Konu Başlığı: Niyetlerin ihlası ve Saiklerin Karışımı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Aralık 2010, 10:45:25 E- Niyetlerin îhlâsı ve Sâiklerin Karışımı Şu halde, bizzat kendisi için veya faideli, meşru veya gayr-i meşru bir hedefe sahip olarak Allah'a itaat etmesine göre insanın niyeti; iyi, normal veya kötü vasfını alacaktır.Bu yasama, tek bir prensiple iradenin kararının geçerli veya geçersiz olmasını gerektirir. Bu ayrı tutmanın nazarî imkânını inkâr etmeksizin, en azından onun, son derece nâdirattan olduğu söylenebilir. En sık rastlanan durum, bir çok sebeplerin, kararımız lehine olduğu durumdur. Kur'ânî prensiplere göre, bir sebepler topluluğunun rekabet ettiği yerde, muayyen bir kararın ahlâkî değeri ne olabilir ilkin daha önce zikredilen nassları[176] ve Allah'ı kalbin amellerinin tek hedefi yaparak o nasslarda, Kur'ân'ın yalnız yüceltmekle kalmayıp, aynı zamanda bizden ısrarla dünyanın ve kendi öz eğilimlerinin tesirinden kurtulmuş bir kalb istemekte olduğunu hatırlayalım. İnsanın yeryüzünde ondan başka bir varlık sebebinin bulunmadığı ifade edilen[177] "itaatin bu safiyeti" vasıtasıyla tanımlanan şartların bütünü. Bu formüllerin gerçek anlamına gelince, insan belki şüpheci görünmeye kalkışacaktır. Bize diyecektir ki, belki orada ibadet edenle ilgili amelde ibadet hedefi olarak bazı mahlûka tın içine alındığı değersiz puta tapmayı hariç bırakmak söz konusudur. Bu, Allah'a itaatte hareket ettirici sebeplerin bir karışımından ibaret olan iradenin bu nazik dalâletinin mahkumiyetini zorunlu olarak kapsamaz.Biz, Hz. Peygamberin açıkça, Kur'ân-ı Kerim'in ilk müfessiri olmak sı-fatiyle söz konusu âyetleri küllî bir manada anladığı şeklinde cevap vereceğiz. Bazı âyetlerin nüzulünün vuku bulduğu şartlar, o konuda birinci derecede başka şeyden daha çok bu hareket ettirici sebeplerin karışımı söz konusu olduğunu da ispatlamaktadır. Onun hakkında 18. sûrenin son âyetinin nazil olduğu vak'a böyledir. Bu husustaki nakil, işte şudur: Bir adam, Hz. Peygambere gelerek şöyle der: "Övgüye lâyık bir tavır aldığım zaman, Allah'ın rızasını gözetmemden ve mevkiimin görülmesinden dolayı hoşlandığım vâkî oluyor"[178]. Hz. Peygamber, kendine şu âyet-i kerime vahy olununcaya kadar buna hiç cevap vermedi: "Her kim Rabbine kavuşmayı özîerse doğru dürüst işler işlesin, ibadette hiç bir kimseyi ortak katmasın"[179].Kur'ân'ın açıklaması dışında Peygamberin sözleri bir hayli çoktur. Buharı ve Müslim, bize, Peygambere şu soruyu soran bir bedeviyi nakletmektedirler: "Yâ Rasûlallah! İnsanlar ya şecaat, ya hamiyyet, ya şöhret veya mevkii için çarpışıyorlar. Bunların hangisi Allah yolundadır?" denildi. Resûlallah (s.a.) da: "Kim yalnız kelimetullah yüce olsun diye çarpışırsa, işte o Allah yolundadır"[180] buyurdu. Muhasibi bize şöyle diyor: Niyetin hâlis ve saf olması konusunda, âlimlerin çoğu, bu hadis-i şerifi en şiddetli söz olarak görmektedirler; çünkü o, ne tek hareket ettiri..ci kuvvet olarak, ne de ilâve olarak tabiata hiç bir şey isnat etmektedir[181]. Neseî, oldukça benzer bir rivayette bulunur: Hz. Peygambere bir adam gelerek: "Şöhret ve mükâfaat için savaşan hakkında