Konu Başlığı: Önemli itikadi mezhepler Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 20:09:19 ÖNEMLİ İTİKADİ MEZHEPLER Mezheplere Ayrılmanın Hükmü Şimdiye kadar, «kelâm İlmi»ne giriş teşkil etmek üzere, İslâm tarihi boyunca akaid İlminin geçirdiği merhalelerden, bu arada «ke-lâm»ın doğuşundan ve felsefe ile münasebet tesis edişinden, yeni İlm-i kelâm cereyanından, ayrıca kelâm sahasındaki kaynaklar ve bunların muhteva bakımından özelliklerinden, bir de hükümler, deliller ve rnetodlardan bahsettik. Şimdi de yine kelâm ilminde sık sık sözü edilen itikadî mezhepleri kısaca ele alacağız. Takdir edileceği üzere bu bahis mezhepler tarihinin konusuna girer. Ancak selef akidesine dair muhtasar risaleler müstesna, hemen bütün akaid ve kelâm kitaplarında çeşitli itikadî mezheplerin görüşlerine temas edilmekte, red ve kabul yönünden bu görüşler üzerinde durulmaktadır. Bu sebeple itikadî mezheplerden bahsetmek, benimsedikleri prensipler ve ittifak ettikleri noktalar bakımından onlar hakkında derli toplu bilgi vermek zaruret halini almıştır. İtikadî fırkalar mevzuunda daha fazla bilgi edinmek isteyenler, yeri geldikçe verilecek kaynaklara başvurmalıdır. [1] a) Mezhep - fırka : «Yürüyüp gitmek» mânâsındaki «zehâb» kökünden gelen «mez-heb», lügatte, gidecek yer, gidecek yol demektir. Istılahta, imam ve müctehid kabul edilen bir zatın anlayış ve görüşlerinden teşekkül eden itikadî veya fıkhı yol (dînî ve şer'î tarîk), diye ta'rif edilir [2] Mâtürîdî, Eş'arî veya Hanefî, Şafiî mezhebi gibi. Burada mezhep kurucusu kabul edilen «imam», mezhebin sahibi telâkki edilen «müctehid» hiç bir şekilde bir din ve şeriat vâzıı veya tebliğcisi değildir. Ancak Cenabı Hak tarafından vaz'edilen ve son peygamber Muhammed aleyhisselâm tarafından tebliğ edilen İslâm dininin gerek akaid, gerek fıkıh sahasında bazı meselelerin delilini bulmak, bu delillerden hüküm çıkarmak ve meseleleri anlayıp yorumlamakta çeşitli âlimler birbirinden farklı görüşler ortaya koymuştur. İşte bu görüşler mecmuasına «mezhep» denilmiştir. Umumiyetle fıkıh mezhepleri Hanefiyye, Şâfiiyye, Sevriyye gibi müctehîd âlimlerin kendi isimlerine, akaid mezhepleri de Mu'tezile, Havârıc, Şia, Cebriyye gibi belli zümrelere nisbet edilmiştir. Ana akaid mezheplerinin ayrıldığı kollar daha çok bir şahsın adına izafe edilir: Eş'ariy-ye, Mâtürîdiyye, Câhızıyye, İbâdıyye gibi. Istılahı manâsıyla «mezhep» kelimesinin yerine kullanılan terimlerden biri de «fırka»dır (cem'i: firak. Lügatte, «bir gurup insan» demek olan fırka, mezhepler tarihi ilminde, daha çok itikadı mezhepler için kullanılır [3] Bundan başka söz, görüş mânâlarına gelen «makale» (cem'i: makalât, ile iddia ve telâkki mânâsına gelen «nihle» (cem'i : nihai kelimeleri de mezhep yerine kullanılmıştır [4][5] b) İhtilâf sebepleri: İslâm dininin getirdiği fikir ve vicdan* hürriyeti ve insan ferdlerinin birbirinden farklı duygu, düşünce ve karakterlere sahib oldukları gözönünde bulundurulduğu takdirde rnüslüman-lar arasında bazı değişik düşüncelerin doğuşunu bir mânâda tabii