๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kitabüt Tevhid => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Temmuz 2011, 22:02:25



Konu Başlığı: Îrcâ : Tehir Etme Veyahut Allaha Havale Etme
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Temmuz 2011, 22:02:25
Mes'ele (Îrcâ : Tehir Etme Veyahut Allah'a Havale Etme)


İrcâ'ın tehir etme manâsına geldiği hususunda lûgatçüarın ittifak etmelerinden sonra kendilerine Murcie isimi verüenlerdeki ircâ'm manâsı hakkında ihtilâf olunmuştur. O, «Tehir etti, ona tehir ettirdi»[422] demesi bu­na göredir. Onlar, «Allah'ın emrini tehir ettiler» de dedi.

Haşeviyyeîer; «Hayır işlerinin hepsine iman ismini vermedikleri şeyle Murcielere isim verildi» dediler. Bu ise akim ve lisanın ihtimal dahi­linde bulunmadığı hususlardandır. Lisan bakımından böyle olması, İrcâ'm tehir etme manâsına geldiğindendir. Bu ismin her hayır olana kendine has[423] ismi ile isimlendirilmesi hususunda ve umum ifade eden bu ismin men edilmesinde hiç bir vecih yoktur. Sonra bunun hakikatte hepsine isim olmak veyahut olmamaktan hali kalmaz. Eğer onun ismi olursa, kim bir şeye hakikatte ismi olanla, bilmemekle veyahut inat ederek isim ver­mekten kaçınır. Binaenaleyh bu isimle isim veren bir kimse yoktur. Öyle ise onların hali nedir ki, bütün mahlûkatm arasından özellikle kendilerine bu isim verildi. Eğer onunla, onlara isim vermek lâzım geliyorsa, bu ismi verenlerin kendilerine de verilmesi gerekir. Çünkü onlar, isim verdikleri zaman, onlara has olan is:mleri terkediyorlar. Böylece onlar, bu hare­ketleri ile bu isme müstehak oluyorlar. Sonra onların, iman hayır işlerinin bir araya gelip toplanmasının ismidir demeleri, bu isimi münferid olarak bulunan her hayır işine verilmeyi iptal eder. Bunun üzerine onlara bu husus lâzım gelir. Veyahut hakikatte onun ismi değildir. Kendi ismi ol­mayan şeyle isim verilmeyen kimseye isim vermenin bir yönü yoktur. Ger­çekten o, kendince dinde mezmum olan isimle sadıkların sıfatı olur. Böy­lece Allah katında yalancıların derecesini yükseltmiş, sadık olanların de­recesini de alçaltmış olur. Bu ise aklı selim sahibi olan kimsenin katında büyük bir hatadır.

Amma akla gelince : Akıl, eşyanın hakikatlerini ancak iki yönden idrak eder : Meydana getirilmiş olan şuurların meslek olarak yerine ge­tirdikleri şeyle ki, onlar da duyu organlarıdır. Veyahut ta his ilmindeeve delilin ortaya çıkardığı husustaki düşünce ile. Onda hayır işlerine iman ismini vermeyen kimse hakkında ircâ'm (tehir veya havale etmenin) hakikatini düşünmekte meydana çıkarılan hususlardan bir şey yoktur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bilakis O, kendilerine şahit olmadan onu istisna ederek dinlerini te­hir ettiklerinde onların mezhebidir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Mu'tezile diyor ki; Murcie büyük günahları geri bırakan kimseler­dir. Çünkü onlar büyük günah sahiplerini ne cehenneme gönderirler ve ne de cennete.

Şeyh Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu, onların söyledikleri şey, o amelleri terketme, (Allah'a havale etme)nin lâzım olmasında haktır; fakat zem ile rivayet edilen, eğer zem haberi sadık oldu ise, onlar için değildir. Hak ve doğru olan da budur. Bunun gibisi ile Ebu Hanife (r.h.) «tehir etmeği; Allah'a havale etmeği, kimden aldın?» diye sorulunca, melekle­rin fiilinden aldım diye cevap vermiştir. Çünkü onlara Allah tarafmdan «.,. Sonra eşyayı meleklere gösterip : «— Eğer (her şeyin iç yüzünü bi­len) sadıklarsanız, bunların isimlerini bana haber verin.» buyurarak[424] me­leklere hitap buyurdu. Vaktaki onlar, bilgileri olmadığı husustan soruldu­lar, bu babdaki işi Allah'a havale ettiler. Büyük günah sahipleri için hak ve gerçek olan da böyledir. Çünkü onların öyle hayır işleri[425] vardır ki, on­lardan biri eğer Allah tarafından kabul olunmuş olsa, şirkten başka olan günahların hepsini mahvedip yok eder. Binâenaleyh muhtemel değildir ki, o hayır işinin sahibi mahrum edilip cehennemde ebedi bırakılsın. Fakat onun işi Allah'a havale edüir. Allah dilerse onu affeder. O kimse fiili iş­lerken, Allah'ın düşmanlarına karşı gelip onların Allah'ın hududlarına tecavüz ettiğini bildiği ve Allah'ın dostlarına tazim ettiği vakit Allah'ı unutmamış olduğu zaman Allah'ın rahmetine ve mağfiretine çok muhtaç olduğu samanda Allah'ın onu fazlu ihsanından, rahmet ve mağfiretinden mahrum etmemesi ümit edilir. Tevfik Allah'tandır.