ne dersin?" diye sordu. Resûlallah: "Onun için hiç bir şey yoktur" buyurdu. Gelen adam sorusunu üç defa tekrarladı. Resûlallah, her defasında: "O hiç sevap alamaz" buyurdu. Sonra da: "Allah, ancak kendi rızası gözetilerek, halis bir niyetle yapılan ameli kabul eder"[182] buyurdu. Aynı şekilde bundan daha açığı hadis-i kudsîde okuduğumuz ilâhî beyandır: "Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurdu: Ben ortakların şirkten en ğanîsiyim. Her kim bir amel işler, onda benimle birlikte başkasını ortak eylerse, onu şirkiyle başbaşa bırakırım"[183].Görüyoruz ki bu nasslara göre, itaat etme iradesine ilâve edilen bütün sebepler, amelin değerini tehlikeye koymakta ve onu Allah'ın rızasından mahrum etmektedirler.Bununla birlikte, ödevin çeşitli veçheleri ile böylece müteessir bulunmuş olan, aynı zamanda emrin haşmetiyle ve onun elverişliliği ile kendini yönlendirmeye bırakan nefsin, yalnız ve sadece hevâlanna uymuş nefs kadar kötülenmeye müstehak olup olmadığını kendimize sormak zorundayız.İttifakla olan bir durum vardır ki, hissî duyarlılığın müdahalesi orada iradenin değerinden hiç bir şey azaltmaz. Bu karar, kanun gereğince önceden alındığı zamandır, fakat başkalarının takdirini müteakip, biz ona daha çok seviniriz. Bu takdirde düşüncemizden aldığımız faide, amelimizin sebebi değildir, bilâkis o, sanki onun neticesidir. Hadis-i şerifte zikredilen durum tam böyledir: Bir kimse, "Yâ Rasûlallah! Bir adam bîr ameli gizlice işler, fakat onu başkalarından öğrenince hoşuna gider" dedi. Resûlallah ona şöyle cevap verdi: "Ona iki mükâfat vardır: Amelini ört-tüğü için gizlilik mükâfatı ve başkalanna örnek olduğuna sevindiği için aleniyet mükâfatıdır"[184] Müfessirler, bu kavlin, sırrın ortaya çıkmasının ancak amel tamamlandıktan sonra meydana geldiği faraziyede geçerli olduğunda müttefiktirler. Aynı şekilde o, onu edâ ederken bastırılan durum için de geçerli midir? Muhasibi, bu nokta üzerindeki tartışmayı zikrettikten sonra, memnunlukla kabul ettiğimiz bir farkı meydana koyarak münakaşayı kesin bir çözüme bağlamak istemiştir. Hakikaten o, hayır yolunda kişinin görmüş olmayı hissettiği sevincin, hepsinin aynı değerde olmayan çeşitli sebeplere sahip olabileceğine nazar-ı dikkati çekmektedir. Meselâ, gerçek bir ahlâkî sevincin kaynağı, başkalarına iyi bir örnek vermiş olmaktır; yoksa onların katında bu övünce sahip olmak için değil. Bilâkis fazilet, bu yolla daha fazla bir taraftar ve onu uygulayan bulması içindir. Fakat, kişinin orada faziletli başarılarımızın Allah'ın rızasını elde etmiş olacağı bir çeşit ilâhî mükâfatı veya bir belirtiyi gördüğünden dolayı, bu beklenilmeyen ve aranılmayan açığa vurmaya sevinmesi yasak değildir. İnsanlar tarafından takdir edilmiş olmanın tabiî sevincine gelince, o daima bizim için bir noksanlık meydana getirir; fakat önem verilmediği ve hoşlanılmadığı sürece bu tabiî sevinç bir günah olarak düşünülmez. Gayr-i iradî ve geçici bir bilinçten ibaret küçük bir şey olduğunda, onun önemini mübalağa etmek fazlaca müşkil-pesentlik olacaktır. Bu, büyük ruhların ondan acı çekmesine ve onun esaretinden tamamen kurtulmayı istemesine engel