karşılamak lâzım gelir. Ayrıca Kur'an ve hadisten ibaret nasların bir kı&mı, üslûb ve muhteva bakımından kolay anlaşılır, vazıh naslar (muhkemât) olduğu halde bazıları, gerek ifade tarzı, gerek konu itibariyle kapalılık taşımakta (müteşâbihât), bu sebeple de asıl mak-sûd ve mânânın neden ibaret olduğu sarih bir şekilde bilinememektedir. Çoğunlukla ulûhiyet âlemi ve âhiret ahvâline dair olan ve kelâm ilminin konuları arasında bulunan bu nevi naslar âlimler tarafından muhtelif şekillerde anlaşılıp yorumlanmış ve dolayısıyla fikrr ayrılıklarının zuhuruna vesile olmuştur. İslâm tarihinin bilhassa ilk asırlarında müslümanlar arasında ortaya çıkan fikrî hareket ve İhtilâfların sebepleri üzerinde duran araştırıcılar diğer bazı âmiller de tesbit etmişlerdir. Aslında mezhepler tarihînin mevzularını teşkil eden bu âmilleri, biz, şu kısa girişimizde sadece sıralamakla yetineceğiz : - Ölçü ve metod farklılığı - Hilâfet münakaşaları - Müslümanlar arasında ortaya çıkan iç savaşlar - Müslümanların çeşitli kültürlere mensup milletlerle münasebet kurması - Felsefenin tercüme edilerek islâm dünyasına yayılışı - Naslardan dinî hükümler çıkarma zarureti - Siyasî düşünceler [6][7] 2. Ümmetin İhtilâfı a) İçtimâi birlik: İslâm dini tevhid dinidir. «Tevhîd», her şeyden önce, Allah ta-âlâyı zâtında ve sıfatlarında bir ve tek kabul etmek, zâtında ve sıfatlarında ona ortak koşmamak mânâsına gelir. Bunun yanında İslâm dini mensuplarının birlik ve beraberlik içinde olmaları, ırk, dil, bölge ve sair âmillerle ayrılıp parçalanmamaları da tevhidin icaplanndan-dır. Kur'ân-ı kerimde bu mevzu ile alâkalı olarak müslümanlara şöyle hitabedilirHepiniz Allah'ın İpine (dinine, tevhidine) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın» [8] Allah'a ye Rasûlüne İtaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi takdirde za'fa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız» [9] Rasûl-İ ekrem (s.a.) efendimiz de hayatı boyunca, fiil ve hareketleriyle, islâm birliğini muhafaza etmeye çalıştığı gibi bu birliğin devam ettirilmesini bir çok hadiseleriyle tenbih ve tekid etmiştir. Bununla beraber Rasûlüllahın vefatından sonra müslümanlar arasında ihtilâfların zuhur ettiği ve neticede bazı fırka ve mezheplerin ortaya çıktığı tarihî bir vakıadır. O halde fırka ve mezheplere ayrılmanın dinî hükmü nedir? Hangi ayrılıklar Kur'ân ve sünnetin yasak şümulüne girmekte, hangilerine ise cevaz verilebilmektedir? İnsanlar arasında fikrî ihtilâf bazı sınırlar dâhilinde tabii karşila-nabilirse de içtimaî ayrılıklar, cemiyet bünyesini sarsacağı, müslü-man topluluğu parçalara ayırıp onların şevket ve kudretini za'fa uğratacağı için hiç şüphe yok ki haramdır. Bilindiği üzere İslâm dininde, birliği esas alan iman prensiplerinden başlamak üzere bir çok ibadet şekilleri cemaat şuurunu uyandırıp devam ettirmekte, bir çok emir ve yasaklar bu şuurun muhafazasını hedef almaktan, ahlâkî kaideler de buna yardımcı olmaktadır. Binaenaleyh ırk, dil, bölge, meslek ve sair bahanelerle müslüman topluluğun birlik ve beraberliğini