๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Ahlakı => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 22 Aralık 2010, 22:42:59



Konu Başlığı: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 22 Aralık 2010, 22:42:59
C. Niyetin Amele Üstünlüğü

Tabir doğruysa, niyetle kaim olan ameli açıkladık ve o konuda batım ve zahirî iki tabakayı (niyet ve icra) ayırd ettik. Ödevin esas yapışma ait olanların karşılıklı önem derecesini anlamamız için, sırayla iki unsurdan her birinin şartlarını değiştirdik. Bu değişiklik, ödevin yapısında tam ve­ya kısmî bir çöküntüye sebep olduğundan, biz tam ahlâkî bir amel yap­mak için bu şartların varlığının zarureti kanısına vardık.Fakat, ahlâkî tecrübenin bir tahlili neticesinde yapılan yardımla bera­ber, bir çeşit mantıksız bir akıl yürütme olan bu usûl, iki kısımdan biri­nin yokluğunun veya sapmasının meydana getirebileceği kötü eserleri bize gösterirken bize daha ziyade problemin menfi bir yönünü vermek­tedir. O, bize, hayrın gerçekleştirilmesinde onların müsbet katkısının ta­biatına dair bilgi vermemektedir. Bu maksat için olayları şimdi onların il­kel terkibinde yeniden tesis edeceğiz ve fiilde ahlâkî amelin bu çift yön­lü tabiatını müşahede ederek, olayların gerçek kıymetiyle bu çift yönlü tabiatın dünyada veya bizde icad etmeye sebep olduğu çeşitli hayırları takdire çalışacağız.Genellikle, ödevin taksimi, kişinin kendisine karşı olan ödevleri ve başkalarına karşı olan ödevleri halinde kabul edilmektedir (Allah'a karşı olan ödevler, kısacası bizzat kendimize karşı olan Ödevlerden başka bir şey değildir; itaatimiz veya itaatsizliğimiz ilâhî azamet ve kutsallıktan en ufak bir şeyi ne artırabilir, ne de azaltabilir). Ortaya çıkan amel ile sosyal ilişkilerimiz arasında açık bir bağ olduğu gibi, niyet kavramı ile şahsî ödev kavramı arasında da belli bir yakınlık vardır, iki farklı tesir alanını, dahilî ve haricî iki amile tahsis ederken öncelikle bir çeşit hususiyetlerin tevziine girişilebilecek ve buradan, iki bakış açısından farklı olsa da he­men hemen niyet ve amelin eşit değerde olması kanısına vanlabilinecek-tir: Niyetin rolü, kalb temizliğini, nefsin şerefini, kısacası kişinin kendisi­nin olgunlaşmasını sağlamak veya devam ettirmek olacak; amelin amacı, hemcinslerimizin huzurunu sağlamak ve geliştirmek olacaktır.Bu görüş tarzı, iki bakımdan hatalıdır. Bu, bir taraftan şahsî ödevleri­mizin yalnız batını amellerden ibaret olmadığı gibi içtimaî ödevlerimi­zin de yalnızca ortaya çıkan amellerden ibaret olmadığını unutmaktır: Biz, komşumuzu sevmek, kıskanmamak, hor görmemek zorundayız ;ve hayatımızı korumak, günlük ekmeğimizi namusluca kazanmak, masraf­larımızı, har vurup harman savurmadan, cimrilik etmeden akıllıca dü­zenlemeye mecburuz. Diğer taraftan bu, bütün şartlar içinde niyet ile amel arasında ve ister ruhî, ister bedenî olsun her Ödev konusunda şim­di ortaya koyduğumuz tesanüdü inkâr etmek olacaktır. Gerçekten, ahlâ­kî derûnî huyumuzu iyileştirmek için, bizzat kendimiz üzerinde bir çaba gösterdiğimiz zaman bile, yine bu işte iki farklı anı ayırd etmek gerekir: Kanun tarafından buyurulmuş olacak bu işe girişme kararının anı ve bu kararın uygulamaya konması anı.Şu halde niyetin müsbet tesirinin tam bir incelenmesi, her zaman ya­pıldığı gibi psikolojik ve fiziksel, ruh ve bedenin bir karşılaştırması ile ye­tinmemelidir; fakat, bu sonuncusunun çift görünümü altında batını ve zahirî, karar verme yeteneği ile uygulama gücü arasındaki ilgiyi göz önünde bulundurmamız gerekir.Kalbin ameli ile bedenin hareketinin mukayesesi söz konusu olduğu sürece, hiç şüphe yok ki İslâmî ahlâk, kalbî hakikate, duygusal ifadesi üs­tünde bir üstünlük verir. Kur'ân-ı Kerim'in, çoğu kere hep iki unsujr üze­rinde durduğu bir gerçektir.