๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kelam İlmi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 20:00:29



Konu Başlığı: Mâturîdiyye
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 20:00:29
MÂTÜRÎDİYYE


A. Ehli Sünnet Kelâmcıları
 

Akaid sahasında Rasûlüllah [s.a.) ile ashab cemaatının yolunu takibeden ve fakat meseleleri izah ve isbat sırasında «kelâm» meto­dunu benimseyen «ehl-i sünnet kelâmciları»nın büyük bir kolu. Di­ğer kolunu Eş'ariyye teşkil eder. Selefiyye taraftarlarının azaldığı mü-teahhir devirlerden itibaren «ehl-i sünnet ve'1-cemâat» terimi mut­lak olarak kullanıldığı zaman daima Mâtürîdiyye ve Eş'ariyye anlaşıl­mıştır[1].

İslâm dünyasında hicrî ikinci asırdan İtibaren, bir taraftan, akla dayanan felsefî ilimler tercüme ve telif yoluyla yayılırken, diğer yön­den yine akla fazla ehemiyet veren Mu'tezile ortaya çıkmış, akaid sahasında görüş ve kanaatlerini yaymaya başlamıştı. Nakle bağlılı­ğı ve teslimiyeti şiar edinmiş selef akidesi bu yeni cereyanlara, hususiyle hızla yayılma istidadı gösteren i'tizâlî görüşlere karşı artık kifayetsiz görünüyordu. İslâm dünyasında usûl-i dîn mevzuunda nak­le bağlı kalmakla beraber akla da ehemmiyet verecek, selef melo-du ile Mu'tezile metodunun iyi taraflarını cem'edip ehl-i sünnet çer­çevesi dâhilinde kalacak yeni izah tarzlarına ihtiyaç hissediliyordu. Bu yeni ihtiyacı karşılayan, «ehl-i sünnet ilm-i kelâmı» adını verebi­leceğimiz bu yeni cereyanı temsil eden, Irak'ta Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (v, 324/936), Mâverâunnehir'de de Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (v. 333/ 944) olmuştur.

Kelâm tarihinin incelemesinden anlaşılacağı üzere ehl-i sünnet kelâmcılarının mütekaddimîni, Mu'tezile başta olmak üzere, ehl-i bid'-atla. mücadele etmiştir. Bu mücadelede, en büyük hasım kabul edi­len Mu'tezile'nin silâhı {akılcılık) kullanılmış, dolayısıyle hem me­tod yönünden, hem de varılan neticeler bakımından yer yer ona yaklaşılmıştır[2]. Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin bulunduğu muhit i'tizaİ eh­linin muhiti olması sebebiyle, o daha sert bir mücadele yürütmüş­tür. İmam Mâtürîdî ise ehl-i bid'at şüphelerinden nisbeten korunmuş bulunan, fıkıh sahasında olduğu gibi akaid meselelerinde de İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nîn (v. 150/767) görüşlerine sâdık kalan Mâverâ-unnehir beldelerinde daha istikrarlı bir mücadele verebilmiştir[3].[4]

 

B. Mâtürîdiyye Mezhebi
 

Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd Ebû Mansûr el-Mâtürîdî've nisbet edilen akaid mezhebi. «Mâtürîd», Türkistan'daki Semerkand şehrine bağlı bir köydür, Ebû Mansûr, tahminen 238/852 yıllarında orada doğmuştur. Hayatı hakkında fazla bir şey bilemediğimiz İmam Mâtürîdî'ye nisbet edilen eserler, onun, kelâm, mezhepler tarihi usûl-i fıkıh ve tefsir sahalarında mütehassıs olduğunu gösterir. Eser­lerinde ehl-i sünnet akidesini naklî ve aklî delillerle isbat ve izaha çalışmış, Mu'tezÜe ile Revâfız'ı red ve tenkid etmiştir. Kaynaklarda ona nisbet edilen eserlerden bugün elimizde sadece ilm-i kelâm mevzuundaki «Kitâbu't-Tevhîd»i ve tefsire dair «Te'vîlâtu'l-Kur'ân»ı mevcuddur. Prof. Y. Z. Yörükân tarafından ona nisbet edilerek ter-cümeleriyle birlikte neşredilen iki küçük risalenin (Kitâbu't-Tevhîd ve Risale fî'l-Akaid, İlahiyat Fakültesi Yayınlarından, İstanbul, 1953) hakikaten ona ait olduğunu söylemek 1970 yılında Dr. Fethullah Hulayf'in tahkîkıyle ilim âlemine sunulan hacimli Kitâbu't-Tevhîd'in uslûb, muhteva ve ifadesi karşısında mümkün değildir.

Mâtürîdî 333/944 yılında Semerkand'da vefat etmiştir.[5]

Mensupları tarafından »İmâmu'l - hüdâ, alemu'l - hüdâ» (hidâyet önderi, hidâyet meşalesi) diye anılan Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, şahsan, amelde ve itikadda İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye bağlı bulunduğu gibi aynı şekilde Hanefî olan bir mu­hit içinde yetişmiştir. İmâm-ı A'zam (rahimehullah) ise fıkıhtan baş­ka, itikadı meselelerde de büyük bir ihtisasa sahibdi. Devrindeki bid'at ehli ile mücadele ve münazaraları olmuş, tilmizleri ondan akaide dair çeşitli risaleler rivayet etmiştir[6]. Aynı risaleleri Mâtürîdî de rivayet etmiştir.

Bu sebeple kelâm âlimleri ve araştırıcılar «Mûtirîdiyye» diye anı-!an bu ehl-i sünnet mezhebinin asıl kurucusunun Ebû Hanîfe oldu­ğunu, Mâtürîdî'nin ise onun vaz'ettiği esasları aklî ve naklî delil­lerle tahkik ve tafsil ettiğini kaydederler. Binaenaleyh «Mâtürîdî, iddia edildiği üzere, Eş'arî'nin tâbi'lerinden değildir, bil'akis Eş'rî'-den önce ehl-i sünnet mezhebini tesis eden Ebû Hanîfe ve arkadaş­larının mezhebini te'yid ve tefsil etmiştir»[7].