bozmak, ayrılık sebepleri icad edip onu parçalara bölmek elbette îslâmın lâfzına da, ruhuna da tamamen aykırı bir şeydir. Bir dereceye kadar tabii ve kaçınılmaz görünen fikrî ihtilâflara gelince, bunları bir kaç gurupa ayırmak lâzımdır. Her halde ideolojik olan ve dolayısıyla islâm topluluğunu parçalama istidadı gösteren fikir ayrılıkları, aynen yukarıda olduğu gibi, mempû ve haramdır. Kur1-ân-ı kerimde, bütün müslümanlara, Allah'ın ipine (dinine, tevhidine) sımsıkı sarılmalarını emreden âyetten sonra şu âyet-i kerimenin ifadesi dikkat çekicidir: Siz, kendilerine apaçık âyetler, deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar, (fikir ayrılığına düşenler) gibi olmayın» [10] Binaenaleyh cemiyet bünyesini sarsacak ihtilâflar yasaklanmış olduğu gibi hakkında apaçık âyetler, sarih deliller bulunan dinî hükümleri ihtilâf mevzuu haline getirmek de nehyedilmiştir. Bu kat'î hükümler, İslâm dininin, Cibril hadisiyle altı noktada hulâsa edilen iman, esasları, yine aynı hadiste beş madde halinde sıralanmış islâm şartları, bunlardan başka farzıyyeti veya hurmiyyeti kat'î delil ile sabit olmuş bütün dinî meselelerden ibarettir. Dinin esas ve hükümlerinin mevcudiyetin" de ihtilâf etmek, başka bir ifade ile Muhammed aleyhisselâmtn Allah taâlâdan alıp getirdiği kat'iyyetle sabit olmuş talimatın (zarûrât-i dî-niyyenin) birini veya bir kaçını inkâr etmek elbette caiz değildir. Dikkat edilecek olursa burada İhtilâf konusu haline getirilmesi yasaklanan şey, dinden olduğu kesinlikle bilinen bir hususun mevcudiyetinde ihtilâfa düşmek, yani onu inkâr etmektir. Buna mukabil, onun mevcudiyeti kabul edildikten sonra, mâhiyet ve keyfiyeti üzerinde, yani anlaşılması hususunda delile dayanarak birbirinden farklı gzörüşler ortaya koymak, değişik neticeler elde etmek memnu değildir. İşte islâmî mezhepler bu metod ve anlayış farkından neş'et etmiştir. [11] b) Furû-i dinde ihtilâf : İslâm müntesipleri arasında vuku bulan fikrî ihtilâfların cevazı münakaşa edilirken, bu ihtilâfların, dinin usûlü veya furûunu alâkadar edişinin gözönünde bulundurulması ayrı bir ehemmiyet arzeder. Ümmet-i Muhammed'in furû-i dinde, yani fıkhî meselelerde İhtilâf etmesi en muhafazakâr zümre tarafından bile müsamaha ile karşılanmış, hatta rahmet telâkki edilerek teşvik edilmiştir [12] Çünkü fıkhî meselelerin hükmünü tayin etmekteki fikrî hareket daima İslâm hukukunu işlemekte ve onu her zaman ve her yerde kabil-i tatbik bir hukuk sistemi haline getirmektedir. Bunun aksi bir çok dinî hükmün meçhul kalmasını ve dolayısıyla tatbikat ve hayat sahnesinden çekilmesini doğurur ki Kur'ân-ı kerimde bunun için «küfür, zulüm ve fısk» tabiri kullanılmıştır [13] Bu mânâdaki fikrî hareketin Rasûl-i ekrem (s.a.) efendimizin seâdet asrında başladığını ve islâm tarihi boyunca devam ettiğini söylemek lâzımdır. Ma'iûm olduğu üzere Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i (v. 18/639) Yemen'e vali olarak gönderirken ona, - Kazâî bir mesele zuhur ettiğinde nasıl hükmedeceksin? diye sormuş, o da, - Allah'ın kitabı ile