süleymaniye Kürsüsünde


Meali


Allah buyuruyor ki:

(Vellezine) o kimseler ki (cahedu) mücahede ederler, çalışırlar, çabalarlar... (Fina) bizim uğrumuzda. Allahu zülcelâl öyle söylüyor: Benim uğrumda çalışanlar, benim için çalışan, çabalayan, mücahedede bulunanlar... ne olacak? (leneh-diyyehum) biz onları mutlaka mazharı hidayet edeceğiz; hiç şüphe yok, edeceğiz. (Subulena) kendi sübûl-ilâhîmîze, kendi yollarımıza. Yani benim için çalışanları, benim uğrumda mücahede edenleri ben mutlaka mazharı tevfîk edeceğim. Hem (lenehdiyyenhum) sigası tekddiir: Mutlak edeceğim, şüphe yok, o mücahit kullarımı hiç bir zaman mahrumiyet içinde öldürmiyeceğim. (ve innellaha maa-1 muhsinin) ey müslümanlar, bunu bilmiş olunuz ki: Allah iyilerle berabedir. “Muhsin” yalnız, ihsan eden, para veren demek değildir; iyi demektir, iyilik eden demektir. Yani “mûsikin” kötülük edenin zıddı. [216]



Tefsîrî


İşte âyeti celiledeki ilahî vaad kesindir, sarihdir. Şüpheye asla mahal yok. Cenabı Hakkın vaadi ilâhisi döneklik kabul etmez;. Kur´-ân´ın bir çok yerlerinde musarrah. Cenabı hakkın vaadinde hiç hulf (döneklik) yoktur. Allah´ın vaadi, vaadi lûtfu hiç hulf kabul etmez; vaîdi, yani vaadi kahrı böyle değil; dilerse, belki affeder; fakat vaadini herhalde yerine getirir.

Pek âlâ! Madem öyledir, madem âyeti kerime: Hak yolunda çalışanların Allahu zülcelâl tarafından hiç bir zaman mahrum bırakılmıyacağını bildiriyor; o halde nedir müslümanların bu hali? 350 milyon mu, 400 milyon mu, cihanda bu kadar müslüman var; garkta var, garpte var... şimalde var, cenupta var... hepsi yokluk içinde yaşıyorlar. Nereye gitti Cenabı Hakkın vaadi suphanîsi? (lenehdiyyehum subulena) ne oldu? Hemen hemen müslümanlar bu vaadi ilâhinin tahakkukundan ümidi kesecekler. Hattâ bir kısmı kesdiler! Nedir âlemi islâmin başında dönen bu felâketler?

Hani sen Allah vaadinden dönmez diyordun? Pek âlâ, Allah ne buyuruyor. Bizim uğrumuzda mücahede edenleri biz mazhan tevfik edeceğiz. Şimdi şu 350, yahut 400 milyon müslümanin hepsinin vicdanına dehaletle sorarım: Hangisi böyle bir mücahedede bulundu? Müslümanlık yalnız kelimei şahadet ile, yalnız beş vakit namazla, yalnız ibadeti bedeniyet ile değildir. Ben bu sözü aklımdan, cebimden söylemiyorum; bakınız, peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam efendimiz ne buyuruyor: “Bir adam ki müslümanların derdiyle dertlenmez; müslümanların felâketinden müteessir olmaz; onların imdadına koşmaz; o adam hiç bir vakit müslüman

olamaz.” Müslümanlık yalnız lafız île değildir. Sorarım: şarktaki müslüman garptekinin imdadına koştu mu? Şimaldeki müslüman, cenuptaki dîn kardeşinin halinden müteessir oldu mu? Hayır, vallahi olmadı. Öyle ise âlemi İslâm felâket üstüne felâket göreceğine, birinden kurtulur kurtulmaz başkasına uğrayacağına şüphe etmesin!