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin selef akidesine mensup olduğu kabul edilir. Nitekim akaid risalelerinde, müteşâbihâtın te'vîli mev­zuunda selef telâkkisine uyarak  şöyle   der:   «Kur'anda  zikroiunduğu üzere Allah taâlânın yed, vech ve nefs sıfatları vardır.....Yine onun gazab ve rızâ sıfatları mevcuddur, ancak bunların keyfiyeti bizce meçhuldür. Onun gazabı ukubeti, rızâsı da sevabı demektir, denilemez... Yine onun yed'i kudreti veya nimeti mânâsına ge­lir, de denilemez»[8]. Ancak Ebû Hanîfe'nin, gerek kelâm meto­dunu benimsemiş Mu'tezile ve diğer bid'at ehlî ile muhtelif müna­zaraları, gerek fıkıhta takibettiği metoda paralel olarak akaiddeki istidlallerinde akla ehemiyet vermesi ona selef metodu ile kelâm metodu arasında bir intikal devresinin mümessili vasfını kazandır­mıştır[9].

Usul-i din mevzuunda nakle bağlı kalmakla beraber akla da ge­reken ehemiyeti veren Ebû Hanîfe'nin bu sistemini daha da geliş­miş olarak Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'de görmekteyiz. Mâtürîdî, Kitâ-bu't-Tevhîd'inin  hemen  başında  taklîd     zihniyetini  tenkid   ederken

«Dinin, kendisiyle bilinebileceği iki esas vardır: biri nakil, diğeri de akıldır» [10] demek suretiyle aklı usul-i dinin bir esası kabul ettiğini ifade etmiş oluyor. Yine aklî tefekkür ve istidlali müdafaa ettiği eserinde «İnsana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden, şeytanî vesveseden başka bir şey değildir, çünkü şeytan kişfyi akimin semeresinden caydırmak ister» [11] demektedir.

Mâtürîdî'nin, devrinin en kıymetli kelâm eseri olarak bize inti­kal eden Kitâbu't-Tevhîd'i incelendiği takdirde, onun, hakikaten nak­lin yanında akla da büyük değer veren, cedel ve münazara üslûbunu kullanan bir kelâm eseri olduğu ortaya çıkar. Bununla beraber mü­teşâbihâtın te'vîli mevzuunda Şeyh Ebû Mansûr, tıpkı Ebû Hanîfe'-de olduğu gibi, muhafazakâr davranarak te'vîlden kaçar. Meselâ is­tiva' meselelesinde, yani «Rahman olan Allah Arş üzerine istiva' etti»[12] mealindeki âyet-i kerimenin izahında, teşbîhe kaçan an­layışları zikredip reddettikten ve te'vîle giden diğer görüşleri de hulâsa ettikten sonra şöyle der:

«Bu mevzu'da bize göre aslolan şudur ki, Allah taâlâ «Hiç bir şey onun benzeri olamaz» [13]buyurmak suretiyle, kendini, yara­tıklarına benzemekten tenzih etmiştir. Biz de yukarıda, onun fi'lin-de ve sıfatında benzerlerden münezzeh olduğunu bşyan ettik. O halde Rahmân'ın Arş üzerine istivasına, Kur'anda vâVid ve akılda sabit olduğu gibi hükmetmek gerekmiştir. Artık biz, bu âyetin, bel­li bir mânâ ile kesin te'vîline hükmedemeyiz; çünkü yukarıda zik­rettiğimiz te'vîllerden her hangi birine ihtimâli olduğu gibi henüz beşer idrakine ulaşmamış ve teşbih şaibesi de taşımıyan başka bir mânâya gelmesi de muhtemeldir. Biz ancak bu âyette Allah'ın mu-rad ettiğine iman ederiz. Ru'yetullah ve diğer meselelerde olduğu gibi hakkında nas vârid olan her mevzuda da durum aynıdır: teş­bihi nefyeder, hiç bir yorum yapmadan murâd-ı İlâhî her ne ise ona iman ederiz»[14].

Kelâm metodunu büyük çapta benimsemekle beraber müteşâ­bihâtın te'vîli hususunda Mâtürîdî'de görülen muhafazakârlık aynen Eş'arî'de de mevcuddur.     Ancak ehl-i sünnetin bu her iki  koluna

mensup müteahhir âlimler müteşâbihâtı te'vîl etmişlerdir. Bunlar, bilhassa avamın yanlış yorumlarla teşbihe düşmelerini önlemek mak­sadıyla müteşâbihâtı, arap dilinin müsaade edebileceği mecazî mâ­nâlara yorumlamayı caiz görmüşler, fakat bu te'villerin, ihtimal dai­resinin ötesine geçmediğini ve kesinlik kazanmadığını da belirtmiş­lerdir[15].

Hulâsa, hicrî dördüncü asrın başlarında ortaya çıkan Mâtürîdiy-ye, ikinci asırda Ebû Hanife tarafından kurulan bir mezhebin deva­mıdır. Mâtürîdiyye,. akaid sahasında nakille birlikte aklı da dinin an­laşılmasına vesile olan bir asıl kabul etmiş, İmam Mâtürîdî'derı iti­baren akaidde kelâm metodunu gittikçe geliştirerek benimsemiştir.

Müteakip bahiste anlatılacağı üzere ehl-i sünnetin Eş'ariyye ko­lu da aşağı yukarı Mâtürîdiyye gibi kelâm metodunu benimseyen bir mezhebdir. Bu durumda gerek Mâtürîdiyye, gerek Eş'ariyye, en bü­yük hasım olarak mücadele ettikleri Mu'tezile metodunu benimse­miş görünüyorlar. Zira yukarıda, «Akaid ilminin geçirdiği merhale­ler» bahsinde anlatıldığı üzere «kelâm» meto,dunu islâm tarihinde ilk defa ortaya koyan Mu'tezile olmuştur. Evet, ehl-i sünnet kelâma cıiarıntn Mu'tezile metodunu benimsedikleri bir vakıadır. Her şey-4 den önce bu metod hasmın kabul edip saygı gösterdiği bir silâhtı. Sonra tarih boyunca islâm dininin ana konularını (ahkâm-ı asliyye-yi) teşkil eden akaid mevzularında kendileriyle mücadele edilen ve bundan sonra da mücadele edilecek olan zümreler her zaman na­kil ile susturulup mağlûp edilemez. Naklin yanında, Allah taâlânın lütfedip mükellefiyet için esas kabul ettiği aklı da vazifelendirmek, onu, naklin hizmetinde açıklayıcı, isbat edici ve hatta bir mânâda tamamlayıcı bir unsur olarak kullanmak her halde İsabetli bir yol, başarılı bir metoddur.