hükm ederim, cevabını vermiştir. Rasûlüllah: - Allah'ın kitabında bulamazsan? Muaz : - Rasûlüllahın sünnetiyle hükm ederim. - Ya bunların her ikisinde de bulamazsan, ne yaparsın? - Kendi re'yîmle ictihad eder, meseleyi halletmeye çalışırım. Bu cevap üzerine Peygamber efendimiz onu takdir ederek şöyle buyurmuştur: «Rasûlünün elçisini Rasûlünü memnun edecek şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun» [14] Rasûlüllahın vefatından sonra, fakîh sahâbîler, zuhur eden meselelerin hallinde Muâz b. Cebel'İn metodunu takibetmişler ve furû-i dinde yer yer birbirinden farklı fetvalar ortaya koymuşlardır. Bu fetvaların bir kısmını Hz. Âişe (v. 58/687) red, tashih veya ikmal etmiştir. Onun yirmiden fazla büyük sahâbînin fetvası üzerindeki bu istidrâkâtı âlimler arasında meşhurdur [15] Şüphe yok ki furû-i dini alâkadar eden bu ihtilâf, başka bîr ifade ile fıkıh sahasında cereyan eden bu fikrî hareket tabiîn ve müctehid imamlar devrinde daha da genişleyerek devam etmiş ve neticede çeşitli fıkıh mezhepleri ortaya çıkmıştır. Bir mezhep imamı diğer mezhep imamına nisbetle farklı görüşlere sahibolduğu gibi aynı mezhebin sâliki bulunan imamlar bile kendi mezhepleri içinde muhtelif reyler izhar etmişler ve bir mânâda fikir hürriyetinin güzel örneklerini vermişlerdir. Hulâsa, furû-i dinde, hakkında nas vârid olmuş meselelerin hükümlerini bu naslardan çıkarmak, nas bulunmayan meselelerin hükümlerini de çeşitli metodiarla tesbit ve tayin etmek konusunda islâm âlimleri başlangıçtan bugüne kadar i'mâl-i fikr etmişler, bunun neticesinde de bir çok meselede birbirinden farklı görüşler elde etmişlerdir. Bu ihtilâflar çeşitli mecmualar teşkil ederek mezhepleri meydana getirmiştir. Ümmet-i Muhammed'in bu nevi İhtilâfı, fikir çapında kaldığı, içtimaî birliği sarsacak şekilde mezhep taassubuna ve fi'lî çekişmeye dönüşmediği müddetçe mahzurlu görülmemiş, hatta rahmet telâkki edilmiştir. Rasûl-i ekrem (s.a.) efendimiz, «Hâkim hükmünü vereceği sırada ictihad eder de doğru olanı bulabilirse iki sevap, içtihadında hata ederse bir sevap alır» [16]buyurmuşlardır. Binaenaleyh hüsniniyet sahibi hâkim ve müftî kendisine arzedilen meselenin dinî hükmünü bulup çıkarmakta Rasûlüllahın takdirine mazhar olan Muâz b. Cebel metodunu kullanır: Evvelâ Allah'ın kitabında, sonra Rasûlüllahın sünnetinde arar, bunlarda bulamazsa kendi re'yile ictihad eder. Burada hâkim veya müftîlerin istifade edeceği çok değerli bir kaynak daha var: geçmiş âlimlerin ictlhadları. Bunlardan bazıları bir asrın ulemâsının üzerinde İttifak ettiği ictihadlardır. İcma' adı verilen bu icti-hadlara muhalefet bahis konusu değildir. Üzerinde ittifak edilmeyen ve fukahâ tarafından muhtelif şekillerde yorumlanan, çeşitli hükümlere bağlanan meseleler de pek çoktur. Hâkim veya müftî, kendisine arzedilen meselenin hükmünü bulabilmek için i'mâl-i fikr eder: Onu Allah'ın kitabında, Rasûlüllahın sünnetinde arar, sonra geçmiş âlimlerin görüşlerini tarar, meselenin, bu ictihadların hangisi içinde mütalâa edilebileceğini tesbite çalışır. Meselenin