> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Kuranı Kerim > Kuran Ahlakı > Sonuç 3
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Sonuç 3  (Okunma Sayısı 1162 defa)
24 Aralık 2010, 23:11:07
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 24 Aralık 2010, 23:11:07 »



Sonuç

Şu halde işte, başka her çeşit spekülatif muhakemeden daha beliğ bir şekilde konuşan rakamlar.Genel olarak dinî ahlâka karşı ekseriya yapılan en ciddî itiraz onun, ferdî olduğu kadar kollektif vicdanı da nazarı itibara almadığını; bütün gücünü ve tüm otoritesini, eşyanın tabiatına yabancı olan, aşkın bir ira­deden aldığını; onun münhasıren bu yüce irade tarafından tesis olunmuş bulunan, mükâfatların cazibesi ve cezaların korkusu suretiyle kendini empoze ettiğini söylemekten ibarettir[721]Biz şimdi biliyoruz ki, her halde bu itab islâmî ahlâka erişmemektedir. Gördüğümüz gibi, Kur'ân-ı Kerim, insan ruhunun, oraya yaratılıştan iti­baren üflenmiş bulunan tabiî bir ahlâkî kanunun emanetçisi olduğunu ilân ediyor. Öte yandan Hz. Peygamber, herkese, yapmak veya sakınmak zorunda olduğu şey hakkında bizzat kendi kendisine danışmasını buyu­ruyor. Müslüman mezhepler, hattâ en muhafazakârları bile, iyi ve kötü­nün, ister meziyet veya kusur şeklinde, isterse tabiata uygun veya aykırı şekilde aklî olarak tanımlandığı yerde, insan aklı için özel bir takdir ve yasama alanı kabul etmekte uyuşmaktadırlar.Bu nokta hakkında, onların anlaşmazlığını tahrik eden sorun yalnızca şu idi: Akim emrini mutlak olarak mı addetmek gerekir, o her yerde ve daima eşyanın gerçeğine tekabül etmekte midir, bilhassa o, ilâhî hikmet­le çatışmakta mıdır?Bizzat kendimize karşı sorumluluğumuzu tasdik etmek için vicdanın yeterince otorite ile donatılmış bulunduğuna hiç kimse itiraz etmiyor. Ancak o, Tanrıya karşı sorumluluğumuzu tesis etmek için buna kâfi mik­tarda sahip midir? Münazaa işte bu vazih mesele üzerinde olmaktadır. İmdi bizim, ekseriya alışkanlıklar tarafından karartılmış veya peşin hü­kümler tarafından boşa çıkarılmış, yahut menfaat tarafından sürüklen­miş bir vicdana sahip olmamızın vakî olduğu; ihtirasın bize bazan aklın perdesi altında gizlenmiş olarak ve onun dilini taklit ederek konuştuğu aşikâr değil inidir? Hattâ diyebiliriz ki, bu durumlarda bize konuşan biz­zat akıldır, ancak bu düşük, kendini hayvanı içgüdünün hizmetine vere vere bozulmuş ve o derecede doğru yoldan ayrılmış bir akıldır ki, o kendine başlıca rol olarak, bizim halihazır menfaatlerimizin tatmin çareleri­ni keşf etmeyi ve başarıya eriştirmeyi veriyor. Fakat nasıl! En normal du­rumda akıl ve duygular, maskesiz olarak karşı karşıya geldikleri zaman, sistematik olarak birine diğerlerine kumanda etmek hakkını bahşetmek, tarafsız davranmak mıdır? Ve kendini beğenmiş şekilde, anlaşmazlığı çö­zümlemek yetkisini kendine vermek suretiyle akıl aynı zamanda hem ha­kim ve hem de taraf olmaz mı?Bu muhakemeyi sonuna kadar yürüterek, bu muhtelif tabiatın failinin gerçekten, eserinin en büyük ve en eski bölümünü en son gelene feda et­meye razı olup olmayacağı kendi kendine sorulabilir. Hakikaten, Al­lah'ın bu fedakârlığı emretmiş olduğunu ispat eden nedir? Onun muci­bince yaratılışın bir tek bölümünün Yaratan adına konuşacağı vekâlet ne­rededir? Bu iddiada bizi yöneten gerçeğin içgüdüsü müdür, yoksa zekâ­nın gururu ve kendini beğenmişliği midir?Kuşkusuz, aklî irade bizim varlığımızın en mükemmel kısmıdır, geri kalan hepsi bizimle aşağı cinsler arasmda müşterek olduğu halde o biz­zat kendi malımız olarak bize ait