๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kelam İlmi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 14:10:32



Konu Başlığı: Mutezilenin kolları
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 14:10:32
MUTEZİLENİN  KOLLARI


Ana bid'at fırkalarının her biri bir çok talî fırkalara ayrılmıştır. Btı nevi bir parçalanma muhafazakâr ve mu'tedil görüşlere sahip bu-iunan ehl-i sünnetin itikadı mezheplerinde göze çarpmaz. Hatta âlim­lerimiz, ehl-i sünnetin hak yolu takibettiğinin bîr delili olarak, onla­rın kendi aralarında birbirlerini suçlayacak şekilde fikir ayrılıklarına düşmemiş olmalarını gösterirler [21] Buoa mukabil ehl-i bid'atın hem ana fırkaları, hem de aynı fırkanın çeşitli kollan birbirlerini it­ham ve tekfir ederler.

Şunu da belirtelim ki fırkalar arasındaki fikir mücadelelerinin doğurduğu gerginlik sebebiyle çoğu zaman ferdler veya zümreler, cüz'î bir benzeyiş' sebebiyle,, muhalif fırkaya nisbet ediliverir. Hal­buki bütün islâmî fırkalar arasında bir çok meselede tam bir ben-zerilik ve aynilik vardır. Yukarıda, mezheplerin tasnifi bahsinde de söylediğimiz üzere akaid sahasında bir-iki meselede değişik fikre sahip olan her keşi müstakil bir mezhep sahibi veya o mezhebin kol­larından birinin kurucusu kabul etmek doğru değildir. Ancak mezhep­ler tarihi ile meşgul olan âlimler, belki de meşhur hadisteki 72 fır­kayı bulup tamamlayabilmek için, ana fırkaları bir çok kollara ayırmışlardır.

Mu'tezile mezhebinin hicrî ikinci asrın başlarında Basra'da Vâ­sıl b. Atâ' (v. 131/748) ve Amr b. Ubeyd (v. 144/761) tarafından ku­rulduğu şüphesizdir. Hicrî üçüncü asrın başlarında da Bişr b. el-Mu'-temtr {v. 210/825J tarafından Bağdat Mu'tezilesi kurulmuştur. Her iki ekolün muakkipleri vardır.                                                     .

Basra ekolünün en meşhur âlimleri şunlardır:

1)  Vâsıl b. Atâ' (v. 131/748)

2)  Amr b. Ubeyd (v. 144/761)

3)  İbrahim b. Seyyar en-Nezzâm (v. 231/845)

4)  Amr b. Bahr el-Câhız (v. 255/869)

Bağdat Mu'tazilesinin meşhur âlimleri de şunlardır

1)  Bişr b. el-Mu'temir (v. 210/855)

2  Ebû Mûsâ el-Murdar (v. 226/840)

3)  Ca'fer b. Mübeşşir (v. 234/848)

4)  Ca'fer b. Harb (v. 236/850)

5)  Sümâme b. el-Eşres (v. 213/828)

6)  Ahmed b. Ebû Duâd (v. 240/854)

Her iki ekol prensip olarak «usûl-i hamse»yi benimsemekle be­raber birbirinden farklı görüş ve düşünüşe sahip olduğu gibi bu kol­lara mensup âlimlefin birbirine nisbetle değişik fikirleri de vardır. Ebu'l-Hüseyn el-Malatî (v. 377/987), Basra Mu'tezilesiyle Bağdat Mu'tezilesi arasında bin kadar ihtilâftı meselenin bulunduğunu ve bun­ların bir kısmında birbirlerini tekfir ettiklerini zikreder [22]. İki ekol arasında kısa bir mukayese yapacak olursak şunları' söyleyebiliriz :

a) Basra Mu'tezilesi mezhebin kurucusudur:  daha orijinal ve müstakil düşünebilmiş, fikirlerini fiil (eylem) sahasına intikal ettirip baskı vasıtası olarak kullanmamıştır.

b) Bağdat ekolü    Basrahlardan ayrılarak kurulmuştur. Bu ekole mensup olanlar Yunan felsefesinden daha çok tesir almış, teferruata dalmıştır. Devlet ve siyaset adamlarına yaklaşmış, fikirlerini kuvvet yoluyla benimsetmeye çalışmıştır. Israrla üzerinde durduğu «halku'l-Kur'an» meselesiyle her kesin saygı duyduğu din âlimlerine işkence ettirmiş, dolayısıyla umumun nefretini kazanarak mezhebin çök­mesine zemin hazırlamıştır.

[23]

İtizal mezhebinin her iki ekolüne ait talî fırkaların sayısı kaynak­ların çoğunda 20 olarak tesbit edilmiştir. Bunların her biri farklı gö­rüşleriyle şöhret bulmuş bir âlimin etrafında kurulmuş ve o şahsa nisbet edilerek anılmıştır. Biz burada bu talî fırkaların sadece adını ve nisbet edildiği şahsı zikrederek, bu kolların görüşlerini öğrenmek isteyenlere (16. ve 17. dipnotunda yer alan) kaynaklara başvurmala­rını tavsiye edeceğiz [24].