hükmünü bu dört kaynakta (Kitab, sünnet, icma' ve kıyas) doğrudan doğruya bulamazsa kendi re'y ve içtihadı (kıyası) ile bunlardan birine ilhak eder. İlim haysiyeti taşıyan her zat, şüphe yok ki, elinden geldiği takdirde bu ameliyeden vazgeçip kendisine arzedilen meseleyi yüzüstü bırakmaz. İyi düşünüldüğü takdirde fetva makamında bulunan, daha açık bir ifade ile fıkhî bîr meselenin hükmünü tayin için kendisine başvurulan her âlim, farkında olmasa bile, yukarıda bahis mevzuu edilen ameliyeyi tabii olarak yapmaktadır. Vâkı'de cereyan eden bu hadisenin, bu tabii ameliyenin dile getirilişine karşı gösterilen tepkiler, İslâm adına izhar edilen endişeler eğer su-i niyetin sebep olduğu bir ard fikir taşımıyorsa ma1sum, fakat yersiz ürküntülerdir, kabule değilse bile haddizatında hürmete şâyân duygulardır. Vakıa mutabık olmayan ve gerçeğe uymayan bir tezahüre sempati duymak mümkün olsaydı, her halde gösterilen bu tepki ve endişeler onlardan biri olurdu. [17] c) Usûl-i dinde ihtilâf : Akaid babında Rasûlüllah (s.a.) ile ashâb-ı kiramın yolunu, te'-vîle girişmeden doğrudan doğruya takibeden muhafazakâr selef âlimlerine göre usûl-i dinde fırka ve mezheplere ayrılmak asla caiz değildir. Zira «cemaat» hak ve isabetli olan yegâne yoldur, tefrika ise dalâlet ve azab vesilesidir [18] Selefiyyenin bu muhafazakâr görüşü, hürmete şâyân olmakla beraber, tarihî vakıaya uygun düşmemektedir. Zira islâm tarihinde, ehl-i sünnet ve'l-cemâate intisab eden ve onların yolunu takibettiğini ilân eden itikadı fırkalar zuhur etmiştir. Bunlar İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'ye (v. 333/944) nisbet edilen Mâtürîdiyye ile İmam Ebu'l-Hasen el-Eş'arî'nin (v. 324/936) tesis ettiği Eş'ariyye mezhepleridir. Tarih boyunca olduğu gibi bu gün de islâm dünyasının büyük ekseriyetini kendisine bağlamaya muvaffak olan bu itikadı fırkaları ehl-i sünnet dışı kabul edip bid'at ve dalâlete nisbet etmek mümkün değildir. O halde Rasûlüllahın akaid sahasındaki sünnetinden ayrılmayan ve cemaat ruhunu zedelemiyen fikrî İhtilâflar usûl-i dinde de kabul edilmelidir. Tâ Eş'arî'den itibaren mezhepler tarihi mevzuunda eser te'lif edenler, «ehl-i sünnet ve'l-cemaat» adı verilen bu meşru dairenin sınırlarını çizmişler, hak yolda olmanın alâmetlerini tesbite çalışmışlardır. [19] Bu duruma göre başta Selefiyye (eh!-i sünnet-i hâssa) olmak üzere Mâtürîdiyye ve Eş'ariyye (ehl-i sünnet-i âmme) ehl-i hak ve ehl-i cemaattir. Bu üç fırka arasında, çoğu fer'î noktalarda da olsa, fikrî ihtilâflar mevcud olduğuna göre usûl-i dinin bu (ehl-i sünnet) dairesi içindeki fikrî hareketler caiz ve meşru telâkki edilmiş olur. İslâm dininin gerek usûlünde, gerek furûunda fikrin hareketi mânâsına gelen ihtilâf vâkı'de kaçınılmaz bir şeydir. Şöyle ki furû'daki ihtilâf zaten tecvîz edilmektedir. Usûle gelince, bunun en güzel cevabını İmam Eş'arî vermiştir. Bilindiği üzere Eş'şrî, hayatının kırk yılını (hicrî 260-300) Mu'tezile arasında geçirmiş, hatta onların hatırı sayılır âlimlerinden biri olmuştur. Ancak itiza! mezhebi, fikrî