[24] Fakat, Kur'ân'm nefsin derinliklerinden kaynaklanmayan güzel bir ameli övmesi hiç görülmediği halde, ister kendiliğinden bir değe|r ola­rak[25] ister son kurtuluşun en başta gelen şartı olarak[26] özellikle tek başı­na kalbin amelinin altını çizdiği seyrek değildir Bu, bilhassa çok canlı bir biçimde hadiste ve müfessirlerin metinlerin­de rastlayacağımız, batını davranışa verilen imtiyazdır. Misal olarak tak­va, yü kavramını ele alalım, onun içinde hemen hemen Kur'ânı bü­tün temel hükümler toplanmakta ve o, Kur'ân'da 220 defadan çok zikre­dilmiş bulunmaktadır. Bu terimle, Kur'ân-ı Kerim, birr [27]in tersine, en geniş anlamıyla[28] veya özellikle yasaklayıcı bir buyruk anlamında anla­şılmış olsun, ilâhî emrin itaatkâr ve hürmetkar bir tutumunu göstermek­tedir, îki durumda da o, fizikî ve ahlâkî iki kuvvetin iş birliği yaptığı yer­de çoğu zaman tam bir itaati hedef alıyor gibi görünmektedir. Fakat, kal-bî amil üzerinde Hz. Peygamber tarafından o kadar durulmuştur ki o, onu bu faziletin bizzat cevheri gibi göstermektedir. O, göğsüne doğru parmağı ile işaret ederek ve üç defa aynı hareket ve aynı sözleri tekrarla­yarak: "Takva, burada yatmaktadır"[29]buyurmuştur. Onun misâline uy­gun olarak, Hakîm et-Tirmizî ve Gazâlî gibi ahlâkçılar, takvanın bizzat tanımını, bu batmî unsurdan yapmışlardır. Tirmizî, takvanın kaîb temiz­liği olduğunu yazmaktadır; "Kalbden kirleri ve kötülükleri uzaklaştırma­ya itina gösteren takva sahibi, yeni banyo almış ve beyaz elbise giymiş, kendini lekelere ve tozlara karşı koruyan kimse gibidir..."[30] Gazâlî, tak­vanın, dünya sevgisinden yüz çevirmiş bulunan ve bu dünyayı Allah sevgisine feda eden bir kalbin sıfatı olduğunu, söylemiştir[31] Böylece ödevin sübjektif ve fiilî iyiliğin uzak bir merhalesini meydana getiren bir veçhesine üstünlük atfetmek akla aykırı görülebilir. Gerçek­ten, bu, hayatını kurtarabildiğim veya ona haklı olduğu huzuru temin edebildiğim komşum için batmî sevginin basit bir ameli ile olmaz.Bu doğrudur; fakat, önce ödevin tamamlanmasında kesin neticenin rolünü aşırı derecede büyütmemek gerekir. Bu nihâî netice, ne yalnız bi­zim ahlâkî çabamıza, ne bedenî faaliyetimize bağlı olduğu için, fakat o ta­biî ve hatta tabiat üstü şartların birçoğunun işbirliğini gerektirdiği için ödevimiz son derece sınırlı bulunmaktadır: O, sonuçlandırmakla değil, emrimizdeki vasıtaları kullanmakla yetinmektedir. Bundan dolayı akıl, kalb ve beden objektif hayrın bulunduğu yerde nihâî neticeye göre, yakın veya uzak sebepler olarak bize kendilerini göstermektedirler. Hakikatte maddî faaliyet, kronolojik düzende, bu sürenin en yakın merhalesi imiş gibi kabul edilmiş olabilir. Fakat kesinlikle bu kronolojik yakınlık, önce­ki bir süreye göre, bağımsız bir sebepten yararlanmasını ortaya koyma­dıkça ahlâkî takdirimizde hiç bir rol oynamaz. Aksi durumda değerlen­dirmemiz, bütün sebeplilik silsilesini harekete geçiren bu öncekine bağ­lanmış olmak için yer değiştirmek zorundadır. Başka bir tabirle, eğer ah­lâkî unsur, hayır ve serde etkili bir surette maddî unsur üzerine etki ya­pıyorsa, netice konusunda ondan daha dolaylı olsa da, onun tesiri mad­dî unsur üzerine takdim etmesi gerekmektedir. Oysa, tslâm ahlâkında eş­yaya, işte böyle bakılmaktadır.

