๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuran Ahlakı => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2010, 19:05:55



Konu Başlığı: Kurani Davet Sistemi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2010, 19:05:55
Kur'ânî Davet Sistemi

Şimdi biz, Kur'ânî vaz ve nasihatin incelenmesine daha iyi başlaya­bilecek ve onun Kitab-ı Mukaddes ile ilişkisini tesis edebilecek durum­dayız. Biz orada sadece, yahudi tezi ile hıristiyan antitezin mutlu bir sentezde uzlaştığını görmekle kalmayacağız, fakat üstelik yeni unsur­ların oraya dahil olduklarını ve onun zenginlik ve genişliğini artırdık­larım göreceğiz. Bir çeşit genel istatistik yaparak [82]biz önce, sadece emrin otoritesi vasıtasıyla olandan başka bir şekilde saiklenmemiş olan Kur'anî buy­rukların azlığı karşısında şaşırmıştık. Yükümlülüğü sebepsiz saf şekli altında tesis eden: "Şunu yap çünkü öyle emredilmiştir" şeklindeki bu Kant'çı formül, îslâmiyetin kutsal kitabında pek mutad değildir. Bu­nunla birlikte, biz ona, hepsi Hicret sonrası olan on kadar ayette rastlı­yoruz (=1OB)[83]Fakat, açıkça ifade edilmiş bir saikin bulunmaması, orada zımni bir motifin mevcudiyetini hariç bırakmaz. Gerçektir ki iman, ne kadar sert ve gaddarca görünürlerse görünsünler [84] ilâhî emir­lere şartsız bir itaati gerektirir [85] Bizzat bu inanç adına, bu görünüş al­tında, iyi belirlenmemiş olmakla birlikte, herhangi bir gizli nedenin bu­lunduğunun farzedilmiş, faydalı herhangi bir neticenin istenmiş olması da mümkündür [86]. Bizim nazarımızda keyfi ve diktatörce bir edaya bü­rünmek şöyle dursun, saiklenmemiş ilâhî emir bize kendini, vicdanımı­zın toptan muvafakatini temin etmek için yeterince ikna edici bilim ve hikmet sıfatlarıyla sunmaktadır[87] Bu mutlak emir türü bir yana bırakılırsa, Kur'ânî emirlerin oldukça farklı temellere dayandığım, ancak onların üç büyük sınıfta toplanabile­ceğini göreceğiz: Batınî İspatlar, Çevresel Nedenler ve Gai Sebepler.

Bu üç kategoriyi sıra ile inceleyelim ve onların neden ibaret olduklarını ve onlardan herbirisinin bütünün içersinde ne gibi bir yer tuttuklarını görelim.

 A. Batınî İspatlar:
 
Bir yükümlülüğü aklî olarak tesis etmek için, bu mükellefiyete mün­demiç olan bir ahlâkî değere atıfta bulunmaya ben batını isbat diyorum; bir emir veya onun uygulanmaya konması söz konusu olduğu zaman bu, müsbet bir değerdir; bir savunma veya itaatsizlik söz konusu ise negatif değerdir; bizatihi gerçek ve sahte, haklı ve haksız şeklinde objektif bir de­ğer; yahut basiret ya da körlük, kalblerin temizlik ya da kirliliği olmak iti­bariyle sübjektif değerdir. Değerin konuya bu bağlılığından dolayı üç tarz mümkündür; ve ben bu başlık altında gruplayacağımız göndermelerde, amelde bunlar­dan herbirine düşen payı tanımak güç olmayacaktır. Ya konu bu değe­re kendi özel tabiatı itibariyle sahiptir veya o onu kendisinin onun so­nucu olduğu önceki bir duruma ya da onun sebebini oluşturduğu son­raki bir duruma borçludur. Başka bir deyişle, ister kendim öz manası itibariyle sahip olduğu değerler nedeniyle olsun, ister onun kendi men-şeinden anımsamak suretiyle yansıttıklarından dolayı olsun, isterse te­min ederek aktüelleştirdikleri sebebiyle olsun, biz konuya değer biçi­yor, ona herhangi bir kıymet atfediyoruz. Hakikaten, bazan onu hali­hazır durumu, belirlenmiş kullanımı içinde mülahaza etmek suretiyle, bazan onun seyrinin başlangıcına çıkmak suretiyle, bazan da doğrudan yahut uzak neticesine inmek suretiyle iki tarafın oldukça derin ve ye­terince geniş bir analizi sayesinde, bir fiilin veya bir kuralın, bir tutu­mun ya da bir doktrinin değeri hakkında tam manası ile bir hüküm ve­rilebilir: Bütün durumlarda, burada ahlâkî bir hüküm söz konusu ol­ması itibariyle, bir yandan başvurulan değerin, aynı kaliteye sahip ol­ması ve öte yandan onun konu ile bağlantısının, sadece yaşamanın ge­çirdiği itibarî bir münasebet değil, tabii bir münasebet -ben analitik di­yeceğim- gibi kendini sunması gerekir. Az sonra atıfta bulunacağımız âyetler, bu çift yönlü şarta cevap vere­cek tarzda seçilmişlerdir. Onlar Kur'ân-ı Kerim'in va'z ve nasihat meto­dunun en önemli, en halis ve en objektif bölümünü meydana getirmekte­dirler. Orada ahlâka ahlâklılık yoluyla ve ahlâklılık için teşvik edilmekte-

dir. Orada, sahte ve kötünün yokluğa intikal edeceğine ve onunla netice­leneceğine, gerçek ve iyinin hiçbir zaman telef olmaz semereler olarak kaldıklarına ve onların taşıdıklarına imada dahi bulunulmamaktadır (er-Ra'd, 13/17; İbrahim, 14/64'deki temsillerin durumunda olduğu gibi). Orada dikkat esas olarak veya münhasıran onların Öyle olmak itibariyle asli karakterleri üzerine çekilmektedir. Eğer sert bir seçime teşebbüs etseydik, atıflarımızın listesini isteyerek uzatmış olurduk. İlk önce, Kur'ân'da kelimenin dar anlamı ile yani onun tarafından zikredilen önceki Öğretimlerden bağımsız olarak, Kur'ânî öğ­retime ait bulunan şeyi seçmeye kendimizi zorladık [88]Daha sonra, biz yalnızca bize göre herhangi bir mübhemiyet arzetmeyen âyetleri zabt et­tik [89]Nihayet, batım isbat başka mülahazalara inhisar etmediği zaman, biz sadece asli unsurun ilk sırayı işgal ettiği âyetleri idhal ettik. Çoğu zaman Kur'ân-ı Kerim'in kendilerine dayanmak istediği ispat prensipleri bir yorum şekli altında kullanılmışlardır. Bazan onlar bizzat emrin konusunu meydana getirmektedirler. O şekildeki, eşyayı onların has ismiyle çağırmak suretiyle, o bunu aynı zamanda hem sebep ve hem de saiklenmiş emir olarak kullanmaktadır.

Bunu ifade ettikten sonra, ilkin, genel doktrinini va'z etmek suretiyle Kur'ân-ı Kerim'in burada, bizzat kendi aslî tabiatından olanı ve olmayanı göstermek, yanlış veya yanlı her doktrini lekeleyen hususları onun hakkın­da red ve inkâr etmek ve onun gerçeğe tutkun zihinleri iknaya mahsus olan vasıflarını beyan ve tasdik etmek hususlarındaki ısrarını görelim. Bu, hiçbir şekilde, diye açıkça ilân ediyor o, irad getiren bir iş değildir; bu, kurucusunun ondan herhangi bir menfaat elde etmeyi tahayyül etti­ği bir kurum değildir[90] Keza bu, cebir yoluyla kendini zorla kabul ettiren bir disiplin değil, fa­kat nakl ve tebliğe yönelik bir mesaj, hür rızaya teklif olunan bir oğretimDir [91] Ve sonra bu, şair[92] veya kâhin[93] yahut hayalcinin [94]eseri de değildi*.

Bu, ne çılgınlık [95] ne şeytanî vesvese [96] ne yalan düzmeler [97] ne de birta -kim ihtiraslı arzuların ifadesidir [98] Bu size, doğru yönü gösteren" [99]ve sizi doğru veya eh doğru yola Ha­yan [100] ilâhî ışıktır [101]Bu, en güzel sözdür [102] Bu, saf tabiata [103] ve orta yola [104] uygun olan, ciddi ve kesin [105] müesses doktrindir [106] O, güzel geleneği sürdürmekte ve teyit etmektedir [107]O, adaleti [108]gerçeği1 [109]bedahati1 [110]ilmi [111]hikmeti [112] sarsılmaz muh-kemliği [113] teşkil ve tesis etmektedir. O, kalblerin şifasını [114]ruhların yücelmesini [115] hayatı (kelimenin yü­ce anlamında) [116] sağlar. Genel doktrinin karakteristik özellikleri hususundakiler işte bunlar­dır. (=209A, 80B). Eğer şimdi de bütünden teferruata, genel doktrinden hükümlere ge­çersek, biz -ister bizzat kendileri için mecbur kılınmış olarak (çoğu za­man başka bir yorum olmaksızın), ister özel eylemler tarafından hedef edinmiş bir amaç olarak, isterse insan ruhuna sağlanacak bir değer kay­nağı gibi teessüs etmiş şekilde olsun- aynı şekilde başlıca pratik faziletle­ri buluyoruz. Bu şartlan dolduran müsbet emirleri, hiç değilse, şunları buyuran ve­ya yücelten müteakip âyetlerde bulmaktayız: -Kendi ödevleri hakkmda aydınlanmak ve başkalarına onlarmkini öğ­retmek endişesi [117] -Ahlâkî gayret [118] -Güzel örneğe uygunluk [119]-Orta yolu tutan dengeli eylemler [120]Doğruluk [121]-İyinin ve en güzelin yerine getirilmesine yarışma [122]-En güzel eylemler [123]-En güzel sözler [124] -Samimiyet [125]İffet ve edebe uygunluk [126]-Kendi şahsî işi için helâl yoldan kazanılmış şeyleri kullanmak [127] -Cesaret, sabır ve sebat [128]-Tatlılık ve alçak gönüllülük [129]-Yargılarda ihtiyat [130] -Genel olarak iyilikseverlik [131]-Şeref, itaat, şefkat ve himmetle [132]birlikte, özelliMeebeveynlere karşı ihsan sahibi olmak [133]'-Eşlerimize iyi davranmak [134]                                                   |Aynı düşünce silsilesi içerisinde şunlar da okunacaktır: V, 87. VI, 141. VIİ, 31. Ancak, bu­rada formülleri, Allah'ın aşırılığı sevmediğini beyan eden dinî bir yorum izlemektedir. Böy­lece, ilk önce bizatihi değer olarak vaz olunan ahlakî prensip, derhal bu yüce otorite tarafın­dan yargılanmakta ve kendisine değer biçilmektedir. Bu bakımdan, bizi şimdi meşgul eden kategoriye değil, fakat daha çok ileride inceleyeceğimiz ilâhî müeyyide alanına ait olmak iti­bariyle bu zikirleri atlamak zorunda kaldık.-Onlara insanî bakım ve onlarla karşılıklı müşavere[135] -Gelirlerimizle ölçülü olarak, ailelerimizin ihtiyaçlarının karşılan-ma-sına yardım[136] -Boşanma halinde eşlere tazminat ödenmesi[137]-Akrabalara [138] yakın veya uzak komşulara [139] garip yolculara [140] ge­nel olarak yoksullara [141] mecbur olunan yardım, en güzel ve helâl yoldan kazanılmış şeyler üzerinden usulüne uygun olarak yapılan infak[142] -Kıtlıkta, fakirler ve yetimlere destek olmak[143] -Kölelerin azadı [144]-Dürüstlük [145]-Eli açıklık [146]-Hakbilirlik [147] (ne bir yana ne de öteki yana eğilmeyen) düşey terazi imajı [148]-Yakınlarımızın veya bizzat kendimizin aleyhine de olsa [149]gerekli her şahitliğin tam olarak yapılması[150]-Emanetin sahibine iadesi [151]-Yapılan taahhütlere, verilen söze ve edilen yemine sadakat[152]-Misafirperverlik ve başkalarını sevmek[153]-Hoşgörü ve cahillere karşı alicenaplık[154] -Kötülüğü iyilikle savmak[155]-İyiliğe teşvik ve kötülükten alıkoymak[156]-Bu hususta mü'minler dayanışma halindedirler[157]-iyi münasebet[158] ve merhamete[159] teşvik. . -Fazilet ve disiplinin hüküm sürmesi için herkesin işbirliği yapması[160]-Sabır ve inayete karşılıklı tergib[161]-Sağlıklı birliğe bağlılık[162]-Tüm kutsal bağlarımızın sağlamlaştırılması[163]-Manevi kardeşlik için sevgi [164]ve onun için dua (cemaat zihniyeti)[165]-Gerçeği öğütlemek hususunda en basiretli ve en namuslu yöntemler[166]-Kısacası, (akıl ve nakil tarafından) tanınan ve tasvip edilen tüm dav­ranış biçimleri[167]Ve aynı kategori içerisinde, Allah'a karşı olan ödevlerimizin sadece bazı örneklerini niçin zikretmeyelim?-Allah'a inanmak[168]-O'na itaat etmek[169]düğü gibi, bu ifadelerin, yakıcı bir güncelliği mevcuttur. Burada, günümüzün büyük sorunu hakkında taptaze, kısa bir hitabeyi okuduğunuz intibaına sahip olmuyor musunuz ? Ve yir­minci yüzyılımızda, her zaman olduğundan daha ziyade kasıp kavuran cihanşümul çatışma­nın davalarını tescil etmek suretiyle, daha iyi özetlemek mümkün müdür?-O'nun sözleri ve eserleri üzerinde derin tefekkür[170].-O'nu hatırdan çıkarmamak[171]-O'nun nimetlerini tanımak[172]-O'na güvenip dayanmak[173]-Her va'di O'nun iradesine bağlı tutmak[174]-O'nu sevmek[175]-O'na tapınmak[176]Bütün bu emirler, bizzat kendi ifadeleri ile kanıtlanmışlardır (=67A, 91B).Ve işte, onlarla Kur'ân-ı Kerim'in kendi yorumlarını inşa ettiği falan uygulama veya filan kural İçin övgülerini formüle ettiği ve onlar vasıta­sıyla O'nun, onu bizzat eylemin içerisine tamamen hapsetmek ve ona baş­ka perspektifler açmamak suretiyle, irade için güçlü bir manivela yarat­mak istediği malzemeler olan ahlâkî zikirler ve hatta adetâ şeref titrleri.-İyilik veya daha büyük hayır[177]-Engin iyilik (Birr)[178]-Gerçek iyilik (zıt duygulara rağmen)[179]-Daha güzel[180]-Daha adil[181]-Daha değerli[182]-Takvanın ölçüsü[183]-însanseverliğin gereği[184]-Takvanın gereği [185] -Minnet ve şükranın gereği[186] -Şecaat ve gönül yüceliğinin gereği1 [187]-Zayıflar karşısında fedâkârlığın icabı[188]-İster zihnen kendimizi onların yerine koyarak olsun  [189]ister acı çeken cahil veya yolunu şaşırmış olunduğu esnada, kendi öz geçmişimizi hatır­lamak suretiyle olsun [190], isterse bizzat kendimiz ilâhî müsamahaya baş­vurmak zorunda kalarak, kendi insanî durumumuzun şuuruna ermemiz suretiyle olsun [191], kendilerine sempati duyduğumuz bahtsızlara karşı şefkatin gereği.-Kalbleri temizleyecek veya onları daha temiz kılacak mahiyette [192] -Ruhu açacak, onun gücünü artıracak [193]daha doğrudan ifade ede­cek ve gönlü daha etkili bir şekilde çarpacak [194] ruhu takviye edecek veya daha da sağlamlaştıracak [195], ona huzur sağlayacak [196] şüpheleri gidereceks [197] ahlâksızlığı uzaklaştıracak [198]takvayı sağlayacak veya ona daha çok yaklaştıracak [199]gayri ihtiyarî bir haksızlık ve onun se­bep olacağı vicdan azabından sakındıracak [200]ve yeniden Allah'a bağ­layacak [201] türden.Kısacası, kemmiyete oranla ne kadar nisbetsiz olursa olsun, değeri ve­ren şey kalitedir[202] Analizini daha ileriye götüren Kur'ân-ı Kerim'in ahlâkî unsurları zih­ni ve manevî unsurlardan ayn olarak mülahaza etmekte kalmadığı da vakidir. Onların bizdeki dayanışmasından ve karşılıklı yankılanmasın­dan gücünü alan Kur'ân-ı Kerim, bizim karakterlerimizin, anlayışlarımı­zın, inançlarımızın ve hareket tarzlarımızın bazılarını ötekilerle açıkla­mak ve kıymetlendirmekte tereddüt göstermiyor.işte bu şekildedir ki, pratik faziletlerin değerlerini kısmen, onların imanı yansıtmakta ve samimiyeti kanıtlamakta olmaları vakıasmdan al­dıklarım görüyoruz[203] iman da sırasında, onun mütevazi ve hususiyle hassas kalblerin imti­yazı olmasından kıymet elde etmektedir[204] Falan ruh hali veya zihnin filan tutumu, onların bilginlere mahsûs ol­malarındandır[205] Genellikle Kur'ânî öğretim, insanlar arasından, gerçekten sağduyu sa­hibi, öğrenmeye, murakabe etmeye ve düşüncede derinleşmeye mukte­dir kimselere yönelik mahiyettedir[206]

Şu halde onun ihtarına kulak vermek, hayatın ilk tezahürüdür[207] Fa­kat, onun akidesine bağlanmak, basiretlilik [208] ve kâmil akıllılığını isbat etmektir [209]Nihayet onu, Hz. Peygamber tarafından yaşanan şekli ile ya­şamak, ahlâkî büyüklüktür[210].Daha âlâsı; Onu müşterek uygulamaya koymak, dünyanın en iyi top­luluğu olan bir cemaati meydana getirmektir[211]îşte ahlâkî övgü formülleri: (=64A, 66B).Fazileti bizzat kendi vasıtasıyla, ahlâkî kavramdan ve onun kendine has özelliklerinin analizinden sonuçlanandan başka bir ispatlama olmak­sızın, bu öğretme tarzını biz, aynı şekilde, kötü eylemleri yasaklayan ve­ya onların iğrenç özelliklerini bildiren, olumsuz denilen ödevlerde de bulmaktayız. îlkin, yasağı ifade eden naslara atıfta bulunalım. Şu yasaklar bu türdendirler:                                             -İntihar etmek[212]-Namusa kastetmek veya bu suçun öncüsü olan fiillere müptelâ ol­mak[213]-Fuhuş ve metres hayatı [214]veya herhangi başka bir açık ya da gizli ah­lâksızlığı yapmak[215]-Yalan söylemek [216]Oğünmek[217]-Kontrolsüz arzularına tabi olmak [218] -inançsızları taklit etmek[219] -Başkalarının mallarına göz dikmek [220]Parayı yığmak ve serveti aşırı derecede sevmek [221] -Kibirli şekilde yürümek[222]-Edebe uygun gelmeyen şekilde giyinmek (kadınlar için)[223] -Haram yoldan elde edilmiş kazançtan yararlanmak ve temiz olma­yan (has manası ve mecazi manası ile) herşeyi kullanmak[224]-Çocuk öldürmeyi irtikap etmek (uğranılan veya korkulan, gaddar bir kıtlık sebebiyle dahi olsa)[225]-Ebeveynlerimizin ihtiyarlığı için en küçük bir saygısızlık göster­mek[226]-Eşlerimize kötü davranmak (eziyet, zorbalık, mahrum bırakma...)[227] Eğer bu adalet yoluyla değilse, Allah'ın kesin olarak mukaddes kıldığı" insan kanını akıtmak[228]-Yeryüzünde felâketlere veya bozgunculuklara sebebiyet vermek[229] -Düşmanları karşısında bile saldırgan görünmek[230]-Rızası olmaksızın, başkalarının mallarını (onlara zorla sahip çıkarak) kullanmak[231]-Onları değerlendirmek maksadıyla en namuslu tarzda olanı müstes­na, yetimlerin mallarına el uzatmak[232].Öksüzü itip kakmak[233]-Ona herhangi bir şiddet kullanmak[234]-Onu hor görerek muamelede bulunmak[235]-Yoksulu ihmal etmek[236] -Kendisinden bir şey talep edeni azarlamak[237]. -Onlara vermek üzere kötü şeyleri seçmek[238]. -Menfeat güden bir bağışta bulunmak[239] -Yaptığı iyilikleri başkalarının bilmesi için hatırlatmak[240] -Yalan şahitlik yapmak[241] -Kendisine olan güveni herhangi bir şekilde kötüye kullanmak[242]-Başkalarının yanma izinsiz ve selâmsız girmek[243]-Bir toplantıdan, başkanın izni olmaksızın çıkmak[244]-Hemcinslerimize iftirada bulunmak[245]-Onların gizli şeylerini araştırmak[246]-Onlan karalamak ve onlarla alay etmek[247]

-Onlara, kendilerini tahkir edici bir lakab vermek [248]-Bir haksızlık veya bir tecavüze, onun lehinde iştirak etmek[249]-Kutsal bağlarımızı koparmak ve bölücülük yapmak[250]-Allah'ı unutmak[251]-O'na imanda kusur etmek[252]

O'na iteatsizlik etmek[253]-O'na herhangi bir şeyi ortak koşmak[254]-O'nun adını uygunsuz durumlara yol açacak şekilde uluorta kullan­mak[255]Bütün bu yasaklar, bizzat kendi başlıkları ile önceden ispatlanmış bu­lunmaktadır. (=33A, 47B)Fakat, işte, nihayet, nasıl Kur'ân-ı Kerim onun açık isbatını veriyor. Faziletin içinde ihtiva olunan müsbet değerlere karşılık, biz burada fena­lığın içinde bulundurduğu karşı değerin belirtilmesini bulmaktayız. Yer­leşmiş kurala zıt bir davranış veya yüce gerçeklere bir inanç noksanlığı onların, sujelerinin kaybına yol açtıklarından dolayı değil, fakat sıra ile veya aynı anda müteakip kusurları içerdiklerinden dolayı mahkum edi­leceklerdir:-Yolunu şaşırmak[256]-Tasasızlık[257]-Karanlıkların içinde yürümek[258]-Sapma, doğru yoldan uzaklaşma[259]-Kötü yol[260]-Değerlerin alt-üst olması[261]-Yüzüstü sürünmek[262]-Düşme, hızlıca uçurumdan yuvarlanma[263]-Bilgisizce heva ve heveslerine kapılmak[264]-İhtiraslarına tapınma[265]-Talihsiz mübadele[266]-Lanetlenmiş bir arkadaş seçimi[267]-Düşmanın izinden gitme veya onunla ittifak[268]-Kötü unvan[269]-Zalimleri taklit[270]-Çirkin bir şeye benzeyiş[271]-Çok çirkin ve iğrenç herhangi bir şeye benzemek[272]-Körlük[273]                                                                                              -Sağırlık [274]-Cehalet[275]-Beyinsizlik veya aklın kötüye kullanılması[276]-Eksik bilgi[277] -Sathi bilgi[278] -Temelden bilinmeyen şeyin reddi[279] -Bilimsiz ve meşalesiz tartışma[280]-Ne sıhhati [281] ne delili  [282]ne de tecrübesi [283]hakkmda hiçbir bilgiye sa­hip olunmayan bir tezi savunma.-Kötü yargı[284] -Çürütülmüş delil[285]. -Temelsiz[286] -Dayanıksızlık[287]-Aşın dayanıksızlık[288]-Bilgisiz ve hatalı ataları taklit[289].-Basit zanlara intisab[290]-Sahtelik[291]

-Gerçek-dışıhk[292]-Mücerret isimler[293]-Yalan düzmeler[294]-Şeytan ameli[295]-Dalâlet[296]-Hafiflik, akılsızların hal ve hareketleri[297]-Mübalağa, sınırları aşma[298]-Kötü eylem[299]-Hayasız fiil[300]-Ayıp ve nankörce fiil[301]-Çirkin fiil (bizi bizzat kendi gözümüzde küçük düşüren)[302]-Dejenere olmuş, düzensiz ve sefih gidişat[303]-Zalim davranış[304] -Bizzat kendisine karşı adaletsizlik[305] -Münasebetsiz söz[306] -Suç, büyük günah[307]. -Kalbin günahı[308] -Bizzat kendisine ihanet[309] -Kalbin kirliliği[310]. -Murdar şey (ahlâkî bakımdan)[311] -Ahlâkî zaafiyet[312]-Şüphecilik[313]. -Fırsatçılık[314]-Menfeat düşkünlüğü315.[315] -Katı kalplilik[316] -Haksız gurur[317]-Sahte alâka, her konuya yapmacık hayranlık[318]-Fiililer tarafından nakzolunan söz[319] -Dünyaya bağlılık[320].-Allah'tan uzaklaşma[321]Bu kusurların toplamından, onların şunlara sebebiyet verdiklerini Kur'ân-ı Kerim'le birlikte ifade etmekten başka hangi daha tabii sonuç çı-kartılabilir.Sadece, ruhun kararması veya gaybubeti değil[322]. Yalnızca, kalbin hastalığı, maluliyeti değil [323] Fakat, zihnin ölümüdür[324]. Daha âlâsı! İnançsızlıkta dönüşsüz bir şekilde karar kılmış olanlar, Kur'ân-ı Kerim tarafından, en bayağı tür, yeryüzünde bulunan yaratıkların en aşağısı olarak görülmektedirler[325]îşte bunlar kınama vasıflan hususunda yeterlidirler: (=247A, 171B).Kur'ân-ı Kerim, terbiyevî eserme temelde, işte bu tür saf ahlakî dü­şüncelerden hareketle girişmiştir. O'nun fazileti şereflendirdiği ve fazilet­sizliği damgaladığı lügatçenin zenginliği görülmektedir.Zimmî veya açık bu delillendirmelerin bütünü, Kur'ânî va'z ve nasi­hatlerin ilk kategorisini meydana getirmektedir (620A, 455B).Şimdi ikinci kategoriyi inceleyelim.

 B. Çevresel Nedenler:
 
Şimdi, batını isbatlardan harici müeyyidelere, adeta bu müeyyidelerin medhalini teşkil eden, fakat henüz onlardan birisini meydana getirme­yen, bir ara kuşaktan geçiş suretiyle intikal ediyoruz. Hiç olmazsa bu hu­susta gayet bulanık ve oldukça yaygm bir fikir verilebilir.Hemen belirtelim ki, burada biz bir kamu oyunu düşünmüyoruz.Eğer gayri meşru ise muhtemel bir dedikodu, bir ideali davranış kuralı ve modeli edinmiş gerçek bir mü'mini asla endişeye sürüklememelidir[326] O temellendiği zaman onun, daha ziyade kendi temelini hesaba katması gere­kecektir. Kısacası, kamu oyunun bu düşüncesinin, yani hemcinslerimizin

bizim hakkımızda iyi veya kötü bir izlenime sahip olacakları ve bizim on­ların hayranlığı veya kınamalarına konu olacağımızı düşünmek suretiyle hissettiğimiz bu duygunun, ferdi irade üzerinde yaptığı tesir nereye kadar uzanmaktadır? Gayet açıktır ki, bu endişeler sadece toplumla temasta bu­lunduğumuz ölçüde ya da hiç değilse davranışımızın müteakiben ona iz­har olacağından şüphelendiğimiz zaman, üzerimizde müessir bir şekilde etkide bulunmaktadırlar. Ya yalnızlıkta? Hiç kimse orada olmadığı ve onu hiç kimse bilmeyeceği zaman? Eğer eğitim yoluyla zihinlerimize işlenmiş bulunan idealler sonuçta bizde yeterince kökleşmiş iyi alışkanlıklar yarat-mışlarsa, günlük işimizi, şahitleri nazarı dikkate almaksızın, namuslu ve aşağı yukarı otomatik bir şekilde yerine getirmemiz de mümkündür. Issız adasına atılmış bulunan Robinson, sanki kendi ülkesindeymiş gibi, içmek­ten imtina etmiş olmalıdır. Fakat eğer durum karışır, kötülük tahrik edilir, fenalığa meyil yeterince güçlü bir hal alır ve sırrın hiç bir şekilde açığa çık­mayacağından emin olunursa, bu durumda gerek Adam Smith'in "tarafsız gözlemcisi", gerek Bergson'un "sosyal ben"i ve gerekse insan toplumunun bütün bu hayalcileri ancak vasatı bir yardım sağlayacaklardır.Kur'ân-ı Kerim bizi bambaşka bir çevreye, her yerde ve daima bizim­le birlikte hazır olan, başka bir canlı gerçek karşısına yerleştirmek istiyor. Ben ne, Kur'ân-ı Kerim'in varlığından bizi emin kıldığı şu görünmez ve kutsal, asil kortejden; insana refakat eden ve "önünden ve ardından onu takip edenler"den, ne de "herkesin sağında ve solunda bulunan"[327] onun fiil­lerine göz kulak olmakla ve not etmeksizin "onun sözlerinden hiçbir şeyi ka­çırmamakla" yükümlü bulunan, öteki daimi kontrol ekibinden söz etmek istemiyorum  [328]Ben Özellikle, O'nun tarafmdan "gizli ve açık sözlerin, ge­cenin karanlığında gizlenen kimselerin ve gündüzün ortaya çıkanların aynı şe­kilde bilindiği"[329] Allah'tan Faili "hangi halde" olursa olsun, "her eylemde ta­nık olarak hazır bulunan"[330]Tann'dan bizim, büyük veya küçük toplantı­larımızda "konuşmalarımız boyunca daima hazır ve nazır"[331] olandan, herke­sin nezdinde "ona şah damarından daha yakın olan" ve "nefsinin ona verdiği vesveseleri "[332]işitenden söz etmek istiyorum"Allah yaptığınızı bilir", "kalblerinizin içini bilir", .herşeyi bilir, "Allah fiillerinizde hazır ve nazırdır", "...görür", "işitir", "gözler" .işte bu başlık altında rastladığımız ifadeler genellikle bunlardır.Fakat, bu gerçekleri hatırlatmak suretiyle, Kur'ân-ı Kerim bizde, her­hangi bir ceza korkusunu veya herhangi bir mükâfat ümidini uyandır­maya çalışmamakta mıdır?Metin seçimlerimizde, -üçüncü kategoriye ayırmak için- açık bir mü­eyyidenin bağlandığı bu tür her uyarıyı bir kenara bıraktık[333]. Bununla birlikte, Kur'ân-ı Kerim okuyucusunun, imada bulunulan fikirleri ileriye götürmek suretiyle, bahis konusu olan hallere ve aynı şekilde vicdanların inceliğine ve nihayet stilin nüansına göre, onlar hakkında az veya çok canlı bir önseziye sahip olmasına hiç bir şey engel değildir. Basit bir iyi­liksever haberden bir müeyyidenin beyanına kadar, az veya çok ağır, teh­ditle az ya da çok nüaslanmış ihtarlar için bütün mevkiler bulunacaklar­dır. Herhalde bu ara kuşağı katederken, bütün bu derecelerden, tedricen ve aralıksız bir biçimde geçeceğiz.Mamafih sözlerin hitab ettiği kimselerde varsayılan farklı tutumlara karşılık olarak, biz orada dört ana merhaleyi belirlemeye çalışacağız:

1- Çeşitli derecelere elverişli olmakla birlikte, düzen ve disipline mü­sait, sarahaten mültefit tutum.Bu tutuma, tezahür etmekte olan ve mümkün bir eksikliğe en küçük bir imada bulunmayan bu iyi niyeti zikretmeye özen gösterecek derece­de sevimli ve takviye edici bir formül cevap verir. Bununla beraber, dik­katimizin Allah'ın hazır ve nazırlığı ve her şeyi bilmesine çekilmesinden geri kalınmamaktadır''[334]

Niçin?