kemal mertebesine eriştiği bir devirde Eş'arî'yi tatmin edememiş olacak ki kırk yaşlarında iken Mu'tezileyi terkedip selef akîdesine intisabet-miştir. Bu hadisenin vuku' bulduğu hicrî dördüncü asrın başlarında, islâm dünyasında aklî ve felsefî ilimler de bir hayli ilerlemiş, ilk filozof el-Kindî (v. 252/866) eserlerini vermiş, feylesûfu'l-islâm Ebû Nasr eİ-Fârâbî (v. 339/950) devri başlamıştı. Eş'arî, muhafazakâr Se-lefiyyenin akaidini prensip olarak kabul etmekle beraber onların metodunu kifayetsiz görmüş ve «kelâmî» bazı metod ve ıstılahları kullanmaya başlamıştı. O, bu davranışına mukabil muhafazakâr, hatta müfrit ve müteassıp bazı gurupların ağır tenkidlerine ma'ruz kalmış olmalıdır ki kelâm metodunu benimsemeyi tasvib ve müdafaa eden meşhur risalesini (Risale fî istihsâni'l-havd fî İlmi'l-Kelâm) kaleme almıştır. Büyük imam Ebu'l-Hasen el-Eş'arî, risalesinin başında, «Bazı zümreler, cehaleti sermaye edinmişler, dinî mevzularda araştırma ve tefekkürden ürkmüşler, işi kolayına bağlayıp takiîde sarılmışlar, bunun yanında usûl-i dinde derin inceleme yapanları ağır tenkidlere ma'ruz bırakıp sapıklığa nisbet etmişler, cisim, araz, hareket, sükûn... mevzu'larında söz söylemenin bid'at ve dalâlet olduğunu sanmışlar...» dedikten sonra, muarızları tarafından ileriye sürülen görüşleri delillere müsteniden cevaplandırmış, çeşitli misaller getirmek suretiyle onların da pekâlâ kendilerinin ortaya koydukları ölçüler dâhilinde— bid'at ve dalâlete nisbet edilebileceklerini isbat etmiş ve bu konudaki sözünü şöyle bitirmiştir: «Peki, neden o halde başkalarını söz söylemekten men'ediyorsunuz? Kendiniz arzu ettiğiniz zaman pekâlâ konuşuyor, fakat cehaletinizden ötürü söyliyecek söz bulamayınca «Fikir beyan etmekten men'olunduk» diyorsunuz. İşinize gelince de sizden öncekileri, elinizde bir delil ve isbat olmadan, tak-lîd ediyorsunuz. Bu yaptığınız, nefis arzusu ve fikir tahakkümü değil de nedir?» [20] Biz de sözümüzü yine Eş'arî'nin son cümlesiyle bitirelim : «Bu söylediklerimizde akıllı, fakat inatçı olmayan her kes için yetecek kadar izahat vardır».[21] d) İlk fikrî ayrılıklar ve mezheplerin taksimi: Mezhepler tarihi sahasında eser yazan müellifler içinde müstesna bir mevki işgal eden Şehristânî (v. 548/1153), meşhur eserinin mukaddimesinde, yaratıklar içinde ilk defa şüpheye düşüp ihtilâf çıkaranın şeytan olduğunu zikreder. «Onun şüphesinin kaynağı (Âdem'e secde et! tarzındaki ilâhî) nas karşısında kendi re'yine başvurması, nefis ve nevasına uyarak emre muhalefet etmesi, Âdem aleyhisselâmın topraktan yaratılmasına mukabil kendi yaratılış maddesinin ateş olması sebebiyle gurura kapılmasıydı». Şehristânî, tarih boyunca bütün insanlığın, içine düştüğü şüphelerin bu ilk şüpheden doğduğunu, hatta islâm dünyasındaki dalâlet ve bid'at fırkalarının bile bu şeytanî zihniyetten neş'-et ettiğini kaydederek isbata çalışır [22] Yine Şehristânî, müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilâfların kökünü —her peygamber devrinde olduğu gibi Rasûlüllahın (s.a.), çoğunluğunu münafıkların