Konu Başlığı: Sonuç Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Aralık 2010, 12:26:19 SONUÇ Şimdi Kur'an tarafından istenen ve öğülen gayretin ne olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.Önce bu, ödevin hizmetine koyulan ve onunla boy ölçüşen hem ahlâkî, hem maddî bir faaliyettir. Keyfî herşey ona yabancıdır. Sonra bu, basiretli bir faaliyettir; iki kat basiretlidir. Onun nazarlan, yalnızca bilerek onu kullanmak için elde bulunan gücü konu edinmemekte, fakat aynı zamanda, failin (Rabbiyle, âlemle ve bizzat kendisiyle) çeşitli münasebetlerinin aralarında hakkaniyetle dağıtılmaları ve onların farklı taleplerini tatmin için, onları küllî bir görüş içinde kucaklamaktadır.Nihayet o, soylu ve ileriyi gören bir faaliyettir. Gerçekte o, güdük ve is-tikbalsiz kalmak için geçici olarak kendinin tüketilmesini istemez. Bilâkis o, muayyen bir süreklilik ve muayyen bir metanet tedbirini alır; onda sevinç ve neşe, azalmak şöyle dursun, habire artar.Böylece, kafasından ödev idealini geçirerek, şu üç unsur (güç, mekân ve zaman)'lu donatılmış olarak gayret, o şekilde hamlesini almak zorundadır ki, yücelirken ifrattan çekinir ve itidal kazanırken hataya düşmez.Bu bize, hemen Aristo'nun Etik'inin bir çok hükümlerini tahsis ettiği orta yol teorisini düşündürmektedir. Ve iki doktrin arasında bir yakınlık bulunması hiç de yararsız olmayacaktır. Bizim için meselenin, tarihî belli bir bağ bulunup bulunmadığını bilmek olmadığını belirtelim. Herkes Kur'an'ın tarih itibariyle ondan sonra olduğunu bilmektedir. Fakat diğer taraftan, bir alıntı faraziyesini söylemenin tarih bakımından bir terslik işlemek olacağı bilinmektedir. Gerçekten İslâm düşüncesi ile Yunan felsefesi arasında temas, iki asır daha sonra vaki olmuştur.Bizim niyetimiz, sadece onlar arasındaki benzerliğin nereye kadar vardığını ve farkın neden ibaret olduğunu görmeye çalışmaktır.Ölçü düşüncesi, eski bir fikirdir- Fisagorculara göre, âlemin özü, sayı ve ahenktir. Eflatun, ahlâkî alanda her şeyin ölçü ile ve aklıı selimin isteklerine uygun olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini kabul eder. Bu fikri bize daha az mücerret bir şekil altında sunmak için Aristo, ifrat ve tefritten kaçınmak demek olan orta yolu kabul etmenin gerekli olduğunu söyler.Oysa biz bu aynı amelî prensibi, biraz Önce gördüğümüz gibi, Kur'an-ı Kerim'de yalnız takvaya ait gayret konusunda değil, aynı zamanda kanaatkârlık[181], iffet[182], cömertlik[183], ses ve tutum[184] yumuşaklığı konusunda da buluyoruz.Buraya kadar benzerlik açıktır.Fakat işte birinci fark. Biz, İslâm'ın mukaddes kitabında fazilet ile dengeli ameli aynîleştiren genel bir formüle rastlamıyoruz. Bu formülü Aristo'da buluyoruz. O, bu konuda şöyle der: "Şu halde fazilet, bir nevi vasıtadır, çünkü onun kendine edindiği hedef, iki aşın uç arasındaki bir dengedir... Vasatı doğru, fazileti belirttiği halde, ifrat ile tefrit, sefahati göstermektedirler.[185]Bu tarif tam mıdır? O, doğru mudur? Tam bir kıyas üzerine dayandırılmış mıdır? Önce, bütün ahlâkî kavramlar, fazlalık, eksiklik ve eşitlik yönünden bu kemmî farkı kabul ediyorlar mı? Biz, ara sıra kaideye istisna olarak işaret edilen doğruluğun misâli üzerinde durmuyoruz; çünkü biz, doğru insanı, hakikati tamamen söyleyen kimse olarak tanımlama eğilimindeyiz. Böylece doğruluğun kusuru, ölümün bazen ötesine gitmek, bazen de berisinde tutunmaktan ibarettir. Gerçeğe aşın ilave yapan kimse ile, gizlemek suretiyle onu kesen kimse, aynı ölçüde hatalıdırlar. Şu halde doğruluk misali üzerine dayalı bulunan itiraz, bertaraf edilebilir. Fakat derûnî ve bölünemez bir ahlâkî fiilde, bu üçlü bölünme nasıl tesis edilir? Meselâ, belli bir tavır üzerinde insanın nefsiyle batınî duygu ve düşünce uygunluğu olarak dürüstlüğü ele alalım. Gerçekten, bu sahada üçüncü haddin imkânsızlığı prensibi bize, bütün gücüyle pekâlâ uygulanabilir gibi görünmektedir; çünkü o ya kendisiyle samimidir veya değildir; tıpkı o görüyor veya görmüyor gibi.Bununla