Gerçekte faaliyetimizin iki anı, bu konuda zaman içinde ard arda gelişin basit bir ilişkisini destekleyen olarak düşünülmemiş, fakat neti­ceye ait sebebin bir ilgisi vesilesiyle bağlanmış olarak düşünülmüştür, îşte doğrudan olandan daha uzağı görmeyecek kadar kısa görüşlü olan kimseler, kendi kendilerine, neticeyi meydana getirme şerefini en ya­kın sebebe verebilmekteler. Modern medeniyette makinanın rolünü, onu icâd eden akıldan, onu kullanan koldan ve onu tanzim eden ve ih­tiyaçlara göre ayarlayan iradeden öne geçirecek kadar yükseltmek hak ve insafa uygun olarak mümkün müdür? Buradan, et ve kemikten olu­şan beşerî makinamrzın rolüne siz karar verin. Hz. Peygamber, bize, kalbin sıhhati yoluyla bedenin sıhhatinin, ahlâkî yönden olduğu kadar maddî yönden de güven altma alındığını haber vermiştir[32]. Yine o, bu­yurmuştur ki: ''Kalb, bir kraldır, azalar onun askerleridir. Kral, iyi olur­sa, askerleri iyi olur. Kral bozulursa, askerleri de bozulur"[33]. Tirmizli Hakîm, bu metnin açıklamasını yaparak şöyle kaydediyor: "Kalb, bo­zulduğu zaman, namaz, oruç ve uzuvların diğer faaliyetleri sizi hiç al-datmamalıdır; fakat kalb zengin ve uzuvlar faaliyetsiz olduğu zaman, kalbin en ufak hareketi, uzuvlara iyiliğin her çeşidi ile zenginleştirme­ye yeteneklidir[34]İşte, objektif hayrın gerçekleşmesinde batmî amele ait olan pay budur. O, orada, birincinin "tamamlayıcısı ve yansımasından başka birşey ol­mayan, zahirî amel sayesinde yalnız gerekli bir şart değil, aynı zamanda etkili bir sebeptir.Ahlâkî kanunun emirlerinin amacının yalnız dünyada adaleti tesis et­mek olmadığını, aynı zamanda ve bilhassa bizi dünyevî şeylerin ve hay­vanı hayatın üstüne yükselterek şahsımızı da değerlendirmiş olmak ol­duğunu ilâve ediniz. Batınî amel, genel görüş bakımından, uzak bir vası­tadan, dolaylı bir sebepten başka birşey değildir. Bu yeni noktai nazarda, ya o bizatihi gaye, ya da nedensel zincirin son merhalesi olan nihâî gaye­ye ulaşır ve bu gaye ile ödevin hedefine tamamen varılmış olunur. Bu nokta-i nazarda, bedenî faaliyet gerekli kılınmış olmayı sürdürmektedir; fakat o, sadece rol değiştirmekte, veya daha doğru olarak rolü, iki yönlü olmaktadır: Neticelerini sadece dışarı meylettirmek yerine, tabiî eğilimle­rimizi kuvvetlendirmek ve onları daha fazla kökleştirmek için o, aynı za­manda içe dönmektedir. Kur'ân-ı Kerim, tasadduk amelinin ruhu daha çok kuvvetlendirdiğini[35], insanı anlaştırdığını ve değerini yükselttiğini [36]tekid etmemiş midir? Gazâlî'nin kaydettiğine göre bütün salih ameller için de aynı şey söz konusudur. Onların başlıca amacı, nefsimizin sıfatla-rmda değişiklikler yapmaktır. O, sözüne şöyle devam etmektedir: "Al­lah'a dua ederken, alnın yere konulması bizatihi bir gaye olarak istenme­miş, fakat alışkanlıkla kalbde tevazu vasfını kuvvetlendirmek içindir; ay­nı şekilde, kalbinde yetime karşı rikkat bulunan kimse, onu kucağına alıp saçlarını okşadığı zaman, kalbindeki bu rikkat daha da kökleşir". Bundan biraz daha yukarıda şöyle açıklama yapar: "Belli bir ruh halinin eğilimi­ne göre devamlı hareket edildiği zaman, bu hal âdeta onu besler. (Buna karşılık) bir eğilime muhalefet edildiği zaman, onu zayıflatır, mahveder ve bazen yok eder. Bir şahsın güzelliğine hayran olan kimse, eğer ona bakmaya, onunla konuşmaya, sık sık görüşmeye devam ederse, bu şahıs için, kendinde karşı konulamaz duruma gelebilen kuvvetli bir eğilim his­sedecektir; o arzularını kesmek için başından beri tedbirlerini almış oldu­ğu zaman ise, aynı vesileyle