D
 el-Vasılıyye
 
2)
 el-Amreviyye
 
3)
 el-Hüzeyilyye
 
4)
 en-Nezzâmiyye
 
5)
 el-Üsvâriyye
 
6)
 ei-Muammeriyye
 
7)
 el-Bişriyye
 
8 )
 el-Hişâmiyye
 
9)
 el-Murdâriyye (ve el-Müzdâriyye;
 
10)
 ei-Ca'feriyye
 
11)
 el-İskâfiyye
 
12}
 es-Sümâmiyye
 
13)
 el-Câhızıyye
 
14)
 eş-Şehhârniyye
 
15)
 el-Hayyâtıyye
 
16)
 el-Kâ'biyye
 
17)
 el-Cübbâiyye
 
18)
 el-Behşemiyye
 
19)
 es-Sâlihtyye
 
20)
 el-Hâbıtıyye
 

[25]

MUTEZİLENİN HİZMETİ VE HEZİMETİ

A.  Mutezilenin Getirdikleri
 

Hicrî ikinci asrın başlarında ortaya çıkan, dördüncü asrın son­larına kadar üç asır varlığtnı koruyan ve islâm beldelerinin çoğunda (Suriye, Irak, Mısır, Isfahan, Cürcan, Horasan...) tesirlerim gösteren Mu'tezilenin lehinde ve aleyhinde çok şey söylenmiştir. Biz burada önce Mu'tezilenin islâm akaidine ve islâm tefekkürüne karşı ifa ettiği hizmetlere, sonra da hatalı taraflarına ve müstakil bir mezhep olarak tarihten silinip gidiş sebeplerine kısaca temas edeceğiz.

En muhafazakâr ve fakat insaflı ve dirayetli âlimlerimiz bile ilk Mu'tezile bilginlerinin islâm akaid esaslarının yerleşmesi ve özellikle müdafaa ve muhafaza edilmesi konusunda büyük hizmetler ifa ettik­lerini kabul ederler. Şafiî âlimlerinden Ebu'l-Hüseyn el-Malatî (v. 377/ 987) onlar için şöyle der:

«Erbâb-i kelâm onlardır. Cedel metodunu kullanan, görüşlerin rnakbul olanı ile olmayanını birbirinden ayırtedebilen, tefekkür ve mu­hakeme kabiliyetine sahip bulunan, muarızlarına karşı kat'î deliller ve çeşitli üslûplar kullanabilen, akıl İlmi ile nakil ilmini birbirinden ayı­ran ve rnuârızlarıyla münazara ederken insaflı davranan yine onlar­dır» [26]

Şeyhülislâm vekili Muhammed Zâhid el-Kevserî (v. 1371/1952) de, ilk Mu'tezilenin, bir taraftan islâm dünyasına dıştan gelen çeşitli ulûhiyyet veya tevhîd münkirlerine, nübüvvet münkirlerine, ayrıca ya-hudi ve hıristiyanlara karşı başarılı bir mücadele verirken diğer yön­den içte türeyen Müşebbihe, Mücessime, Haşviyye ve Râfıza gibi şapik cereyanlarla da uğraşmış olduğunu zikreder. Yine Kevserî, nübüv­vet müessesesinin korunması mevzuunda Mu'tezile bilginlerinin mey­dana getirdikleri eserleri takdir eder ve islâm dünyasında bu mücadelelerin vuku bulduğu yıllarda muhafazakâr selef metodunu benimsemiş bulunan fukahâ ve muhaddisînin islâm akaidi adına aynı mücade­leyi vermeye muktedir olmadıklarını kaydeder [27] Muhammed Ebû Zehra da aynı görüşe katılır ve Mu'tezÜeye ait «usûl-i hamse»nin bu mücadelelerin bir mahsulü olduğunu ve her bir aslın bir sapık fır­kaya cevap teşkil ettiğini ilâve eder [28] Bu kısa girişten sonra Mu'­tezilenin islâm akaidine ve islâm tefekkür tarihine ifa ettiği hizmet­leri şöylece sıralayabiliriz :

1)  Huiefâ-i   râşidîn  devrinden  itibaren  hızla  yayılmaya  başla­yan islâm fütuhatı değişik bir çok din, kültür ve felsefeleri  islâm dünyasının içine almış veya bunlarla komşuluk ve münasebet halin­de olmuştur. Ayrıca Abbasî halifeleri tıbda ve Yuna ilimlerini ter­cüme ettirmekte istihdam etmek üzere Yahudilerle Hıristiyanları, si­yasî işbirliği dolayısıyla da İranlıları saraylarına almışlar ve bunla­ra itibar göstermişlerdir. Bu, İran ve Hİnd akaidinin, Yahudi ve Hı­ristiyan düşüncelerinin islâm dünyasına girmesine, hatta yayılma is-tidatı göstermesine zemin hazırlamıştır. Bundan başka, haricî cere­yanlardan tesir alan, teşbîh, tecsîm, hulul gibi dahilî bazı sapık görüşler de vardı. Mu'tezile âlimleri bütün bu sapık ve İslâm dışı ce­reyanlara karşı durmuş, sözle ve yazı ile islâm akaidini müdafaa et­miş, çeşitli islâm beldelerinde türeyen sapık görüşlü kimselerle mü­nazara etmek üzere seyahatler yapmıştır [29]

2) Nübüvvet müessesesinin müdafaasına ayrı bir önem vermiş­lerdir. Bu hususta meydana getirdikleri eserler halâ değerlerini ko­rumakta ve kendi sahalarındaki üstün derecelerini muhafaza etmek­tedir.