değildir[185]Bu durumlar bir yana bırakılırsa, menfaatçı görüşler, amelin önüne geçtikleri ve bir ölçüde onu belirleyen sebepler içine girdikleri zaman, hakikî problem var olur. Daha doğrusu buna hareket ettirici sebeplerin karışımı tabir edilir.Prensip olarak, ilk niyete iyi demek için o, hâlis olmalıdır, demiştik. Fakat bu mutlak saflık, dereceler ihtiva etmeyen ve ihmalinin menfaat ele geçirmeye çalışma kadar ciddî bir günah teşkil ettiği katı bir ödev midir? Ve ilkin insan tabiatı, daima böyle bir menfaat gütmemeye yetenekli midir ki orada aynı zamanda herhangi bir ilgi bulmaksızın kendini tamamen ideali uğruna adasın?Hemen söyleyelim ki cevap verilecek usûl ne olursa olsun, Kur'ânî prensiplerin bizi, aşın zıt taraflardan çok, ara noktalar üzerinde daha uzlaşmalı olmaya davet ettiklerine inanmaktayız.Gerçekten, eğer mesele nefsimizin kudretinin erişebileceği yerde değil ise ve diğer taraftan bir kimsenin ancak vasıtaları ölçüsünde mükellef olabileceği sabit ise, elbette çabalarımızın asla oraya yetişmeksizin kendine doğru yönelmek zorunda olduğu değerin en yüksek noktasının kurumu olarak bu mutlak saflığı icap ettiren bütün formülleri yorumlamak gerekecektir. Bu idealden uzaklık hiç şüphesiz eksiklik olacak, fakat hata olmayacak; bir kemâliyetsizlik olacak, fakat ahlâksızlık olmayacaktır. Zaten bunları böyle yorumlamak için nassları zorlamaya hiç gerek yoktur. Onunla kötü niyetin hükmünün verildiği ve karışık niyetinki arasında bulunan ton farkını düşünmek yeterlidir. Muharrik sebeplerin bir karışımı söz konusu olduğu andan itibaren, günahkâr niyetlerin sürüklediği cezanın bu tehdidinin sistemli yokluğunu tesbit ederiz ve naslann şöyle demekle yetinmekte olduğunu görürüz: Bu, "Allah yolundadır" denmiş olmaya lâyık değil; o, "Allah'ın hoşuna gitmez"; o, "O'nun katında bir ecre müstehak olmaz"; "Allah ondan ganîdir", v.s. ondan müsbet değerini reddetmek için zorunlu olarak amelin günah sıfatını ortaya koymayan yumuşatılmış daha bir çok formül.İster fıtrî bir istidat çeşidiyle, ister bir çabanın tekrarıyle olsun, kutsal ödevin saf fikrinin, kararımıza yalnızbaşına yön verebilmesi ve onun saflığının içine sokulan her karışımın ancak hatamıza yüklenebilir bir ihmalden ileri gelmesi isbatlanmışsa, bu takdirde bir noktanın göz önünde bulundurulmuş olması gerekecektir. O da günahın derecesi meselesidir. Gerçekten biz, simsiyah, tamamen bozulmuş bir nefis ile özel iğvâlarla karşı karşıya bulunan yumuşatmaya, muvâzene hasıl etmeye veya hayırla şerri silmeye çalışan başka bir nefsi ayırt etmeden nasıl yargılarız? Kur'ân-ı Kerim, bize şunları haber vermemiş midir? "Bunlar İyi işi kötü işle karıştırmışlardı. Hak Teâlâ belki de onların tevbelerini kabul eder. Zira Allah yargılayıcıdır, bağışlayıcıdır"[186]. Hakikatte, bu âyet-i kerimede farklı iki amel söz konusudur, birincisi suçlu olan, ikincisi özellikle günahı itiraf ve tövbe etmekten ibaret olan ki onun vazifesi günahını bağışlatmak olacaktır; itiraf etmek gerektiği gibi bizi burada meşgul eden durum, çok farklıdır: Burada söz konusu olan aynı zamanda iyi ve kötüyü andıran karışık bir niyet tarafından teşvik edilmiş tek ve