Mu'tezile akılcılığı ile ehl-î sünnet akılcılığı arasında büyük fark var. Mu'tezile, itikadî meselelere dair nasları yanlış ve kabi( bir anlayışla tefsir edip teşbihe düşen ve aklı mahkûm eden Haş-viyye karşısında bir aksülamel olarak akla fazla ehemiyet vermiş, filozoflar kadar olmasa bile nerde ise onu hakem kabul etmiştir. Bu sebepledir ki sıfât-ı ilâhiyyenin bir kısmı ile birlikte kaderi de inkâr etmiş, aklın müessir bir rol oynamaması icabeden âhiret ah­vâline  dair  ru'yetullah,  şefaat,   sırat,   mizan   gibi   bir  çok  hakikati reddetmiş, bunlarla İlgili nasları ya red veya te'vîle kalkışmıştır. Ehl-i sünnet kelâmcıları ise Allah taâlânın bütün sıfatlarım isbat etmiş, kadere inanmış, âhiret ahvâline müteallik, âyet veya hadis ile sabit olmuş her şeyi kabul etmiştir. Mu'tezilede akıl, yerine gö­re hareket noktası, yerine göre hakemdir. Eş'ariyye ve Mâtürîdiy-ye'den müteşekkil ehl-i sünnet kelâmcılarına göre İse akıl naklin hizmetinde, onu teyid edici, açıklayıcı ve tamamlayıcı bir unsurdur. Yine onlara göre nakil ile akıl arasında bir tenakuz, bir çatışma ol­mamalıdır. Şayet var gibi görünüyorsa sahîh nakil, sarîh akıl karşı­sında te'vil edilmelidir. Bu sonuncu vasfıyle ehl-i sünnet kelâmcı­ları Selefiyyeye yaklaşır. Zira Selefiyyenin mütekaddimînine göre akıl naklin karşısına çıkabilecek bir unsur değilse de müteahhirîne göre sahîh nakil ile sarîh akıl tearuz etmez ki te'vîl bahis konusu edilsin. [16]

 

C. Mâtürîdiyye Eserleri
 

Yukarıda da belirttiğimiz üzere Mâtürîdiyye mezhebi eh!-i bid*-at karşısında ehl-i sünnet akidesini ilk önce müdafaa ve neşreden bir mezhebdir. Bu hayırlı teşebbüs İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (v. 150/ 767) ile başlamış, İmümu'l-hüdâ Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (v. 333/ 944) tarafından inkişaf ettirilerek sürdürülmüş bu yoldan yürüyen müteakip âlimler de meydana getirdikleri eserlerde Mâtürîdiyye mezhebini kemale erdirmiştir. Gittikçe aklî istidlal ve izahlara ehe­miyet vermekle beraber Selefiyyenin o salim metodunu elden gel­diği kadar muhafaza etmiş ve Mu'teziie şöyle dursun, Eş'ariyye ka­dar dahi cedel ve münazara üslûbunu benimsememiştir. Ayrıca Mâtürîdî mezhebini benimseyen Mâverâunnehir sakinleri ile diğer müslüman türklerin zaman zaman istilâlara

ma'ruz kalmaları ve uzun aâırlar fütuhat ile meşgul olmaları sebebiyle, ihtiyacın fevkinde ha­cimli kelâm eserleri yazmaya vakit bulamadıklarını söylemek de her halde yerinde olur. Buna mukabil Eş'ariyye ulemâsı cedel ve müna­zaraya daha çok önem vermiş, en kuvvetli muarız olan Mu'tezile ile aynı vatanda yaşamış, ayrıca Irak, Şam ve Mısır gibi islâm ilim dünyasının büyük merkezlerinde bulunmuştur. Bu sebeple kelâm sa­hasında Eş'arî eserler daha çok telif edilmiştir.

İzahı güç bir hadisedir ki Mâtürîdiyye' mezhebinin yayıldığı ül­kelerde, «Amelde mezhebim Hanefiyye, akaidde mezhebim Mâtürî­diyye»  diyen  müslümanların  âlimleri   fıkıhta  gösterdikleri   muhâfa zakârlığı kelâmda göstermemişler ve Mâtürîdiyye kitaplarından çok Eş'arî eserleri okumuş, okutmuş ve işlemişlerdir. Osmanlı medresele­rinde bile uzun yıllar okutulan ders kitaplarının çoğu Eş'arî eserler­dir.

«Akaid ilminin geçirdiği merhaleler» bahsinde anlatıldığı üzere hicrî 8. yüzyılın ortalarından itibaren başlayıp asrimizin başına kadar altı asır devam eden «Cem1 ve Tahkik Devri»,'haddi zatında bütün islâm dünyasında kelâm ilminin duraklama devridir. Bu devrede ye­niden eser telif etmekten ziyade daha önce meydana getirilmiş eser­ler üzerinde şerh, haşiye, ta'lîkat ve saire şeklinde çalışılmıştır. Bu özellik, o asırlarda Mâtürîdiyye cereyanının temsilcisi olması lâzım gelen Osmanlı âlimlerinde de tesirini göstermiş ve bu âlim­ler daha çok yazılmış metinler üzerinde şerhler ve haşiyeler meydana getirmiştir. Şerh ve haşiye çığırına yol açan sebeplerden biri de, her haide, kelâm İlmine ait belirli eserlerin medreselerde ders kita­bı olarak okutulmasıdır. Bu eserleri okutan âlimlerin, metinler üze­rindeki izah ve takrirleri kitap haline getirilince bir şerh veya haşiye vücud bulmuş oluyordu. Yine tedris maksadıyla manzum eserler de( meydana getirilmiştir. Bu manzumeler veciz akaid metinleri halin-* dedir.