Çünkü Allah, (kendisinin tevbe edenleri bağışlayıcı, itaatkâr olanları sevindirici, müminlere merhamet edici olduğunu beyan buyurmuştur. O, dilerse onun günahlarına, kendisine ikram ettiği hasenatlarla mukabele eder da hasenatları günahlarına keffaret kılar. Nitekim Cenab-ı Allah, «... Doğrusu bu hasenat, küçük günahları mahveder...»[426] buyurmaktadır. Allah-u Zülcelâl vel-Kemal Hazretleri, başka bir âyet-i celîlede de «... Eğer siz, yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kabahatlerinizi örteriz...»[427] buyurmuştur. Cenab-ı Hak, günahları ve ka­bahatleri örtmek için vaadettigi nevileri[428] beyan buyurmuştur. Kuvvet an­cak Allah'tandır^

Bu husus tıpkı Allah-u Zülcelâl'in «îşte bu sözü söyUyenler, Cennet­liklerle beraber  (Cennet'te)   O seçkinlerdir ki, kendilerinden işledikleri güzel ameli kabul edeceğiz ve günahlarını bağışlayacağız. Bu onların va-dedilmiş bulundukları gerçek bir vaaddır.»[429] ve «iman edip de salih amel­ler işleyenlerin kendilerinden günahlarını mutlaka örteriz...»[430] kavl-i ce-lilelerinde ve bunların benzeri âyet-i celîlelerde buyurduğu gibi. Allah-u a'lem.

, Allah dilerse, günah sahibini ameli kadarmca cezalandırır. Kendi­sinde bulunan iyi ve güzel ameli kadar da[431] mükâfatlandırır. Çünkü Al­lah «Zira, kim zerre miktarı bir hasenat işlerse, onun mükâfatım görecek. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse onun cezasını görecektir.»[432] buyur­maktadır. Bunlardan başka hayra karşı mükâfat, şerre karşı da ceza verileceğini beyan eden âyetler varid olmuştur. Her ne kadar sevabını fazlu ihsanından veriyor ise de bu husus cezalandırma hakkındaki ada­letin vasfıdır. Tevfik Allah'tandır.

îrcâ'ın (Allah'a havale etmenin) bu nev'i haktır ve bunu söylemek de gerekir. Mu'tezile ise kendi nefsinin fiilini Allah'a havale etmiştir. Çün­kü ona mümin ve kâfir demekten kaçınmıştır. Onun hakikatini bilmemesi Allah'a havale etmeği söylemesini gerektirmiştir. Fakat o, fiilinin ha­kikatini bilmediği için özürlü sayılmaz. Evvelkisi, Allah-u Teâlâ'nm ya­pacağı şeyin hakikatini bilmemektir. O, çünkü ancak işitmekle bilinir. Kesinlikle bir şeyi söylenmesini ifade eden şey gelmeyince o şey lâzım olur.

Bazıları Murcie Ali bin Ebî Tâlib, ve onunla beraber olanlarla, son­radan kendisinden ayrılan haricilerin işini tehir edenler, Allah'a havale edenlerdir dediler. Eğer ircâ'm yeri tehir etme veya Allah'a havale etme­den onların, hakkında konuşmayı" durdurmayı murad ettilerse bunun için gayrinden bir manâ yoktur. Eğer onunla mezmum olan tehir etmeyi mu­rad ettilerse o yakındır. Çünkü hiçbir kimse Hz. Ali'yi, Hazreti Ebu Be­kir zamanında, kendisi için varid olan merfu hadisin delâlet etmesi ile beraber halife olmaya hak kazanma hususunda diğerleri ile bir ve eşit tutmamıştır. Gerçekten Resul-i Ekrem Sallallahualeyhivesellem, «Eğer siz halifeliği Ebu Bekir'e verirseniz, O'nu bedeninde zayıf, dini hakkında İse kuvvetli görürsünüz. Eğer devlet idaresini Ömer'e verirseniz, O'nu hem bedenen güçlü ve hem de dinde kuvvetli görürsünüz. Eğer Ali'yi ha­life yaparsanız, O'nu hidayete ulaşmış, hidayete götüren ve sizinle hida­yet yoluna sülük eder bulursunuz.»[433] Yahut Peygamber Aleyhisselâm'm buyurduğu gibi. Sonra Hazret-i Ömer'in O'nu şûra meclisine sokması, da­ha sonra sahabilerin seçkin şahsiyetleri onun halifeliğine ittifakla karar verip kendisine biat ettiklerinden onun işinin gizli kalmış bir tarafı kal­mamıştır ki, «Bununla onun ehline zem lâhik olması caizdir» diyen kim­seyi tasvip eden mazur görülsün. Çünkü o, öyle bir cehalettir ki, ancak iğfal etmek veyahut din emrini düşünmeyi terketmekten dolayı cehle muhtemel olur. Tevfik Allah'tandır.

Sonra eğer merfu olan haber sabit olmuş ise ki, Resûl-i Ekrem Sal-lallahualeyhivesellem, «Benim ümmetimden iki sınıfa, şefaatim ulaşmaz : Kaderiye ve Murcie»[434] buyurmuştur, «Gerçekten Murcie'ye yetmiş dille lanet edilmiştir.» diye rivayet edilen (Allah-u a'lem) sözü iki yönden de­ğerlendirilir :

Birincisi : Onunla Kaderiyye'de toplanan şeyle cebriyelerin murad edilmesi. Onların her ikisi de karşılıklı bulunan iki sözdür ki, zem hak­kında varid olan haber, her ikisini bir arada cemetmiştir. O, da şudur : Gerçekten Kaderiyye, fiilleri mahlûkat yaratır ve fiillerin yaratılmasın­da Allah'ın iradesinin ve tedbirinin hiç bir dahli yoktur diyorlar. Cebriy-ye ise, fullerin yaratılması işini Allah'a havale edip kulun fiilleri yara­tılmasında asla ve kafa bir dahli olmadığını öne sürdü. Binaenaleyh, Cebriyye her çirkin ve mezmum[435] olanı Allah'a hamletti. Allah-u Teâlâ'nm fiilinin vasfı bunun olmasından Allah, yücedir berî ve münezzehtir. Kade­riyye ise, fiülerin yaratılışını, onun hakkındaki cehaletleri sebebiyle nıah-lûkata yükledi. Bu hususta ifade edilmesi gereken orta söz, «kulların ken­dilerinden meydana gelen şeye göre fullerinin olması, olduğu had üzere de Allah'ın fiilleri yaratmış olduğunu» ifade etmektedir. Tevfik Allah'­tandır.

Kaderiyye'nin görüşleri ve kendileri hakkında geçen konularda bilgi verilmiştir.

İkincisi : Onun faalin, fiilinde o husus hakkında durmasından failin halinin bulunduğu şey hakkında olması.    Tıpkı    Haşeviyye'nin Mümin hakkında ve kendisinde istisnanın bulunduğunu ifade ettiği gibi. Bili­nir ki, gerçekten ircâ'm manâsı, cevap vermekte duraklamak ve bakıp düşünmeğe mühlet vermek demektir. Sonra iman hakkında kesin olarak bir şey demiyorlar. Bilakis istisna ediyorlar. İstisna da irca (tehir) dir. Bu husus, bazı haberlerde zikredilmiştir. Fakat sahih olduğuna dair de­lil getirmiyor, Aklen ise, ircânın manâsı, açıklanmıştır ki, o da, onların fulleri olan bir işte durmadır. Mu'tezile'nin, büyük günah sahibi olanın mümindir yahut kâfirdir demekte bir şey söylemeden durulması husu­sundaki sözü, yani gerçekte imtihan edilen mahlûkatın mümin ve kâfir diye iki kısma ayrılması ve münafık olarak da üçüncü kısmın oluşturul­ması ile beraber, Mu'tezile'nin böyle söylemesi zahirde onlarla beraber, Batında ise, şunlarla beraber olmasındandır. Bunun üzerine zahirde on­lara, dünyada dinler ehlinin bulundukları hükümlerle hükmedilmesini gerektirdiler'[436] Batında ise Ahıret işinden zahirdeki küfür işi ile bulun­dukları hükümlerle hükmedilmesinin gerektirdiğini öne sürdüler. Te\fik Allah'tandır. [437]



[422] Kitabın arlında  -ve ercâhu» kelimesi  «ve ehâhu»  olarak yazılmıştır

[423] Kitabîn aslında   .el'hassi»  kelimesi  «el'hassiyeti»   olarak yazılmıştır.

[424] El-Bakara, âyet, 31,

[425] Kitabın  aslında   «hayratım»  kelimesi noktasızdır.

[426] Hûd,  âyet,  114.

[427] En-Nisâ, âyet, 31.

[428] Kitabın aslında <el'envâu» kelimesi -envâe»  olarak yazılmıştır.

[429] El-Ahkâf, âyet, 16.

[430] El-Ankebût, âyet, 4.

[431] Kitabın aslında  »fekadraha» dip notda tashih ettim.

[432] Ez-Zelzele, âyet, 7, 8.

[433] Bu Hadîs-i Şerifle istidlal etmemize imkânımız yoktur.

[434] Bu Hadîs-i Şerif le istidlal etmemize gücümüz yetmez.

[435] Kitabın aslında «zemîmun»  kelimesinden sonra  «alâ*  kelimesi varid olmuştur.  On­dan da ibare doğru olur

[436] Kitabın aslında .istivcebû» kelimesinden sonra «ennehû»  kelimesi varid olmuştur. Onsuz da ibare doğru olur.

[437] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 566-571.