teşkil ettiği ilk kâfir ve mülhid düşmanlarına kadar uzatır [23] Ancak mezhep tarihçilerinin kanaatine göre müslümanlar arasında beliren ilk tereddüt, Peygamber efendimizin ahirete intikalinde, onun hakîkaten vefat edip etmediği, sonra da nereye defnedileceği hususunda olmuştur. Bu tereddütlerin her ikisi de Hz. Ebû Bekr'in (v. 13/634) müdahalesiyle zail oldu. Sonra köklü bir ihtilâf mevzuu olarak hilâfet meselesi zuhur etti. Daha sonra tarih ve mezahib eserlerinin tafsilatıyla kaydettiği başka ihtilâflar meydana gelmiştir [24] Bu ihtilâfların bir kısmı fikrî âmillere dayanıyor, bir kısmı da siyasî sebepler taşıyordu. Ancak siyasî mahiyette olan ihtilâflar da bil'âhare fikrî ve dinî bazı şekillere bürünmüş ve İslâm dininin akaid sahasını alâkadar eden meseleler arasına girmiştir. Böylece daha İslâmiyetin ilk asırlarında çeşitli akaid mezhepleri ortaya çıkmıştır. Rasûl-i ekrem (s.a.) efendimizden rivayet edilen bîr hadis, eski-denberi mezheplerin taksiminde esas kabul, edilmiştir. Bu hadis-î şerifte Rasûlüllah (s.a.), geçmişte Yahudi ve hıristiyanlann yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin de yetmiş üç fırkaya ayrılacağını haber veriyor [25]. Bir çok âlim, hadiste geçen rakamları kesretten kinaye değil de hakiki sayılar kabul etmiş ve ümmet-i Muhammed'in ayrılacağı yetmiş üç fırkayı bulmaya çalışmıştır. Bunun için akaid sahasında bazı ana fırkalar tesbit etmişler, bunların her birini de kendi arasında talî şubelere ayırarak 73 sayısını doldurmuşlardır. Âlimlerin bu tasnif ve taksimde takibettikleri metodlar birbirinden farklıdır [26] İslâm tefekkür tarihinde meydana gelen itikadı mezhepler ted-kîk edilirken umumiyetle bu mezhepler, ortaya çıkış sırasına göre ele alınır (Şîa, Havâric, Mürcie, Mu'tezile, Müsebbibe... gibi). Fakat bizim burada önemli mezhepleri ele alışımızdan gayemiz kronoiojik sıra ile mezhepler tarihi yapmak değil, sadece kelâm bahisleri tedkîk edilirken yer yer bahis konusu edilen, görüşleri ele alınıp red, kabul veya tenkide tâbi' tutulan mezhepler hakkında daha ziyade sahip oldukları ana fikirler bakımından derli toplu ma'lûmat vermekten ibarettir. Bu sebeple önce ehl-i sünnet mezheplerini, sonra ehl-i sünnetin, fikrî bakımdan en çok mücadele ettiği ve dolayısıyla kelâm kitaplarımızda görüşleri en çok zikredüen diğer fırkaları tedkîk edeceğiz. Bu tedkîk sırasında ele alınan itikadî mezhebin, bütün tâli şubeleriyle ittifak ettiği ve ayrıca önemli şubelerinin sahiboldu-ğu münferid görüşler sıralanacak, fakat bu görüşler tenkide tâbi' tu-tulmıyacaktır. Çünkü tenkid kelâm kitaplarımızda delilleriyle birlikte icra edilmektedir. [27] [1] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:97. [2] bk. Mütercim Âsim, Kamus Tercemesİ; Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lû-gatı. cehah* maddesi. [3] İsferâyînî'nin *et-Tebsîr fî'd-dîn ve temyîzu'l-firkati'n-nâciye ani'l-firakı'l-hâlikîn. adİ1 kitabı ile Bağdâdî'nin «el-Fark beyne'l-fırak) isimli eserinin sadece itikadı mezhepleri ihtiva etmesi de bunu gösterir. [4] Çeşitli