Çünkü iyi bir mü'min, sadece onun tarafından ittihaz olunan istikâ­mette daimi surette tutunabilmek için demiyorum, fakat herhalde bu, iyiyi ve en güzeli getirmek için olmadığı zaman, fiillerinin kalitesine, niyet­lerinin safiyetine göz kulak olmak için de, gerçekten ne ile çabalarını des­tekleyeceğini, enerjisini besleyeceğini, ruhunu yükselteceğini ve ihtiyaç­larını kendiliğinden artıracağını bu düşünce içerisinde bulur. Eylem sıra­sında Allah'ı düşünme vakıasının mü'minler için tükenmez bir enerji kaynağı olduğuna, onların iradesi üzerinde etkisinin bulunduğuna, amellerini mükemmelleştirmek ve bizzat kendilerini olgunlaştırmak maksadıyla onların gücünü iki kat artırdığına şüphe yoktur. Hatta bu­nun, bu istikrara erişmek ve sürekli bir ilerlemeyi gerçekleştirmek için en emin vasıta, en kısa yol olduğu bile savunulabilir. Hz. Peygamber, onu mükemmelliğin tarifi haline getirecek kadar ileri gitmiştir. "İhsan nedir?" diye O'na soruldu. "İhsan, diye cevap verdi O, sanki sen onu görüyor-muşsun gibi Allah'a itaat etmendir; zira, eğer sen onu görmüyorsan, O seni görüyor"[335]Bu tarz va'z ve nasihat tarafından tahrik olunan his, işte bu şekilde bir takviye ve yapıcı güç duygusudur. Bu, yüce sevgimin bir çekiciliğidir.

2- Kanun karşısında genellikle iyiliksever, ancak hata ihtimalini dışa­rıda bırakmayan tutum.

Burada biz artık cereyan etmekte olan ve teşvik edilmesi söz konusu bulunan iyi bir amelin temaşasında hazır bulunmuyoruz. Biz henüz teh­dit eden bir kötülük karşısında değiliz. Biz olağan şartlar içerisinde, fiil öncesine yerleştirilmiş bulunmaktayız, irade için iki imkânı önceden keş­federek, emir biraz mücerred bir şekil altında yani bizim müstakbel seçi­mimize hiç itibar etmeksizin verilmiştir. Ve öğüt verici formül de sadece aynı karaktere bürünmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bu açıkça, iyi­liksever çabanın tenbih edilmesi değildir, bu aynı şekilde kötü eğilimlerin defi de değildir. O ikisi arasında çift yanlı şekilde, müphemiyet içerisin­de kalmaktadır. Artık şöyle okunmayacaktır: "Allah sizin yaptığınız iyili­ği görür". Henüz şu şekilde de okunmamaktadır: "Kötülük yapmaktan sakın". Ancak: "Ödev böyledir; Allah sizin yapacaklarınızı görecektir".[336]Böylece bütün konuşma ton değiştirmektedir. Onun alışılmış ve gü­lümser çehresi biraz ciddî, ancak şiddetli olmayan bir hal almaktadır. Gö­rünüşe göre eşit şanslara sahip bulunan kararın iki ihtimali, söze nötr ve ihtiyatlı bir karakterle, bir uçtan öteki uca kadar damgalarını vurmuşlar­dır. Ve bu ikilik, sırasında, kendilerine öğüt verilenlerin onların arasında bölünecekleri duyguların ikiliğinde yankısını bulacaktır. Veya daha ziya­de o, şevk ve korku arasında karmaşık bir duyguyu, bir saygı, utanma ve daha bilmem ne karışımını doğuracaktır.

3- Prensip olarak el'an uysal; fakat bazı özel şartlarm mevcudiyetinin oraya herhangi bir değişikliği dahil etmeye elverişli bulunması sebebiy­le, tonun daha ciddî bir hal almaya başladığı tutum.Gerçektir ki, tefsir teması değişmemiş olarak kalmaktadır. O Önceki merhalenin mücerred ifadesini korumaktadır. Fakat, henüz kuralı çiğne­meye bir eğilim varmış gibi, biz yükümlülüğün formülünün özellikle ya­sak tarafı üzerinde ısrar ettiğini görüyoruz. Onu destekleyen uyarı ondan etkilenecek bir duruma gelsin, o derhal anlam değiştirsin, onun ihtiva et­tiği enerji dozu artık az önceki ölçüde olmasın, bundan böyle yasak un­sur ileriye itme unsuruna galebe çalsın, bütün bunlardan daha tabii bir şey yoktur[337]içlerinden şüphesiz haya duygusunun üstünlüğü ele alacağı, uyanmış duyguların nisbetsizliği oradan kaynaklanmaktadır. Bazı kötü projeler düşündüğümüz zaman, bizim Allah'ın huzurunda olduğumuz düşünce­si gerçekten de zihnimize, bu kötü projeler üzerinde az veya çok güçlü bir geriye püskürtme yapmaksızm gelemez. Bu düşünce bize hakim ol­duğu müddetçe, onun kudsiyeti önünde bizim yüzümüzü kızartmaya el­verişli herhangi birşeyi işlemekten korkarız[338]. Bazan hata veya ihmal edilecek midir? Bu şüphesiz hayatın eğlencesi içersinde, bu kurtarıcı dü­şüncenin az çok gözden kaçırılmış bulunmasından olacaktır[339] Fakat, Tanrının hatırlanması yeniden canlı bir hal alır almaz, o bizde, bu utanç verici tasasızlık konusunda amirâne bir kederlenmeyi tahrik eder ve bu şekilde ilahî toplumda yeniden yerine kavuşulur[340] Görülüyor ki, bu üç merhale içersinde, dinî duygular vasıtasıyla bir ahlâkî eğitim söz konusudur; bu dinîduygular tabiatları icabı daha ile­ride ancak bizzat kendi kendilerinin yerlerini almaktan başka bir şey yapmazlar, ilk merhalede, müsbet değerlerin gerçekleşmesinde bizi oldukça ileriye itmesi için, bu mükemmel motor olan bizim sevgi duygu­muz uyandırılır. Üçüncüsünde, düşmeye karşı bizi korumak ve tehlike karşısında bizi durdurmak için, iyi bir fren olan, bizim haya duygumu­za etkide bulunulur, ikincisinde, iki gücün dengesi vasıtasıyla, kendi kendimiz üzerinde dikkatimizi toplarız, kendimizi doğru istikâmette tutarız.

4- Nihayet, inançsızların açıkça isyankâr tutumu.

 Birinci durumun tersine, burada biz, sadece herhangi bir özel kararla değil, fakat kanuna karşı alınmış kesin bir pozisyonla karşı karşıya bulu­nuyoruz. Bu defa alışılmış formüllere, işlenmiş o kadar çok suçların zik­ri tekaddüm etmektedir ki, onların şimşekler çaktıran tabiatı hakkında yanılmak imkânsızdır [341]Bu yolla, onlarda tahrik edilmek istenilen duygu tam olarak riedir? Cezanın korkusu olabilir mi? Fakat, inanç sızlarınki kadar kapalı bir vic­dan üzerinde bu tür bir ihtarın ne gibi bir etkisi olacaktır? Onların duru­munun vehametinin şuurunda olan bir seyirci, onlar adına ondan korka-bilir. Ancak, onların açısından, kendi suçluluklarının basit bir müşahede­sinden, bir çeşit öne alınmış yargıdan, onların fiili mahkumiyetinin bir başlangıcından başka bir şey var mıdır? Evet, benzeri bir uyan, onların derhal kullanımı için inançsızlara hitap etmiş olamaz. Bu daha çok, onla­rın içerisine gömülü bulunan akıllı insana uzaktan gönderilmiş bir çağrı­dır. Belki de döve döve kapı açılacak, zihin serbestliğe kavuşacak, ölü ye­niden dirilecektir. Bu an için, kendilerine sağlanan, bir düşünme konusu­dur. Eğer onlara hâlâ herhangi bir düşünme şansı kalırsa, onlar şüphesiz orada, kendilerini bekleyen ve herşeyin anlatmaya çalıştığı felâketlerin tehdidini göreceklerdir. Hangileri? Ne zaman? Nasıl? Şu ana kadar hiç­bir şey onu söylemiyor Ara kuşak böylece tamamlanmaktadır: (=20A, 62B Bu son merhale ile biz, öz anlamı ile müeyyidenin eşiğindeyiz. '

 C. Gaî Sebepler
 
Tabii Sonuçlar:
 