Kelâm tarihi boyunca meydana getirilen Mâtürîdî eserlerin tam bir listesini vermek maalesef mümkün değildir. Bu saha başlı başı­na bir araştırmanın konusunu teşkil eder. Ancak örnek olmak üzere bir kaç meşhur eseri sıralıyalım :

1) Mâtürîdiyye mezhebinin, hatta ehl-i sünnet ilm-i kelâmının ilk eserleri İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin akaid risaleleridir:

el-Fıkhu'l-ekber

el-Fıkhu'l-ebsat

er-Risâie

el-Âlim ve'l-muteallim

el-Vasıyye

diye isimlendirilen bu beş risalenin ilki, «el-Fıkhu'1-ekber», âlimler arasında çok şöhret bulmuş, üzernde bir çok şerh yazılmış, manzum hale getirilmiş, türkçeye de tercüme edilmiştir. Başlı başına bir Mâ-

türîdî eser sayılan Aliyyu'I-Kaarînîn (v.  1014/1606)  şerhi ile merhum Hasan  Basri  Çantay'ın  (1887-1964  m.)  tercümesi  güzeldir[17].

2) Osmanlı  ulemâsından, Rumeli  Kazaskeri  Kemâleddîn  el-Be-yâzî   (v. 1098/1687)   Ebû    Hanîfe'nin    risalelerini    yeni    bir   tertip ile    toplayıp    şerhetmiştir.    «İşârâtu'l-merâm    min    ibârâti'l-İmâm»

adını verdiği bu kıymetli eserinin sonunda, müel­lif, kitabında, 200 ana kaynaktan nakiller yaptığını ve hususiyle Mâ­türîdiyye eserlertni taradığını zikreder[18].

3) Ebû Hanîfe'nin akaide dair görüşlerine paralel olarak kendi­sinden sonra en önce eser te'lif eden, Mısır Fakîhi diye meşhur Ebûj Ca'fer et-Tahâvî'dir (v. 321/933). Tahâvî, önce Şafiî fıkhını tahsil et-1' miş, sonra Ebû Hanîfe'nin metodunu benimseyerek Hanefiyyeye geç­miştir. Hem fıkıh, hem de akaidde Hanefiyyenin imamlarından olmuş­tur. Mevzuumuzla alâkalı olarak «el-Akîdetu't-Tahâviyye diye şöhret bulan risalesinin astl adı tarzındadır[19]. Eser, henüz kelâm üslûbuna bürünmemiş, ehl-i sün­netin selef akidesini hulâsa eder. Akide-i Tahâviyye üzerine yapıl­mış bir kaç şerh vardır[20]. Bunlar da başlı başına kıymetli birer ke­lâm eseridir.

4) Ehl-İ sünnet İlm-i kelâmının Mâtürîdiyye koluna ait en ene-miyetli eser, şüphe yok ki, mezhebe adını veren Ebû Mansûr el-Mâ-türıdî'nin «Kıtâbu't-Tevhîd»idir, Dünyada tek nüshası olduğu bilinen bu eser ancak 1970 yılında basılarak ilim dünyasına, sunulmuştur[21]. Mâtürîdiyye akaidi sahasında eser yazan bütün eski müelliflerin ana kaynağını teşkil eden bu değerli ve hacimli kitap, müellifinin muasırı olan, Eş'ariyye mezhebinin kurucusu Ebu'l-Hasan, e!-Eş'arî'nin [v. 324/936) bize intikai eden kelâma dair eserlerinden çok daha hacimli, doyurucu ve zengin muhtevalıdır. Kelâm ilminin ana bahislerini teşkil eden ilahiyat, nübüvvat ve sem'iyyâtın ekseri meselelerini konu edinen Kitâbu't-Tevhîd, ehi-i sünnet dışı mezhep­lerin ve gayr-ı islâmî cereyanların görüşlerinede temas ederek ge-rekii tenkidler yapar. Şunu da belirtelim ki bahis konusu edilen eser, klâsik kelâm kitaplarında alışılmış üslûp ve ıstılahların dışında, oriji­nal bir ifadeye sahiptir. Bu bakımdan metnin çözülmesi oldukça güç­tür. Arapça bilen araştırıcılar için bile bu tarihî kelâm kitabının ter­cüme edilmesi gereklidir.

5} İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'nin bize intikal edebilen diğer eseri «Te'vîlâtü'l-Kur'âr »da Mâtürîdiyye akaidinin kıy­metli bir kaynağını teşkil eder. Tedkîkinden de anlaşılacağı üzere kitap «dirayet» usûlünü takibeden mufassal bir tefsirdir. Müellif, münasebet düştükçe kelâm bahislerine de temas etmekte, başta Mu'tezile olmak üzere, islâm fırkaları ile islâm dışı cereyanların -görüşlerini tenkide tâbi' tutmaktadır. Te'vîlâtu'l-Kur'ân şârihi Ebü Bekr Muhammed b. Ah-med es-Semerkandî'nin (v. 533/1158) ifadesinden anlaşıldığına göre, eser, baştan sona kadar bizzat Mâtürîdî tarafından tilmizlerine yapı­lan ders takrirlerinin, sonradan onlar tarafından birleştirilip kitap haline getirilmesiyle vücûd bulmuştur[22]. Bu durum, eserin daha kolay anlaşılmasını temin etmişse de tertip ve âhengine menfi yön­den tesir etmiştir.

Te'vîlâtu'l-Kur'ân hacimli bir kitaptır. Bununla beraber çok istin­sah edilmiştir[23]. Bu da, onun, rağbet gören bir eser olduğunu gösterir. Bazı  nüshaların    «ketebe» sinden    anlaşıldığına göre Osmanlı Şeyhülislâmlarının müstesna itanasına mazhar olmuştur[24].

6) Mâtürîdiyye akaidi  mevzuunda  bize  intikai  eden  eserlerden biri de, fıkıh ve kelâmı bizzat İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'den aldı­ğı rivayet edilen, el-Hakîm es-Semerkandî (v. 342/953) diye meşhur, Hanefiyye kadısının risâlesıdir. «es-Sevâdu'l-a'zam js-miyie anılan risale 62 mesele üzerine kurulmuştur. Ebü Hanîfe ve Ebû Mansûr'un tarîkından yürüyerek ehl-i  sünnet akaidini  kısaca takrir eder. Ehi-i sünnet ilm-i kelâmının başlangıç devrine ait olan risale, klâsik kelâm kitaplarında göze    çarpanın dışında bir plâna sahiptir.[25]

7) Yine  Mâtüridî'nin  (v.  333/944) talebesinden  olan  Abduike-rim b. Müsâ b. İsa'nın torunu Sadru'l-İslâm Muhammed (b. Mahmûd b. el-Huseyn b. Abdulkerim)    el-Pezdevî'nİn (v. 493/1100) «Usûlu'd-dîn»i de Mâtürîdiyyenin eski kaynaklarından birini teşkil eder. 96 me­sele halinde klâsik kelâm kitaplarının hemen bütün bahislerini ihti­va eden bu eser, cinler, akıl, ruh gibi değişik bazı konular hakkında da kısa   bilgiler verir. Kitabın sonunda yer alan müstakil bîr bölüm­de de islâm mezhepleri kısaca ele alınır[26].

8 ) Mâtürîdiyye mezhebine, kurucusundan sonra en çok hizmet eden Nesefiyye ailesi olmuştur. Fıkıh, tefsir, hadis ve kelâm.sahasın­da kıymetli eserler veren bu Hanefiyye ulemâsından Ebu'l-Muîn en-Nesefî'nin (v. 508/1111) «Tebsıratu'i-edille Hj^Iîj-v » si denebilir ki Mâtürîdiyye- mezhebinin en hacimlisi ve en mufassal eseridir. Fa­tih kütüphanesinin 2907 numarada kayıtlı nüshası 243 varaktır. İmam Mâtürîdî'nin görüşleri ve o zamana kadar gelip geçen Mâtüridiyye âlimlerinin tesbiti mevzuunda önemli bir kaynak olan eserin basılıp ilim dünyasına sunulması bir zarurettir.

Ehu'Mvluîn en-fSJesefî'nİn, rnevzuumu2İa alâkalı eserleriden «Bah-ru'İ-keiâm» basılmıştır[27]. Kelâm meselelerinin çoğuna temas eden bu risalenin tertibi pek güzel değildir.

9) «Nesefî Akaidi» diye anılan ve islâm dünyasında büyük bir şöhrete mâlik bulunan risaleye gelince, risalenin en meşhur sârini al-lâme Sa'düddîn Teftâzânî (v. 793/1390), şerhinin mukaddimesinde, eseri Necmeddîn Ömer en-Nesefî'ye (v. 537/1142) nisbet eder. Keş-fu'z-zunûn, Hediyyetu'l-ârifîn ve İslâm Ansiklopedisi de aynı şeyi tek­rar eder[28]. Âlimler arasında yaygın olan kanaat de budur. Halbuki Abdulhayy el-Lûknevî, el-Fevâidu'l-behiyye'sinde (s. 80, 130), Zürkaa-nî'nin Şerhu'l-Mevâhib'inden naklen, eserin, Ömer en-Nesefî'ye değil, Burhâneddîn en-Nesefî'ys (V- 687/1289) ait olduğunu zikreder. Doğ­rusu, Hanefî fakîhlerinden olan Necmeddîn Ömer en-Nesefî tefsir, edebiyat ve tarih âlimi olarak biliniyorsa da kaynaklarda mütekellim olarak gösterilmemiştir. Burhâneddîn en-Nesefî'nin İse kelâm ilmi ile meşgul olduğu bilinmektedir. Binaenaleyh Zürkaanî (v. 1122/1710) ile Lûknevî'nin (v. 1304/1887) tercihleri üzere eserin Ömer en-Nesefî'ye değil Burhâneddîn en-Nesefî'ye ait olması daha isabetli görünmek­tedir.

Nesefî Akaidinin üzerine yapılmış bir çok şerh vardır, metin nazma da çevrilmiştir. Meydana getirilen şerhler arasında allâme Teftâzânî'ninki çok şöhret bulmuştur. Bu şerh üzerine de yapılmış bir çok şerh ve haşiye mevcuddur. Kâtib Çelebî (v. 1067/1657) Keş-fu'z-zunûn'unda (II, 1145-1149) Nesefî Akaidinin metni ve Teftâzânî'-nin şerhi üzerine, şerh ve haşiye şeklinde, yapılmış çalışmalardan 50 den fazlasını zikreder [29], Her halde eserin bu kadar rağbet gör­mesi, islâm akaidini, tedrise uygun bir şekilde hulâsa etmiş olmasın­dandır.

«Şerh-i Akaid» (ki bu terkib Nesefî'nin metni üzerine Teftâzânî'nin yaptığı şerhe alem olmuştur), uzun yıllar Osmanlı med­reselerinde ve Ezher üniversitesinde ders kitabı olarak okutulmuş, 19. asrın ortalarından İtibaren Avrupada da tanınmıştır[30]. Bu gün de ilim mahfillerinde akaid ve kelâm sahasının mu'teber kitabı vasfı­nı devam ettirmektedir. Bilindiği gibi metnin müellifi (Burhâneddîn ve­ya Ömer en-Nesefî) Mâtürîdîdİr. Fakat şârih Teftâzânî Eş'ariyyeyi haklı çıkaran bir Eş'arî[31]. Yukarıda «Akaid ilminin geçirdiği merha­leler» bahsinde anlatıldığı üzere Teftâzânî, felsefe ile kelâmı mezce-den bir mütekellimdir. Bu sebeple Şerh-i Akaid, mantıkî ve felsefî izahları ihtiva etmekte, dolayısıyla bu günün pozitif ilimlerini alâka­dar eden bazı konuları da kapsamaktadır. Bu bakımdan anlaşılması pek kolay değildir.