aynı ameldir. Fakat kabul edelim ki, bu, bir ayrıntıdan başka bir şey değildir. İki durum arasındaki benzerlik öze aittir, şu anlamda ki, bir amelin bütününde daima birbirine uymayan iki unsur vardır ve kabul edilebilir bir şeyin varlığı, bizi bu unsurlar arasında Yüce Hakem'in daha bağışlayıcı bir tepkisini ummaya bırakmaktadır. Bu karışım, tek bir kısımda veya az önemli olan çeşitli kısımlarda ortaya çıkmaktadır: Hakem'in dakik analizi, orada hafifletici veya elverişli sebepleri ortaya çıkarmak için bir vak'adan diğerineartık herhangi bir güçlüğe uğramayacaktır. Kur'ân-ı Kerim, bize çok yerde kıyamette hüküm gününün, lehte ve aleyhte en küçük ayrıntının tartılmış olacağı şartlar içinde cereyan edeceğini te'kit etmektedir, öyle ki bir zerre ağırlığında bile olsa, lehimize olan hiç bir şey ihmal edilmeyecektir.Gazali,- bu Kur'ânî prensipten hareket ederek bu konuda tekrar durulmaya lâyık olan gayet teferruatlı bir nazariye ortaya koyabilmiştir.Bu müellife göre, vicdanın zemini üzerinde yalnız başına mevcut imiş gibi, önce apayrı alınmış olarak, ondan sonra başka unsurla ilgisi içinde alınmak suretiyle, karışık unsurdan her birinin tesir derecesini tetkik etmek gerekir. Bu tetkikten ve bu karşılaştırmadan mümkün üç durum ortaya çıkmaktadır: Ya iki sebepten her biri, bizi amele götürmek için, tek de olsa yeterince güçlüdür; ya bu ikisi, bu gücü ancak ikisinin birleşmesiyle kazanmaktadırlar; ya da onlardan yalnız biri, bu dinamizme sahiptir, ikincisi, ancak birincisinin işini daha kolay kılan güce bir destek sağlamaktadır. O, birinci duruma Ui\j* ~ hareket ettirici sebeplerin eşlik etmesi veya mutabakatı; ikincisi: tfjLi- = ortaklaşma veya işbirliği) üçüncüsü; *ij\ju = yardımlaşma veya katkı denebilir, diye devam ediyor. Bu durumların tabiat farklılığına rağmen, birinci ve ikinci durumlar, tek bir kategoride, yani eşitlik (ister fiilde bir eşitlik, ister terkte bir eşitlik) kategorisinde yer almalıdırlar. Bunun tersine üçüncüsü, ahlâkî güce veya pek şiddetli arzu ve hevesin gücüne verilmiş üstünlüğe göre iki farklı nev'e ayrılmaktadır. Bu şekilde belirlenen bu üç kategori konusunda karar vermek için teraziyi işletmekten ve iki taraftan hangisinin üstün geleceğini görmekten başka şey kalmamaktadır.Bu ahlâkçının misâlini yeniden almak için, farz edelim ki, sizin yardımınızı isteyen herhangi biri olsun. Onun iki vasfa lâyık olduğunu farz edelim: Başına gelen yoksulluk ve onu size birleştiren akrabalık bağı. Böylece siz onun isteklerini yerine getiriyorsunuz. Pekâlâ, amelinizin değerini ölçmek için size, bizzat kendiniz üzerinde yaptığınız tecrübeye başvurmaktan başka şey kalmaz. Aynı yoksulluk durumu içinde size kendini gösteren bir yabancının veya aynı yardımı isteyen sizin hali vakti yerinde akrabalarınızdan birinin durumunda, eğer siz bu şartlar içerisinde onlara yardımda bulunmak için aynı iradî coşkuyu hissettiğinizden eminseniz, iki sebep ayrı ayrı nefsiniz üzerine eşit bir güce sahiptirler. Aynı şekilde tersine durumda, tecrid edilmiş sebepler eşit tesirsizlik derecesinde olduğundan, ne yabancı fakir, ne zengin akraba sizin lütfu-nuzu elde edemeyecektir. Eğer