๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kitap => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 14 Haziran 2012, 18:00:24



Konu Başlığı: Said in taşları
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 14 Haziran 2012, 18:00:24
SAİD’İN TAŞLARI
Said YAVUZ • 48. Sayı / KİTAP


Nuri Pakdil, “Kalemin Yükü” başlıklı yazısında “Edebiyatın içeriği artık genişlemiştir. Genel olarak edebiyat, çağın akımlarını, yürütülen eylemleri kavrayabilme, doğru olarak onları yargılayabilme olanağı da kazandırmalı bize. Ancak yazardır aslında çağının en etkili, en sorumlu, en yiğit, kendisinden en çok korkulan eylemcisi” der. Buna örnek olarak Sartre’ı veren Pakdil, çağdaşları arasında onu öne alanın eylemci tutumu olduğunu ileri sürer.

Çünkü o, Cezayir savaşlarında Fransız yönetimine kafa tutanların başında o geliyordu.

“Yukarıdaki yazar tanımına hangi isimlerden yola çıkılarak varılmıştır?” diye sorsak, vereceğimiz isimlerin ilk sıralarında Edward Said olacaktır. Zalimin yapıp ettikleri, zulme direnenlerin yiğitliklerini de canlı tutmaktadır. Bu nedenle Said adı, Filistin’e reva görülen zulmün bertaraf edilmesi çabalarına güç verecek bir tını taşıyor.

Haftalardır Samuel Becket’in “Godot’yu Beklerken” adlı oyunundaki kahramanlar gibi, elimiz kolumuz bağlı, zavallı bir bayağılık durumu içinde Olmert’in iki dudağı arasındaki “Artık yeter!” ünlemini bekliyoruz. Filistin topraklarından ne zaman çekileceği, ya da çocuk öldürmeyi ne zaman keseceği sadece kendisine kalmış. Onaylamadığımızı belirtir garip sesler çıkartıyoruz; ama sonuçta sadece bekliyoruz. Zarifoğlu’nun Müslümanlarla sınırladığı Filistin sınav kâğıdı, artık bütün “insanım” diyenlerin önüne bırakılmış bulunuyor.

Bizi Godot’yu bekleyenler; yani kralın çıplaklığına şahitler olarak işaretleyen Edward Said’den başkası değildi. 1935’te Kudüs’te başlayan hayatı 1948’de Filistin’in İsrail’e verilmesiyle artık sürgüne dönmüştür. O günden sonra yersiz, yurtsuzdur. Nice zaman sonra otobiyografisine de Yurtsuz adını verecektir. Babasının zoruyla gittiği Amerika’da dereceyle bitirdiği üniversitenin mezuniyet töreninde yaşadıkları onu Batı’nın bu kibirli davranışı üzerine düşünmeye itecek ve bu düşünüş ona “Oryantalizm” kitabını yazdıracaktır. Filistinli olduğu için dereceye girenlere verilen konuşma hakkı elinden alınmıştır.

Üst başlığını “Sömürgeciliğin Keşif Kolu” olarak koyan Cemil Meriç’in “biz yazmalıydık” dediği eserinde Said, Batı’nın Doğu’yu daha iyi sömürebilmek ve kendini onlara model gösterebilmek için onları “cahil, basit ve çirkin” olarak göstermeye çalıştığını ifade etmiştir. Edward Said, İsrail ve işbirlikçilerinin Filistin’i yok saymalarının altında bu hastalıklı bakışın yattığını yüksek sesle dile getirmiştir.

Bütün bunlara Said’in entelektüellerin düşünce dünyalarına ve Ortadoğu’daki aymazlığa kör olanlara yönelen 2000’de Lübnan’daki eylemi eklendi. Bir İsrail karakoluna ortada hiç asker yokken taş atarken çekilmiş resmi ile birlikte dünya medyasınca şiddet yanlısı bir Arap olarak sunuldu. Oysa O, Goethe’den ilhamla Yahudi müzisyen Barenboim’le birlikte Doğu-Batı orkestrasını kurmuş bir insandır.

Elimizdeki kitap Said’in sembolik olarak fırlattığı taşı daha anlamlı ve geçerli kılıyor. Ortadoğu’daki haksızlığın kökenlerine ulaşmak, İsrail’in oyunlarını anlamak isteyenlere, Said’in o bölgenin sürgünü bir insan olarak söyleyeceği çok şey var. Mukayeseli Edebiyat profesörü olan yazarın makalelerindeki sarsıcı karşılaştırma ve tanımlamaları, taş olayından sonra ABD’deki Yahudi lobisi tarafından Columbia Üniversitesi’ndeki akademik görevinden uzaklaştırılması yönünde yapılan onca baskının niçin yapıldığını da açıklamaktadır. Sadece Siyonistler’ce değil Filistinli kimi gruplarca da dışlanan Said, ömrünün sonuna kadar basiretsiz Arap liderleri kıyasıya eleştirmiştir. Özellikle ABD’nin kölesi hâline geldiğini söylediği Arafat’ı ve ona bağlı halkı Kavafis’in meşhur şiirinden hareketle kentlerini yıkmaya gelecek barbarları bekleyen, onlara hazırlık yapan imparator ve halkına benzetir. O akşam barbarlar gelmez ve halk kendi aralarında konuşur: “İyi ama şimdi biz ne yapacağız; onlar, bir tür çözümdü”. Yazar, Filistinliler’in zulmü beklerken uğraşmak zorunda olmadıkları sorunların ulusal ve kültürel hayatlarında ciddi bir bozulma meydana getirdiğini görmüştür. Said, İsrailli bir gazeteciye verdiği söyleşide, Ortadoğu’daki liderler arasında tek aklı başında hareket edenin Nasrallah olduğunu ifade edecektir. “Tanıdığım tüm politik liderler arasında bir tek onun doğru bir zamanlamaya sahip olması ve etrafında kalaşnikof sallayan kimselerin bulunmayışı gerçeği beni etkilemişti”.

İsrail halkının belleğine dair göndermeler yapan yazar, onları Maupassant’ın bir davranışıyla betimler. Maupassant, Eiffel Kulesi’nin Paris’te inşâsının hemen ardından onu reddettiğini açıklayan yazılar yazar, serzenişlerde bulunur. Diğer yandan her öğle yemeğini de kulenin dibindeki bir lokantada yemektedir. Davranışındaki paradoksa dikkat çekildiğinde şu cevabı verir: “Oraya gidiyorum, çünkü Paris’te onu görmek zorunda olmadığımız tek yer oranın içi”. İşte İsrail’in içinde olmak ona ne olduğunu görmek konusunda orada yaşayanlara kati bir kör olma ve yetersizlik vermektedir. Bu nedenledir ki az sonra bisikletine binmiş bir çocuğu bile isteye katledecek olan İsrail askeri, elinde kitabı vecd içinde rabbine(!) yönelmiştir.

Son kıyıma baktığımızda, Said’in, kendilerini, kirlilik denizinde temiz kalmış bir ada olarak niteleyen ve saflıklarını korumak için sadistçe saldıran Yahudiler’in toplu olarak sapık bir tarikatın üyeleri gibi davrandığını söylemekle abartı yapmadığını anlıyoruz.

Yazarından izinsiz ve bağımsız olan, Filistin’deki hareketi Türkiye’de yürütülen terörist faaliyetlerle eş değer gören imzasız yazının kitabın girişine konulması, her şeyden önce yayın ilke ve ahlâkıyla bağdaşmaz. Bu nedenle çevirmenlerinden habersiz konulan bu giriş kısmını yırtıp Said’in taşlarını elinize alabilirsiniz. Ben öyle yaptım.