๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Kıssadan Hisseler => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Eylül 2012, 13:13:45



Konu Başlığı: Misafire bir tas çorba içirmemenin bedeli
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Eylül 2012, 13:13:45
MİSAFİRE BİR TAS ÇORBA İÇİRMEMENİN BEDELİ

Büyük mutasavvıf Cüneyd-i Bağdâdî’nin (297)’de Bağdat’da vefatı üzerine yerine değerli mutasavvıf Muhammed Harir geçmişti.
Muhammed Harir, ders alıp, rahle-i tedrisinden yetiştiği üstadlarının bütün fazilet ve meziyetlerine sahip çıkmış; bu yüzden dünyayı bir kenara itmiş, kendini zühd ve takvâya vererek örnek insan haline gelmişti.
Dünyevî ihtiras ve arzularla yanıp tutuşan, bu yüzden başkalarının hakkına tecâvüz edip, hukukunu gasbetme temayülünde bulunan nice muhteris insanlar, Muhammed Harir’in zühdünü, takvâsını görür, kendini frenleyip hırslarını gemleme hissini duyardı.
Ancak, unutulmamalı ki “kul beşer, bazan da şaşar” ölçüsü Peygamberler hariç bütün insanları içine alan bir gerçektir. Muhammed Harir de olsa bazan yanılır, kendi arzusuna uyar, şahsî ictihadına dalabilir. Bize göre sevab olduğu halde büyüklere göre hatâ olan tercihlere maruz kalabilir.
Nitekim Muhammed Harir de bir gün kendisi böyle bir duruma maruz kalmıştır.

Muhammed Harir, bir gün, Kâbe’nin etrafında tavâf ederken biraz ötede başını eğip tefekküre dalmış bir yabancı görür. Merak ederek, yaklaşıp sorar:
– Kimsin sen ey Allah’ın kulu?
Tefekküre dalmış genç, hafifçe başını kaldırır, yukarı doğru şöyle bir bakar, sonra da başını eğerek cevap verir:
– Buraya yeni gelmiş bir yolcuyum, misafiriniz sayılırım!
Cevap çok anlamlıdır. Tefekkürdeki genç, hem yolcu olduğunu söylemekte, hem de misafir sayılacağını ifade etmektedir. Misafir olunca ona misafirperverlik gösterip yemek çıkarmak, karnını doyurup ağırlamak İslâmî bir örftür.
Ama Muhammed Harir, o gün, Halifenin yemeğine dâvetlidir. Böyle bir sofra çıkarmaya durumu hiç müsait değildir. Der ki:
– Ey Allah’ın kulu, buyur, seninle Halifenin sarayına gidelim!
Dalgın genç, başını kaldırmadan söylenir:
– Ben şu anda Halifeden büyüğüyle sohbet etmekteyim. Bana bir tas çorba yeter!
Muhammed Harir, gençle daha fazla meşgul olmaz, doğruca Halifenin sarayına gider, dâvette hazır bulunur. Orada çeşitli yemekler yenir, lezzetli şerbetler içilir. Allah’a hamd ve senalar edilir. Neden sonra evine dönerken gencin tefekkürde bulunduğu yere uğrayıp onu eve götürmek ister. Ama genci uykuya dalmış, istirahata çekilmiş bir halde görür. Bu yüzden rahatsız etmek istemez. Gidip kendisi de uykuya dalar. Az mı uyur, çok mu, sırlı ve heyecanlı bir rüya başlar:
Genişçe bir sahra. Güneş ışıklarını pırıl pırıl serperken ucu bucağı görünmeyen nuranî insanlar kafilesiyle karşı karşıya. En önlerinde, göremediği güzellik ve nuraniyette bir zat...
Bir an için şaşırır, ne söyleyip, ne soracağını bilemez olur. Yanında peydah olan biri onun kulağına eğilir:
– Bu nuranî kafile, (124) bin Peygamberler kafilesidir. En önlerinde de âhirzaman Nebîsi Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm!
Bunu duyan Harir, daha çok heyecanlanır, elini uzatıp Resûlüllah’ın mübarek ellerinden öpmek ister. Ama nafile! Öpmek istediği el, hemen geri çekilir, tutması mümkün olmaz.
Teessür ve üzüntüsü şiddetlenen Harir der ki:
– Yâ Resûlâllah, şüphesiz ki kusur ve hatâlarım çoktur. Ama mübarek elinizi öpmeme engel olan kusurum hangisidir acaba, işaret buyursanız da terkedip, tövbe istiğfarda bulunsam?
Aldığı cevap şudur:
– Bizim elimizi bizim dostumuza yakınlık gösterenler öper. Sen bizim dostumuzu kendi haline terkedip Halifenin sofrasına koştun. Onu aç, susuz bıraktın. Hemen git, daimî bir huzur halinde bulunan dostumuzun karnını doyur, gönlünü al, sonra karşımıza gel!
Heyecan ve telâş içinde uyanan Harir, vücudunu saran soğuk terleri sildikten sonra yatağından fırlar, koşa koşa Kâbe’nin Haremine gider. Bakar ki ayakkabılarını giymiş, heybesini omuzuna almış olan genç, yola çıkmak üzeredir. Hemen seslenir:
– Ey Allah’ın sevgili kulu, Resûlünün azîz dostu! Dur lütfen, azıcık dur. Sana sadece bir tas çorba çıkarayım da ondan sonra yoluna revan ol!
Ama sırlar âlemiyle irtibatlı genç arkasına bile bakmaz, ilerler.
Harir ise peşini bırakmaz, feryadı basar:
– Dur, ne olur bir dakika dur, sadece bir tas çorba çıkarayım da ondan sonra yoluna devam et!
Genç, ısrara dayanamaz, geri döner ve şu karşılığı verir:
– Senden bir tas çorba içmek için (124) bin peygamberi harekete geçirmek gerekiyorsa, içilmez o çorba. Böyle pahalı bir çorba geçmez insanın boğazından. Diyelim ki, ben harekete geçirdim o nuranî kafileyi. Yâ buna muvaffak olamayan fakirler, garipler ne yapacak, aç mı kalacak? Senin gariplere, fakirlere ilgin bu kadar mı?
Muhammed Harir bu cevabı işitince yerinde yığıla kalır, genç de gözden kaybolup gider. Bize de bu sırlı olaydan ibret alıp tefekkür etmek düşer.

Ahmet Şahin


Konu Başlığı: Ynt: Misafire bir tas çorba içirmemenin bedeli
Gönderen: Sevgi. üzerinde 13 Ekim 2015, 03:50:56
  Esslâmü Aleyküm. Çok güzel kıssaydı ve ibret vericiydi. Paylaşım için Rabbim Razı olsun kardeşim. Rabbim bizleri herdaim yoksulları gözeten cömert  kullarından ve onların hayırlı dualarını alanlardan eylesin inşaAllah .


Konu Başlığı: Ynt: Misafire bir tas çorba içirmemenin bedeli
Gönderen: Mehmed. üzerinde 13 Ekim 2015, 06:04:45
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah, Çok güzel ve ogretici bir kissaydi. Fakirleri doyurmak için kendimiz bazen aç kalmaliyiz.  Rabbim ( celle celaluhu ) bizleri fakirleri doyuranlardan eylesin.


Konu Başlığı: Ynt: Misafire bir tas çorba içirmemenin bedeli
Gönderen: Rüveyha üzerinde 14 Ekim 2015, 19:54:42
Ve aleykumusselam.Âmin ecmain İnşaAllah.İbretlik çok güzel bir kıssaydı..Her kapına geleni hızır bil diye büyükler boşuna söylememiş.Rabbim kapımıza geleni hakkıyla misafir etmeyi nasip eylesin İnşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Misafire bir tas çorba içirmemenin bedeli
Gönderen: Ceren üzerinde 14 Ekim 2015, 21:04:16
Aleykümselam.Kapına kim gelirse gelsin bil ki ,o Allahın misafiri,Allahın konuğudur.Bir tas çorba vermek yada gelenin ihtiyaçlarını gidermek de Rabbimin rızasını kazanmak demektir.Hele ki kapına gelen Hızır as. ise .Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim...