Konu Başlığı: Gayret Ve Rıfk Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Aralık 2010, 12:28:41 III- Gayret Ve Rıfk Önceki iki problemin tetkiki, bize Kur'ânî yasamanın perspektifini sezme imkânı verdi. Yalnız ahlâkî gayret değil, maddî gayret dahi, İslâm'ın nazarında ancak dinin hedef edindiği hayırla orantılı bir değere sahiptir. Meşakkatler, bir işe veya ödeve sokulmuş olarak bulunmadığı zaman, hiçbir nass, bize onları bulmaya çalışmaya davet etmez. Tersine, normal hayatın yükü, ağırlığını hissettirdiği zaman, hiçbir şey, bize onu atlatmak yetkisini vermez. Körü körüne taassup veya alelade ve ham sofuluk, aym şekilde bertaraf edilmişlerdir.(Kelimenin geniş anlamiyle) ahlâkî hayrın gerçekleşmesinin, bizim gücümüzün müdahelesini gerektirdiği durumu ele alalım. Şu halde biz, bu gerekliliğin gücü üzerinde kendimizi sorguya çekmek zorundayız. (Yaratıcı gayretin derecelerini tetkik ederken gösterdiğimiz üzere) yalnız aslî ödevimizin gayreti, bir mükemmeliyet ödevi haline gelmez; aynı zamanda gerekirlik yerini, müsaade ve ruhsata, hattâ yasaklamaya bırakırken, gücümüz bütünlüğü içinde kendinin ötesinde birtakım sınır ister veya belirtir mi?Bu soru üzerine bazı naslarla karar verilecek olursa, mücâhede kendini unutarak en yüksek ideali hedef almak zorunda kalacaktır. Böylece Hacc suresinin sonuncu âyetleri içerisinde, aşağıdaki şu emirleri okuyoruz: "Ey müminleri Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki, murada eresiniz." (Kelimesi kelimesine) "Hak Tealâ yolunda hakkıyle ve ancak O'nun için cihad edin[140]ve sure de: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl korunmak gerekiyorsa Öylece korunun.[141]Fakat, Kur'ân'da ve Sünnet'te diğer birçok âyet ve hadisler, açıkça beşerî imkânlarımızdan söz etmektedirler. Bu yolda birinci merhale, Unutmayalım ki, Fransızca'da olduğu gibi, Arapça'da da, bütün sahalarda maddî gayret kadar, ahlâkî gayrete de uygun gelen mücâhede ve mücâdele lâfızları, cins isimlerdir. Muhtevanın burada harbe hiçbir imâda bulunmamasından maada, bize öyle görünüyor ki, bu âyetler, bu müessesenin tesisinden önce nazil olmuşlardır. Gerçekten bu sure, bütünlüğü içinde yalnız hicretin birinci devresine ait olmamakta, aynı zamanda bazı Mekkî istisnaları da ihtiva etmektedir; ve "Nâsih ve Mensuh" adlı kitabında İbn Hazm'a göre, ikinci yansından biraz fazlası, Mekke'ye ait bulunmaktadır. Şu halde nas, burada söz konusu olan meselenin genel anlamında, gayret mevzuunda zikredilmiş olmak için, zarurî niteliğe sahip olarak görünür. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Gerçek mücâhid, nefsine karşı mücâdele edendir.", Tirmfzî, Kitâb-ı Fadâirenin âyetinin zahirî sertliğini yumuşatmak için Sünnet'in bize açıkça verilmiş olduğunu bildirdiği, aşağıdaki âyet yoluyla aşılmıştır. İlgili âyet şöyle buyuruyor: "O halde gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı vazifelerinize dikkat edin.[142]. Gerçekte bu âyet, Allah'ın sıfatlan yoluyla lâyık olması sebebiyle değil, fakat insanların erişebilmeleri sebebiyle amelin sınırını ortaya koymaktadır. Şu halde bu formül, onların güçlerini aşan herşeyden onları muaf tutmaktadır. Fakat o, aynı zamanda, onların bütün güçlerini bu idealin hizmetine koymaya onları teşvik ediyor gibi görünmektedir. Öyleyse, Kur'ânî ahlâk, kuvvetten bitkin düşmeyi, yani aşırı gayret ve çalışmayla hayatı feda etmeyi mi emrediyor?Diğer iki emir, bu karışıklığı gidermeye yetişmektedir: ''Kendilerinizi öldürmeyin. Allah size karşı bağışlayıcıdır.[143]Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.[144] (Hakikat ve mecaz olarak).Ve eğer özel hükümlere kadar inecek olursak, onların tatbikatını, daha insanî ve daha makul kılmakta belirgin bir kaygı göreceğiz. Mahrumiyet içinde veya baskı altında, yalnız ölümün ihtimali, ihlâli mazur kılmaz; aym zamanda daha önce gördüğümüz gibi hastalık, ihtiyarlık, askerî harekât tarafından zorlanan zaruretler ve yolculuk sıkıntıları da bir indirimi, bir te'hiri veya ibadetin yapısında başka herhangi bir değişikliği belirleyebilen birçok sebeplerdir[145].îşte şimdi burası, ödevi duruma adapte etme hususundaki bu Kur'ânî kaygının mana ve hedefini aydınlatmanın yeridir.Her şeyden önce, ödevin belli bir değişikliğe maruz kaldığı durumlar için bunların istisna olduğunu ve kural olmadığını belirtelim. Onlar iki katlı istisnadırlar. Ödevler içindeki istisnalar, esasında dinî ödevlere dayandığından, onlann insanî yükümlülüklerimizle hiç bir ilgisi olmamaktadır. Dürüstlüğe, yapılan taahhütlere sadakate, insanların masum hayatına, mülkiyetlerine, şereflerine v.s. saygıya ait ödevler için binbir şekil yoktur. Onlar, tatbikatlardaki istisnalardır, çünkü onlar, ancak zayıf veya müsait olmayan şahısları muaf ve müstesna tutarlar.Bundan sonra hattâ ilâhî ödevle ilgili bu sınırlı sahada, onlann kalbî imanla alâkalı olmadıklarını ve tamamen onun özünü muhafaza ederek ancak ödevin belli maddî bir cephesini ilgilendirdiklerini hatırlatalım. En tehlikeli güçlükler, mü'minleri namazlarını edadan muaf tutmakta ve haccm tarihinin dışında hiçbir ayarlamaya müsaade etmemektedir. Hatta bu alanda bile adaptasyon, ne yürürlükten kaldırma, ne de terk etmedir.Şu bir gerçektir ki, naslarda açıklanan ve genelleştirmeye hakkı bulunmayan bu değişikliklerin dışında, Kur'ân ve Sünnet, zaruretin kanunu belirleyeceği[146] şeklinde genel bir usûl ortaya koymuşlardır. Ve bu ikisi, normal ve bilhassa dinî uygulamamızda sert ve zararlı bir gayreti bizden uzaklaştırmak için bu zarureti oldukça geniş ve insanî bir veçhe altında tasarlamaktadırlar. Kur'ânî kanunun bu merhametli karakteri üzerinde duran âyetler oldukça çoktur.Bu konuda gayretin itidâlliğine teşvik edici herhangi bir şeyi görmek gerekir mi?Muaflık konusunda Kur'ân'm ifade ettiği anlatım biçimim düşünmek çok faidelidir. O, bunu çok büyük ihtiyatla işlemektedir. Nerdeyse onları bizim anlayışımıza bırakmaktadır. Gerçekte o, durumun kaçınılmaz icâbına göre hareket ediniz, demeye kadar gitmez; o, size böyle hareket etmeniz müsaade veya müsamaha edildi de demez. Eğer ona daha yakından bakacak olursak; zaruretin, yükümlülüğü ortadan kaldırmadığı görülür, ihlâl vâkî olduğu zaman, bu zaruret, ancak bu ihlâlin tesirini kaldırır. O bağışlanır[147]. Fakat daha dikkate değer olan şey, onun, gayretin aşağı bir derecesine müsaade ettiği durumda, hemen zaaf ve gevşeklikle ilgili temayüle mukavemet etmek için cesaretimize seslenmesidir; o, bize bu mukavemetin ihtiva ettiği acılara katlanmamızı ve yılmadan en üstün çözüm yolunu benimsememizi öğütler[148]. Gerçekte, gayretin asaletine dair bu davet, Kur'ân-ı Kerim'in, her an üzerinde durmaya devam ettiği mümeyyiz temadır[149]. Yine o, daha genel bir şekilde, ahlâkî hayrın iki derecesi arasında, bizi bunlardan en değerli ve şereflisini seçmeye, yani katı medenî adaletten[150]çok ulvî cenabhğa, öc almaktan[151] çok bağışlamaya teşvik etmektedir.Şu halde Kur'ân-ı Kerim, bizi asgarî bir gayrete teşvik etmektedir. O, bize ilk güçlükler karşısında gerilemeyi de müsaade etmiyor. Mücâhede etmek, tahammül etmek, sabretmek, daha iyiyi aramak, işte onun prensibi budur.Bununla birlikte Kur'ân, bu davette aşırı dereceye gitmemektedir. O, hizmetkâr ve şevkli gayretimiz önünde, biri maddî, diğeri ahlâkî olmak üzere iki sınır koymaktadır. Bir yandan henüz hastalıktan acı çeken vücut, sıhhatli insamnki gibi, aynı görevi edâ etmek zorunda değildir. Öte yandan, hangi durumlarda olunursa olunsun, başkalarının zararına belli bir uygulamaya kendini kaptırmamak gerekir[152]. Gayretimiz, ödevlerimizin bütünü üzerine hakkaniyetle tevzi edilmelidir. Ruhumuzun hizmetçisi olan bedenimiz, hayatın diğer sahalarında bizi acze uğratacak derecede dar bir idealin hizmetinde yıpranmış ve yaralanmış olamaz. Hakikaten Sünnet, bize şunu öğretiyor: "Senin üzerinde Rabb'ının hakkı vardır. Nefsinin hakkı vardır. Ailenin hakkı vardır... (Başka bir rivâyet-te, misafirlerinin veya ziyaretçilerinin hakkı vardır,) Öyleyse her hak sahibine hakkını ver![153].Esasen, birçok kez ve duruma göre, Hz. Peygamber, uzun müddet uyanık kalma ve aralıksız oruç tutma gibiibadetlerde aşın uygulamayı menetmiş, kınamış veya mahkum etmiştir. Bir yolculukta Hz. Peygamber, halkın izdihamını ve birisini güneşten gölgelediklerini görerek: "Bu adama ne oluyor?" diye sordu. Ashab da: "Oruçludur yâ Resûlallah!" dediler. Resûlallah: "Yolculukta (yani böylesine meşakkatli yolculuk esnasında) oruç tutmak arzu edilen ibadet cümlesinden değildir[154] buyurdu. Bu fırsatlardan birinde, Ramazan ayında, bizzat Resûlallah oruçlu idi; fakat o, halka örnek vermek için, bir bardak su istedi ve halkın gözleri önünde onu yukarı kaldırarak orucunu bozdu[155]. Başka bir yerde de buna benzer bir olay geçmişti: Bir gün Resûlallah, iki oğlunun arasına yaslanmış, sallanmakta olan bir ihtiyar gördü. "Bu adamın nesi var?" diye sordu. Onlar: "O kendi kendine yaya olarak hacc yapmaya adakta bulunmuş" dediler. Bunun üzerine Resûlallah: "Hiç şüphesiz Allah, bu kimsenin kendi kendine azap etmesinden müstağnidir[156] buyurdu ve ona bir binek almasını emretti.Bununla birlikte aynı Sünnet bize, Hz. Peygamberin, başkalarına benzerini tavsiye etmediği pek büyük bir gayreti harcamak alışkanlığının bulunduğunu nakletmektedir. Hiçbir zaman o, bütün bir gece uyumuyordu. Bazen ö, gece namazında ayaklan şişinceye kadar ayakta duruyordu. Özellikle Ramazanın son on günü esnasında bütün geceyi namaz kılarak geçiriyordu ve Ashabını da aynısını yapmaya teşvik ediyordu[157]. Kimi kez o, gece ve gündüz, aralıksız günlerce oruç tutuyordu. Ona aynı amelin yapılmasını yasakladığı ileri sürüldüğünde, o: "Şükreden bir kul olmayayım mı?[158] diye cevap verirdi; ya da: "Ben sizin gibi değilim, Rabbim beni yediriyor ve içiriyor[159]derdi.Burada biz, öğülen gayretin izafî karakterini anlıyoruz. Yalnız maddî güç değil, aynı zamanda ahlâkî güç de insanlar arasında eşit şekilde pay-laştırılmamıştır. Bazıları için, aşırılık ve taassup denilebilecek olan şey, diğerleri için de mutlaka öyle olmaz. Sevgi, korku veya ümit, ruhu takviye ettiği zaman, insanın maruz kaldığı bütün sıkıntılar, artık hissedilmez, en azından onlar daha katlanılabilir olur, her halükârda daha az zararlı olur. Onlar, kalbe sevinç, fedakâr ruha saadet sağlar. İşte bundan dolayı ilk müslümanlardan belirli bir sayı, bu cömert fedakâr ruhu ifade etmektedir ve onların jestleri hiç kimse tarafından inkâr edilmemiştir. Kur'ân-ı Kerim, Suheyb'in şecaatli ameline işaret etmektedir[160]. Bu zat, müşrikler, Peygamberin ve onunla hicret etmek isteyen Ashabının izini bulmaya çalıştıkları zaman, malını ve hattâ canını bu yola koymuştu. Bir defasında iz sürenler, onun yanma vardığında, o bütün imkânlarıyla kendini savundu ve ancak terk edilmiş olan mülkünde sakladığı hazinesini onlara vererek kurtuldu. Sıkı ödevin o kadar müşkülpesent olmadığı açıktır. Fakat söz konusu bu fedakârlık Hz. Peygamber tarafından medhedirmek-ten geri kalmamıştır[161].Belki, Uhud harbinde yaralanmış olan iki kardeşin kıssası bilinmektedir. Ordunun yeni bir hareketini haber alır almaz, onlar birbirlerine, nasıl arkada oturup kalınır ve Peygamberin herkes ile başbaşa yola çıkmasına seyirci olunur? Öyleyse haydi gidelim! dediler. Onlardan biri daha az ağır bir şekilde yaralı olduğundan, belli bir müddet kardeşini sırtında taşıdı ve onlar orduya yetişinceye kadar, belli bir mesafe boyunca da onun yürümesine izin verdi. Başka örnek alınacak bir hareket de, Peygamber tarafından müslümanlara yapılan hicret davetine icabet etmeyi arzulayarak ona Medine'de yetişmek mümkün olan, oğullarından kendini seyyar bir yatak üzerinde götürmelerini isteyen ve yolda ölen Mekke'li ihtiyar bir zatın hareketidir[162].Şu halda Hz. Peygamber, onlara gayretlerini iyi kullanmalarını sadece zayıflara merhamet sadedinde tavsiye etmiştir. O, onlardan güçlerini, ölçüsüz ve zararlı bir gayretle saçıp savurmadan tutumlu kullanmayı istemektedir. O, nefret veya aşırı hoşgörürlük, kopma veya işten uzaklaşma, dengesizlik veya daha az önemli olmayan diğer ödevlerin ihmâli gibi onlardaki şiddetli hırsların tepkilerinin önünü almayı amaçlamaktadır. O, herşeyden önce, tiksindiği[163] bilhassa sun'î muameleyi ve istemeyerek yapılan tarzları bertaraf etmeyi hedef almaktadır. Fakat onun halka karşı gösterdiği bu merhamet, ne kendinde, ne de isteyen ve onu takip edebilen kimselerde, kendilerine karşı daha cesaretli, ancak aynı zamanda aklî ve ahenkli bir gayretin çok belirgin bir gereğimi hariç bırakmaz.Kısacası, sertlik ile yumuşaklığın birbirine karıştığı bir sentez söz konusudur, Bu konuda Kur'ânî doktrin ne kadar iyi olmalı ki, nass, tek bir âyette bu iki kavramı cemmettiği zaman, biz, dayanağımıza bizzat nassın şehâdetini göstermekten daha isbatlayıcı birşey bulmuyoruz:"Hak Teâîâ yolunda hakkiyle ve ancak O'nun için cihad edin. Hak Teâiâ sizi seçti, dinde darlık, güçlük vermedi.[164] Benzer ifadeler, aynı şekilde Hz. Peygamberin lisanında da vardır. Gerçekte ona göre, İslâmî nizamı belirleyen bu çift yönlü karakteri birlikte toplayan şeydir ki, o aynı zamanda hem "dayanıklı" C&* ve hem de "esnek" j~i yani uygulanabilirdir. "Öyleyse ona yumuşaklıkla girin.[165] diye sonuca bağlar o; çünkü "hiç bir kimse yoktur ki bu din hususunda amellerim eksiksiz olsun diye kendini zorlasın da din, ona galebe etmesin ve ezilip büsbütün amelden kesilmesin.[166].Asil ve mutedil gayret"ten mürekkep olan bu kavramın muhtevasını tayin edebilecek bir davranış çizgisi çizmek mümkün olacak mıdır?Tariften evrensel olarak geçerli matematik bip formül kasdedilirse, ister dışardan, ister içerden olsun, tarif edilen şeyi bir tarafa bırakmak gerekir. Önce ona dışardan bakalım.Hiç şüphesiz ana hatlarıyle denilebilir ki, tarifi yapılacak kavramın oluştuğu iki unsurun diyalektiği onları atâlet ile hırs arasında orta bir tutuma götürmelidir.Fakat bu vasatı pozisyon, iki aşın uçtan aynı uzaklıkta bulunan geometrik bir nokta suretinde tasavvur edilemez. Tarafımızdan kontrol edilemeyen binlerce şartlara bağlı olan ferdî imkânlann aşırı farklılığı göz önüne alındığında, tersine genel ölçü, böylesine iki kutup arasında salınan, bazen bir tarafa, bazen öbür tarafa eğilen ve böylece sonsuz dereceleri ihtiva eden merkezî bir bölgeye dayanmak zorundadır. Bu merkezî bölgeyi sınırlamak için, bir seyircinin, her günün tecrübelerine göre, genel duyuya ve kabaca yaklaşık takdirlerine kavuşmaktan başka vasıtası olmayacaktır. Gerçekte biz biliyoruz ki, kuvvet gevşediği ve uyuşukluğa yaklaştığı veya çılgınca ve hummalı bir hal aldığı zaman, biz makul gayreti, muhtelif derecelerde bu ikisi araşma yerleştiriyoruz.Böylece, Kur'ân-ı Kerim, öğütlerini halka yönelttiğinde, O'nun bu genel ölçüyü kullanmayı benimsediği anlaşılmaktadır. îşte bu suretle, soğuk, sıcak, ter, yorgunluk, susuzluk, açlık ve mesleklerimizi yapmaya engel olmayan benzerî güçlükler, Kur'ân-ı Kerim tarafından ahlâkî ödevimizi yerine getirmek için güçlerimizi kullanmaktan da muaf tutmayı gerektirmeyenler cümlesinden addolunmuşlardır. Ve ara sıra çok sevdiğimiz ve bakımları üzerimizde olan fertlerin ihtiyaçlarını karşılamak için, ek bir gayret gösterdiğimiz gibi, aynı şekilde acil bir ödev için de daha