Şerhu'l-Akaid'in türkçe tercümeleri de vardır (bk. Süleymaniye Fatih ktp. nr. 2198; Hacı Mahmud Efendi ktp. nr. 1303). Giridli Sırrı Paşa (v. 1315/1895), Şerhu'l-Akaid'i, evvelâ şerh ve haşiyelerinden notlar koyarak tercüme etmiş[32], sonra da «Nakdu'l-kelâm fî akai-di'l-lslâm acjıyla bir nevi tercüme-telif mâhiye­tinde neşretmiştir (İstanbul, 1310) [33]. Şerhu'l-Akaid, Süleyman Ulu­dağ tarafından tercüme edilerek yayınlanmıştır[34].

10) Nesefî ailesinin ilm-i kelâma dair eserlerinden biri de Ebu'l-Berekât Hâfızuddîn en-Nesefî'ye (v. 710/1310) ait. «Medârikü't-Tenzîl ve hakaaiku't-tevîl» adlı meşhur tefsirin sa­hibi bulunan Hâfızuddîn en-Nesefî, ehl-i sünnet ve'l-cemâat görüşü­nü, tafsirinde, yer yer takrir ettikten başka Mâtürîdiyye yolu üzere is^ lâm akaidine dair müstakil bir eser yazmıştır: «el-Umde». Müellif bilâ­hare bu eserini «el-İ'timâd fî'l-i'tikad »adıyla şerhetmiştir. el-Umde'nin, başka müellifler tarafından meydana getiril­miş şerhleri de vardır[35],  Nesefî'nin kendi şerhi hacimli ve değerlidir.

11) Türk kelâmcıiarından, Ferganalı Sirâcuddîn Alî b. Osman el-Ûşî'nin (v. 575/1179) tertibettiği Emâlî Manzumesi çok rağbet görmüş akaid kitaplarından biridir, Mâtürîdî kelâmına dair yazılmış  ilk rran-zum eser olduğu sanılan Emâlî 66 beytten ibarettir. Bir çok zevat ta­rafından şerhedilmiş, nazmen türkçeye çevrilmiştir[36]. Kamus mü­tercimi Ahmed Âsim (v. 1235/1819)    tarafından yapılan türkçe şerh, başlı başına ve değerli bir kelâm eseridir (Merahu'l-maâlî fî şerhi'l-Emâlî  İstanbul, 1266 h., 222 sayfa). Osmanlı şeyhülislâmlarından Hoca Sa'duddîn Efendinin (v. 1008/1599) manzum tercümesi Kemâl Edîb Kürkçüoğlu tarafından, arapça metin, bir çok not ve açıklamaları ihtiva eden güzel bir tedkîk    ile, neşredilmiştir[37].                                                                                                               

12) Hanefiyye ulemâsından, Buhârâlı Nûreddîn es-Sâbûnî'nin (v. 580/1184) eserleri de önemli kaynaklarımız arasında yer alır. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe {v. 150/767) ile İmâm Ebû Mansûr el-Mâtürîdî'ye [v. 333/944) sadâkatla bağlılık gösteren Sâbûnî, ilm-i kelâm mevzuun­da önce «el-Kifâye fî'l-hidâye »yi yazmış, sonra bunu fazla, mufassal    görerek ihtisar    etmiş ve    «el-Bidâye fî usûli'd-dîn»i meydana  getirmiştir.  Her  iki  eser de tertip, üslûp ve muhteva bakımından büyük değere sahiptir. Nûreddîn Ahmed b. Mahmûd es-Sâbûnî'nin, peygamberlerin    ismeti hakkında kıymetli bir eseri  daha  vardır: «e!-Muntekaa     min     ismeti'l-enbiyâ'[38]

13) Mâtürîdîyye kelâm kitaplarından biri de Hanefiyye ulemâsın­dan, İbnu'l-Humâm diye tanınmış, Kemâleddîn   Muhammed b. Abdul-vâhid'in (v. 861/1457)    «el-Musâyere    fî'l-akaidi'l-munciye    fî'l-âhira

kitabıdır. Aslen Sivaslı bir aileye mensûb olan ve ilmî kudretini devrinin ilim dünyasına kabul ettirmiş bulunan İbnu'l-Humâm, kelâmdan başka tefsir, ferâiz, fıkıh, hesap, edebiyat, mantık ve musikî sahalarında da mütehassıstı. «Fethu'1-Ka-dîr» isimli 8 ciltlik fıkıh kitabı, şerh mâhiyetinde olmak­la beraber, âlimler arasında haklı bir şöhrete sahiptir.

İbnu'l-Humâm, el-Musâyere'nin baş tarafında anlattığına göre, dostlarından birinin ricası üzerine Gazzâlî'nin (v. 505/1111) akaide dair «er-Risâletu'I-Kudsiyye»sini şerh etmeye başlamış, fakat 3-4 sayfa yazdıktan sonra ona bir çok ilâveler yapmaya başlamış ve bu minval üzere biten kitap yepyeni bîr eser halini almıştır. İbnu'l-Hu­mâm ayrıca kitabın baş tarafına bir mukaddime, sonuna da bir hatime ilâve etmiştir. Müellif, kitabına, tertîbi ve başlıkları bakımından Gaz­zâlî'nin risalesine uyduğu için «atbaşı yürümek, beraber yürümek-mânâsına «el-Musâyere...» adını vermiştir. el-Musâyere üzerine ya­pılmış şerhler vardır. Bunlardan, Şâfiiyye ulemâsından Kemâl b. Ebî Şerifin (v. 906/1501) şerhi İle Kasım b. Kutluboğa'nın (v. 879/1474) haşiyesi bir arada basılmıştı[39].