siz, meselâ başka her mülâhazadan bağımsız olarak, başkasının mutsuzluk fikrinin sizin iyiliksever jestinizi tayin etmeye yetmesini ve akrabalık bağının onu harekete geçirmeksizin sizin hareketinizi süratlendirmekten başka bir şey yapmadığınızı biliyorsanız, o zaman niyetinizdeki iki tarafı ayırd etmek gerekecektir: biri üstün gelen en önemli taraf, diğeri yardımcı ve bağımlı olan taraf.Halbuki ödev ile menfaat arasında tesirin eşitlik durumlarında, hayır ile şer birbirine denk düştüğünden vekarşılıklı olarak birbirini sildiğinden, amel geçersiz olarak mülâhaza edilmelidir. Eğer ahlâkî hareket ettirici sebep üstün gelirse, onun bir ecri olacaktır, fakat o, hissî saike nisbetle tam tamına kuvvetin fazlalığının karşılığıdır. Buna karşılık, eğer ihtirasın Ucası, ödevinkinden daha kuvvetli ise, amel cezaya müstehak olur; fakat o, münhasıran kötü bir sebeple tayin edilmiş ise, daha az cezaya müstehak-tır. Çünkü en ufak miktarda bir besin veya bir ilaç, vücudumuzun sağlığına iyi gelen veya bozuk olan bir tesir meydana getirmekten geri kalmadığı gibi, aynı şekilde irâdenin en küçük eğilimi, hayra veya şerre verdiği en hafif rızası, nefsimiz üzerindeki ışık veya karanlık kadar, Allah'a yakın veya uzak olmayı gerektirir. Ve, en az hayrın, en fazla şer tarafından tamamen yok edilmesi, en fazla hayrın en az şer tarafından büsbütün ortadan kaldırılması ile aynı derecede az muhtemeldir. Çünkü o eğer böyle olsaydı, kanun bizi bir çıkmaza sokacak ve beşerî nefis bu karışımdan ancak çok nadir şartlarda uzaklaşabildiğinden, her ümidi elimizden alacaktı.Bu tezin lehinde, Kur'ân-ı Kerim, hacıların yolculukları esnasında ruhî ödevleri[187] yanında maddî ihtiyaçlarıyla (ticaretle) meşgul olmalarına izin verdiği zaman, Kur'ân'dan müsbet bir delil çıkartılabilir. Şu şartla ki bu ruhî ödevler ilk muharrik olsun.Daha önce yukarıda açıkladığımız ve muharriklerin her birleşmesinin butlanına hükmediyormuş gibi görünen nasslara gelince, müellifimize göre, onları bu muharriklerin eşit bir oran içinde kendilerini gösterdikleri durumlar ile sınırlamak gerekir, böylece, "şirk" J^ kelimesi, genellikle onu göstermektedir[188]Aynı zamanda kusursuz doğru çizgilerle bize soyutluk içinde görünen bu tasnifin aklî ve naklî karakterine rağmen, Gazâlî, bununla meselenin kesin pratik çözümünü ve güvenle kendimizin bizzat kendimiz hakkında hüküm vermesine imkân sağlayacak olan tam ölçüyü bulmuşolduğunu iddia etmemektedir. Tersine o, bizi hükümlerimize çok güvenmek zorunluluğunda olacağımız büyük tehlikeden haberdar etmektedir; çünkü bu hükümlere göre, muharriklerin mecmuu arasında filan veya falan unsur, en önemli olacaktır. Sonra o, şöyle der: "Evet, insan burada büyük tehlike içindedir. Çünkü en önemli muharrikin Allah'ın rızasını kas-detmek olduğunu sanmasına rağmen, onun gizli nefsânî arzuları üstün gelebilir. Bu çok ince ve ayırd edilmesi güç olan bir durumdur. Mükâfat, ancak ihlâsla elde edilir. însan, ne kadar ihtiyatlı olsa da, nefsinde ihlâslı olduğundan nadiren emin olur[189].Aynı şüphe, daha önce, fakat nazari bedahetin Dekartçı teorisini bize hatırlatan küçük bir farkla birlikte, Muhâsibî'de bulunmaktadır. Bir