olan şeydir; duyular ve içgüdüler bizi dışarıya dağıtırlarken, o bizi bizzat kendimize temerküz ettirmeye muk­tedir yegâne hassedir. Şu halde, yaratanın ona hakimiyet hakkını, düzen­leyici prensip rolünü vermesi için o, tamamen uygundur. Fakat, bir ami­rin onlara danışmaksızın emri altındakilere kumanda etmesi doğru mu­dur? Hattâ onun onlara muktedir oldukları gelişmeyi garanti etmeye ça­balaması gerekmez mi? Bu teşkilat içerisinde demokratik iş nerede bit­mekte ve istipdat ve despotizm nerede başlamaktadır? Bu sınır çizgisini tarafsız olarak kim çizebilir?Belli bir sayıdaki Mutezilîler ve onlara imtisal edenler müstesna, müs-lüman alimler bunu anlamışlardır. Allah'a karşı sorumluluğumuzu baş­latmak için onlar, bizim tabiatımızın içersine ilk başlangıçta konmuş bu­lunan bu zımnî kanuna paralel olarak, Allah tarafından, ancak müsbet ve vazıh bir şekilde gelen, bir başka kanunu mecbur tutuyorlar. Bu yeni ka-. nunun rolü, elbette ki birincisini ilga etmek değildir; zira onlar birbirleri­ni nakzedemiyecek olan iki gerçektirler; fakat, bütün safiyeti içersinde ortaya çıktıktan sonra, onu teyit etmek ve ona güçlü bir destek sağlamak­tır. Açıkçası bu ilk tasfiye teşebbüsünün, sözde aklın inhiraflarının önü­nü almak ve peşin yargıların enkazı altında uyuyan vicdanı uyandırmak suretiyle işe başlaması gerekir. "Peygamberlerin görevi, diyor İbn Teymiye, tabiatı değiştirmek değil, onu ikmâl ve itmam etmektir"[722]. Bu görüş noktasından, denilebilir ki, ferdî vicdanın hür ve meşru icrası için bu müsbet kanunun tesbit edeceği kadrolar (çerçeveler), sadece helâl ve ha­ram olanı değil, fakat aynı zamanda gerçekten aklî olanla olmayanı da ayırdedecektir. Sünnete aykırı olan, aynı zamanda akla mugayir olacak­tır. "Her inhiraf, diyor keza ibn Teymiye, aynı zamanda hem akla ve hem de şeriata muhaliftir"[723].Böylece, ahlâklılığın yerini almak veya ona karşı çıkmak için gelmiş ol­mak şöyle dursun, bu dinî meşruluk onu farz etmekte ve daima ona atıfta bulunmaktadır. Hakikaten, biz, emirlerini formüle ederken Kur'an-ı Ke-rim'in onların, bizzat ahlâkî vicdanın yapısını oluşturan öteki değerler ara­sından, akla, hikmete, gerçeğe, adalete ve doğruluğa uygunluğunu hangi itina ile talep ve iddia ettiğini görmüş bulunuyoruz. Onun, fazilete bağlılı­ğı sebebiyle ruhta hasıl olan neticeleri, eylemin kalp ve zihin üzerinde icra ettiği tesiri, vicdan ve tövbenin önemini nasıl takdim ettiğini gördük.îşte ferdî vicdan için olanlar. Fakat insan, aklî varlık, aynı zamanda toplumsal bir varlıktır. O, hem-zaman olarak veya mütemadiyen tenbihlerini aldığı, dahilî veya haricî, iki gücün kavşak yerinde bulunmaktadır. Hattâ şunu söylemek dahi ca­izdir ki, toplum içersinde yaşayan her insan için, onun manevî gıdasının başlıca kısmı ve ideallerinin ekserisi, onları yeniden iyice mütalaa ettik­ten sonra, az veya çok noksansız olarak kendine mal etmeye veya reddet­meye ve onların yerine başka daha mükemmellerini ikame etmeye hazır olduğu bir halde, ona ilk önce dışarıdan gelmektedirler.Ahlâkî otorite içersinde müslüman camiaya düşen hisse nedir?Sınırları tabiî adaletin ve vahyolunmuş adaletin genel kurallarının empoze ettiklerinden başka bir şey olmamak üzere, sınırlı olmasına rağ­men o, en hatırı sayılır olanlardandır. Sadece yetkili yasayıcı bünyenin is­tisnasız karan olan icma, yalnızca kendisine dürüstlükle hürmet ve ita­ate mecbur olduğumuz, müşterek düzen ve huzuru emniyet altında tu­tan icraî iktidardan sadır olan her formül değil; fakat haddizatında ehem­miyetsiz ancak meşru bir emre konu olan her idarî teferruat, bu yolla ah­lâkî kanun gücüne erişmektedir., îslâmda kamu vicdanının bir uydurma veya hattâ ferdî vicdanın bir kopyası olmadığını kanıtlamak için, daha önce işaret edilen olayı, ya­ni başkanlar için, müstehak olan şahıslara tövbelerinden ve kökten ihti­dalarından sonra bile meşru müeyyideleri tatbik etmek mecburiyetini ha­tırlatmaktan daha alâsını bulamıyoruz. Zira, madem ki suçlu tutum de­ğiştirmiş ve kusursuz bir davranış yolunu ittihaz etmiştir, ahlâklılık ta­mamen tatmin edilmiş olmamakta mıdır? Ve, iman açısından, günahla­rın affı samimiyet ve kesin kararlılıkla onlardan dönenlere garanti edil­memiş midir? Bununla birlikte geriye, suçun ifsad ettiği bir atmosferin sıhhîleştirilmesi, daha önce, rencide olmuş bulunan umumî vicdanının teselli edilmesi, verilmiş olan kötü örneğin taklit edilmesinin önlenmesi kalmaktadır. Ve işte, ıslah olmuş ve temizlenmiş bir insanı, bu gayet açık bir şekilde ağır olan ceza ile cezalandırmayı belirleyenler, bu sırf içtimaî türden olan mülâhazalardır.Bir başka toplumsal olayı, fertlerarası türden olanı hatırlayalım. Haki­katen biz, İslâmiyetin başkasının hakkına atfettiği hususiyle kutsal özel­liği gördük. Hemcinslerimize sebebiyet verdiğimiz bir zarar, hattâ onla­rın habersiz oldukları durumda bile, zarar veren mağdurlarına kendini ihbar edinceye ve onlardan açık ve şuurlu bir beraet elde edinceye kadar, ona sebebiyet verenin mükellefiyetinde kalmakta devam eder. Böylece, kamu hukukunun çiğnenmesi, ahlâkî bakımdan, bir vicdan azabı, bir tevbe, şahsî bir ıstılahtan başka ve daha ziyade telâfileri, hattâ ilahî rıza­nın ötesine uzanan tazminleri gerektirir.Ferdî vicdanın ve amme vicdanının mecburiyetlerinin arkasında ve onlardan daha bükülmez olarak, amansız illiyet kanunu ile birlikte, ev­rensel tabiatın düzeni yükselmektedir. Filân hareket tarzı hayırlı akibe-te götürüyor; falan başkası failinin aleyhine geri dönüyor. Basiretli ih­tiyat, bir fiile girişmeden önce, bize onun neticelerini hesaba katmamı­zı tavsiye ediyor. Ancak, ahlâkî görüş açısından, bu gayeci düşünceler sadece, onların ödevi saptırmaları, bilâkis daha ziyade onunla ahenk içinde olmaları ve oraya daha çok teşvik etmeleri ölçüsünde meşru sa­yılabilirler. Bu şartlarda, iyi bir pedagogun, öğretimini kuvvetlendir­mek için bazan oraya başvurma hakkı yok mudur? Her halükârda Kur'ân-ı Kerim, sınırlı bir sayıdaki örnekler üzerinde, davranışlarımı­zın, esasen en genel, en gerçek ve en sürekli olanları arasından seçilmiş bulunan, tabiî sonuçlarını bize hatırlatırken, işte bu şekilde hareket et­miştir.Sırf ahlâkî zaruret, temelinde sosyal olan ihtiyaç, pratik sağduyu, işte ahlâkî ödevi tesis etmek için, çoğu zaman oradan ahlâkçıların, herbirinin kendi usûlüne göre, bir delil aldığı bütün aklî kaynaklar toplanmış bu-lunmaktadır.Laik ahlâklar burada duruyorlar, fakat Kur'ânî ahlâk bu mülâhazalarla iktifa etmiyor. Onların hepsini ihtiva ederek, o onları aş­makta ve onları başkaca yüksek bir prensiple, yüce otoritesi başka cihet­ten alman her kararın tasdik ve teyidi için kaçınılmaz olan, egemen bir kanun ko...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Sonuç 3
« Posted on: 24 Nisan 2024, 19:08:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Sonuç 3 rüya tabiri,Sonuç 3 mekke canlı, Sonuç 3 kabe canlı yayın, Sonuç 3 Üç boyutlu kuran oku Sonuç 3 kuran ı kerim, Sonuç 3 peygamber kıssaları,Sonuç 3 ilitam ders soruları, Sonuç 3önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes