Konu Başlığı: SONUÇ Gönderen: Ekvan üzerinde 25 Eylül 2011, 12:31:51 SONUÇ Buraya kadar getirmiş olduğumuz çalışmalar göstermiştir ki, menşe' itibariyle İlâhî olan İslâm Hukuku, kendisine özgü beşerî niteliğe sahip hukukî anlayış ve gelenekleri bulunan toplumsal bir çevrede doğup gelişmiştir. İnsanların hem dünyevî, hem de uhrevî mutluluklarını sağlayıcı bir düzen kurmayı amaç edinen İslâm Dîni ve onun ana kitabını teşkil eden Kur'ân, bu toplumsal çevrenin mevcut gelenek ve hukuk telakkilerini ta'dîl, tashih, bunların mantık ve hakkaniyete aykırı olanlarını kökten değiştirme yoluna gitmiştir. Hz. Peygamberde, Kur'ân'ın en yetkili açıklayıcısı olarak aynı yolda hızlı adımlarla yürümüş ve bu uğurda ümmetine ışık tutucu pek çok hukukî uygulamalar bırakmıştır. Kendisinden sonra da, Onun irşadını gereği gibi kavramış bulunan sahâbîleri ve bunların yetiştirmiş oldukları tabiîler, İslâm Hukuku'nu geliştirme ve şekillendirmede önemli roller oynamışlardır. İslâm Dünyası genişleyip çeşitli kültür ve medeniyet çevrelerini içine alınca, İslâm Hukuku da, tabiî olarak karşılaşmış bulunduğu yeni ve değişik şartlara göre gelişme zorunda kalmıştır. Teba-i tabiîn ve müctehid imamlar devri dediğimiz hicrî II. ve III. yuvalarda, diğer İslâmî ilimler gibi, hukuk (fıkıh) da tedvin edilmiş; kazâî ictihâdların yanında yapılmış olan ilmî ictihâd ve çalışmalar, bir de ona, çevrenin şart ve icablarmı gözönüne alan beşerî bir hukuk niteliği kazandırmıştır. Sonuç itibariyle bu durum, fıkhı mezheblerin (hukukî ekollerin) doğmasına yol açmıştır. Bu arada fıkıh usûlü, yani İslâm Hukuku'nun metodolojisi de ortaya çıkmış ve iedvîn edilme yoluna girmiştir. Burada, fıkıh usûlüne dâir yazılmış olan ve bize kadar ulaşma şansına kavuşan ilk eserin, İmam Şafiî'nin “er-Risâle” adlı ölmez telîfi bulunduğunu anmak gerekir. Dâima insan aklına hitab eden Kur'ân ve re'y ile ictihâd'a büyük bir değer veren Hz. Peygamber'in irşâdlarıyla Kitab ve Sünnet'te hükmü açıklanmamış olan meselelerin ictihâd yoluyla çözümlenmesi pek tabîî idi. Ancak, hicri II. ve III. yüzyıllarda re'y ile içtihada karşı bir reaksiyon şeklinde ortaya çıkan bazı hadîsçiler ve özellikle Zahirîler, fıkhı tamamen nass'lar üzerine oturtmak istemişler; fakat re'y ve içtihada dayanan ilmî ve kazâî faaliyetler devam etmiştir. İslâm cemaati bilginlerinin üzerinde ittifak ettikleri içtihada “icmâ'“ adı verilmiştir. Böylece İslâm Hukuku'nun aslî kaynakları: 1) Kitab, 2) Sünnet, 3) İcmâ' olmak üzere üçe yükselmiştir. İcmâ'ı da ikiye ayırmak mümkündür. a) Kur'ân ve Sünnet'te hükmü belirtilmiş olan bir mesele üzerindeki icmâ'. Bu,, yeni bir hüküm ifade etmemekle birlikte, Kur'ân ve Sünnet'ten çıkarılmış olan hükme kesinlik kazandırır. h) İctihâdî bir mesele üzerindeki icmâ'. Bu da daha geniş bir zemine dayanan toplu bir ictihaddır. İcmâ'in ikinci çeşidi ile kıyas, istihsân, istıslah, istıshab, zerâyi\ örf ve âdetler gibi islâm Hukuku'nun diğer fer'î kaynakları, aklî, teâmülî ve beşeridirler. Bunlara verilen değerlerin ölçüsü de tnezheblere (doktrin ve ekollere) göre değişmektedir. Biz bu tezimizde, İslâm Hukuku'nun fer'î kaynaklarından kıyas, istihsân ve istıslah ile mesâlih-i mürsele üzerinde durduk ve bunlarla ilgili doktriner tartışmalardan çıkardığımız sonuç şu oldu: Bütün İslâm hukukçuları Kitab, Sünnet ve İcmâ' ile hükmü belirtilmemiş olan meseleleri aklî yollarla çözümlemede birleştikleri halde, bu yolda başvurulacak olan metod ve bu metodun adı üzerinde anlaşamamışlardır. Daha çok Hanefîler kıyas, istihsân ve örfe önem vermişler; Mâlikîler kıyas, istihsân ve istıslah'ı ön plâna almışlar; Şâfiîler kıyas, ve istıshab'a sarılmışlar; Hanbelîler ile Zeydîler, bu mezhebler arasında mutedil bir yol tutmuşlar; Ca'ferîlerle Zahirîler istıshâbı kabul etmişler ve nihayet hepsi de, ayrı terimler kullanmakla birlikte, mahiyet itibariyle birbirine yakın olan metodIarla yeni hukukî problemleri çözmeye çalışmışlardır. İslâm Hukukun'da büyük bir yer alan bütün ekoller, ictihad'ı kabul etme noktasında birleşmişlerdir. Ancak, İslâm, hukukçuları, dîn'in icabıdır diye keyfî arzu ve nefsî isteklere bağlı olan görüşlerin ictihâd mahsûlü bir şeymiş gibi ileri sürülmesine razı olmamışlardır. Aralarındaki şiddetli tartışmalar da, ekseriya bu endişenin bir sonucu olmuştur. Ne olursa olsun, ictihâd müessesesini işletmek gerekirdi. Ancak, ferdi ictihâdlara nazaran, mezheb çekişmelerinden uzak, ilmî bakundan esaslı bir işbölümüne göre çalışan ve bu arada eski ictihâdlardan da faydalanan bir kurul (şûra) marifetiyle yapılan ietihâd-lar, daha tatmin edici ve daha doğru olurdu kanısındayız. Bu çalışmalarımızla kıyas, istihsân ve istıslah'ın hukukî birer istidlal vâsıtası olup olmama bakımından taşıdığı önem ve değeri incelemiş; menşe'i itibariyle ilâhî bir hukuk olmasına rağmen, fıkh'ın kemiyetçe büyük bir kısmının, beşerî aklın faaliyetlerine dayandığını ve onun kaynakları arasında yer alan kıyas, istihsân ve istıslah aleyhinde ileri sürülen şeylerin isabetsizliğini tesbit etmiş bulunuyoruz. Yığın, yığın fıkıh mecmualannda yer alan fetva ve hükümleri gözden geçirenler, bizim bu görüşümüzün doğruluğunu kabul ederler sanırız. Ne mutlu ömrünü hak ve adalet için harcayanlara! [729] [729] Dr. Abdulkadir Şener, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istıhsan Ve Istıslah, Diyanet İsleri Başkanliği Yayınları: 157-159. |