14) Osmanlı ulemâsından olup İstanbul'un fethinden sonra onun ilk kadılığını ifa eden, Kadı Celâleddinzâde Hızır bey'in (v. 863/1458) «Kasîde-i Nûniyye»si de ehl-i sünnetin Mâtürîdiyye ko­lu eserlerinden biridir. 100 beytten ibaret bulunan bu kasidenin de bir çok şerhi vardır. Keşfu'z-zunûn ve Zeylinde bunlardan 5 tanesi zikredilmiştir [40]. Kasîdenin ilk beyti şöyledir:

15) Tefsir, kelâm, edebî ilimler ve bilhassa terâcim-i ahval (bi­yografi) sahasında geniş bilgi  sahibi olan Taşköprüzâde İsâmuddîn  Ah­med Efendinin»   (v.968/1561) meşhur eseri «Miftâhu's-saâde  de yer alan ilm-i kelâm bahsi başlı

başına bir değer taşır[41]. Taşköprüzâdenin bundan başka «el-Meâlim fî ilmi'l-kelâm » adlı müstakil bir eseri de mevcuddur. Kitap, felsefe ile mezcedilmiş kelâm eseri tipinde, felsefî ve mantıkî bahislere bolca yer vermekte, altı bölümünün ilk dördünü bu konulara ayırdıktan sonra beşinci bölümde (ma'lemde) ilahiyat, altın­cısında da sem'iyat meselelerini ele almaktadır[42].

16) Mâtüridiyye âlimlerinin meydana getirdikleri kelâm eserle­ri meyanında, son asırların allâmesi, hadis, fıkıh, kelâm, tasavvuf, lü­gat, tabakat ve ensâb ilimleri mütehassısı, büyük müelliflerden, Mur: tazâ ez-Zebtdî'nin  [v. 1205/1790) de eserini zik­retmeliyiz. Kaynaklarda türkçeyi de iyi bildiği zikredilen [43] bu Ha­nefî âlimi, meşhur İhya Şerhinin ikinci cildinde, Gazzâlî'nin 36 say­falık akaid metnini  300 sayfaya yaklaşan bir şerhle izah

etmiştir. Zebîdî bu izahlarında ehl-i hadis (selefiyye), ehl-i nazar (Mâ-türîdiyye ve Eş'ariyye) ve ehl-i keşf (sûfiyye) olmak üzere sünnet çerçevesinde kalan her üç zümrenin metodunu yerine göre büyük bir vukuf, tedkîk ve tenkîd zihniyetiyle kullanmasını başarmıştır. Bu şerh başlı başına bir kelâm eseridir[44].

17) Yukarıda «Yeni ilm-i kelâm devri eserleri» sayılırken söz konusu edilen bazı eserler de Mâtürîdiyye akaidi kitaplarındandır. Me­selâ : Abdüllâtîf el-Harpûtî'nin «Tenkîhu'l-kelâm fi akaidi ehli'l-islâm ve Ömer Nasuhi Bilmen'in (1299-1971)

«Muvazzah İlm-i Kelâm»gibi. [45]



[1]  bk. ez-Zebîdî, İthâfuVsâde, H, 6; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, II, 107. Allâme Zebîdî Ibnu's-Sübkî'den naklen özet olarak şöyle der: Bütün ehl-i sünnet ve'1-cemâat vâcib, caiz ve müstahîl sahalarında aynı akide üzere ittifak etmiş, ancak bunlara ulaştıran metod ve vasıtalarda ihtilâf etmişlerdir. Birincisi ehl-i hadis (Selefiyye) olup Kitab, sünnet ve icma'dan teşekkül eden sem'î delillere istinad 'eder. İkincisi aklî tefekkür ehli olup Eş'ariyye ve Mâtürîdiyyeden iba­rettir. Bunlar, birkaç mesele müstesna, bütüp. itikadı mevzularda müttefiktir. Üçüncüsü keşf ehli olan Sûfiyyedir. Bunlar başlangıçta nazar ve hadis ehlinin prensiplerine bağlanırlar, keşif ve ilhamda nihayet bulurlar   (a.e., s.  6-7).

[2] Ebû  Zehra, el-Mezâhibu'1-İslâmiyye,  I, 313.

[3] el-Kevserî, İşârâtu'l-meram mukaddimesinde, s. 6-7;  Ebû Zehra, ag.e., I, 239.

[4] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:120-121.

[5] Mâtürîdî'nin   haaytı   ve   esereleri   için   bk.   F.   Huleyf,   Kitâbu't-Tevhîd mukadmimesinde;     Muhammed  Eroğlu,  Ebû  Mansûr   el-Mâtürîdî  ve   TeVîlâtu'l» Kur'ân, birinci bölüm (İstanbul Yüksek tslâm Enstitüsü Umumi Kütüphanesi) ve bunlarda zikredilen kaynaklar; M. Saim Yeprem, İrâde Hürriyeti ve İmâm Mâtü­rîdî* s. 251-263.

[6] bk. el-Beyâzî, İşârâtu'l-merâm, s. 19-23 ve aynı kitab  üzerine Kevseri mukaddimesi, s. 4; İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 255-256.

[7] el-Beyâzî, ag.e., s. 23; el-Kevserî mukaddimesi, s. 8-9; İ.A., VII, 405.

[8] el-Beyâzî, ag.e., s. 186-189, 192.

[9] Ebû Hanîfe'nin isbât-ı Vâcib mevzuunda kullandığı aklî istidlaller için Allah'ın Varlığı»  adlı kitabımıza bakınız (birinci baskı, s. 75-77).

[10] Kitâbu't-Tevhîd, s. 3-4.

[11] a.e., s. 133.

[12] Tâhâ (20), 5.

[13] eş-Şûrâ (42), 11.

[14] el-Mâtürîdî, ag.e., s. 74; el-Beyâzî, ag.e., s. 54.

[15] el-Beyâzî, ag.e., s. 186-189.

[16] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:121-125.

[17] Aliyyu'l-Kaarî,   Minehu'r-ravzı'l-ezher   li   şerhi'l-Fıkhi'l-ekber Kahire, 1323. Bu eser Y. Vehbi Yavuz tarafından türkçeye çevrilmiştir, (Fıkh-ı Ekber Aliyyül-Kârî Şerhi, İstanbul, 1979). H. B. Çantay, Fıkh-ı Ekber, Ankara, 1954, Diyanet İşleri Yayınları.

[18] Kitap 1368/1949  tarihinde  Yûsuf  Abdurrezzâk'ın  tahkiki ve M-   Zâhid el-Kevserî'nin takdimi ile basılmıştır.