fazla tahammül etmek ve daha büyük bir fedakârlığa katlanmak zorundayız [167].Bu haricî tarif ne kadar az sarih görünürse görünsün, onun Kur'ânî metoda kendini uydururken ahlâkîliğin temel mecburiyetlerine cevap veren bu çift taraflı avantajı mevcuttur.Kur'ân-ı Kerimle ilgili olarak, hakikaten biz, şu veya bu uygulamanın muaf tutucu sebeplerinden söz ettiği bütün yerlerde, onun ancak "hasta- lar", "yolcular" v.s... gibi cins isimleri içine alan terimleri kullandığını müşahede ediyoruz. Böyle durumlarda genel olarak güçlüğe verilen yakın mana ile yetinerek, o asla ne hastalığın herhangi bir derecesinden, ne yolculuğun herhangi bir mesafe veya süresinden söz etmez. Öyle ki, fa-kihler, yolcu ismi verilmiş olmak için katedilecek asgarî yolu açıklamaya çalıştıkları zaman, onların görüşleri, bazıları yüzlüğe, diğerleri onluğa, daha başkaları da kilometre birimlerine ait tesbitler yaparak, son derece farklılıklar arzetmişlerdir.Fakat bu belirsizlik, aynı zamanda ahlâkî vicdanın hürriyetini korumak için gereklidir. Onsuz ferdin seçiminde hiç bir serbestlik kalmaz. Bu hem açık, ve hem de esnek ifade tarzı ile Kur'ân-ı Kerim, toplumun bütün üyelerinde müşterek olan ahlâkî bir ortamı tesis etmek için oldukça mütecanis bir çerçeve yaratabilmiş, ve aynı zamanda içinde bir çok değer dereceleri kabul edecek kadar en ufak incelikleriyle de belirtmiştir. Herkes, kendi maddî gücüne ve ahlâkî isteklerine göre, değer hiyerarşisinde az çok yüksek bir basamağa oturarak bu çerçevede faaliyetini icraya çağırılmıştır. Hz.Peygamber'in Ashabının, kendisiyle yolculukları esnasında gıdâî sakınmalar hususunda bir kısmı diğerlerini ayıplamaksızın, çeşitli biçimde hareket ettiğini anlatan bu sahih hadis, işte bu şekilde açıklanmaktadır [168].Kur'ân-ı Kerim, yalnız şu veya bu müsamahanın şartlarını açıklamayı atlayarak bu hususu beşerî vicdana bırakmakla kalmaz, aynı zamanda o, sayıca belirsiz bıraktığı bazı ailevî ve içtimaî vazifelerimizi tayin konusunda, onların sadece insan olarak edâ edilmesi gerektiğini söyleyerek, açıkça ona başvurur [169]. Daha alası! O sık sık iyi ve kötü kavramlarını genel olarak iyi bilinen veya kötü bilinen" ismi altında belirtmektedir. Fakat burada söz konusu olan karmaşık fikrin gerçek ölçüsü, ancak dahilden çıkarılmış olabilir. O, elbette onu ilk ve son olarak dile getirmek için değil, aynı zamanda her tecrübe için yükümlülüklerimizin bütünlüğü içindeki ahengi ihmal etmeden görevimizin ehemmiyetiyle birlikte elde bulunan gücümüzün kapasitesini karşılaştırarak bizden her birimizin sorumluluğuna emanet edilmiş olmak zorundadır.Hiç şüphesiz, ödevden gizli hir sıvışma arzusu ile onu görünüşte aynı tabiattan olan talî durumlara uygulamak için genel kuralının bu esnekliğinden yararlanılabilir. Bu durumda zahir kurtarılmıştır, fakat ahlâkî-lik, bu tasarruftan ötürü tatmin edilmemiştir. Kişinin ancak kendi nefsiy-le samimî olduğu ölçüde ahlâktan söz edilebildiği açıktır. Kur'ân-ı Kerim, işte bu ihtiyatı kulaklarımıza devamlı fısıldamaktadır. O, bu konuda şöyle der: "Her kim açlıktan bunalmak derecesinde çaresiz kalırsa, günâh işlemeyi ve haddi aşmayı kasdetmiyerek (haram edilen etlerden) yiyebilir. Allah bağışlayıcıdır, yarhğaıjıcıdır.[170]Zayıf ve malûl olanlar, hastalar, haccedecek bir şey bulamıyanlar, (Özürlerinde) sadık ve samimi kaldıkça Allah ile Peygamberi katında ayıplanmazlar[171] Genel prensip olarak, o, kaynağını sadâkattan almayacak olan her mazeretin geçersizliğini ortaya koymuştur. "Belki insan birtakım mazeretler ileri sürerse de, öz nefsine karşı şahadet edecek"[172].Aynı şekilde insanın, kötü niyetle değil, fakat bir çeşit gevşeklikle, gerçekten bir engel ile karşılaşmadan önce gayreti bırakması mümkündür, însan, karşılaşacağı güçlükleri önceden tahmin edebilir: Bunu yapmıyorum, hasta olacağım; şunu yapmam, halk ayıplayacak; fakirlere vermem, ben de fakir olurum v.s. gibi. Zamanın çoğu, sırf böyle kuruntulara ait olur veya Kıır'ân'm lisanı ile söylenecek olursa, bunlar şeytanî fikirlerdir: "Şeytan", sizi cömertlikten caydırır ve "sizi fukaralıkla korkutur"; fakat "Allah ise size kalından mağfiret ve bereket va'd eder." [173]Hayır, ancak fiilen görülen bir imkânsızlık veya en azından yeterince tecrübe edinilen şey karşısında geri çekilmek gerekir. İş çok zahmetli görülse bile, her zaman işe itaat iradesi ile başlamak ve koyulmak lâzımdır. "Biz onlara kendilerini öldürmeyi, yahut yurtlarından çıkmayı farz kılmış olsaydık pek azı müstesna olmak üzere o farzı yapmazlardı. Halbuki onlar kendilerine verilen öğüt dairesinde yapılması isteneni yapsalardı, haklarında daha hayırlı olur ve onlar (onların ruhları) daha sağlamlaşırlardı.[174] Gerçekten içinden çıkılmaz bir duruma gelinirse, ilâhî lütufla hemen oradan kurtuluş çaresi ihsan edilecektir. Büyük ruhların tecrübesi, bunu yeterince isbat etmektedir. Hz. İbrahim ile oğlunun misâlini[175] veya Hz. Musa'nın annesinin[176]enmisâlini göz önünde bulundurmak yetişir. Allah'ın iradesine boyujı eğ, kimseler için durum işte böyle olacaktır. "Allah'a karşı vazifesind Üikkat edene, Allah da (onu sıkıntıdan çıkaracak) bir çıkış noktası verir[177]Hiç şüphe yok ki, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet, emin olun, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır[178]Nihayet olabilir ki, esas ödevlerini edâ eder ve fahiş hataları uzaklaştırırken namuslu insanın bu mütevâzî seviyesi ile yetimisin. Elbette bu, mutedil olan bu gayretin seviyesinde orta bir derecede idealini tesbitle başlamak demektir. Bu, hata vasıtasıyla hedef ve amelin birbirine karıştırıldığı hatadır. Amelin itidali, ancak en yüksek değeri hedef alan bir niyetten itibaren hareket etmek zorundadır ve bu yolla uygun bir biçimde elde edilmiş olabilir: kemâlin üstünlüğü. Daha az yüksek seviyedeki her sınırın, zarurî olarak irâde üzerinde yan yankıları olacaktır: durma, eksilme, kifayetsizlik. İmkânlarımıza bakmadan yüce ideal için gerektiği gibi bize mücahede etmeyi emreden Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin[179] başka insanî manaları yoktur. Bize bu üstün