๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kıyas Istıhsan ve Istıslah => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 29 Eylül 2011, 17:15:23



Konu Başlığı: İstihsâlini Gelişmesi
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Eylül 2011, 17:15:23
İstihsâlini Gelişmesi:


Sahâbı ve tabiîler, daha sonra ortaya çıkan “re'y”, “kıyas” ve “istihsân” gibi terimlere önem vermezlerdi; fakat görüş, fetva ve hükümlerinde, şüphesiz Hz. Peygamber'in verdiği müsaadeye da­yanarak ictihâd'a başvururlardı. Yine onlar, ictihâdlarında şerîatin ruhundan ve islâm'ın genel prensiplerinden ilham alarak hareket ederlerdi. Meselâ; Hz, Peygamber'in,         

“Zarar verme ve zarar ile karşılıkta bulunma yoktur” [527] hadîs-i şerîfi gibi esasların ışığı altında ictihâd yaparlardı. Demek istiyoruz kî onlar, hüküm ve fetva verirken, daha sonraki devirlerin kıyas ile içtihadında olduğu gibi, müşterek bir illet'ten ötürü aynı durum­da olan diğer bir meseleye uygulanması gereken ve belli bir hükmü içine alan bir nass'ın bulunmasını zarurî görmezlerdi. [528]

Sahâbî ve tabiîlerin bu türlü ictihâdlarına bir çok misâller ve­rilebilir. Biz, burada şu misâllerle yetineceğiz:

1) Dahhak b. Halîfe el-Ensârî'nin bir tarlası vardı. Buraya su, ancak Muhammed b. Mesleme'nin bahçesinden geçerek gelebiliyordu. Muhammed b, Mesleme, Dahhak'ın tarlasına giden suyun kendi toprağından akmasına müsaade etmedi. Dahhak da, durumu, Hz. Ömer'e şikâyet etti. Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme'ye “Sana bundan bir zarar var mı?” diye sordu. O da, “hayır” dedi. Hz. Ömer de, “Vallahi, eğer ben, bu su için senin karnından başka bir geçit bulamasam, onu yine Dahhak'ın toprağına akıtırım” dedi ve verdiği bu kararı yerine getirdi. Görülüyor ki burada Dahhak'ın maslahatı (yararı) vardı ve Muhammed b. Mesleme'nin de hiçbir zararı yoktu; belki her ikisi için de fayda vardı. [529]

2) Hâtıb adlı bir şahsın köleleri, Müzeyne'li birisinin devesi­ni çalıp kesmiş ve etini yemişlerdi. Durum Hz. Ömer'e intikal et­tirildi. O da, hırsızlık suçunu irtikab eden bu kölelerin ellerinin ke­silmesine emir verdi. Sonra Hz. Ömer durumu yakından tetkik etti ve kölelerin sahibi bulunan Hâtıb'a şöyle dedi:

“Senin onları aç bı­raktığını görüyorum. Eğer sen, onları böyle hem çalıştırıp hem de aç bırakmasaydın ellerini kestirecektim; fakat bu durumda onlar­dan cezayı akldırıyor ve sana ağır bir şekilde deveyi tazmin ettir­meye karar veriyorum.” Sonra Müzeyne'li şahsa, “Devenin değeri nedir?” diye sordu. O da, “Vallahi 400 dirheme vermem” dedi. Hz. Ömer de, Hâtıb'a, “Haydi ona 800 dirhem öde.” diye emir verdi, İmam Mâlik'ten bu olayı rivayet eden Yahya b. Yahya el-Leysî, imam Mâlik'in, “Böyle bir malı iki misliyle ödetme işi, memleke­timizde (Medine'de) câri değildir; ancak kişi, böyle bir malı, aldığı günkü rayiç kıymetine göre tazmin etmektedir.” dediğini söyler. [530]

3) Sanatkâr ve ücretle iş yapan benzeri kimseler, ellerindeki mal için yed-i emin sayılırlar. Dolayısıyla onlar, yanlarındaki eşya­yı kendi kusurları olmaksızın telef ederlerse veya bu  eşya zayi olursa, kryasa göre o eşyayı ödememeleri gerekir. Oysa Hz. Ali ve Kadı Şüreyh (Ö. 80 H.), onların böyle bir eşyayı tazmin etmeleri gerektiğine  hükmederlerdi. Şeryh, evi yanan bir kasar (kumaş aklaştıran sanatkâr)'ın, müşterinin malını ödemesine hükmetmiş; o da, “evim yandığı halde onu bana nasıl ödetirsin?” demiş; Şüreyh ise, “onun evi yansaydı, sen ücretinden vazgeçer miydin?” demiştir. [531]

Hz. Ömer, Hz. Ali ve Kadı Şüreyh'in vermiş olduğu bu gibi hüküm­ler Kitab, Sünnet ve daha sonra “Kıyas” olarak tanıdığımız “re'y”e dayanmış değildir; çünkü kıyasa göre Muhammed b. Mesleme, komşusu Dahhâk'e kendi toprağından su yolu verip vermemede hürdür ve Müzeyneli'nin devesini çalanların elleri kesilmelidir. Keza, bir taksiri olmaksızın evi ve bu arada müşterisinin malı yanan kassâr, telef olan o malı ödememelidir. Ancak onlar, bu hükümle­rinde dînin genel presiplerine, zararı def ve maslahatı celbetme esasına uymuşlardır, işte bu gibi hükümlerin esası, belli bir nass'a dayanılmadan yapılan bir ictihad'dır ki, daha sonra buna, “istihsân” adı verilmiştir. [532]

I Goldziher, istihsân prensibini, bizzat Ebü Hanîfe'nin koy­muş olduğunu söyler. (Vienna Oriental Journal, I. 228). J. Schacht'a göre ise, bu terim, Ebû Hanîfe'den önce vardı. Ebû Hanîfe Ebû Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî tarafından da' iyice geliştirilmiştir. [533]  Bize göre de, istihsân sözü terim olarak olmasa bile, tatbikatta bu terimin ifade ettiği ictihâd tarzı, sahâbîler dev­rinden beri mevcuttu. [534]




[527] Mâlik, Muvatta, c. 1. s. 122; Ahmed b. Hanbel, Müsried, c, V, s. 327; İbn-i Mâce, Sünen, c. II, s. 31. Mecelle'nin 19. maddesinde, “Zarar ve mukabele bizzarar yoktur.” denilerek bu hadîs'e işaret edilmiştir.

[528] M. Yûsuf Musa, Târihü'l-Fıkhi'l-İslâmî, s. 254.

[529] İmam Mâlik, el-Muvatta', c. II, s. 122,123; Yahya b. Adem el-Kuregî, Kltâbü'l-Harac, Kahire Matbaatti's-Selefiyye/' 134.7, 'S. slll,ll3:      -

[530] Mâlik, el-Muvatta', c. II, s. 124; el-Bâcî, el-Münteka, c. VI, s. 65.

[531] Şeybâni, el-Âsâr, s. 135; Bayhakî, Sünen, c. VI, s. 122'den M.Y. Musa, a.g.e., s. 255.

[532] M.Y. Mûsa, a.g.e.. s- 256-

[533]  J. Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, s. 112

[534] Dr. Abdulkadir Şener, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istıhsan Ve Istıslah, Diyanet İsleri Başkanliği Yayınları: 115-117.