birlikte bu derecelenmede biz uygun şartlar içinde yerimizi alalım. Ortayı tutan her tutumun faziletli olduğunu ve buna karşılık bu ölçüyü aşan her şeyin aynı yolla sefahat içinde bulunan amellere girdiğini kabul etmek mi gerekir? Sevgi ve kin, kabul ve red, hizmet eden ve yapan amel, zarar veren ve yıkan amel, işte bunlar hakikaten zıtlıklardır. Burada sırayla faziletin, aldırmazlık, şüphe ve etkisiz düşüncelere dalmadan ibaret olduğunu savunma hakkımız var mıdır? Öte yandan Atma'lı filozof, bize, orta yolun ona göre denge veya eşitlik noktası olduğunuverdiği zaman, bu ölçüye bakarak kendisine faziletten sağladığı fikrin, bizzat onun mahkûm ettiği kısas kanunu ile değilse bile, en azından onun yerine koyduğu münasebet kanunu ile tecessüm etmiş bulunan sıkı adaletten başka birşey olmadığından korkulmaz mı? Öyleyse ihsan, sadâkat, fedakârlık gibi hiç hesap ve tahmin edilmeyen bu faziletler için hangi mevki kalır?Böylece Aristocu tarif bize, tarif edilen şeye uygun gelmeyen durumları kucaklarken, bazen aşırılık İle, tarif edileni tam kapsamadığından bazen de eksiklik ile yanılgıya düşüyor gibi görünmektedir. Mantıkta denildiği gibi, o ne efradını cami, ne ağyarını manidir. Bu şekilde denilebilir ki, bu konuda umumu içine alan her formülden sakınırken Kur'anî hikmet, pekâlâ gerektiği yerde durmasını bilmiştir.Bir adım daha atalım ve iki doktrini bize, orta yolu tavsiye etmekte anlaştıkları duruma bakalım. Bu orta yol neden ibarettir?Aynı şekilde burada, onların cevabı ince farklılıkları ihtiva etmektedir.Filozofumuz, o derece mücerret genel düşüncelere bağlı kalmaktadır ki, neticede bu mükemmel vasatın ne olabileceğini tayin etme ihtimamını tamamen bizlerden her birimize bırakmaktadır. Yalnız o, bize tarifin faktörlerini göstermektedir. Diyor ki : "Amellerimizin ve duygularımızın, lâyık olanlar hakkında münasib zamanda ikna edici sebepler için ve uygun şartlarda gayeler için ortaya çıkması gerekir.[186]. Pekâlâ! Fakat "münasib" "tatminkâr" "uygun" olan nedir? Elbette bunu gösteren "akl-ı selim" dir. Böylece fazilet ölçüsü, insanların çoğu için kavranılamaz olarak kalmaktadır. O, tamamen hakimin zihninde yatmaktadır. Meselâ cömertliği alalım. Aristo şöyle söyler : "Kime vermek gerekir? Ne kadar? Ne zaman? Ne için? Ve hangi yolla? gibi hususları bilmek, işte zor olan mesele budur. Bu yüzden paranın yerinde kullanılması nadirdir... Vasatı doğruyu hedef alan kimsenin ondan en fazla ayrılan şeyden uzaklaşmakla başlaması... asgarî kötülüklerle yetinmesi gerekir[187]îşte sarahat konusunda hepsi bu.Tersine, Hz. Peygamberin öğretimiyle tamamlanmış bulunan Kur'an-ı Kerim, bize her fazilet için yeterince müşahhas ve tanınabilir bir ölçü vermekte; bu ölçü gereğince hata ve karıştırma şansları hemen hemen bertaraf edilmektedir. Buna iyice inanmak için, onu Kur'an-ı Kerim'de muzakere etmek suretiyle biraz önce zikrettiğimiz Aristocu sorulan yeniden ele almak yeterlidir: Orada her soru işaretine sarih cevap bulunacaktır.Dahası, her fazilete kendine has ölçüsünü verdikten sonra Kur'an-ı Kerim, ödevlerimizin aralarında ahenkli olmasını bize emreden genel bir kural vasıtasıyle onların bütününü sağlam bir şekilde tanzim etmiştir.Nihayet, gayretin derecesi konusunda İslâm'ın tavsiye ettiği makul orta, ne bir "aritmetik orta"dan, ne bir "zirve noktası"ndan, yani Aristo'nun fikrinin gidip geldiği bu iki formülden değil, fakat sevinç ve ümit ile hep birlikte mümkün olduğu kadar kemâle yaklaşan bir asaletten ibarettir. Hz. Peygamber, amelde rıfk ve yumuşaklığa teşvik hususunda şöyle buyurmuştur: "Öyleyse bizatihi doğru olana doğru, dosdoğru gidin, mümkün olduğu kadar ona yaklaşın ve ümit edin.[188] [181] el-Mâide 5/87; el-A'râf 7/31. [182] el-Mü'minûn 23/5-7; el-Meâric 70/29-31. [183] el-En'âm 6/141; el-Isrâ 17/29; el-Furkân 25/67. [184] el-îsrâ 17/110; Lokman 31/19. [185] Kış. Aristote, Ethique, Lİvre II, Ch. VI. [186] Aynı eser, Bölüm, VI. [187] Aynı eser, Bölüm, IX. [188] Krş. Buhârî, Kitâbü'1-lmân, B. 29. |