Bu sonuncu katagoriyi ele alırken, biz ilk önce, genel olarak "tabiî mü­eyyideler" diye adlandırılan şeyi nazar-ı itibara alan nasların nisbî sey­rekliğini gözlüyoruz: Tabiata kumanda eden aşkın, iradenin gözle görü­lür müdahalesi olmaksızın, fizikî hayat rejimimizin sağlık ve hastalığı gi­bi, ahlâkî davranışımızdan eşyanın normal düzeni içerisinde düzenli ola­rak, neş'et eden hoş veya nahoş sonuçlar.Bu düşünceler düzeni içerisinde biz iki isbat edici sebepler çeşidi ayır-dedebildik: Ferdî veya Genel.Onların uygulamaya konmasından sonuçlanan, ferdî iyilik tarafmdan saiklenen emirlerle ilgili olarak biz sadece dört âyet bulabildik [342]ki onlar şunlardır:- "Sizi ayakta tutan mallarınızı (n yönetimini) sefihlere vermeyin." [343]. -"Açıklanınca sizi üzecek şeyleri (merak saikiyle) sormayınız"[344].-"Tanınmaları ve böylece kötü sözler işitmemeleri amacıyla"[345] mü'min ka­dınlar edebe uygun şekilde giyinmek zorundadırlar.-Nihayet, cimrilik ve israfın mahkûmiyeti, bir defaya mahsus olmak üzere, onların sırası ile "ayıplama" ve "sefalef'e maruz bırakmaları vakı­asında yatmaktadır[346].Sağladıkları kabul edilen amme menfatinden haklılıklarını alan emir­ler biraz daha kalabalıktırlar.-"Sen (kötülüğü) iyilikle (kelimenin tam anlamı ile: en güzel) Önle. Bu şekilde, seninle arasında düşmanlık bulunan kimsenin bile sanki yakın bir dost olduğunu (görürsün)."[347]-"îçki kumar yoluyla şeytan ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmekten başka bir şeyi amaçlamamaktadır[348]Katili, zecretme sadece suçluları hedef tutmalıdır; zira "hepimizin ha­yatı söz konusudur"[349]-Bir orduya veya bir topluma hakim olan ihtilaf, onun hezimetine ve gücünün tükenmesine yol açar[350]-Barış zamanında silahlanma, "düşman yıldırma" gayesine matuftur[351].-Çarpışma esnasında uyanık durmak ve namaz sırasında bile silahla­rını bırakmamak, bir baskına uğramayı önlemek için bir ihtiyat tedbiri olarak kendini kabul ettirmektedir[352]-Fakat niçin cihad etmelidir? -Şüphesiz, "Allah hakkı için". Ancak bu nihai gayeye erişmek için âyetler oraya birçok ara hedefler dikmişlerdir:

a)  İnançsızların şiddetini durdurmak, onların saldırgan gücünü kır­mak[353]

b)Böylece yeryüzünde bozgunculuk ve kargaşanın yayılmasına mani olmak[354]                                                                               

c) Dinî müesseseleri yıkıma karşı korumak [355]

d) Nihayet, saldırganları cezalandırmak ve mü'minlerin kalbini teskin etmek[356].                                                                               

İşte bizim, tabii müeyyidelere atıf olarak bütün bulduklarımı z bunlar­dır[357]Biz halen, orada ödevlerin kendi öz tabiatlarına göre tavsiye edildikle­ri ve değerlendirildikleri bizatihi gaye olan ahlâklılık safhasından olduk­ça uzaktayız. Dini duygular, müteakiben kendi taraflarından oraya sevk etmek üzere müdahale ettiklerinde, biz henüz yakın akrabalar arasında idik. Şimdi, artık aileden olmayan bir üçüncüsü ile işimiz vardır. Bu, şüp­hesiz, zevkin aranışı veya kazanca düşkünlük ya da kusurları gizlemek için ihtiyat tedbirlerinin maharetli bir hesabı değildir. Fakat, pratik sağ duyu, korunma içgüdüsü, meşru bir izzet-i nefs duygusu, insanlar arasın­da karşılıklı dostluk bağları yaratmak hususunda Övgüye değer bir kaygı­dır. Bununla birlikte, genel veya ferdî, meşru veya hatta övgüye değer ol­sun, bu defa, ahlâkî kanunun davasını savunan daima gerçekten menfaat değil midir? Şu halde, Kur'ân-ı Kerim, bu şekilde anlaştırılmış dahi olsa, alelade ahlâka, sınırlı olmakla birlikte, bir pay mı ayırmaktadır?Bölümün başında işaret ettiğimiz, zihnin kullanımına yapılmış bir du­yuru ve iradeye teklif olunan bir amaç arasındaki farkı hatırlayalım. Bi­zim bu konuyu genişletmek fırsatımız olacaktır. (Müteakip bölüm).Fakat, beşerî vicdanın ayrılmaz unsurları arasında bu köklü ayırmayı icra etmek hususunda bu kadar inatla ısrar etmek nedendir? Gayet iyi an­lıyorum ki, ödev ve menfaatin çatışmasında ben, sadece arzularımın de­ğil, fakat hayatım dahil en temel içgüdülerimi, ödevimin egemen buyru­ğuna kurban etmek zorundayım. Ancak çatışma durumlarının dışında, bizzat kendisine içtenlikle ilgisiz kalınabilir, en derin tabiatının ihtiyaçla­rına aldırışsız davranılabilir mi? Basiretli bir stoacı şunu itirafa mecbur­dur: Eğer bu onun için bir zorunluluk değilse bile, hiç olmazsa bir tercih­tir. Esasen, Hz. isa'dan daha çok feragat zihniyeti ile meşbû olunabilir mi? Oysa ki, kendisini helak etmek üzere, farizilerin komplosundan haberdâr olduğunda, hemen oradan uzaklaşmamış mıdır?[358] Ve ihanetin yaklaştığını hissederek, kendisinden bu kâseyi uzaklaştırması için Al­lah'a yalvarmaya koyulmamış mıdır?[359] içgüdü ve zihin, iman ve akıl, ödevim ve avantajımın hepsi aynı nok­taya doğru yöneldiği zaman; ruhumun bütün köşelerinden aynı haykırı­şı, aynı çağnyı, aynı emri işittiğim zaman, benim sadece bir tek sese ce­vap verdiğimi, sade ve basit ödev vasıtasıyla hareket ettiğimi, kararımda başka faktörlerin ne birinci ne de ikinci derecede hiç bir rol oynamadık­larını söylemeye gururum ve hakkım var mıdır? Onu nasıl tahkik edebi­lirim? Ahlâk konusunda şiddet taraftan olan Kant, insan şahsına ne baş­kası ne de bizzat kendisi tarafından dokunulmaz bir hak ve şu hâle göre kendini savunma ödevi tanımamakta mıdır? Halbuki iradeye bir obje ve­rildiği, suret iyi bir madde ile doldurulduğu andan itibaren, onu ondan ayırmak ve zihnin alakalarından kaçırmak gayet güç bir hal almaktadır. İradenin gayreti, bir çırpıda bizim hatıralarımızı silecek, bir nefeste bizim ışıklarımızı söndürecek bu büyülü güce sahip midir? Biz dikkatimizi zar­fın üzerinde tesbit etmiş olsak bile: Eğer muhteva değerli kabul edilmiş ise o kaçınılmaz olarak onun ağırlığını artıracak, değerini zenginleştire­cek, nihayet o bizim müdrikemizi veya hassasiyetimizi etkilemek üzere kabuğu delip geçecektir. O andan itibaren, bizim için bu yeni unsurun oluşmasını önlemeye asla imkân bulunmayacaktır, takip edilecek bir baş­ka amaç, hizmet edilecek bir ikinci efendi değil -bu haksız bir dönüş ola­caktır-, fakat aynı amaca doğru bizim muzaffer yürüyüşümüzde bir güç ve zindelik ilavesi diyorum. Artık ödev yalnızca saygı görmeyecek, aynı zamanda sevilecektir. En aslî ihtiyaçlarımızın karşısında, toptan bir şahsî menfaat kaygısın­dan feragat talep ve beyan etmek, beşerî zaafiyetimizi tanımamak değil midir? Paskal, bu gururu yeterince kınamıştır.Bu tür bir tutumun imkânını, tekâmülleri neticesinde bazı imtiyazlılar için kabul edelim. Onun köprüsünü kahramanların arkası sıra kesmek ve bu konuda insanlığa sadece mutlak bir ümitsizlik bırakmak suretiyle baş­lamak, akıllı bir ahlâkı va'z etme yöntemi midir? Eğer şiddetli bir bükme ile, siz ona bütün geçmişi ile olan bağını kesmesini, henüz uygunluğunu tanımadığı kuru bir kaideye boyun eğmesini isterseniz, kendi işleri ile meşgul olan bir kimse veya kendi zevklerine dalmış bulunan bir başkası, ödevi konusunda nasıl ikna edilebilir? Eğer üstelik ahlâksız olma tehdidi altında, siz ona, onun nazarında emrinizi haklı çıkaracak türden olan her neye olursa olsun bir defa bile bakmasını yasaklamaya kalkışırsanız, ar­tık öğrencinize ilelebed her çeşit itimadı kaybettirmekten başka bu eği­timden ne eldej edebilirsiniz? Adayınızı ahlâka alıştırmak için, ona ödev yolunun aynı zamanda ze­kâ, zevk-i selim, kurtuluş ve zafer yolu olduğunu göstererek, onun bakış açısına kendimizi yerleştirmek ve kendisini çekmek istediğimiz şeyin karşılığını ona vermek suretiyle, başlamak daha akla uygun ve daha in­sanî değil midir? Yavaş yavaş o, doğruluğun faydasını daha iyi tanıdık­ça ve ihtirasın şiddetinin yerine akl-ı selimin dengesini geçirdikçe, iyili­ğin tatlılığı, faziletin cazibesi ve kahramanlığın yüceliğinin zevkini tada­bilecek durumda olacaktır. Aynı şekilde tedrici olarak, onda iyilikle belli bir uyuşma ve onun iradesi ile kural arasında bir tür özdeşlik hasıl ola­caktır. Belki de nihayet o, ne bizzat kendi öz duygularından ne de tabi­atın olaylarmdan ona tahsis edebilecekleri başarı ya da inkisardan endi­şeye düşmeksizin, kendini tamamen ödev için ödeve vermek üzere, her çeşit yabancı saikle büsbütün alakasını kesecektir.Ahlâkı eğitimi bu tarzda anlamayı, modernler arasında en şiddetli olan batılı filozof kabul etmek zorunda kalmıştır: "...hatta, bu neş'eli ve hoş bir hayat perspektifini şu yüce saikle (kanuna ve bizzat kendine say­gı) bağlamak, diye yazıyor o, faydalı bile olabilir... fakat ancak, öz anlamı ile itici olan gücü oraya yerleştirmek için değil, hayatın karşıt taraftan cezbetmek üzere pınldatmayı ihmal etmediği iğvaları dengelemek için"[360] Ve aynı eserde ileride biz şunu okuyoruz: "Fakat, saadetin pren­sibi ile ahlâkın ilkesinin bu ayırımı bir tezad değildir ve saf pratik akıl sa­adete olan her arzudan vazgeçilmesini istemiyor... Hatta, bazı bakımlar­dan, bu bir kendi saadetine ihtimam etme ödevi olabilir; bir yandan, çün­kü saadet, ödevini yerine getirme vasıtalarını sağlar; Öte yandan saadet­ten mahrumiyet (meselâ fakirlik) ödevini çiğneme iğvalarmı da berabe­rinde getirir. *Ancak kendi saadetine çalışmak asla doğrudan doğruya bir ödev olamayacağı gibi, her ödevin ilkesi de hiçbir şekilde olamaz"[361]. Daha da açık bir şekilde: "Şüphesiz işlenmemiş veya hatta bozuk bir ruhu ahlâkî iyilik yoluna sokabilmek için, onu şahsî avantajı vasıtasıyla, cez­betmek veya herhangi bir zarar korkusuyla korkutmak üzere bazı hazır­lık öğretimlerine ihtiyaç bulunduğu inkâr edilemez; fakat bu mekaniz­ma, bu kuşak herhangi bir tesir yapar yapmaz ruha saf ahlâkî belirlenme prensibini sunmak gerekir..."[362]

Böylece ahlâkî hayat, Önceden tabii olan tarafından işgal edilmiş bulu­nan bir alana ideali sokmak suretiyle başlar. Gerçektir ki, bu ideal daima saha kazanmak ve ilk işgal edenin yerini almak eğilimindedir; o sürekli olarak vicdanın yegâne ve emsalsiz hakimi olması gerektiğini ve kendisi­ne herhangi bir ortak istemediğini ilan eder. Fakat, bu mümkün müdür? Ona hakkı var mıdır? Buna muvaffak olabilir mi? Bütün bunlar, bizi şim­di meşgul eden meselenin dışındadır; şöyle ki, herşeye rağmen, bizim irademizden bağımsız olarak, istensin veya istenmesin, tabiatın düzeni çoğu zaman bizim ahlâkî işlerimize karışır, onlara aksülamelde bulunur ve bundan bizi az veya çok derin bir şekilde etkilemekten geri durmayan sonuçları doğurur. Az önce işaret ettiğimiz birkaç örnek vasıtasıyla Kur'ân-ı Kerim'in aydınlatmaya çalıştığı husus, işte bu fiili hakikattir, "tyilik, diyordu İbn Abbas, kalbte ışık hasıl eder, yüzü aydın-latır, bede­ni güçlendirir, servetin bolluğu bize hemcinslerimizin sevgisini kazandı­rır. Kötülük (tersine) çehreyi matlaştırır, kalbi karartır, bünyeyi zayıflatır, serveti azaltır ve bizi insanların gönlünde menfur kılar"[363] Gayrı Tabii Sonuçlar (veya ilâhî müeyyide): Ancak tabii müeyyide­ler evrensel değildirler. Victor Causin ile birlikte hiçbir tahdit gözetmek­sizin şöyle diyecek kadar ileriye gitmemek gerekir: "Fazilet ve saadet, bahtsızlık ve fenalık... sadece vicdanın nazarında değil, hayat ve tarih sahnesinde de zorunlu bir ahenk içerisindedirler. Kusurlu bir eylem, bir düşünce, bir arzu, bir duygu yoktur ki er veya geç ve hemen hemen da­ima derhal kendi adil ölçüsü ile cezalandırılmasın. Faziletli her fiil, her düşünce, her çözüm ve her duygu için bunun aksi de gerçektir. Her fe­dâkârlık kendi mükâfatını beraberinde getirir"[364] Veya Th. Jouffrey ile birlikte: "Hürriyetimizin yolundan giderek gerçek amacımızın takibin­den ayrıldığımızda, kucağında kendimizi geliştirmeye çağrıldığımız tabii düzenin, kendisinin olmayan bir yola girmek üzere yoiunu terk edene duçar ettiği bütün cezalar vasıtasıyla biz, aralıksız olarak, oraya geri gö-türülüyoruz"[365] dememelidir. Hayır, eğer fizikî veya sosyal tabiatın kanunu, bazı ödevleri uygun bir bahtiyarlıkla, birleşmeyi güçle, fedâkârlığıtakdirle ve karşılık olarak al­kolizm ve sefihlik gibi bazı fena davranışları layık oldukları sefaletle mü-eyyidelendirebilmişse de, bütün faziletler ve kötülüklerin hesabı eşyanın tabii düzeni içerisinde görülmez. Bundan çok uzaklarda kalınmaktadır.Faziletle saadet arasında analitik bir bağ bulunmadığını beyan etmek suretiyle Kant daha hakkaniyetli görmüştür. Mamafih elverir ki, saadet­ten, ahlâkî egzersize mündemiç bulunan ve Aristo'nun onun için "genç­liğe çiçeğinin eklenmesi gibi fiile eklenir" dediği özel sevinç değil, fakat fiilden ayrı ve onunla arasında bir tabiat farkı bulunan sonraki hazlar an­laşılsın.Hatta biz Kant'tan bile uzağa gidiyoruz. Hali hazır tecrübe içerisinde bu bağın neticede mevcut olduğunu görmeyerek, seçkin filozof onu, ora­da tabiatın kanunlarının lûtfu ilahîninküerle çakışacağı müstakbel bir dünyada var olması gereken ahlâkî kanunun bir postulatı yapıyor. Kısa­cası, onun için, bu bağ apriori sentetik bir bağdır. Bize göre, sentetik mü­nasebet evet, ancak apriori değil.Zira dinî öğretimler bir yana konulursa, taraftarlarına verilen her mü­kafat için bütün şu düşünceler sırf rasyonal ahlâkî kanun fikrine tama­men yabancı olmak üzere, ölümden sonraki bir varlığa ve hele ebediyen mutlu bir hayata izin vermeksizin onlara değer, haysiyet ve tek kelime ile liyakat kazandıracak olan, mükemmel adil bir ahlâkî kanun pekâlâ tasav­vur edilir. Bu düşünceler, insanı kesinlikle düşman iki kısma bölmek su­retiyle başlamış bulunan formel bir ahlâka daha da yabancıdırlar. Haki­katen, hissedilebilir olanı ahlâkî alandan acımasız bir biçimde sürüp at­tıktan sonra, hangi prensib adına, onun kaderi hakkında sonuçta yuma-şanmaya gidilmektedir? Kapıdan kovduktan sonra onu pencereden sok­mak ve ona meşruluk içerisinde yaşama hakkını vermek nedendir?Eğer, ahlâkî kanunun içerisinde ifa olunan bu adaletin üstüne, irade­nin ve hassasiyeten iki düzenini simetrik kılan, daha yüksek bir başkası­nın konmasını mecbur etmek için ısrar edilirse, ikinci hayat ve müstakbelsaadet postulatlarına intisap etmeksizin, gerektiğinde biz bunu kabul edebiliriz, işlem gayet basittir. Ödeşmiş olmak için, sadece bu terimler silsilesinin formülünü döndürmek gerekir. Ona karşı ödevlerimizin nor­mal olarak yerine getirilmesi hususundaki doğruluğumuzun toplum ta­rafından ödüllendirilmesini mi düşünüyoruz? Onun bize borçlu oldu­ğundan çok daha fazlasını biz ona mecbur değil miyiz? Şu halde fertlerin ve toplumların her şeyi borçlu oldukları kâinatın yaratıcısı hakkmda ne demeli? Hangimiz, Tann'nın ellerinden varlığını, hasselerini, güçlerini, maddî ve manevî imkânlarını ve elde mevcut tasarruflarını peşin olarak almamıştır? Fakat, bu durumda, bir mükâfatı arzu etmek yerine, bizim iyi gidişatımızın, bir borcun ödenmesi, hatta onları kendisinden isteme­den önce Yaratıcının bize lütuf ve ihsan ettiği sayısız nimetlerin bir şük­ran nişanesi olarak mülahaza edilmesi gerekmez mi?Böylece, bizim hareket tarzımızdan tabii ve otomatik olarak sonuçlan­mayan tüm gelecek reaksiyon, ahlâkî gerçeğin tesisinde apriori suretiyle bizzat kendi kendine bedihi veya zorunlu olarak ne isbat ve ne de iddia edilebilir. En nihayet, ceza düşüncesine uygulandığında bu apriori mu­hakemenin herhangi bir geçerliliği olacaktır; ve muhtemelen Kur'ân-ı Ke­rim onu bazan işte bu münasebetle kullanmaktadır. Hakikaten, bugün kendilerini mesut hisseden suçluların sonsuza kadar cezasız olarak kal­mayacakları doğrudur. Ya yaratılış boşunadır veya adaletin bir "avdet"i muhakkak olacaktır[366] "insan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanı­yor?"[367]. Ancak gelecek bir saadet düşüncesinin fazilet düşüncesi ile iç­ten bir bağı bulunmadığından ve armonilerini gerektiren aklî bir prensi­bin yokluğu karşısında, onları koordine etmek ve aralarında maksatlı bir sentez tesis etmek için, bizzat kendi insiyatifi ile beşerî veya müteal, hür bir kanun koyucu müdahale etmediği müddetçe, bizim zihnimizde onlar ayrıdırlar ve öyle kalacaklardır.Kur'ânî ahlâk, zaten bütün dinî ahlâklar gibi, ilk önce ahlâkî olanla hissedilebilir olanı kesinlikle birbirinden tecrit ederek ve sonra da, ancak bir bakıma çok geç olarak, onları uzlaştırmaya geri dönmek suretiyle bu felsefî çelişkinin içersine düşmemiştir. Bu, ilk hamlede insanı, orada kalb ve ruhun irade ile işbirliği yapmaktan geri durmadıkları bütün yapısı içe­risinde göz önünde bulunduran bir ahlâktır. Üstelik, bu ahlâk için, ruhun ölümsüzlüğü ve Allah'ın varlığı postulatlar değil, fakat bir hareket nok­tasıdır; onlar ilkin bizzat kendileri için teessüs etmiş bulunan ve sırasın­da müeyyideler sistemini tesis eden inançlardır. Kur'ân-ı Kerim'in ve vahyolunmuş bütün kitapların, Allah'ı sadece yaratıcı ve kanun koyucu değildir, aynı zamanda O, âdil ecr ve mükâfat vericidir. Oysa, aşikârdır ki, bu tür anlayışlarda, müeyyide tarzları üzerinde düşünme, daha tutar­lı bir gelişme bulacak ve çeşitli ihtiyaçlara âdil bir cevap sağlayacaktır. Kendini büsbütün eylemlerine vermiş bulunan insanın, onların sonuçla­rına tamamen katlanmasından daha normal bir şey var mıdır? Diğer ta­raftan onunla Tanrı'run ödevin kanununu tesis ettiği iradî fiil, aynı ilâhî düşünce içerisinde, onunla onun ecir ve mükâfatın genel prensibini koydu­ğu fiile paralel bulunmaktadır. (=11 A, 2B)[368] Daha da alası, burada bir olgu olarak, bir va'd veya bir buyrultu ola­rak verilen, faziletin ve saadetin, fenalığın ve cezanın bu bağlantısı, hak­lıların ve haksızların bu ayırımı kimi zaman, hakîm ve âdil bir Tanrı kavramından hareketle dedüktif bir muhakemenin zorunlu bir sonucu gibi sunulmuştur. "Suçlulur" diye okuyoruz Kur'ân-ı Kerim'de, yoksa kendilerini hayatta ve ölümde, iman edip dürüst işler işleyenlerle bir tutacağı­mızı mı sanırlar? Bu ne kötü bir muhakeme!"[369] "Biz, iman edip doğru-dü-rüşt işler işleyenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar, yahut, kötülükten sakınanla­rı kötüler gibi mi tutacağız?"[370] "Kendilerini Allah'a teslim etmiş bulunan müslümanlan, mücrimler gibi mi tutacağız? Size ne oldu? Nasıl böyle hükme­diyorsunuz?"[371] Şüphesiz, zorunlu olmak için, bu dedüksiyonun genel mükâfat ve mücazat düşüncesiyle sınırlanması ve onun tarzlarını belirlemek iddi­asında olmaması gerekir. Meselâ, beşeri iradenin anlık fiili veya hatta bu sınırlı hayatta sebatkâr çaba veya ebedî hayatta sonsuz bir ecir ve müka­fat arasına rasyonal bir ilişki konulabilir mi?[372]. Fakat, eğer bu tür bir ecir ve mükâfat, bizzat o halde itibar olunan amellerimize borçlu değilse ve öyle olamazsa, artık o bir va'din, bir taahhüdün konusu olmaktadır; O, Allah ve insan arasında akdolunan bir mukavelenin ivazıdır[373] Elverir ki, hiç olmazsa bizim amellerimiz ahlâkî bakımdan çok şeye değsin, onlar saf ve kusursuz olsunlar, kısacası onlar Allah tarafından kabul edilmiş ol­mak için istenen şartları doldursunlar; ki bu, bizim içinde bulunduğu­muz durumda, emin bir şekilde hakkında hüküm verilmesi imkânsız bir şeydir.Ona göre doğruların cennete kabulünün sadece ilâhî inayetin bir ih­san olduğu Peygamberî formül [374] ve bu semavî mirastan bizim eylemle­rimize borçlu olan bir karşılık şeklinde söz eden Kur'ânî ifadeler [375]ara­sındaki zahiri tezat bu nüanslarla açıklanmaktadır.


[82] Aynı bir fikri açıklayan, her ayetlere atıf grubunu takiben, Mekkî nâsları "A" harfiyle ve Me­denî nasları da "B" harfiyle göstermek suretiyle, biz bunun hesabım yapacağız.

[83] el-Bakara 2/275; en-Nisâ 4/7,11,12,24, tekrar, 103; et-Tevbe 9/60; el-Mücadele 58/3; el-Müm-tehine 60/10(=lOB)

[84] en-Nisâ 4/66.

[85] el-Ahzâb 33/36.

[86] en-Nisâ 4/66.

[87] Bk. özellikle en-Nisâ 4/11, 12, 24; et-Tevbe 9/60; el-Mümtehine 60/10.

[88] Bu arada işaret edelim ki, Islâmın kendilerine sadece bir tasdik ve zorunlu bir tamamlamayı serdetmeyi istediği, islâm dininden önceki vahiyleri de Kur'an-ı Kerim, aynı objektif tavırla sunmayı ihmal etmemektedir.

[89] Bu çeşit bir kuruntudan kaçınmak için biz, ya mükâfat bakımından bu sizin için daha avan­tajlıdır, veya bu, sizin ruhunuz için, sizin iç varlığınızın kemâle erişmesi için, daha büyük bir iyiliktir şeklindeki iki farklı yoruma elverişli ifade olan: "bu sizin için daha hayırlıdır" de­mekten ibaret bulunan formülleri bu kategoriden çıkardık. Aynı nedenle, bizzat kendisine karşı adaletsizliği mahkum eden formüîler arasından, muhtevası, sadece ahlâki bakımdan le­kelenme ve düşme vakıasına değil, fakat aynı şekilde kendini cezaya terk etme vakıasını da ifadeye temayül edenleri de atladık.

[90] el-En'âm 6/90; Yûsuf 12/104, el-Mü'minûn 23/72, ez-Zümer 38/86, eş-Şûrâ 42/23, et-Tûr 52/40, el-Kalem 68/46{=7A)

[91] el-Bakara 2/256; Âl-i îmrân 3/20; el-Mâide 5/92,99; el-En'âm 6/90; Yunus 10/99,108; er-Ra'd 13/40; en-Nahl 16/82; Sad 38/87; ez-Zümer 39/41; eş-Şûrâ 42/48; ez-Zuhruf 43/44; et-Teğâ-bûn 64/12; el-Mülk 67/52; el-Hâkka 69/48; el-Müddessir 74/54; el-Insan 76/29; Abese 80/11; en-Nâziât 81/11-27; el-Ğaşiye 88/21-22; (=17A, 4B)

[92] el-Enbiyâ 21 /5; eş-Şu'ara 26/224; Yasin 36/69; es-Saffat 37/36; ei-Hâkka 69/41; et-Tûr 52/30;

(=6A)

[93] et-Tûr 52/29; el-Hâkka 69/42; (=2A)

[94] el-Enbiyâ 21/5; (=1A)

[95] el-A'râf 7/184; el-Mü'minûn 23/70; Sebe' 34/8^6; es-Saffat 37/36; ed-Duhan 44/14; et-Tûr

52/29; el-Kalem 68/2-51; et-Tekvîr 81/22; (=10A)

[96] eş-Şu'ara 26/210; et-Tekvîr 81/25; <=2A)

[97] el-A'râf 7/203; Yûnus 10/15-37-38; Hûd 11/13-35; Yusuf 12/111; en-Nahl 16/101; el-Enbiya 21/5; el-Furkân 25/4; es-Secde 32/3; Sebe' 34/8-43; eş-Şûrâ 42/24; ei-Ahkâf 46/8, et-Tûr 52/33; el-Hâkka 69/44; (=17A)

[98] en-Necm 53/3; (=1A)

[99] el-Bakara 2/2-5-97-137-150; Âl-i Imrân 3/20-103-138, el-En'âm 6/157; el-A'râf 7/52-158-203; et-Tevbe 9/18-33; Yûnus 10/57-108; Yusuf 12/111; en-Nahl 16/64-89-102; Tâhâ 20/135; en-Nur 24/54; en-Neml 27/2,77; el-Kasas 28/49,85; er-Rûm 30/3-5; es-Secde 32/3, el-Ahzâb 33/4; Sebe' 34/24; ez-Zümer 39/18; Fussilet 41 /44; ez-Zuhruf 43/24; el-Casiye 45/11-20; el-Fetih 48/28; en-Necm 53/2-23-30; es-Saf 61/9; el-Kalem 68/7; ed-Duhâ 93/7; Alâk 96/11.

<=3OA, 14B)

[100] el-Fatiha 1/5; el-Bakara 2/256, Âl-i İmrân 3/101; en-Nisâ 4/46; el-En'âm 6/39-126-153-161; en-Nahl 16/76, el-Isrâ 17/9; el-Kehf 18/1; Tâhâ 20/135; el-Hacc 22/67; el-Mü'minûn 23/73; en-Nur 24/46; er-Rum 30/30; Yasin 36/4-61; ez-Zümer 39/28; eş-Şûra 42/52; ez-Zuhruf 43/43-61; el-Ahkâf 46/30; el-Mülk 67/22; el-Cinn 72/2; ct-Tekvîr 81/28; el-Beyyine 98/3-5;

(=2OA, 6B)

[101] en-Nisâ 4/174; el-Mâide 5/15; el-En'âm 6/104-122; el-A'râf 7/157-203; el-Enfal 8/16; îbra-him 14/1; en-Nûr 24/35-40; ei-Ahzâb 33/46; en-Neml 25/20; ez-Zümer 39/22; eş-Şûrâ 42/52; el-Casiye 45/20; el-Hadîd 57/9; et-Tegâbün 64/8; (=12A, 5B)

[102] oz-Zümer 39/23; (=1A)

[103] er-Rûm 30/30; (=1A)

[104] en-Nahl 16/9; (=1A)

[105] el-Müzzemmil 73/5; et-Tânk 86/13-14; (=3A)

[106] ibrahim 14/27; (=1A)

[107] el-Bakara 2/135; Âl-i Imrân 3/95; en-Nisâ 4/26; el-En'âm 6/90; en-Nahl 16/123; el-Enbiya 21/92; el-Mü'minûn 23/52; es-Saffat 37/37; eş-Şûrâ 42/13; (=6A, 3B)

[108] el-En'âm 6/115, en-Nahl 16/76; (=2A)

[109] el-Bakara 2/26*91-109-119-213; Âl-i tmrân 3/60-62-108; en-Nisâ 4/105-170; el-Mâide 5/48-83-84; el-En'âm 6/5-66-114-115; el-A'râf 7/181; el-Enfal 8/6-7-8; et-Tevbe 9/33; Yûnus 10/35-53-94-108; Hûd 11/17-102; er-Ra'd 13/1-19; en-Nahl 16/102, el-lsrâ 17/81-105; el-Kehf 18/25-56; Meryem 19/34; el-Enbiya 21/18; el-Hacc 22/6-62; el-Mü'minûn 23/70-90; en-Neml 27/48-53; Lokman 31 /30, es-Secde 32/3; el-Ahzâb 33/4; Sebe' 34/6-48-49; Fâtır 35/24-31; es-Saffat 37/37; ez-Zümer 39/2, 41; el-Mü'min 40/5; Fussilet 41/42, 53; eş-Şûra 42/17-24; ez-Zuhruf 43/30-78; el-Câsiye 45/6; el-Ahkâf 46/7-30; Muhammed 47/2-3; el-Fetih 48/28; Kâf 50/5; ez-Zâriyât 51/23; es-Saff 61/9; el-Hâkka 69/51; (=47A. 23)