kalb ile uzuvlar arasında mevcut olan sıkı ilişki sayesinde, telezzüzün bu tohumunun özsuyunu kesmiş olacaktır. Oysa kalb asıl hedeftir, âzâlar ona ulaştıran vasıtalardır"[37]İşte bu, tamamlanmış ahlâkî bir fiilde, batını unsurla zahirî unsurun ilgisinin ve karşılıklı rollerinin İslâmî anlayış tarafından süratlice bir tah­lilidir. Bu tahlil sırasında, objektif hayır suretinde tecelli olunması için önce merkezden çevreye yükselen, sonra sübjektif hayır haline gelmesi için çevreden merkeze inen bir çeşit devrî harekete şahit olabildik.Fakat, bize denebilir ki, farklı iki nokta olmasına rağmen, mademki "etki" ve "tepki", böyle karşılıklı olarak birbirine denk olmaktadır, öyley­se sizin düzenli olarak batını amele verdiğiniz bu imtiyaz niçindir?Bizim vereceğimiz cevap, iki rolün hiç de benzer olmadığıdır. Batınî unsurun Önemi o derecedir ki amelin maddî tahakkuku, mutlak olarak ahlâkî varlığıyla ona borçludur. Halbuki ahlâka ait maddî yönü icra eden eylem, onun için, gerektiğinde onsuz edilebilen ancak tamamlayıcı ve sağlamlaştırıcı bir kuvvettir. Batınî amel, geniş bir ölçüde bizzat kendi kendine yetebilir. Burada daha az önemli olmayan başka bir fark, bizim­le insanlar arasında orta bir merhale olan zahirî faaliyetimizin, dışarda veya içerde başka bir şeye ulaşmak için vasıta rolünü pek aşmamasıdır; halbuki insanların hayrı için tesirli bir vasıta olabilen kalbin ameli, aynı zamanda ve her halükârda ya bizatihi bir gaye veya doğrudan ve dolaysız sebep olmaktadır, çünkü o, şahsî hayrımızın özünü teşkil etmektedir.Böylece biz, ister insanın kendi içine kapanmasıyla, isterse onu yalnız­ca yabancı gayelere kullandırmak suretiyle olsun, ahlâkî amelin muay­yen özel bir hedefe yönelmesini kabul eden diğer bütün nazariyelerin ku­surunu görüyoruz.Biz, tam ahlâkî fiilde iki anı ayırmakla başladık: Niyet anı ve amel anı; bunda da batım amel ile zahirî ameli ayırdettik. Bu zamana kadar, îslâmı ahlâkın batmî ahlâkî faaliyete tahsis ettiği üstünlüğü anlattık ve işimiz, bu gerçeği dile getiren metinlerin bolluğu ve bizzat konunun tabiatı ge­reği nisbeten kolay olmuştur. Şimdi, genel olarak "niyet" İle "amel" ara­sında İslâmî ahlâkta mertebeli bir ilginin olup olmadığını bilmek mesele­si söz konusudur.Niyet, tezahür eden amele göre imtiyazlı bir değere sahip olmalı, bu durum mantıkî olarak kalb ile beden arasında daha önce teessüs etmiş olan hiyerarşiden çıkarılmalıdır. Fakat bu imtiyazın ona verilmesi, batmî amel açısından mümkün müdür? Bu konuda, biz, sadece bir metine sa­hip bulunmaktayız. Taberânî ve Beyhakî'nin senedine itimat ettiği, met­ninin Hz. Peygambere kadar çıkması fazla sağlam olmasa da, oldukça meşhur bir hadis vardır. Bu hadis mealen şöyledir: "Mü'minin niyeti, amelinden daha hayırlıdır; münafıkm ameli, niyetinden daha iyidir"[38]. Ebû Tâlib el-Mekkî, bu metni zikrettikten sonra, onun on türlü yorumlan­dığını ve hepsini kabul edilebilir gördüğünü söylemektedir. Gazâlî, Ihyâ'smda bu açıklamaların çoğunu yeniden ele almakta ve biri hariç hep­sini reddetmekte, bu tek yorumu, islâm kanununun hakiki amacıyla tam uzlaşma içinde olarak saymaktadır. O, diğer reddedilenler arasında, bu hadisle yalnız başına niyetin tek başına amelden daha hayırlı olduğunun anlaşılmaması gerektiğini, çünkü gerçekte niyetsiz amelde hayır olmadı­ğı halde, mukayese mantığının o zaman niyete dayanmayan amelin bir hayır olacağı inancını vereceğim söylemektedir. Devamla o, metnin ger­çek manasının, ödevin tamamlanmasının niyet ve amel bütünlüğünden oluştuğunu ve bu bütünlük içinde birinci kısmın daha üstün olduğunu belirtiyor[39]Biz, bu yorumun sağlamlığı konusunda Gazâlî ile aynı kanaatteyiz. Fakat, bizi meşgul eden problemin çözümünde, onun istidlalini takip et­mekle fazla ilerlemiş değiliz. Gerçekte o, belli bir nokta-i nazara daha ön­ce uygulanmış bu ortak mülâhaza ile yetinmektedir; şöyle ki İslâm kanu­nu tarafından takip edilen son gaye, nefsin sıhhatidir, geri kalan ancak bu amaca ulaşmak için olan vasıtalardır. Olsun diyelim! Fakat, bedenî amel­lere göre geçerli olan bu üstünlük, aynı şekilde kalbî amel karşısında da geçerli midir? Niyet, bizzat batım çabadan daha hayırlı mıdır? Evet veya hayır ve niçin bu öncelik? Onun söylemediği işte budur.Müsbet tezin akla aykırılığına rağmen, biz onu savunulabilinir görü­yoruz. Evvelâ, bu İslâmî doktrinin görüşü olmalıdır ve sadece senedi Peygambere kadar yeterince tanınmamış olan bu nassa göre değil, aynı zamanda en meşhur ve en sağlam isbat olunmuş başka kavilden sarihle­rin bize anlatmak istedikleri de işte budur[40].Onlar şöyle diyorlar: Batınî ve zahiri her amel'in, ancak niyete bağlı bir değeri vardır; elbette bizzat başka bir niyete ihtiyacı olamayacak olan niyet müstesnadır[41].Şimdi bu kaziyeyi nasıl ispatlarız? Bizzat ahlâkî faaliyeti değer olarak aşan herhangi bir şeyi ahlâk içinde tesis etmemiz çelişkili değil midir?Meseleyi bu terimler halinde ortaya koymak, onu bozmak ve saçma kılmaktır. Biz, sadece bu faaliyette çok farklı iki safhayı ayırd etmenin uygun olacağını ileri sürüyoruz. Bir işe canla-başla girişmeden önce, ilkin onun prensibini doğrulamak, planını kurmak, özel şartlarını tanımla-mak, kullanılış amacını belirtmek gerekir. Kısacası icradan önce onu  nunî mevzuattan geçirmek gerekir. Siyasette olduğu gibi, ahlâkta da ken­dine tabi olunan ve yürütme gücüne üstün bulunan kanundur. Halbuki iyi niyetin rolü, ahlaken iyi olarak çözümü benimsemektir, vazifeyi vazi­fe olarak ve sarahaten bu vasıfla kendisi için bir kaide olarak koymaktır. Her faaliyet, en fazla derûnî ve en fazla kurala uygun olanı bile, biza­tihi nötr ve müphemdir; o, tasavvur edilen yönteme göre, kutsal veya kutsal olmayan, meşru veya gayr-i meşru, güzel veya çirkin yahut ilgisiz bir hal alabilir. Müslüman ahlâkçılar, hatta ibadetle ilgili statü hukukçu­ları, bu fikir üzerinde daha önce yeterince durmuşlardır; ve su götürmez bir şekilde doğru olan Hz. Peygamberin sözünün bundan başka bir anla­mı yoktur. Oysa zahirî amellerin anlaşılmazlığma ait doğru olan husus, tamamen batını çabalarımızla ilgili olarak da doğrudur. İnsan, kanunun buyruğundan tam anlamıyla gafil olarak, bu dünyanın bencil menfaatle­rinden uzaklaşmayı, insanlık için, gönül alıcı, cömert ve candan bir sev­giyi bizzat kendiliğinden içten gelerek emretmeye sevkedilmiş olduğunu hissettirdiği zaman, bu yüce duyguların hayaline fazla kapılmaması ge­rekir. Huyumuzu düzeltme yolunda hissettiğimiz bu mecburiyet, bizde ya bir çeşit tabiî eğilimle, ya olgunluk zevkiyle, ya yaratıcı güçlerimizi kullanmaktan gelen basit bir istekle, ya zahirî davranışımızda kendimize dair günah ve kabahatten masun bir uygunluğu sağlamak ve böylece herkesin gözü önünde asla yanlış adım atmamaktan tatmin olmak nede­niyle, ya da az veya çok haklı kılınmış başka sebeplerle meydana gelmiş olabilir. Dahilî gayretime bir mana veren, ona Özel niteliğini vuran ve onu mümeyyiz damgasıyla işaretleyen bu işe, kendimi gayretle verdiğim işte bu niyettir. O, onun can damarı ve hayatıdır; o, ruhun ruhu gibidir.



[24] Meselâ: el-Bakara 2/62,218; el-îsrâ 17/19; el-En'âm 6/120; el-En'âm 6/151.

[25] el-Hacc 22/33; el-Hucurat 49/3.

[26] eş-Şuârâ 26/89; Kâf 50/33.

[27] el-Mâide5/2.

[28] el-Bakara 2/189.

[29] Müslim, Kitâbü'1-Birr, Bab 7.

[30] Krş. Hakîm et-Tirmizî, el-Ekyâs, vrk. 111.

[31] . Krş. Gazâlî, îhyâ', c. IV, s. 315.

[32] Krş. Buhârî, Kitâbü'1-Imân, Bab 39.

[33] Beyhakî, Süyûti tarafından Cami' de zikredilmiştir.

[34] Tirmizî, Cevâb Mesâİl, vrk. 216.

[35] el-Bakara 2/265.

[36] . et-Tevbc 9/103.

[37] Krş. Gazâlî, îhyâ1', IV, s.314.

[38] Krş. el-Mekkî, Kıltu'l-Kulûb, IV, s.35.

[39] Krş. Gazâlî, ihya', IV, s.314.

[40] Yani

[41] .Kastallânî, I, s.52.



Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Kayin üzerinde 14 Haziran 2013, 13:54:16
niyet hayr,akıbetimiz hayr olsun inşallah..yapılan her işte niyetin önemi ortada..rabbim niyetlerimizi halisene eylesin...


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Ceren üzerinde 17 Ağustos 2013, 02:37:00
Rabbim bizlere doğruyu ,güzelliği,imanı niyet etmeyi nasip etsin.İyi niyetin sonucu her zaman iyi olur inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Rüveyha üzerinde 17 Ağustos 2013, 02:44:00
Ameller niyetlere göredir .Rabbim niyetlerimizi güzel eylesin.Eylesin ki amellerimizde güzel olur inşaAllah..


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 25 Ocak 2014, 13:57:06
Amelleri iyi kişiler yapar. Rabbim niyetlerimizi güzel eylesin.Eylesin ki amellerimizde güzel olur..
Daha çok amel ve güzellik yapmaya ne dersiniz? 
  ;) ;)


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Ceren üzerinde 14 Mart 2014, 02:10:27
Niyetin halis  olsun.Rabbim çünkü senin aklını ve kalbini okur.Ve ona göre senin amelini üstün kılar.Rabbim bizleri her zaman iyi niyetli insanlardan eylesin.


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Edanur üzerinde 03 Mart 2016, 21:33:28
Aleykümüsselam.
Yaptığımız işlerde niyet amelden üstündür. Bir işi dışardan bakıldığında kötü yapıyor gibi gözükebiliriz fakat nıyetimiz farklıdır.Nıyet iste davranışımzdan daha önemlidir.Allah c.c razı olsun İNŞAALLAH


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Mart 2018, 04:19:22
Esselamü Aleyküm.  Rabbim niyetlerimizi herdaim hayr olanlardan eylesin inşaAllah Çünki ameller niyetlere göredir.


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Mehmed. üzerinde 30 Mart 2018, 12:15:39
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri niyeti ve ameli güzel olanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Ceren üzerinde 30 Mart 2018, 14:13:40
Aleykumselam.niyeti salih ameli her daim doğru olan ve kurtuluşa allahın rahmetine erişen kullardan olalim inşallah. ..


Konu Başlığı: Ynt: Niyetin Amele Üstünlüğü
Gönderen: Rüveyha üzerinde 30 Mart 2018, 17:27:23
Mevlam amellerimizi halis kılsın inşallah