Geçende de söyledim. Biz müslümanlar birbirimizi, birbirimizin ahlâkını, âdatını frenk kitaplarından öğreniyoruz; birbirimizden ancak bu vasıta ile haberdar olabiliyoruz. Demek frenklerin himmeti olmasa bir iklimdeki müslümanlar öbür iklimdeki müslümanlar için yok hükmünde kalacak! Bakınız şu bizdeki himmetsizliğe, şu bizdeki gayretsizliğe! Sonra da utanmadan, sıkılmadan Allah´tan tevfik istiyoruz? Acaba böyle bir talep için yüzümüz var mı? Biz diyoruz ki: Müslümanız, o halde Allah bize tevfik vermelidir. De­mek sen müslümanlığınla Allah´ı minnet altında bırakmak istiyorsun? Ne kadar cür´et, ne kadar hamakat! Bak Allahu zülcelâl ne buyuruyor: Estaizubillah (yemunnune aleyke en eslemu) ya Muhammed, geliyorlar, bir takımları: “Müslümanız!” diye seni minnet altında bırakmak istiyorlar. Öyle mi? (Kul la tem-unnu aleyye islamekum) habibim, onlara de ki: hey sersemler, “biz müslüman olduk” diye bana minnet yüklemeye kalkışmayınız. (Belillahu yemunnu aleykum) bilâkis siz, Allah´a karşı minnettarsınız. Zira bu nimeti, bu nimeti islâmı size vermiş. Öyle ya! Bir nimeti veren mi minnet altında kalır, yoksa o nimete mazhar olan mı?

Yeise düşmeye kimin hakkı var? Kim ne yapmış ki mükâfatını bekliyor? Hangimiz ne yaptı? Karşımızdaki milletler, vazife hissinden başka bir de fedakârlık hissiyle mütehassis oldular” Gece gündüz çalıştılar, hem de canlarını feda ederek çalıştılar. Bizde hani say, hani mücahede, hani azim? Hiç biri yok; hiç bir şey yok! Dünya durmuyor, beşeriyet durmuyor, bütün milletler alabildiğine gidiyor! Biz uyurken onlar uyanıkdıîar! Biz otururken onlar geceli gündüzlü çalışıyordular.

Başımıza gelen bu felâketler evvelce görülmez bir şey mi idi? Vallahi değildi. Vallahi hepimiz biliyorduk. O kadar bağırdık, çağırdık; din gidiyor, vatan gidiyor, dedik... kim dinledi? Hiç birimiz aman gitmesin, tutalım, diye el uzattık mı? Uzatmadık. Felâketi hazıradan hepimiz mes´ulüz; Evet, hem indallah, hem in-dennas mes´ulüz. [217] İçimizde mesul olmıyacak ferd yok. Başkalarını kötülemek ile kendimizi kurtarmış olmayız. Cenabı Hak: Başkalarını muahezeden ne çıkar? Kendinize bakınız, diyor.

Herkes kendini, nefsini muaheze etsin; herkes kendi nefsini-murakabe altında bulundursun. Herkes kendinden mes´ul. Doğrusu hiç birimiz vazifesini hakkiyle ifa edemedi. Eğer herkes çalışsaydı, vazifesini ifa etseydi, vatan böyle perişan mı olurdu? Biz aklın hükmünü tatil ettik; Allahm emrini tutmadık... Zaten akıl i!e din başka başka şeyler değil ki. İlmihalde bile öyle denmiyor mu? “Efali mükellefin” âkil baliğ olanlar için değil midir? İlâhi teklifler bütün aklı başında olanlaradır. Aleyhisselâtü Vesselam efendimiz buyuruyorlar ki: “İnsanın dini aklından ibarettir; aklı olmayanın dini de yoktur.” Hadisi sahih bu! Diğer bir hadis de şöyledir. “Bir adamın müslümanlığını sakın ceffelkalem beğenivermeyiniz; Evvelâ derecei aklını yoklayınız, bakalım.” Daha bir kaç hadisi şerif var ki, ibarei şerifesini aynen nakledemiyeceğim. Meallerini söyleyeyim. “Kıyamet günü herkesin nezdi ilâhideki mertebesi akh mıkdannda olacaktır.” Halk, ameli hayırda bulunur; (hayırlı işler yapar). Lâkin Cenabı Hak sevabı kullarının aklına göre verir.”

İyi ama akla bu kadar hürmet eden? Çünkü erbabı akim imaniyle senin imanın bîr mi ya? Sen, ben babamızdan gördük; yani hazır dine konduk. Akıl sahipleri ise böyle değil; kafalarında hergün binlerce kıyamet kopuyor. Şüpheler zavallıların imanına birbiri ardı sıra hücum ediyor. Uğraşıyor, birisini deviriyor, biri daha peyda oluyor. Onu da yıkıyor, üçüncüsü çıkıyor. Hasılı biçarenin ömrü mücahede ile geçiyor, herif alnının teriyle müslüman oluyor. Tabiidir ki ferdayı kıyamette onun, Allah indindeki, pey­gamberimiz indindeki mevkii senden, benden çok yüksek olacak. Hiç benim imanım ile meselâ Gazalinin, imanı bir olur mu? Elbet olmaz. Ben hazıra konmuşum. O hazret ise, Ömrünü mücahede ile geçirmiş!