[110] el-En'âm 6/57,157; Hûd 11/17; en-Neml 27/79; el-Ankebût 29/49; el-Mü'min 40/66; Mu­hammed 47/14; el-Hadîd 57/9; et-Talâk 65/11; el-Beyyine 98/1,4; (7A, 4B)

[111] el-Bakara 2/129,151,282; ÂI-i Imrân 3/164; en-Nisâ 4/113,166; Hûd 11/14; Tâhâ 20/14,114; el-Cum'a 62/2; (=2A, 7B)

[112] el-Bakara 2/129,151, 231, 269; Âl-i îmrân 3/164; en-Nisâ 4/113; Yûnus 10/1; el-İsrâ 17/39; Lokman 31/2; el-Ahzab 33/34; ez-Zuhruf 43/4; el-Kamer 54/5; el-Cum'a 62/2; (=5A, 8B)

[113] el-Bakara 2/256; Lokman 31/22; (=1A, İB)

[114] Yûnus 10/57; cl-îsrâ 17/82; Fussilet 41/44; (=3A)

[115] el-Bakara 2/129,151; Âl-i tmrân 3/164; el-Cum'a 62/2; Abese 80/3; eş-Şems 91/9; (=2A, 4B)

[116] el-En'âm 6/122; el-Enfal 8/24; el-Furkan 25/22; (=2A, İB)

[117] et-Tevbe 9/122; en-Nahl 16/43; el-Enbiya 21/7; (=2A, İB)

[118] el-Beled 90/11-17; (=1A)

[119] el-Ahzâb 33/21; el-Ahkâf 46/35; el-Mümtahine 60/4; es-Saff 61/14; (=1A, 3B)       

[120]el-îsrâ 17/110; el-Ahkaf 46/67; (=2A)                                                                 

[121] eş-Şûrâ 42/15; MA)                                                                                         

[122] el-Bakara 2/148; ÂI-i Imrân 3/114; el-Mâide 5/48; el-Mü'minûn 13/61; (=1A, 3B)

[123] Hûd 11/7; el-Kehf 18/7; el-Mülk 67/2; (=3A)

[124] el-tsrâ 17/53; (=1A)                                                                                           

[125] en-Nisâ 4/171; et-Tevbe 9/119; ez-Zümer 39/33; (=1A, 2B)                                   

[126] en-Nûr 24/30,31,33; el-Ahzab 33/32,33; el-Meâric 70/29,30; el-Müddessir 74/4; (=2A, 5B)

[127] eî-Bakara 2/168,172; el-Mâide 5/4,5; en-Nahl 16/114; (=1A, 4B)

[128] el-Bakara 2/177; el-Kehf 18/28; el-Müddessir 74/7; (=2A, İB)

[129] el-Furkan 25/63; (=1A)

[130] en-Nisâ 4/94; el-Hucurât 49/6,12. (=3B)

[131] en-Nahl 16/90. (=1A)

İhsan kelimesi " iyi etmek, bir şeyi en mükemmel bir şekilde yapmak müte-

addi fiilinden; veya " iyilik etmek lazım fiilinden gelmektedir.

[132] el-lsrâ 17/23,24. (=1A)

[133] el-En'âm 6/151; el-îsrâ 17/23; el-Ankebût 46/8; el-Ahkâf 46/15. (=4A)

[134] . el-Bakara 2/229,231; en-Nisâ 4/19; et-Talâk fo/2. (=4B)

[135] el-Bakara 2/23; et-Talâk 65/6. (=2B)

[136] el-Bakara 2/233,236; et-Talâk 65/7. (=3B)

[137] el-Bakara 2/229,236,241; el-Ahzab 33/49. (=4B)

[138] el-Bakara 2/177; en-Nahl 16/90; el-Isrâ 17/26. (=2A, İB)

[139] en-Nisâ 4/36; (=1B)

[140] el-Bakara 2/177; et-Tevbe 9/60; el-Isrâ 17/26. (=1A, 2B)

[141] el-Bakara 2/177; en-Nisâ 4/36; et-Tevbe 9/60; el-Isrâ 17/26; el-Meâric 70/24,25. (=2A, 3B)

[142] el-Bakara 2/267; Âl-i Imrân 3/92. (=2B)

[143] el-Beled 90/14,16. (=1A)

[144] el-Bakara 2/177; et-Tevbe 9/60; el-Beled 90/13. (=1 A, 2B)

[145] el-Bakara 2/282; el-En'âm 6/152; el-îsrâ 17/35. (=2A, İB)

[146] er-Ra'd 13/22. (=1A)

[147] el-Bakara 2/282, tekrar. en-Nisâ 4/58,127,135; el-Mâide 5/8; el-En'âm 6/152; el-Âraf 7/29; en-Nahl 16/90; eş-Şûra 42/15; el-Hadîd 57/25. (=5A, 6B)

[148] el-îsrâ 17/35; er-Rahman 55/7,9. (=2A)

[149] el-Bakara 2/282,283; et-Talâk 65/2. <=3B)

[150] en-Nisâ 4/135; el-En'âm 6/152. (=1A, İB)

[151] el-Bakara 2/283; en-Nisâ 4/58; el-Meâric 70/32. (=1A, 2B)

[152] el-Bakara 2/177; el-Mâide 5/1; Yûsuf 12/20; ei-Meâric 70/32. (=2A, 2B)

Milletlerarası münasebetlerde, Kur'an-ı Kerim'in bu ödevi hangi ısrar ve hangi açıklıkla beyan ettiğine bilhassa dikkat ediniz: "Bir millet, diyor O, diğer milletten sayıca daha çok, daha güçlü ve müreffeh olduğu için {veya öyle olması maksadıyla) mî kendinize, yeminleri­nizi bozmaya ve onları aranızda bir hile ve fesad mevzuu edinmeye izin veriyorsunuz? Al­lah bu farklılıklarla sizi imtihan etmekten başka bir şey yapmıyor..." (en-Nahl 16/92). Görül- düğü gibi, bu ifadelerin, yakıcı bir güncelliği mevcuttur. Burada, günümüzün büyük sorunu hakkında taptaze, kısa bir hitabeyi okuduğunuz intibaına sahip olmuyor musunuz ? Ve yir­minci yüzyılımızda, her zaman olduğundan daha ziyade kasıp kavuran cihanşümul çatışma­nın davalarını tescil etmek suretiyle, daha iyi özetlemek mümkün müdür?

[153] el-Haşr 59/9. (=1B)

[154] el-Ârâf 7/199; en-NÛr 24/22; el-Furkân 25/63,72. (=3A, İB)

[155] er-Ra'd 13/22; el-MüminÛn 23/96. (=2A)

[156] Âl-i îmrân 3/104,110,114; el-Ârâf 7/157,199. (=2A, 3B)

[157] et-Tevbe 9/71. (=1B)

[158] en-Nisâ 4/114. (=1B)

[159] Aynı ayet. (=1B)

[160] el-Mâide 5/2. (=1B)

[161] ei-Beied 90/17. (=1A)

[162] ÂI-i Imrân 3/103. (=1B)

[163] er-Ra'd 13/21. (=1A)

[164] es-Saff 61/9. (=1B)

[165] el-Haşr 59/10. (=1B)

[166] en-Nahl 16/125. (=1A)

[167] el-Bakara 2/228,232,233,234,235,240,263; en-Nisâ 4/5,8,114; el-Ahzâb 33/32. (=11B)

[168] el-Bakara 2/177, el-En'âm 6/136. (=1A, İB)

[169] en-Nûr 24/54. (=1B)

[170] el-Ârâf 7/185; er-Rûm 30/8; el-Ahzâb 33/29. (=3A)

[171] d-Ahzâb 33/41. (=1B)

[172]en-Nahl 16/78; el-Kasas 28/73; ez-Zuhruf 43/12,14; el-Vâkıa 56/63,64. (=4A)

[173] et-Tevbe 9/129; ez-Zümer 39/38. (=1A, İB)

[174] el-Kehf, 18/23. (=1A)

[175] el-Bakara 2/165; el-Mâide 5/54. <=2B)

[176] ei-Bakara 2/21; ez-Zâriyât 51/56. (=1A, İB)

[177] el-Bakara 2/263; en-Nisâ 4/58,59,128; el-Ârâf 7/26; et-Tevbe 9/120; el-lsrâ 17/55. (=2A, 6B).

[178] el-Bakara 2/177,189,269; ÂH îmrân 3/92.

[179] el-Bakara 2/221; en-Nisâ 4/19. (=2B)

[180] en-Nisâ 4/125; el-Mâide 5/50; Fussilet 41/33. (-1 A, 2B)

[181] el-Bakara 2/282; el-Ahzâb 33/5. (=2B)

[182] el-Ankebût 29/45. (=1A)

[183] el-Bakara 2/177; el-Hacc 22/32; ez-Zümer 39/33; el-Hucurât 49/3. (=1A, 3B)

[184] el-Bakara 2/236. (=1B)

[185] el-Bakara 2/180,241. (=2B)                                                                                 

[186] ÂH îmrân 3/123; el-lsrâ 17/24; el-Ahkâf 46/15; el-Vâkıa 56/70; Kureyş 106/3,4. (=4A,1B)                                                                                                           

[187] Âl-i îmrân 3/186; eş-Şûrâ 42/43; el-Ahkâf 46/35. <=2A, İB)                                   

[188] en-Nisâ 4/75. (=1B)                                                                                           

[189] en-Nisâ 4/9. (=1B)                    &n


Konu Başlığı: Ynt: Kurani Davet Sistemi
Gönderen: Ceren üzerinde 25 Mayıs 2016, 21:33:05
Esselamu aleykum.Kur ani kerim allahin emir ve yasaklarını bildirip herkesi islama davet eder.Allahin yolunda giden ve onun emrine itaat edip davetine tebligde bulunan kullardan olalim inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Kurani Davet Sistemi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 31 Aralık 2018, 03:10:26
Aleyküm Selam. Rabbim bu güzel bilgiler için Razı olsun. Rabbim ilmimizi artırsın