amele sadece bir tek Allah'ı göz önünde bulundurmanın yakîni ile başlama imkânını, hatta bunun ahlâkî zaruretini tamamen kabul ederek, Muhâsi-bî[190] unutkanlığın ve dalgınlığın bizi bastırma şansının olacağı bazı anlar geçer geçmez bizim dikkat etmiş olmayacağımız başka şeyde[191], amelin ruhumuzun içine işlememesinden daha çok korkmak zorunda olduğumuzu takdir ve tahmin etmektedir. Zaten bu korku, ümidi başarısızlığa uğratacak nitelikte değildir. Tersine, saflığın kesinliği ile başlanıldığına ve bir tereddütle bitirildiğine göre, bu tereddüt arttıkça, insan bununla kendini daha saf kılmanın meşru ümidine sahip olacak ve çalışmasında daha çok mutluluk hissedecektir[192]. [176] Bak, daha yukarıda, II, B. [177] Allah'ın (ez-Zariyât 51/56) kavline işaret edilmektedir. (Arb. trc). [178] - Krş. Hâkim, Müstedrek, Suyûtî tarafından zikredilmiştir, Esbâbu'n-Nüzût. [179] el-Kehf 18/son aye [180] Euhârî, Kitâbü'l-Cihâd, Bab 15; Müslim, KÜâbü'l-lmâre, Bab 42. [181] Krş. Muhasibi, Ri'âye, vrk.64. [182] Neseî, Kitâbü'l-Cihâd, Bab 24. [183] Krş. Müslim, Kitâbü'z-Zühd, Bab 5. [184] Tirmizî, Kitâbü'z-Zühd, Bab A'mâl es-Sırr. [185] Bundan dolayı, sünnet olan duaların birinde şunları okumaktayız: Yâ Rabbi! Senin rızanı istediğim her hayır İçin bagışlayıohğını yakanyorum. Çünkü o ameller sırasında sana ait olmayan şe;- kalbime karışmıştır." [186] et-Tevbe 9/102 [187] el-Bakara 2/198. [188] Krş. Gazâlî, İhya1, C. IV, s.329. [189] Aynı eser, s. 330. [190] Krş. Muhâsibf, Ri'âye, vrk. 64. [191] Her amel için, saflığı tekit edilmiş olan yeni bir niyet oluşturmanın gerekli olup olmadığını bilmek meselesinde müellif, zaten kendini uzlaşmaz gös-termemektedir. Böyle olması daha iyi olmasına rağmen müellif, ancak Allah için Allah'a itaat etmekle genel niyeti, kesin olarak ileri sürmenin yeterliliğini tekit ediyor. Fakat insan, başka bir fikir tarafından istilâ edilmiş olduğunu hissettiği andan itibaren, o bu düşünceyi hor görerek uzaklaştırması ve niyetini ancak Allah için yapmak üzere yenilemesi gerekir (Muhasibi, aynı yer). [192] Aynı eser. Konu Başlığı: Ynt: Niyetlerin ihlası ve Saiklerin Karışımı Gönderen: Ceren üzerinde 03 Şubat 2017, 18:49:20 Esselamu aleyküm.Rabbim bizleri helal dairede yaşayan niyeti salih ameli dogru olan ve ihlası tam olan kullardan olalım inşallah.rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...
Konu Başlığı: Ynt: Niyetlerin ihlası ve Saiklerin Karışımı Gönderen: Mehmed. üzerinde 03 Şubat 2017, 18:56:20 Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri niyeti hayır akıbeti hayır olanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun
Konu Başlığı: Ynt: Niyetlerin ihlası ve Saiklerin Karışımı Gönderen: Mustafa/Samed üzerinde 03 Şubat 2017, 18:57:53 Ve Aleykümüsselam. Rabbim yolundan ayırmasın. Paylaşım için Rabbim razı olsun.
Konu Başlığı: Ynt: Niyetlerin ihlası ve Saiklerin Karışımı Gönderen: Sevgi. üzerinde 31 Aralık 2018, 02:25:17 Kişinin niyeti herdaim Rabbinin rızasını gözeterek bir yaşam ise inşaAllah sonuda hayırlara ericektir. çünki ameller hep niyetlere göredir. Rabbim bizleri herzaman hayırlara niyet edenlerden eylesin. . Amin
|