makalât eserleri içinde tab'edilmiş bulunan Eş'arî'nin »Makalâtu'l- İslâmiyyn.i İbn Hazm'in «el-Fasl fî'1-milel ve'1-ehvâ' ve'n- nihal. ve Şehristânî'nin «el-Müel ve'n-nihal bu isti'malleri isbatlayan eserlerdir. [5] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:97-98. [6] bk. Ebû Zehra, el-Mezâhibu'1-İslâiniyye, I, 5-22; Yaşar Kutluay, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, s. 9-64. [7] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:98-99 [8] Âl-i İmrân (3), 103. [9] el-Enfâl (8 ), 46. [10] Âl-i İmi ân (3), 105. [11] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:99-101 [12] bk. meselâ, İbn Kudâme, Lûm'atu'l-itikad, son fasıl. [13] bk. el-Maide (5), 44-45, 47. [14] Ebû Dûvûd, el-Akdıye, 11; Ahmed \. Hanbel, el-Müsned, V, 230, 236,242. [15] bk. Bedreddin ez-Zerkeşî, el-İcâbe li îrâdi me'stedrekethu Âişe ale's-sahâbe Zekeriyyâ Alî Yûsuf. Kahire, ta. [16] el-Buhâri, çl-İ'tisâm, 21; Müslim, el-Akdıye, 6. [17] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:101-103. [18] bk. Ebû Ca'fer et-Tahâvi, el-Akîde, son bölüm; İbn Kudâme, Lumatu'l-itikad, son fasıl. [19] bk. cl-Eş'arî. Makalâl, 1, 277-284; d-İsferâyinî, et-Tefesîr, a. 91-113; el-Bagdâdi, çl-Fark, s. 323- [20] el-Eş'arî, r. fî istihsâni'J-havd fî ilmi'l-kelâm, Beyrut, 1952, s. 87-97. Eş'arTnin, bu risalesini, Mu'tezile içinde bulunduğu bir devrede kaleme aldığını fctcli;» «denler de vardır. - [21] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:103-105. [22] s-üehristâni, ^-Milel, i, 16-20; bk. ^İ-Malatî, et-Tenbih, s. 81-82. [23] eş-Şehristânî, ag.e., I, 21; bk. el-İsferâyînî, ag.e-, s. 12. [24] bk. el-Eş'arî, Makalât, I, 1-4; el-Bağdâdî, ag.e., s. 14-28; el-İsferâyînî, ag.e., s. 12-14; eş-Şehristânî, ag.e., I, 22-23. [25] bk. Ebû Dâvûd, es-Sünne, 1; et-Tirmizî, el-îman, 18; İbn Mâce, el-Fiten, 17; ed-Dârimî, es-Siyer, 75. Hadîsin çeşitli rivayetleri, sıhhati ve yorumlanması ,hakkında bk. el-Aclûnî, Keşfu'l-hafâ\ «ifterakat» maddesi; el-Kevserî, el-İsferâyînî'nin et-Tebsîr'i üzerindeki mukaddimesi, s. 3-5; el-Beyâzî, İşârâtu'l- merâm, s. 50-51. [26] bk. el-Malatî, ag.e., s. 91; el-Bağdâdî, ag.e., s. 20-25; el-İsferâyînî, ag.e., k. 15-16; eş-Şehristânî, ag.e., I, 14-15, [27] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:105-107. Konu Başlığı: Ynt: Önemli itikadi mezhepler Gönderen: Ceren üzerinde 22 Ağustos 2019, 16:36:20 Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..
Konu Başlığı: Ynt: Önemli itikadi mezhepler Gönderen: Sevgi. üzerinde 24 Ağustos 2019, 13:59:29 Paylaşım için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
Konu Başlığı: Ynt: Önemli itikadi mezhepler Gönderen: Mehmed. üzerinde 25 Ağustos 2019, 15:18:54 Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun
Konu Başlığı: Ynt: Önemli itikadi mezhepler Gönderen: Züleyha üzerinde 25 Ağustos 2019, 19:54:46 Allah razı olsun selam ve dua ile..
Konu Başlığı: Ynt: Önemli itikadi mezhepler Gönderen: Melek Nur Çelik koü üzerinde 26 Ağustos 2019, 20:09:17 Paylaşım için Allah razı olsun.
|