Vaziyet bu merkezde olduğu halde biz hakikati dos doğru göreceğimize, felâketimizin asıl sebeplerini bularak kendimizi kurtarmağa bakacağımıza, kabahati şuna buna yüklemekle, şunu bunu muaheze etmekle meşgul oluyoruz, vaktimizi boşu boşuna is­raf ediyoruz. Arada koskoca Rumeli´yi kaybettik. Bu ne müthiş kayıptır. Fakat biz halâ sen, ben diyip duruyoruz. Ne oldu bize? Bizde his kalmamış, bizde duygu kalmamış mı? Hani herifin kıçına vurmuşlar, aşağı mahallede davul çalıyorlar demiş; sonra kafasına vurmuşlar, davul galiba bizim mahalleye geldi demiş. Biz de şimdi tıpkı böyleyiz! Yangın bacamızı sardı, biz halâ uyuyoruz! Sadi´nin ne güzel bir hikâyesi var:

“Bir gece kervan halkına karışmış, gayet vasi bir çölden geçiyordum. Pek yorgun olduğum için bir kenarda yattım, uyudum. Deveci geldi: Kalk, dedi, kervan geçti, gitti. Sen ne yapıyorsun? Benim de senin gibi uykum var; Ben de senin gibi yorgunum. Kaç gecedir gözüme uyku girdiği yok. Fakat nasıl yatarım? Çöl tehlikeli. Sağda, solda, arkada namütenahi mehalik var. Kalk, gözünü aç, bak: Yolda kervandan eser var mı?,.

“Sonra kalktım, koşarak kervana yetiştim...” Nihayet hazreti Sa´di diyor ki:

“Yolda uyuyanlar gözlerini açtıkları zaman kervanı göçmüş bulurlar; yolda kimseyi görmezler!” [218].

Hikâyeyi bizim halimize tatbik edersek görürüz ki:

Kervan: Milletler, çöl de:

Bu mazii atalettir. Madem ki dünyada bulunuyoruz, bu çölü geçip gitmek mecburiyetindeyiz. Sıkıntıya katlanacağız. Katlanmazsak arkadan gelenler yolda uyuyanları ezer, geçerler. Kanunu hayat böyledir:

Duranlar için hakkı hayat yok. Beşeriyet durmuyor. Durursan muhakkak ezilirsin!

Tarihten misal aramaya hacet var mı? Dünkü çobanlar adam oldular da bizi ezdiler. Bu herifler otuz sene evvel sayı bilmezlerdi! Otuza kadar, o da parmakla, güç sayabilirlerdi! Hesabı yüze kadar biri de çıkaramazdı! Fakat bugün bakın ne hale geldiler!

Askeri; askerimizi perişan etti, siyasîleri siyasîlerimizi bastırdı. Muallimleri bizim muallimlerimizden fazla yararlık gösterdi. Mağlup olan yalnız ordumuz değil. Evet, sen bu memlekette hangi mevkide isen, kendi memleketinde senin mevkiini işgal eden düşman sana gelip. Bakın, bunlar otuz sene içinde bu hale geldiler. Dün bir vilâyet iken bugün kral oldular: tabi oldukları devleti çiğnediler, geçtiler. Çünkü çalıştılar. O sayede insaniyete katıldılar. Biz ise etrafı görmedik, uyumak istedik, onun için çiğnendik.

Bizde vazife hissi yok. Onlar ise vazifelerin ifa ettikten başka fedakârlık da gösterdiler. Benim evvelce Edirne vilâyeti dahilinde memuriyetim vardı. Ara sıra Bulgaristan´a geçerdim; köylerde heriflerin ne kadar çalıştıklarını gözümle gördüm. Hatta bir kere köyün birinde çarıklı, kepeli bir bulgar gördüm. Çoban zannettim, lâkin azıcık konuştuktan sonra herifi pek yaman buldum. Sonra bir münasebetle Darülfünun mezunu olduğunu öğrendim. Bakmiz yüksek tahsilli bir herif çoban kıyafetine giriyor da, köylüleri irşad ediyor!

İşte düşmanlarımız böyle çalıştılar. Biz ne yaptık? Hiç bir şey. Bundan sonra da yapmazsak, yaşamak yok.

Bizi kurtaracak yegâne çare-geçende de söylemiştim- maariftir; sağlam maariftir, hakikî maariftir. Memlekete bunu sokarsak kurtuluruz, fakat maarif halâ memlekete girmedi. Avam kısmı hiç okumuyor, yazmıyor. Okuyup yazanlar ise ne dünyaya, ne ahirete yarar bir yığın nazariyat ile uğraşıyorlar. Eğer el birliğiyle çalışırlarsa eminim ki kurtulacağız, yoksa kurtulmak imkânı yok.

Evet, din de maarifle kaim, dünya da. Dünyanın maarifle kaim olduğu kolaylıkla anlaşılır. Fakat din nasıl maarifle kaim olabilir? O da pek tabiî. Çünkü insaniyet durmuyor. Günden güne ilerleyip gidiyor. Müslümanlıktan evvel bir çok dinler vardı. Bu­gün onlar kaldırılmıştır. Fakat nazil oldukları zaman o vakit ki insanlar iğin kâfi idi. Sonra devirler değişti. İnsanlar terakki etti. Onun için her din yerini kendisinden daha mükemmel bir dine bıraktı, çekildi. Ta müslümanlığa kadar hal böyle idi. Müslümanlık hatemülüedyandır (dinlerin sonuncusudur). Bundan sonra bir dini ilâhi daha gelmiyecektir.

Pek âlâ! Nasıl olur da müslümanlık kıyamete kadar gelip gidecek insanların ihtiyacına kâfi gelebilecek? Elbet. Çünkü Allah´ın kitabında, Resulallah´ın sözlerinde her devrede yaşayacak insanların ihtiyacını temine kâfi hakikatler var. Yalnız o hakikatler ilimle meydana çıkar. Kuran, Ayetullah değil mi? Arz da sema da birer Ayetullah´dır. Bizim gibi geri milletler topraktan sade ekin alır; bir az daha gayret ederse su çıkarır. Medenî milletler ise maden çıkarır. Biz sudan yalnız değirmen yapıyoruz. Onlar elektrik istihsal ediyor. Biz buluttan yağmur topluyoruz; onlar yıldırım bile avlıyor!

Maddiyat böyle olduğu gibi maneviyat da böyle. Milletler nasıl bu yaratılış aleminden, bizden çok, hem kıyas kabul etmiyecek kadar çok müstefid oluyorlarsa âlim bir müslüman da Kitabullahtan, ahadisi nebeviyeden, şimdiki cahil müslümanlara nisbetle sonsuz hakikatlar çıkarabilir. Yoksa vaktiyle icabı kadar tefair yazılmış, elverir diyemiyeceğiz. Gelişmiş devletler geceleri de çalışmış, Allah kendilerinden razı olsun, bir çok eserler vücude getirmişler, fakat dememişler ki: bu eserlerimiz kıyamete kadar size elverir. Siz artık çalışmayın da, yalnız bizim kitapları okuyunuz!..

Bilâkis demişler ki:

Siz de çalışacaksınız. Hem bunları okuyacaksınız, hem de kendi fikrinizi ilâve ederek, zamanınıza göre yeni yeni eserler vücude getireceksiniz. Böyle böyle sonuna kadar gidecek.

Halk hayrını, şerrini bilmiyor. Çünkü büsbütün cahil. Biz okur yazar tabaka da zavallıları büsbütün makûs yollara sevk edip duruyoruz! Dört senedir ayaklanan, nihayet başımıza bu felâketi getirenlerin çıkarmış oldukları isyanların sebebi neydi?

Hep cehaletleri! kışkırttılar. Onlar da ne yapsın, hakikati hali fark edemedikleri için, her fesada kapıldılar. İşte Arnavutlar! Bakınız ne hale geldiler! Bizi de ne hale getirdiler! Bu da pek tabiidir. Böyle gidersek Allah korusun diğer milletler de ayni hale gelecek. Herkes felâketi görsün, akıbeti düşünün de ona göre çalışın. Artık nifakları, şıkakları gömelim. Eski yaraları bir daha deşiniyelîm. Örttüğümüz mezarları tekrar eşmiyelim. İstikbalden ümidi kesmiyelim. Meyus olmıyalım. Zira yeis haramdır; zira yeis en büyük ölümdür. [219]