hedefi gösterirken ve bizim ahlâkî isteklerimizin bu sınırsız yücelmesi yoluyla onlar, gerçekten gayretlerimizi, kesafetlerinin mümkün en yüksek seviyesine vardırmaya çalışırlar. Biz Kur'ân-ı Kerim'in ne derecede insanları en üstünü arayıp bulmaya ve birinci sıralar için rekabet yarışma girmeye teşvik ettiğini gördük. Hz. Peygamber, bize bu asil cihadın anahtarını ve uyarıcı ilâcını vermektedir. O, maddî işler hususunda bizden daha aşağı olan hemcinslerimizin durumlarına bakarak kendi kaderimizle yetinmemizi bize emrederken, tersine ahlâkî alanda, bakışlarımızı daima bizden üstün olanlara doğru kaldırmamızı ve onları örnek edinmeye çalışmamızı bize canlı bir şekilde tavsiye etmektedir[180]. [140] el-Hacc 22/78. [141] Âl-i îmrân 3/102. [142] et-Teğâbün 64/16. [143] en-Nisâ 4/29. [144] el-Bakara 2/195. [145] Bak, bölüm I, S İl, 2. Buna, bineceği ve yol azığı olmayan kimsenin hacc ve askerlik Ödevinde Özel işlem görmesi gibi, başka misâller de ilave edilebilir. Âl-i Îmrân 3/97; et-Tevbe 9/91-2, [146] el-En'âm 6/119. [147] el-Mâide 5/3; cn-Nûr 24/33. [148] el-Bakara 2/184. [149] en-Nisâ 4/186; eş-Şûrâ 42/43; el-Ahkâf 46/son. [150] el-Bakara 2/237; el-Bakara 2/280. [151] en-Nahl 16/126. [152] el-Müzzemmil 73/20. [153] Krş. Buhârî, Kitâbü'1-Edeb, Bab 84-6. [154] Krş. Buhârî, Kitâbü's-Savm, Bab 35. [155] Aynı yer. Bab 37; Müslim, Kitâbü's-Savm, Bab 37. [156] Krş. Buhârî, Kitâbü'l-'Umre, Bab 58. [157] Aynı eser, Kitâbü'l-Î'tikâf, Bab 1. [158] Aynı eser, Kitâbü't-Teheccüd, Bab 6. [159] Aynı eser, Kitâbü'l-Î'risâm, Bab 5. [160] el-Bakara 2/207. [161] Krş. Suyûtî, Tkfsinı'd-Durrİ'l-Mensûr. [162] Krş. Şâtıbî, Muvafakat, c. IH, s. 254. [163] Sâd 38/86. [164] el-Hacc 22/78. [165] Krş. Ahmed, Enes tarikiyle. [166] Krş. Buharî, Kitâbü'1-îman, Bab 29. [167] et-Tevbe 9/40,81,180. [168] Krş. Buhâri, Kitabü's-Savm, Bab 36; Müslim, aynı konu, Bab 15. Söz konusu hadiste belirtildiğine göre, yolculukta Ashabtan oruçlu olanlar oruç tutmayanları, bu sonuncular da birincileri ayıplamazlardı. [169] el-Bakara 2/228, 233, 236. [170] e]-Mâide5/3. [171] et-Tevbc 9/91. [172] Kıyamet 75/14-15. [173] el-Bakara 2/268. k [174] en-Nisâ 4/66. [175] es-Sâffât 37/103. [176] el-Kasas 28/7-8. [177] et-Talâk 65/2. [178] inşirah 94/5. [179] Meselâ Âl-i Jmrân 3/102; el-Hacc 22/78. [180] Kxş. Tirmizİ, Kitâb-ı Sıfat el-Kıyâme, Bab 58. Konu Başlığı: Ynt: Gayret Ve Rıfk Gönderen: Mustafa Yasin üzerinde 29 Mart 2018, 18:12:16 Selamün aleyküm Allah bizlere gayret edersek mutlaka rızkımızı verir eğer çalışmazsa Allahu Teala rızkınızı vermez Allah razı olsun paylaşımdan
Konu Başlığı: Ynt: Gayret Ve Rıfk Gönderen: Mehmed. üzerinde 30 Mart 2018, 02:55:46 Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru işler yapanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun
Konu Başlığı: Ynt: Gayret Ve Rıfk Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Mart 2018, 03:53:16 Aleyküm Selâm. Ancak gayretli çalışanlar rızkını hakederler. Rabbim bizleri her işinde gayretli olanlardan eylesin inşaAllah
|