3 )Naslara  bağlı   kalmakla  beraber  [30]   islâmî  tefekküre   aklı da getirmişler, nasları aklî manada tefsir edebilmişlerdir. Bazı mez­hep tarihçileri, Mu'tezilenin, aklı şeriatın yerine koymaya    kalkıştı­ğını söylemiştir. Fakat son zamanlarda tarafsızlığa daha çok riâyet edilerek yapılan araştırmalar bu hükmü yerinde bulmamaktadır [31]

4)  İslâm ilimleri tarihinde ilm-i kelâm, ilm-i belagat, ilm-i ce-del ve münazarayı onların te'sis ettiği  kabul edilir [32]Mu'tezile, Ebû Zehra'nın ifadesiyle «hakkıyla islâm filozofları sayılırlar». Çün­kü onlar şerîatten ayrılmadan islâmî nasları aklî mânâda tefsir ede­bilmişler, bu inanış ve kültürleriyle zındık, mülhid ve kâfirler karşı­sında İslâmî müdafaa edebilmişlerdir [33]

5)  Mu'tezilenin   kelâm  metodu, yani  akaid  konularında  nassa bağlı kalmakla beraber akla da önem verme ve nasları aklî manada tefsir etme usûlü, ehl-i sünnet kelâmcılarma da tesir etmiş ve ehl-i sünnet ilm-i kelâmının kurulmasına    hizmet etmiştir. Batılı âlimler, Mu'tezileye ait, Allah'ın zatı ve sıfatları hakkındaki görüşlerin Spino-za (Spinosa, 1632-1677) yoluyla Avmpaya tesir ettiğini kabul eder­ler [34]. Müsteşrik VVilzer'in kanaatine göre Mu'tezile, hıristiyan is-kolastizmine ve yahudi din felsefesine tesir etmiş, hatta bazan ya-hudi din felsefesi tamamen Mu'tezileye, özellikle Cübbâî (v. 303/916) ve oğlu Ebû Hâşim'in (v. 321/933) görüşlerine yönelmiştir [35].[36]

 

B. Mu'tezilenin Yıkılışı
 

Hicrî iknci.asrın başlarında kurutan îtizal mezhebi Abbasî halî­felerinden el-Me'mûn (v. 218/833), el-Mu'tasım (v. 227/841) ve el-Vâsik (v. 232/847) devirlerinde en parlak yıllarını yaşamış, halife el-

Mütevekkil (v. 247/861) tarafından darbe yiyerek sinmiş, fakat Şîa ile birleştiğinden Büveyh Oğulları saltanatı devrinde dördüncü asır­da tekrar nüfuz elde ederek Irak, Horasan, Mâverâunnehir tarafla­rında yayılmıştır. Vezir Sâhib b. Abbad (v. 385/995) devrinde zirve­ye ulaştıktan sonra onun vefatiyle müstakil bir mezhep olarak orta­dan kalkmıştır.

Araştırıcılar Mu'tezi i en in yıkılışı  hakkında  çeşitli  sebepler  ile­riye sürmüştür. Bunları şöylece hulâsa etmek mümkündür:

1)  Mu'tezile, islâm âlimlerinin akaid sahasında akla rol verme­dikleri bir devirde ortaya çıkmıştır. Nassa bağlılık iddia etmekle be­raber akla fazla önem vermiş, âdeta aklına mağrur olmuştur. Bu, hem o asırlarda alışılmayan bir şeydi, hem de her noktada İsabetli değil­di. Hatırlanacağı üzere Mu'tezile, kelâm ilminin tamamen nakle bağ­lı  sem'iyyât bahislerine bile aklıyla müdahale etmiş, âhiret âlemi­ni dünya kanunlarıyla mukayese edip  izah etmeye çalışmış, âhiret ahvâliyle  ilgili  delillerden tevatür yoluyla sabit olmayanları  redde, mütevâtir olanların bir kısmını da te'vîle kalkışmıştır. Bu tutum is-Iğm âlimleri tarafından yadırganmış ve kabule şâyân görülmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki  Mu'tezile, görüşlerini, daha  çok zındık,  mülhid ve sapık fırkalarla mücadele ederken kullandığı cedel ve münazara şekillerine göre oluşturmuştur. Bu durum, onların, bir taraftan hasım­larının az çok tesiri altında kalmalarına, diğer yönden de çeşitli Mu'­tezile ricalinin fikirleri arasında birbirlerini tekfir edecek derecede tenakuzların belirmesine sebep olmuştur. Mu'tezile seri' bir fikrî ha­rekete kapılmış, sanki felsefe yapar gibi ihtilâflara düşmüş, tam bir terkip yapamadan münkariz olmuş gitmiştir. Mu'tezÜe görüşlerini be­nimseyen Şîa ise fikrî olmaktan ziyade hissî ve siyasî olduğundan onu fikriyatını ikmal edememiştir. Denebilir ki Mu'tezilenin duçar ol­duğu akibet kayıtsız şartsız aklına güvenip mağrur olan kişilerin düş­tüğü akibettir. Bu tutumuyla  Mu'tezileyi,  sadece duyular dahilinde çalışan pozitif ilmî gerçeklerin yegâne ölçüsü kabul eden ve onun dışında hiç bir hakikat tanımayan    pozitivistlere benzetmek müm­kündür.

2)  Mu'tezile ileri gelenleri, sadece âlimler arasında yüksek se­viyede fikrî münakaşa konusu olarak kalabilecek meseleleri avama kadar indirmişler, halkı  akademik münakaşalara karıştırmışlar, fikir hürriyeti  taraftarı  oldukları  halde  kendi  görüşlerini  kabul  ettirebil­mek için devlet adamları ve devlet gücünü kullanmışlardır. Buda aklına mağrur olup başkalarını küçük gören insanların akıbetidir bel­ki. Bağdat Mu'tezilesinin «halku'l-Kur'ân» meselesi ve bunun için Abbasî halifelerini kullanarak her kesin hürmetini celbetmiş Ahmed b. Hanbel gibi âlimlere işkence ettirmeleri, bâzı âlimleri öldürtme-leri onların yıkılışının en mühim âmilleri arasındadır. Bilindiği üzere halife e!-Mütevekkil (v. 247/861) hicrî 234 yılında Mu'tezilenin «hal-ku'l-Kur'ân» fetvasını kaldırmış, bu konudaki münakaşayı yasakla­mış, böylece Mu'tezile en büyük darbeyi yemiştir [37]

3) Mu'tezilenin yıkılış sebeplerinden birinin de şu olduğu söy­lenir : Bu mezhebin ricali, sadece büyük İslâm topluluklarının hür­met ettiği fukahâ ve muhaddisîni tenkidle, hatta onlarla alay etmek­le kalmamış, bu ricalin en azından bir kısmı ashab-ı kiramın bazıla­rına ta'netmiş. Onfarin bu yersiz davranışlarının bir sebebi Şîa ile fi­kir teatisinde bulunmuş olmaları ise bir sebebi de akıllarına gelen her şeyi söyleyecek kadar fikir hürriyetine, başka bir deyişle lâkav-dîliğe taraftar olmalarıdır, denebilir. Enteresan bir şeydir ki başta İbn Kuteybe (v, 276/889) olmak üzere Mu'tezile hakkında yazmış âlim­lerin çoğu onların ashaba tabettiklerini kaydeder [38] Halbuki Mu'­tezilenin, ashab-ı kirama sebbeden Revâfiz ile mücadele ettiği bi­linmektedir. Diğer taraftan Ebu'l-Hüseyn el-Hayyât (v. 298/910), çe­şitli sapık ve inkarcı görüşleri yanında ashaba da ta'neden ve bu sebeple Mu'tezile mezhebinden kovulan İbnu'r-Râvendî'ye (v. 298/ 910) cevap verirken Mu'tezile ricali hakkındaki ashaba ta'n iddiala­rını tek tek reddeder [39] ve Mu'tezilenin ashab-ı kiram (r.a.) hakkın­daki akidesini şöyle özetler:

«Mu'tezile, Mürcie ve ashâb-ı hadis arasında sahabe hakkında, onları sevip müdafaa etmek konusunda büyük bir ihtilâf yoktur. Ara­larındaki yegâne düşünce farkı hepsi de âdil olan halifeler arasında tafdil meselesindedir. Bütün sahabîlere hürmet gösterilmesi, onların rahmetle anılması ve onlara mahabbetle Allah'a yakınlık kesdedilmesine gelince, bu hususta aralarında hiç bir ihtilâf yoktur. Ancak Şam halkından olup da sonraları zuhur eden bazı âsi gurupların değişik iddiaları müstesna. Mu'tezile bu guruplara en şiddetli bir şekilde muhalefet eder» [40]

Merhum Zâhid Kevsert (v. 1371/1952), mezhepler tarihi yazar­larını kasdederek şöyle demiştir: «Çoğu zaman fırkalara kendi ki­taplarında bulunmayan görüşler nisbet edilir. Bu, ya doğrudan doğ­ruya görüşleri icad edip o fırkalara yamamak, veya onların söz­lerinden, kendilerinin kasdetmediği neticeleri çıkarmak suretiyle, ya­hut da o fırkaların muarızlarına ait gayr-ı mutemed eserlerden .ak­tararak olur» [41]. İbn Kuteybe için de «Te'vîlu muhtelifi'l-ha3îs ki-kitabında alabildiğine hücumkâr, bilmediği ve üstesinden geleme­diği konulara ha Ipire dalan...» bir kişi olduğunu ve usûl-i din bahis­lerinde bocaladığını söyler [42]

Artık gerçekten bazı Mu'tezile ricalinin ashab-ı kiram hakkında ta'nedici sözler sarfedip etmediklerini kesinlikle tesbit etmek kolay olmasa gerek. Fakat, durum haddizatında ne olursa olsun, netice değişmemiş ve Mu'tezile bu suçla itham edilmiş, bunun propagan­dası yapılmış ve bundan yara almıştır.

İslâmî ilimler ve islâm medeniyeti tarihi sahasında meşhur eser­leri bulunan Ahmed Emin (v. 1373/1954) Mu'tezilenin hezimeti konu­sunda özetle şöyle der:

«Kanaatime göre Mu'tezilenin hezimeti müslümanlann hayrına ol­mamıştır. Evet, onlar siyasete karışmamalı, fakat ilmî sahadan da si-linmemeliydi. Zira yerlerine gelen muhaddislerle fakîhler (daha çok Hanbelîleri kasdeder sanıyorum) donukluğa vardılar. Aslında her iki zümre de islâm cemiyetinde bulunmalı. Biri fikir hürriyeti vadisinde ilerlerken öbürü, muhafazası gerekli hususlar üzerinde ısrarla dur­malı ve berikilerin ifrata düşmelerine, -felsefeye sarılmalarına ma­ni olmalıydı. Öyle olmadı. Bu sebeple el-Mütevekkil'den (v. 247/861) itibaren fıkıh, tefsir, hadis, hatta nahiv ve lügat ilimleri donmuş, eser­ler hep birbirine benzer hale gelmiştir. Aralarında bir fark varsa ibarenin kısalığı ve uzunluğu, hacmin küçüklüğü veya büyüklüğü bakınımdan olmuştur. Tertip aynı, misaller aynı. Bir önceki kitapta ka­palı geçen ifade bir sonrakinde de aynı şekilde kapalı. Hepsi de el-Mütevekkil'in teslim ve ta ki id emrine boyun eğmiş ve şahsiyet or­tadan kaybolmuş. Çünkü şahsiyet teslim olmaya ve taklid etmeye düşmandır. Şayet Mu'tezile yaşasaydı muhakkak ki müslümanlar, bü-ründükleri renkten daha başka ve daha güzel bir renge bürünecek­lerdi.

«Mu'tezile münkariz olmuş, yerine Farâbî (v. 339/950), İbn Sînâ (v. 428/1037), İbn Rüşd (v. 595/1198) gibi filozoflar gelmişti. Fakat bunlar, ötekilerin boşluğunu dolduramamıştır. Çünkü felâsife önce filozof, sonra müslümandı; Mu'tezile ise önce müslüman sonra fi­lozoftu. Bunun için Mu'tezile, kendi devirlerinde, muhaddis ,ve fakîh-lerin seviyesine inebildiler, onlarla aynı plâtformda çatıştılar. Felâ­sife ise kendi semâlarında uçtular, realiteye, isîâm cemiyetine ine­mediler. Mu'tezile fasîh ve belîğ bir zümre idi, söyleyebildi, anla­tabildi. FiloHoflarsa söylediklerini ancak kendileri  anladılar» [43]

Ahmed Emin'in bu teşhislerinde dikkate değer taraflar varsa da tenkide şâyân taraflar da vardır. Zira Mu'tezilenin başlattığı nas-sa bağlı aklî hareketi, ehl-i sünnet kelâmciları akaid sahasında de­vam ettirmiştir. Bunun ötesi müsbet ilimleri ilgilendirir. Belki Mu'­tezile yaşasaydı pozitif ilimler sahasında da ilerliyecek ve islâm dün­yası bu konuda, dolayısıyla teknik, iktisadî ve askerî sahada Avrupa-dan geri kalmıyacaktı. Bugün islâm dünyasında dinî ve ahlâki değer­lerin sarsıntıya uğraması büyük çapta beriki âmillerin tesiriyle de­ğil midir? [44]

 

C. Mu'tezile - Şia Münasebeti
 

Bahsin başında Mu'tezilenin adı ve ortaya çıkışından söz eder­ken (s. 169 vd.), Mutezile âlimlerinin itizal hareketini ehl-i beyte isti-nad ettirdiklerini söylemiş ve bunun itizal mezhebine revaç kazan­dırmak ve taraftar bulmak için ileriye sürülen bir iddiadan ibaret ol­duğuna işaret etmiştik. İlmî itizalin hicrî ikinci asrın başlarında ku­rulduğunda şüphe yoktur. îtizal kuvvetlendikten ve Bağdad'a, Hora­san'a, diğer islâm beldelerine yayıldıktan sonra Şîa ile temas kur­muş,  başka  bir deyişle Şîa  itizal  akidesini  benimsemiştir.  Mu'tezi-

lenin son parlayışı şîî Büveyh Oğullan devrinde olmuştur. Gerçi Şîa uleması, Şiîliğin, itizal mezhebinin prensiplerini kabul ettiğini inkâra kalkışır. Çünkü onlar güya her hakikati imam-i ma'sûmdan öğrenirler, akıl yoluyla değil. Fakat bu, sadece bir iddiadan ibarettir. Araştır­malar Mu'tezile ile Şîanın fikrî münasebetlerini kesin bir şekilde is-bat etmiştir [45]

Irak, İran, Suriye, Hindistan Şiası, Yemen'deki Zeydiyye Mu'te-zilenin akaid prensiplerini benimsemiştir. Ancak imamet gibi bazı konularda aralarında görüş farkları mevcuddur. Şîaya ait akaid eser­leri plân ve kuruluş bakımından bile Mu'tezile eserlerine benzemek­tedir [46][47]

 

GALİYYE – BÂTINİYYE


1. Gerçek gayeleri:
 

Samimiyetten uzak bir şekilde Şîaya intisab iddiasında bu­lunanlarla, Şîaya mensup iken aşırılığa düşüp sınırı aşanların teşkil ettiği galiyye guruplarının görüşleri hakkında yukarıda bilgi vermiştik. Galiyye - Bâtıniyye zümrelerinin asıE maksadları nedir? Bu konuda İmam el-Gazzâlî'yi (v. 505/1111) dinleyelim:

«Mezhepler tarihi âlimlerinin ittifak ettiği bir noktadır ki, Bâ­tıniyye cereyanı, her hangi bir dine inanmış, bir mezhebe bağlan­mış, nübüvvet müessesesini benimsemiş biri tarafından başlatılmış değildir; çünkü bu cereyanın gidişi dinden sıyrılmaya varır, hamur­dan kılın sıyrılışı gibi. Ne var ki ateşperestlerden, Mezdekîlerden ve biraz da inkarcı Senevilerden müteşekkil bir cemaatle eski münkir filozoflardan büyük bir gurup, aralarında İstişare etmişler, bir çare bulup ortaya koymak mevzuunda fikir teatisinde bulunmuşlar, öyle ki bulacakları bu çare, iman ehlinin her tarafı kaplamış olmasından doğan felâketi (!) hafifletsin, müslümaniarın parlak durumundan do­layı üzerlerine çöken kederi dağıtsın. Onlar, Allah'ı inkâr etmek, pey­gamberleri yalancı saymak, haşrin-neşrin ve neticede Allah'a dönü­şün vuku' bulmıyacağım kabul etmekten ibaret olan inanışlarını ha­ber vermekten dillerini tutmuşlar. Kendi aralarında şöyle demişler:

«Bütün peygamberlerin yalancı ve düzenbaz olduklarını biliyoruz; çünkü onlar, halkı, gözbağıcıhk ve kurnazlık yoluyla kendilerine kul-köle ediyorlar... Muhammed'in fesadı ortalığı sarmış, çağrısı ülkele­re yayılmış, hükümranlığı alabildiğine genişlemiş imkânları ve salta­natı kemal derecesini bulmuş... Nihayet onun taraftarları atalarımı­zın mülkünü ele geçirmiş, kendi   beldelerimizde, hem de aktllarımızı

küçümseyerek, nimet ve refaha garkolmuşlardır. Artık yeryüzünü eni­ne boyuna doldurmuşken savaşla onlara karşı direnmeye ümid bağ­lanamaz; onları, ısrarla bağlandıkları dinden vazgeçirmek için hile ve tuzaktan başka çare bulunamaz. Şayet onları alenen mezhebimi­ze davet edecek olursak bize karşı direnir, sözlerimize kulak asmaz­lar. O halde bizim için yegâne çıkar yol müslüman guruplarından bi­rinin akidesini benimsemiş görünmekten ibarettir. Öyle ki bu gurup, onların içinde, aklı en hafif, görüşü en zayıf, tabiatı olmıyacak şey­leri kabullenmeye en müsait, yalanlara ve aldatıcı sözlere inanma­ya en yatkın bulunan olsun. Bunlar da olsa olsa ancak şîîler olur. Evet, biz Şîaya intisab ve Ehl-i Beyete bağlılık iddiasıyla şerlerin­den kendimizi korumalıyız. Ayrıca biz, seleflerinin ma'ruz kaldığı bü­yük zulüm ve hakaretleri dile getirmek suretiyle onların tabiatına uy­gun düşen şeyleri vesile edinmeli, kendimizi onlara sevdirmeli, Muham-med'in (s.a.) aile efradına isabet eden felâketlere ağlar görünmeli­yiz. Böylece müslümanların önderlerini ve uyulacak örneklerini teş­kil eden geçmiş âlimlerine dîl- uzatmaya imkân bulmuş oluruz. Geç­miş âlimlerinin hallerini ve onların rivayetiyle -naklolunan şeriatleri-ni kendilerine çirkin göstermeye muvaffak olduk mu, artık müslü­manların şeriate dönüşleri güçleşir, buna mukabil peyderpey dinden sıyrılıp uzaklaşmaları meyanmdaki çalışmalarımız kolaylaşır. Şayet hâlâ Kur'ânın ve mütevatir haberlerin zahirleri meyanında tutunacak bir şey bulurlarsa onlara şunu kabul ettirmeye çalışırız ki: bütün bu zahirî delillerin gizli ve bâtın? manaları vardır; ahmak olmanın alâ­meti onların zahirine aldanıp kanmaktır; akıllı ve basiretli oluşun belirtisi de bâtını manalarını benimsemektir... Sonra kendi inanç­larımızı aralarında yaymaya başlar ve Kur'ânın zâhirlerîyle kasd olu­nan asıl manaların (bâtını manaların) bunlardan ibaret olduğunu söy­leriz. Nihayet bu şîî guruplarla sayımızı çoğaltmaya, yanlarında yer alarak destekleriyle kuvvet kazanmaya muvaffak olunca diğer İslâ-mî fırkalara nüfuz etmek bizim için kolaylaşır.

«Söz konusu guruplar istişarelerine şöyle devam etmişler: Ta-kibedeceğimiz yol şu olmalıdır: Kanaatlerimize iştirak edip bize yar­dımcı olabileceklerden birini lider olarak seçelim, onun Ehl-i Beyt-ten olduğunu, bütün insanların kendisine bey'at ederek arz-ı itaatte bulunmasının gerektiğini, çünkü Rasûlüllahın halifesi olduğunu ve büyük küçük bütün günahlardan taraf-ı İlâhîden korunduğunu... ifade edelim. Ayrıca bu davetimizi, günahlardan korunmuş olmakla vasıf­landırdığımız liderin yakın muhitinde yaymayalım; çünkü muhit ya-

kınlığı çoğu defa perdeleri sıyırır. Buna mukabil menzil uzakta olup mesafe büyüdü mü davetimize İcabet edecek kişi, liderin halini araş­tırmaya ve içyüzünü anlamaya nereden imkân bulsun?

«işte bahis konusu İslâm dışı ve inkarcı gurupların, bütün bun­lardan asıl maksadı, müslümanların ülkelerini istilâ etmek, mallarına ve namuslarına el uzatmak ve kendi zanlarmca mallarını ellerinden alan, kanlarını akıtan, başlarına türlü türlü belâlar yağdıran müsîü-manlardan intikam almaktan ibarettir. İşte Bâtınî tevillerin nihaî he­defleri ve işte ortaya çıkış sebepleri...» [1]

Zeydî âlimlerden Muhammed b. el-Hasan ed-Deylemî (v. 711/ 1311) de Bâtıniyyenîn ortaya çıkışı ve gayesi hakkında şöyle diyor:

«Şunu bilmelisin ki Bâtıniyye mezhebinin ilkin ortaya çıkarılı­şı Allah onlara Nuh tufanını, Âd kavminin kasırgasını, Lût kavmi­nin öldürücü taşını, Semûd kavminin yıldırımını musallat kılsın hic­retin 250. senesinde olmuştur. Bu mezhebi, İslâmiyete ve Peygam­ber aleyhisselâma karşı kalblerinde kin bulunup da aralarında anla­şan filozoflardan, inkarcılardan, mecûsî ve yahûdîlerden ibaret bîr gurup ortaya koymuştur. Gayeleri ise insanları, bunca şevket ve kuvvetlerinden sonra îslâmiyetten uzaklaştırmaktı». [2]'

Gerek sünnî, gerek şîî bütün islâm âlimleri yanında yabancı mü­ellifler de galiyye ve Bâtıniyye önderleri ve propagandacılarının sa­mimiyetten uzak olduklarında müttefiktirler. Gayeleri, «yaşayan, bel­li kaidelerle tesbit edilen her türlü dinî inancı yıkmak» [3], özellik­le islâm milletlerini ve islâm iktidarlarını içten çökertmekti. Bu ne­ticeye ulaşmak için her türlü vasıtayı mubah saymışlardır. Yukarı­da «Bâtıniyye tesirlerine kapılan tipler» bahsinde (s. 238 vd.) sıraladı­ğımız tipler, Bâtıniyyenin, neticeye ulaşmak için ne gibi çarelere başvurduğunu açıkça göstşrir. İslâm tarihinde müfrit gurupların fik­rî tahriplerine karşı Mutezilenin, kuvvete dayanan tahriplerine kar­şı da türk unsurlarının büyük mukavemetleri ve mukabil mücadele­leri olmuştur.[4]

Luis Massignon (1883-1962), Karmatî hareketi için şöyle der: «Bu hareket Garba de tesir etmiş ve esnaf birlikleriyle Farma­sonluk teşkilâtına müessir olmuş görünmektedir» [5][6]

 

2. Mukaddes mefhumlar ve galiyye:
 

Zeydî âlim ed-Deylemî, kitabında, Bâtınîyye ileri gelenlerinin bizzat kendi eserlerinden nakiller yapar. Bâtınî Ebu'l-Kasim el-Kayravânî'ye ait «el-Belâğu'l-ekber » den yaptığı bir na­kilde, müllif Kayravânî, namazın, orucun ve haccın, bilindiği ve tat­bik edildiği şekilde bir manaya gelmediğini söyledikten sonra- şöy­le devam eder:

«Yuh olsun şu müslümanlara! Onlardan birinin, (namaz kılıyo­rum diye) alnını ve yanağını yere koyup kıçını yukarıya kaldırmasın­dan Tanrılarının eline ne geçecek? [Oruç tutacaklar diye) onları aç bırakmaktan, (hac menâsiki diye) Kâ'benin etrafında dolaşmaktan, yalınayak ve çıplak koşuşmaktan, taharet için kullanılmaya bile el­verişli olmayan bir taşı öpmelerinden ona ne fayda gelecek?» [7]

Hicrî 317, milâdî 930 tarihindeki hac mevsiminde, Karmatî az­gınlarından Ebu Tahir Süleyman b. el-Hasan el-Cennâbî (v. 332/944J. arkadaşlarıyla birlikte 'Mekke'ye girmiş, tavaf ve ibadetle meşgul olan binlerce hacıyı öldürmüş, bir kısmını zemzem kuyusuna doldur­muş, geri kalanları da yıkamadan, kefenlemeden, cenaze namazla­rını kılmadan Mescid-i Harâm'a gömmüşlerdir. Aynı şakiler, Mek­ke evlerini yağma etmişler, Kâ'be örtüsünü alıp aralarında paylaş­mışlar, Hacer-i Esvedi yanlarına alıp gitmişler... Hacer-i Esved, 22 yıl, merkezleri olan «el-Ahsâ'» da kalmıştır. İadesi İçin ricaya gi­den Mekke emiri ve eşrafını da öldürmüşlerdir Nihayet 339/950 yı­lında Hacer-i Esved yerine iade edilmiştir .[8] [9]

 

3. Galiyyenin dindeki hükmü :
 

İslâm müellifleri galiyye-Bâtıniyye fırkalarını İslâm dışı kabul ederler. İmâmiyye-i  Isnâaşeriyye âlimlerinin ileri gelenlerinden İbn

Bâbeveyh el-Kummî (v. 381/991) şöyle der: «Bizim gulât ve Mufav-vıza [10] hakkındaki inancımız şudur: Bunlar, sânı yüce Allah'ın İn­karcılarıdır. Onlar yahudiler, hıristiyanlar, mecûsîler, Kaderiyye, Ha-rûriyye, bid'atçılar ve sapık görüşlere sahip olanlardan daha kötü­dürler» .[11]

Zeydî âlim ed- Deylemî, Bâtınlyyenin 20 ye yakın meselede küfre düştüğünü izah eder .[12]

Gazzâlî (505/1111) de, Bâtıniyyenİn, gerek benimsedikleri İslâm dışı inanışları ve gerek biz müslümanları tekfir edişleri yüzünden, küfre düştüklerine hükmeder[13]. İzmirli İsmail Hakkı'ntn (1869-1946) dediği gibi galiyye ve Bâtıniyyeden olup da tuttukları yolun İç­yüzünü bilen kimselerin küfre düşmekten kurtulmaları mümkün de­ğildir. Fakat cereyanın içyüzünü bilmeyen avam küfürden kurtulmuş olabilir [14][15]


[21] bk. el-Bağdâdî, el-fark, s. 361 vd.

[22] el-Malatî, et-Tenbîh, s. 40-41.

[23] Her iki ekolün ricali ve görüşleri için bk. İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 202-222;    İbn  Kuteybe,  Te'vîlu .muhtelifi'l-hadîs,  s.   17-46,   40-51;   el-Malatî,   ag.e., s. 38-40; eş-Şehristânî, eJ-Milel, I, 84; Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, III, 96   (Basra ekolünün şeması), S7-140  (âlimlerinin görüşlrei),  141   (Bağdat ekolünün şeması), 141-159   (âlimlerinin   görüşleri),   159-161   iki   ekol   arasında   mukayeae);   İ.A.  VIII, 760-761  ve  ilgili  diğer maddeler.  Hayyât,  el-İntİsâr'ında   dağınık   yerlerde   olmak üzere Mu'tezilenin  meşhur âlimlerinin  görüşlerini  zikreder.

[24] el-Bağdâdt, ag.e., s. 117-201; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 192-204; el-îsferâ-yînî, et-Tebsîr, s. 40-59; es-Şehristânî, ag*., I, 46-85; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, in, 283-286; el-Makrîzî, el-Hıtat, H, 345-348; İzmirli, Yeni İlm-İ Kelâm, I, 131-132; De Boer, Târihû'l-felsefe, s. 57-65; Çağatay - Çubukçu, İslâm Mezhepleri Tarihi, I, 95-114.

[25] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:176-177

[26] el-Malatî, et-Tenbîh, s. 35-36.

[27] el-Kevserî, Tebyîn mukaddimesi, s.  12-15, 18, el-Hammâdî'ye   ait Keşf mukaddimesi, s. 9.

[28] Ebû Zehra, el-Mezâhib, I, 218-219, 234-247.

[29] İlk makalât   (dinler   ve  mezhepler  tarihi)   eserlerinin   Mu'tezile   âlim­lerine ait olduğu bilinmektedir. Hayyât, Mu'tezile bilginlerinin, bâtıl din ve ina­nışların reddi konusundaki faaliyetlerine sık sık temas eder. bk. meselâ, el-İntisâr, s.  30-32,  33-34;   ayrıca bk.   İbnu'l-Murtazâ, Tabakat,  s.   32-33;   İ.A.  VIII,  759-760; A.  Emin, Fecru'l-İslâm.  s.  299-300.  Duha'l-İslâm, III, 136-137,   205-207;   İ.  Abdül-hamîd,  Dirâsât,  s.   83,   108-111;  Abdülkerîm  Belba',  Edebu'l-Mu'tezile,  s.   167-174. Kadı Abdülcebbar el-Mu'tezilî'nin «el-Muğnî. adlı 20 küsur ciltlik eserinden neşr edilenler arasında 5. cUd gayr-ı islâmî fırkalara dairdir  (Kahire, ts-).

[30] İmam  Şâtıbî,  Ahmed  b.   Hanbel'den  naklen  kaydettiğine  göre  Hâşim el-Evkas'm,   Kur'ân-ı   Kerîm'deki   -Tebbet-   sûresi   ile   «el-Müddessir*   sûresinden bazı âyetleri inkâr ettiği rivayet edilmiş. Bu rivayet asılsız bir dedikodudan iba­ret olabileceği gibi söz konusu kişi Mu'tezile'den ayrılmış biri de olabilir. Çünkü Mu'tezilenin en amansız düşmanları bile onları böyle bir şeyle itham etmemişlerdir (bk. e-Şâtıbî, el-İ'tisam, I, 233-235).

[31] bk. İ. Abdülhamîd, ag.e-, s. 111-112.

[32] A. Emin, Duha'l-İslâm,  III, 90-96. Abdülhakîm  Belba'   hicrî  dördüncü yüzyılın sonuna kadar Mu'tezilenin, arap dili ve edebiyatındaki yerini   «Edebu'l-Mu'tezîle»   adıyla inceleyerek neşretmiştir   (Kahire, 1969, 432 sayfa).

[33] Ebû Zehra, ag.e., I, 264.

[34] Adam Mez, el-Hadâratu'1-İslâmiyye, I, 374.

[35]  Wilzer, İbnu'l-Murtazâ'nın Tabakat neşri mukaddimesinde, s. 9  (t).

[36] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:178-180.

[37] Mu'tezile'nin yıkılışı için zikredilen iki sebep hakkında bk. el~Kevserî, Tebyîn mukaddimesi, s. 18-19; A. Emin, Duha'l-İslâm, III, 198 vd.d.; Ebû Zehra, ag.e., I, 221-227, 264; İ. Abdülhamîd, Dirâsât, s. 114-115; A. Belba', Edebu'lMu'te-züe, s. 6, 162. Halk-ı Kuran meselesd için bk. A. Emin, ag.e., III,  161-198;  Ebû Zehra, ag.e., I, 249-264.

[38] bk. msl. İbn Kuteybe, Te'vîl, s. 20-43;  el-Bağdâdî,  el-Fark, s.  119-121, 147-149;   el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 41-42;  eş-Şehristânî,   el-Milel,  I, 49,  57-58;   el-Curcânî,   Şerhu'l-Mevâkif, JII,   283;   A.   Emin,   Fecru'l-İslâm,   s.   298-299,   Duha'I-îslâm, III, 75-76.

[39] el-Hayyât, el-İntisâr, s- 50-51, 73-77, 101-104, 114-115.

[40] a.e., s. 101-102.

[41] el-Kevserî, Tebyîn mukaddimesi, s. 20.

[42] el-Kevserî, İbn Kuteybe'ye ait el-İhtilâf fi'1-lâfz mukaddimesinde, s. 2-3.

[43] Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, İH, 202-205.

[44] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:181-183.

[45] Dr. İrfan Abdülhamîd, şîîlik ve itizal arasındaki fikrî münasebeti konu edinen doktora seviyesinde bir araştırma yapmıştır. Bunun özeti için bk. İ. Abdül­hamîd, Dirâsât, s. 98-108.

[46]  bk.   eş-Şehristânî,  el-Milel,   I,  173;  el-Beyâzî,   İşârStu'l-merâm,   S-. 52; Goldziher, el-Akîde, s. 223; İ.A. VIII, 761.

[47] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:183-187.


Konu Başlığı: Ynt: Mutezilenin kolları
Gönderen: Melek Nur Çelik koü üzerinde 18 Ağustos 2019, 14:13:43
Paylaşım için Allah razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: Mutezilenin kolları
Gönderen: Mehmed. üzerinde 19 Ağustos 2019, 13:29:25
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri İslam yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Mutezilenin kolları
Gönderen: Züleyha üzerinde 28 Ağustos 2019, 11:59:53
Allah razı olsun hocam insallah selam ve dua ile


Konu Başlığı: Ynt: Mutezilenin kolları
Gönderen: Sevgi. üzerinde 29 Ağustos 2019, 00:58:33
Rabbim bizleri herzaman hak yolunda olanlardan eylesin inşaAllah