๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kitabüt Tevhid => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 08 Temmuz 2011, 09:37:54



Konu Başlığı: Allah'ın Fiilleri
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 08 Temmuz 2011, 09:37:54
Allah'ın Fiilleri


Tevhîd ehlinden bir grup şu iddiada bulundu ki; tevhidi benimseyen­lerden çoğu iki yönden onun dışına çıktılar. Ya kendisine vacip olanı bil­memesinden veyahut da seneviye mezhebinin ve diğer mulhidlerin tevhid hakkındaki söz ve görüşlerinden kurtulmaktan aciz olmaları bakımından. Evet, bir grup şu iddiada bulunuyor : Gerçekten menfaatsız olan makul şeylerden her vaki olan ful, hikmete binâen vukubulmamıştır. Kim ki il-letsiz olarak bir fiili işlerse o kimse abes ile iştigal   etmiştir. Böylece Allah-u Teâlâ'nnı birisine zarar verecek bir fi'ile başlaması ve yapması caiz olmaz; ve o, Allah'tan hikmeti giderir sandılar. Böylece Allah-u Teâlâ'ya din hakkında başkası için yapmış olduğu her fiilin en salibinin[321], olması ve sonunun da başkası için en güzel olarak yapmasını lâzım kıldılar. Çünkü Allah, kendisine menfaat verecek sözden yücedir1 veyahutta kendisine za­rar verecek şeyden berî ve münezzehtir. Böylece Allah'ın fiilinin ancak gayrine yararlı olanla olmasını veyahut başkasından zararı gideren husus­la olmasını gördüler. îşte o da yine fiilinin illeti olur. Bizden hikmet sa­hibi olan herkesin fiilinin illetli olması düşünüldüğü vakitte, ya hemen, ve­yahut ta gelecekte faydalı olması, veyahut ta zararı yok etmesi lâzım ge­lir. Bununla beraber kendisine çok sevapla beraber güzel Övgüler ceîbe-dilir. Kendi fiilini takdir için başkasının fiili ile Örnek verip kendisinden yalan olmasının[322] veya zulüm veyahut ta kendisinden zeval bulmaksızın hareketin veya kararsız bir sükûnetin bulunmasının caiz olmadığı hususu ile misal verdiler. Böylece dünyada filozoflann fiiline göre[323] onun fiilinin takdir edilmesinin gerektiği sabit olur. Ancak ne var ki onlar, Allah'tan, fiüle yükselmesini veyahut ta her hangi bir fiili terketmesiyle aşağılan­masını reddettiler. Bununla Allah-u Teâlâ'nm kendi fiili ile kendisine bir menfaat celbetmediğini ve bir zararı da defetmediğini ortaya koydular. Böylece onun filmin hikmete binâen[324] başkasına yararlı olan şeyle veyahut başkasından zararı giderenle olmasının vacip olduğunu öne sürdüler. Bunu da kendileri katında Allah'ın fiilinin abes olmadan çıkması için onun fiili­nin illeti yaptılar. İşte bu yönden seneviye mezhebine muhalefet ettiler. Çünkü seneviyeler failin fiüinin, kendisine menfaatsiz olduğunu da hik­mete binaen olmasını kabul etmekten kaçındılar. Böylece sefeh cevheri cinsinden kurtulmasının mümkün olması için mizaç anında hiv.net cev­heri ile fiilin meydana geldiğini ispat ettiler ki, onun fiili dünyaca takdir üzerine olan hikmete binaen olur. Bununla beraber bir şeyin, bir şeyden olmaksızın görünen âlemde vukubulması mümkün değildir. Bunun için âlemin tümünün bir asıl olmasını icabettirdiler ki, ondan âlem yapıldı ve meydana getirildi.[325] Çünkü dünyada varolma gerçeğinden fiilin dışarı çık­ması arasında bir bölüm yoktur. Böylece onun bir hakim[326] tarafından olmasının reddedilmesi lâzım gelir. Tevhîd ehli bu iki hususta onlara mu­halefet etmiştir. Sonra onlardan bir grup, îlletsiz akim bulunmadığı için akılda illetin var olmasını ona ilzam ettiler. Çünkü onlar, dünyada onun gibi fiilin abes olduğunu gördüler. Ve zararlı olan fiilin eğer başkası için menfaatli olsa, failin kendisi ile yararlanmayan fiil hakkında seneviyele-rin zikrettikleri şey üzere sefeh olarak sonuçlanmasını gerektirdiler.

Sonra onlar, aralarında parçalanarak bir kaç gruba ayrıldılar. Bir grup şu iddiada bulundu : Hakikatte kendisine bir şey işlenende zarar görülmez. Her ne kadar ondan sızlanma ve şikâyet bulunsa da. Diğer bir grup da onda,-gerçekte bir zarar olduğunu öne sürüyor. Fakat onun o sararı karşılaması mümkün olur ve fiil bununla da hikmete binâen olmuş olur. Bu tıpkı dünyada büyük yükleri üstlenen, istenmeyen ilaçları bilerek ve kasten içen ve sonuçların vaki olması için dışa çıkmayı kasteden kim­senin7 bulunmuş olması gibidir ki, onun başkasına zararlı bir fiili olmaz. Ancak karşılığı olması müstesna.

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Cenab-ı Allah'ı hakkı ile bilen, onun her şeyden müstağni olduğunu, saltanat sahibi olduğunu ve sonra onun kudretini, herşeye malik olduğunu ve bütün mahlûkat, onun hükmü altında bulunduğunu ve emir ancak onun olduğunu bilen kimse, onun fiili­nin hikmetin dışına çıkmasının caiz olmadığını bilir. Çünkü o, b:?atihî hü­küm -ve hikmet sahibidir. [327]Herşeyden müstağnidir, herşeyi bilendir. Dün­yada hikmetin dışında bulunan ve sahibini cehalet ve ihtiyaç sahibi olma­ya sevkeden hususun her ikisi Allah'tan nefyedilmiştir. Öyle ise onun fiili­nin hikmetin haricinde olmadığı sabit olmuştur. Bu zikrettiğim şeyle onun fiilinin hareket ve sükûnette olması batıl olur. Çünkü hareket ile sükûnet Öyle iki ihtiyaçtır ki, sahibinde mutlak bulunurlar. Onlardan biri sah'bi-ni kendi nefsindeki istirahat ve lezzetli[328] bir hali düşünmeye ulaştırır, di­ğeri ise rağbet ettiği şeye kavuşturur. Çünkü onun için kasdettiğine ulaş­manın yolu ancak hareket etmesi ve zeval bulması ile olduğu ^ibi yor­gunluğu ve ağır yükün define de ancak karar ve sükûnet bulmakla yol bulur. Amma Aîlah-u Teâlâ ise, onun herşeyden müstağni olduğu, kudret sahibi olduğu sabit olunca kendisine ihtiyaç veyahut herhangi bir şeyi isteme ve kasdetme gibi hususun arız obuası batıl olur. Buna göre Allah-u Teâlâ'nm kudreti, saltanatı ve ilmi sabit olunca onun bir şeyden olmak­sızın bir isi yapmasına başlamasına kadir olmaması ile vasfolunması batıl , ve fasittir. Çünkü o, ihtiyacı ve zafiyet alametini bilendir. Bütün his olu­nanın ve beşer ilminin ulaştığı her ihtiyaç, âlim olanın takdirine delâlet etmektedir. Allah, onu bilir, ona kadirdir ve ganidir. Kendisinin, zengin olması, kudret sahibi, hikmet ve ilim sahibi olması, bilinenin zatından bun­ların giderilmesi caiz olmaz. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bunun içindir ki, zarurî olarak aklen âlemin bir şeyden olmaksızın var olduğunu söylemek lâzım gelir ve Allah'ın fiilinin hikmete binaen vukubulduğunu söylemek gerekir. Her ne kadar hikmetin, onların akil kuvvetlerinin ulaşacağı noktanın dışında olduğu için âlemin filozofları­nın akıllarının, bizim beyan ettiğimiz şey üzere kendisi ile faydalanmayan kimsenin fiilinin caiz olması' ve bir şeyin bir şeyden olmaksızın var ol­masının hikmetini idrak etmekten aciz olsalar da. Bunun içindir ki, Al­lah'ın emrinin hakikati zahir olur ve yaratmak, emretmek ancak ona mahsus olur. Her mülk sahibinin malik olduğu şeyde dilediği kadarını yap­mağa hakkı vardır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra asıl olan sudur ki, gerçekten umumiyetle zulüm ve sefehin her ikisi çirkin, hikmet ile adalet de güzeldir. Fakat bir şey, bir halinde hik­met, başka bir halinde ise sefeh, bir halinde zulüm, diğer bir halinde de adil olur. Tıpkı ilâçları içme hususunda zikrettiklerim gibi. Sonra cevherlerin nevilerinden olan eşyanın yeyilip içilmesi, itilâf edilmesi ve sağlam olarak ibka edilmesi, [329]ihtiyaçlara veya mükâfatlara veyahut hu­kukların korunması ve benzeri gibi hususlar için olur. Öyle ise, umumi­yetle, hikmetin ve adaletin güzel, sefeh ile zulmün çirkin olması sabit olur. Allah-u Teâlâ'nın yarattığı her fi'li, en azından onun hikmete ve adalete binaen, veyahut lûtf-u ihsanından olduğunu Allah'ın vasfetti-ğinı ifâde etmek lâzımdır. Zira Allah-u Teâlâ'nın çok cömert, çok ke­rîm, ganî ve âlim olduğu sabit olmuştur. Böyle olunca da sebepleri ce­halet ve ihtiyaç olduğu için Cenab-ı Hakk'a sefeh ve zulüm vasfının, is-nad edilip kendisine lâhik olması bâtıl olur. Gerçekten bir şeyin zulüm, adalet ve hikmet, sefeh sıfatlarına bölünmüş, olması caiz olur ki, bun­ların sebepleri de cehalettir. Bakan ve düşünen kimseye onun bir yönü­nün gizli kalması veyahut duyu ile anlaşılan husus ona muttali olmak suretiyle bilmek istemesindeki noktanın gizli kalması caiz olur. Her iki yönün ihtimal dahilinde olması sabit olur ki, ondan birine duyu vaki' olmaz ve onu düşünen de bilemez. Kendisine hikmet, sefeh, adalet ve zulüm ile işaret edilmek suretiyle şeriatında bunu hükmetmesi bâtıl olur. Böylece her insanın[330] kendisini düşünmek suretiyle bir şeyde iki husu­sun hakikatini bilmesinin mümkün olmadığını ve neticede cahil olduğu gerekir. Böylece duyu organları bilnenlerin ve hissedilenlerin hallerinin değişmesinin sebepleri olan hususların tümünü bilemez. Bu husus sabit olunca, seneviyelerin iki ilâh bulunmasına dair sözlerinin bâtıl olduğu­nu ve zararlı, yararlı hususların yaratılmasındaki hikmetin yönlerini bil­medikleri sabit olur. Çünkü bir halde zararlı olan her şeyin başka bir halde yararlı olması caiz olur. Mu'tezilelerin de «Her fiil ki, başkasının yararına olmaz, o fiil, hikmete binâen meydana gelmemiştir», deme­leri de bâtıl olur. Bununla beraber kesinlikle zararlı olan bulunmaz ki, onunla birisinin faydalanması mümkün olmasın. Bu faydalanma ya de­lâlet yolu ile veyahut öğüt verme yolu ile veyahut kendisinde nimeti ha­tırlatma ve azaptan kaçındırma yolu ile ve mahlûkatın hakkında emir ve yaratma hakkına sahip olanın bildirilmesi ve bunlardan başka ifade edilmesi güç olan bir çok hususlar ile olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra dünyada, fiili sefeh yapan asıl, iki hususdan biri ile olur : Ya mülke tecavüz ile olur ki, bu tecavüzde o fiil için mülk sahibinin izni bulunmaz. Veyahut kendisinde yasağın yerleştiği fiili işlemek ve emir ve nehiy sahibi olanın emrine muhalefet etmekle olur. Bunların hepsi Allah cellecelaluh'dan nefyedilmiştir. Öyle ise Allah-u Teâlâ'nın fiiline bu vasfın lâhik olması ihtimali bulunmaz ve Allah-u Teâlâ'nın bu gibi şeylerden yüce ve berî olduğu sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Zîkrolunan husus, yalan gibi değildir. Çünkü yalan, hikmet, sefeh, adalet ve zulüm kısımlarına bölünen fiil gibi bir halde doğru ve sâlih olmaz. Bu, umumiyetle kendisinden değişiklik olmadıığ bakımındandır. Kendisine işaret edilmek Üzere bir şeyde vnkubulması bakımından ise, sebep ve hallerin ihtilâfı ile kendisinde iki hususun bulunması mümkün­dür. Bunun içindir ki, Allah-u Teâlâ'nm umumiyetle sefeh ve zulüm vas­fı île vasfedilmesinden berî ve yüce olmasıyla vasfedilmesi lâzım gel­diği gibi, işaretle de bu hususlardan yüce ve berî olmasıyla vasfedilmesi gerekir. Fakat, fiilinin sefeh ve zulüm ile meydana gelen hususta beşerin ilminin ulaşamadığı ve aklın idrâk edemediği şeyle vasfolunması caiz değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra zulüm, sefeh ve yalanla vasfın fasid olması, kendisi ile bili­nen şey; iki vecihten ibarettir : Birincisi, bir şeyin akıllarda düşünce ve bedahatle çirkin olur, hatta kendisi düşünüldüğü veya kendisinden bahsedildiği zaman çirkinlikten başka bir şey ziyâdeleşmez. Kendisine bakma uzadıkça onun kötü ve çirkin olduğu tebeyyün eder. Bu, tabiatiy-le, yani yaratılış itibariyle çirkin olan gibi değildir. Çünkü tabiatiyle çir­kin olan, hayvan kesmek ve onun çeşitleri gibi alışkanlıkla ve doğru ve sıhhatli olmasının uzaması ile güzel olur. Böylece hayvanların, ehil ve yırtıcı olanlarından, kuşların yaratılış itibariyle insanlardan kaçındıkla­rını görürüz. Ve kendileri ile çeşitli işler ve kazançlar istenildiğinde o hususları istemediklerini ve nefret ettiklerini kendilerinde müşahade ede­riz. Sonra bu hususlar, onlardan eğitimle, talim ile uzaklaşır; hatta nef­ret edip kaçındığı şeye ünsiyet ve alışkanlık kesbetmiş olur. Bu husus, onda sanki yaratılışında böylece yaratılmış gibi bulunmuş olur. Akılla çirkin olan bu vasfın devamlı olarak çirkin olması gerekmez. Bilâkis, onun durumundaki bakışların uzaması ile durumu ziyâdeleşir. Sonra buna göre fiilinin o hususa muhtemel olan kimsenin vadine itimat edil­mediği gibi vaidinden de korkulmaz. Haberine rağbet edilmez, şerrin­den de emin olunmaz. Hâl ve durumu, ameli böyle olan kimsenin aynı­sının bizatihi âlim ve hakim olan, binefsihî ganî olan Allah'a izafe edil­mesinin ihtimal dahilinde olması mümkün değildir. Bununla beraber Al-lah-u Teâlâ, kendisine hiç bir şeyin gizli olmadığı ve murad ettiği her işin kendisine güç gelmediği hususu ile vasfolunmaktadır. Hatta mu'te-zilenin sözüne göre bu hususun Allah'dan olmasından emin olunmaz. Çünkü eşyanın çoğu Allah'ın irâdesinin dışında kalır. Kendi saltanatın­da ve hükmünde murad etmediği hususun kendisinin hükmü bulunmaz­dan kendisinden çıkarıldığı görülür. Çünkü o, bunu murad etmemiştir. Hükmü ve saltanatının ziyadeleşmesini murad etmiştir. Onun olmasına hâkim olur ve böylece ondan menedilmiş olur. Tıpkı bütün mahlûkati-mn kendisine itaatkâr olmasını murad etmesi gibi. Onun için kendi hük­mü ve mülkü altında itaat olur. İsyan ise olmaz. Fakat bu ikisi de bu­lunmaz. Sonra Allah-u Teâlâ bir kavme ömürlerinin uzun olmasını vaa-detmiş olur. Vaadettiği o müddet içinde onları bakî kılacak olan da ken­disidir. Aynı zamanda kalacakları o müddet içinde kendilerine çeşitli n-zıklar vereceğini, türlü hayırları onlara ihsan edeceğini vaadetmiş olur. Sonra kendi yarattıklarından bir kavim gelir ve kendilerine yaşamaları için vaadedilen müddet geçmeden önce onları öldürür.[331]   Böylece onlara

vaadedilen fiilin yerine getirilmesinden menoluninuş olur. O fiil ki Al­lah-u Teâlâ, onlara o müddet içinde hayatlarının baki kalma işini yapa­cağını haber vermiş idi.[332] Bu hususta muhtaç olma ve yalan bulunma vardır ki, bunların her ikisi de zulüm ve sefehi gerçekleştirir. Bununla beraber onlar, Allah'a zulüm, haksızlık, sefeh ve yalan gibi hususlara dahi kudret sahibi olduğunu ifade ederler. Eğer bu hususlardan her fiil Allah'da olsaydı rububiyet ve ilâhlık sıfatlarını yok edip izale ederdi. On­lar ise, Allah'ın rububiyetini ve ilâh olmakhğım idrâk ve kudretin altı­na soktular. Ne zaman kendisi gibi ile olursa, bakî kalma emin olur. Hâli île beraber bulunduğu zamanda da vaadedilen şeyi yerine getirmek su­retiyle kalb sükûneti hâsıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bununla beraber Allah-u Teâlâ, cömertlik, kerem, af ve ihsan sı­fatları ile mevsuftur. Zikrettiğimiz vasıflarla fiilde ise bu hususların zail olduğu görülür. Allah-u Teâlâ, bu gibilerden berî ve yücedir.

ikinci vecih : Gerçekten o fiilleri davet eden husus, cehalet ve ih­tiyacı intaç eder. Allah-u Teâlâ'nın her iki husustan berî ve yüce oldu­ğu sabit olmuştur. Çünkü o her iki husus, rububiyeti düşürür, tedbiri izale eder. Âlemin olduğu hal üzere bulunup kendisini var edenin her şeye hakkım vermek suretiyle ganî olduğuna ve âlim olduğuna delâlet etmesinde onun bu vasıfla mevsuf olmasının müstahil olduğunun deli­lidir. Bunun içindir ki Allah-u Teâîâ'nın bunlardan biri ile fiilinin her hangi bir şekilde vasfolunması bâtıl olur.[333]  Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra Allah cellecelaluhû başkalarında bulunmasının ihtimali müm­kün olmadığı için ilimle, kudret, ceberut ve hayat sıfatlan ile bizatihi mevsuf olunca, her ne kadar hikmet sahibi olanlarda bulunmasa da Al­lah-u Teâlâ'nın fiillerinin dünyadaki hikmet sahibi olanlarının fiilleri [334] takdir edilmesi vacip olmaz. Bu asıl olanın umumî olarak ifa­desi şöyledir ki : Dünyada hikmet sahibi olan biri yoktur ki onun se-fehe uğraması ihtimal dahilinde olmasın. Ganî ve kadir olma da böyledir; O sıfatların zıtları ile mevsuf olması muhtemeldir. Onlarla mev-suf olmuş olur. Tâ ki kendisine zıtları ile ikram oluna. Çünkü kendisi için o zıtlardan kendisine verildiği kadarı bulunur. O, ne zaman bîr şey­de sefeh görürse, o şeydeki hikmetin hakikatini bilme, kendisine veril­miş olup olmadığı meydana çıkar. Veyahut ta ilminin onun hikmetine ulaşıp ulaşamadığı belli olur. Veyahut ta kadîm olan[335] sıfatından ken­disinde bakî kalan hususlardan olup kendisini o sıfatları ihatadan men-ettiğini ifade eden hususlardan olur. Bunun içindir ki, kulun, Allah'ın fiili hakkında bu hikmete binaen olmamıştır ve şöylece olmamıştır diye iddiada bulunması bâtıl olur. Bunu daha açık açığa ifade eden husus; onun, eşyanın çoğunu bilmemesini idrâk etmesi, kendisinin muhtaç ol­duğunu ve bîr çok işlerden âciz kaldığını, kendi akılsızlığı ve aptallığı ile[336] işlerin çoğunu ihata ettiğini bilmesidir. Kendi nefsindeki vasfı bu olan kimsenin Allah hakkında ona işaret etmek suretiyle Allah'ın yap­ması gerekir diye mevzulara dalması[337] abesle iştigal etme ve cehaleti ortaya atmadan başka bir şey değildir.

Bu hususun, akıllıların kendisine iştirak ettiği umumun lâzım olma­sından başka bir şey değildir. Çünkü onlar, umumda akim amelinin ha­kikatidir. Onlardan hepsine kendisinde manâ olmayan abesle iştigal etme verilmiştir. Bizim açıkladığımız hususlar hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır : «Allah, yaptığından sorumlu olmaz; kullar ise, sorum­lu olur.»[338] Çünkü kullardan her birinin fiilî hikmete de, sefehe de muh­temel olur. Allah-u Teâlâ'mn fiili ise, sefehden beridir, yücedir, insan­lardan her birine emir ve nehiy varid olmuştur. Zira o, hakikatte baş­kası için olur. Alîah-u Teâlâ, bu gibi hususlardan beridir, yücedir. Çün­kü insanların hepsi eşyadan bir .miktarına mâlik olurlar ancak. Allah-u Teâlâ ise eşyânm tamamma, hepsine mâliktir. Bunlar gibisi, Rabb'in sualinin manâsını mümkün kılmayan hususlardandır. Bunlar, müstahil olduğu zaman ise Rabb'dan sorulana cevap vermek külfete katlanmak­tan ibarettir. Fakat, Allah-u Teâlâ, kendi lûtfu ve ihsanı ile bu husus­ta çalışan kimseye yolunu bulmasını, hidayete ulaşmasını vaadetmiştir. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ, kendisine boyun eğmesini ve kereminin, lût-funun, ihsanının tecellî edeceği   kadarınca   hikmetinde gizli olan şeye muttali olması için kulun kendisine tazarru ve niyazda bulunmasını em­retmiştir. Gerçekten Allah herşeye kadirdir. [339]



[321] Kitabın aslında bu ibare, metnin aslından olduğuna işaret edilmekle birlikte, dip not  olarak yazılmıştır.

[322] Kitabın  aslında  «el'kezibu»  kelimesinden  sonra   «hükmühû»   kelimesi  yazılmıştır.

[323] Kitabın   aslında   «alâ» kelimesi  «an*   olarak yazılmıştır.

[324] Kitabın   aslında  «lihikmetin*   kelimesi  «hikmetin»  olarak yazılmıştır.

[325] Kitabın  aslmda  «ve ünşie»  kelimesi  «ve inşâen» olarak yazılmıştır.

[326] Kitabın  aslmda «hakîmin»  kelimesi  «halîmin»  olarak yazılmıştır.

[327] .Kitabın  aslında mimmen kelimesi men olarak yazılmıştır.

[328] Kitabm  aslında «ves'selvâ»   kelimesi   »ves'selûhu»   olarak  yazılmıştır.

[329] Kitabın aslında  <cevâzi»  kelimesi keskin "ze" harfi bulunmaksızın yazılmıştır.

[330] "Kitabın aslında  «el'beşeri» kelimesi  «min'el - beşeri»  olarak yazılmıştır.

[331] Kitabın  aslında .feyaktülûhum» kelimesi  .feyaktülûhu» olarak yazılmıştır.

[332] Kitabın   aslında  «ahberahum»   kelimesi  *ahberehû»  olarak  yazılmıştır. Kitabın  aslında  «hayâtihim»   kelimesi   »hayatini»   olarak  yazılmıştır.

[333] Kitabın  aslında «batale» kelimesi metinden olduğuna işaret edilmekle beraber met­nin dip  notunda  varid olmuştur.

[334] Kitabın  aslında  «alâ-  kelimesi  «min» olarak varid olmuştur- Kitabın  aslında eel'hukemâu» kelimesi »hükmen» olarak varid olmuştur

[335] Kitabın aslında «erkadîmetu» kelimesi «el'kadîmu» olarak varid olmatjtur.

[336] Kitabın  aslında   «bisefehihf»   kelimesi   «bisefehin»   olarak varid  olmuştur.

[337] Kitabın aslında .fehavduhû» kelimesi noktasız "sad" harfi ile yazılmıştır.

[338] El-Enbiyâ,   âyet,   23.

[339] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:355-363.