[19] bk. el-Kevseri,  İşârâtu'l-merâm  mukadmimesi,  s.  4-5.

[20] Bu şerhler için bk. Kâtib Çelebi, Keşfu'z-zunûn, II, 1143. Son zaman­larda basılan hacimli ve kıymetli bir şerhin müellifi. kesinlikle bilinmemektedir: Şerhu'l-Akaidi't-Tahâviyye, el-Mektebetu'1-islâmî neşri, 3. baskı, ts.

[21] Dr.   Rethullah   Hulayf'in   tahkikiyle,   Beyrut,   Katolik   Matbaası,   1970; 6+58  sayfa:   naşirin   mukaddimesi,   401   sayfa:   metin,   ayrıca  fihrist   ve   ingilizce mukaddime.  Matüridî'ye nisbet edilerek daha önce yayınlanan  iki  risalenin  ona ait olanuyacağını yukarıda söylemiştik (bk. s. 121).

[22] bk. Ebû Bekr es-Semerkandî, Şerhu Te'vîlâti'l-Mâtürîdî, Şehid Ali Jttp. nr. 283, vr. l/b.

[23] Çeşitli nüshaları bulunan bu eserin hacmi 500 varak civarındadır. Bir varak iki sayfadan ibaret bulunduğuna göre

kitabın yazma nüshası 1.000 sayfayı bulur. Büyük boy olarak basılan kitap sayfalarına nisbetle her halde 2.000

sayfa civarındadır. Yalnız el-Fâtiha ve  el-Bakara  sûrelerinin   tefsir  metni  360  daktilo sayfasını   

doldurmuştur.    İstanbul   kütüphanelerinde    Te'vilâtu'l-Kur'ân'a   ait   27, şerhine ait de  11 kadar nüsha tesbit 

edilmiştir.   Biz  burada  sadece   kütüphane adı ve kayıt numarası vermekle iktifa edeceğiz. Bu nüshaların tavsifi

ve  diğer nüshalar   için   Muhammed   Eroğlu'nun   «Ebû   Mansûr   el-Mâtürîdî   ve   Te'vîlâtu'l-Kur'an»   adlı

eserinin  ilgili  bölümlerine bakınız.

Te'vîlâtu'l-Kur'an nüshaları: Atıf ef. ktp. 76-77; Beşir Ağa, 9; Cârullah, 47, 48, 49; Çorlulu Alı Paşa, 10; Halet

Efendi, 22; Hamidiye, 30, 31; Lâleli, 100; Kara-celebîzâde, 5;  Köprülü,  47;  Mihrİşah, 8;  Murad  Buharı,  14; 

Nuruosmaniye,  122;

Şerhin nüshalarından bazıları:   Şehid Ali Paşa, 283; Cârullah. 51, 229.

Ahmed, 28/1; Medine, 180; Revan, 182.

123, 124, 125; Ragıp Paşa, 32/35, 33/36, 34/47; Hacı Selim Ağa, 40, 140; Şehid AH Paşa, 53; Topkapı Sarayı 3.

[24] bk. Mihrişah ktp. nr. 8, vr. 930/a.

[25] Risale müstakıUen, ayrıca Göreleli İbrahim Hilmi b. Hüseyin tarafın­dan yapılmış arapça bir şerh ile birlikte basılmıştır: «Selâmu'l-ahkem alâ Sevâdİ'l- ü'zam Derisaâdet, Ahter Matbaası, ts., 220 sayfa.

[26] Pezdevî'nin   Usûli'd-dîn'i,      Şerafeddin   Gölcük   tarafından.    Dr.   Peter Linss'in Kahire, 1383/1983 neşri esas alınarak  -Ehl-İ Sünnet Akaidi»   adı altında türkçeye   tercüme   edilmiştir   (Kayıhan   Yayınları,   ErTu   Matbaası,   1980,   XVI + 376 sayfa).

[27] Konya, Meşrıku'l-irfan matbaası, 1329 h-, büyük boy, 58 sayfa.

[28] Kâtib   Çelebî,   Keşfu'z-zunûn,   II,   1145;   Bağdadlı   İsmail   Paşa,   Hediy­yetu'l-ârifîn, I, 783; İJV. IX, 99.

[29] Nesefî Akaidinin baskıları ve şerhleri için bk. Brockelmann, GAL, I, 427 vd.

[30] bk.  İ.A.  VII,  406;  F. Huleyf, K. et-Tevhîd  mukaddimesi, s.  9, dn,  4; Mehmed Ali Aynî, Huccetu'l-islâm İmam Gazzâlî, s. 102.

[31] msl. bk. Şerhu'l-Akaid, Tekvin bahsi  (s. 101).

[32] Rusçuk,  Tuna  Vilâyeti Matbaası,   1292;   Mukaddime:   Mezheplere   dair, birinci ve müteakip cildler  «Şerh-i Akayid Tercemesi-.

[33] Otağ yayınları   arasında:   «Ömer  Nesefî,   İslâm   İnancının   Temelleri   -Akaid»   adıyla  metnin  bir  nevi  tercüme-şerhi   yayınlanmıştır   (birinci   baskı,   ist. 1971). Mehmed AJi Aynî (v. 1945), müsteşrik B. Carra De Vaux'nun eserini esas alarak  meydana   getirdiği   «Huccetu'l-islâm  İmam   Gazzâlî»   isimli  katbmda   (İst. 1327) Akaİd-i Ömer en-Nesefî'ye nisbet eder ve bilhassa Teftâzânî şerhinin değeri üzerinde izahat verir (s. 102-106).

[34] Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi - Şerhu'l-Akaid, Giriş (s. 31-87), tercüme (s. 91-366), İstanbul, 1980.

[35] el-Umde ve şerhlerine ait yazma nüshalar;  Fatih ktp.  nr.  3083,  3085; Cârullah, 11S4.                                                       

[36] Keşfu'z-zunûn ve Zeylinde 10 kadar şârih adı zikredilmiştir, Keşf, II, 1349-1350; Zeyl, II, 233-234. Ayrıca bk. M. Şerafeddin (Yaltkaya), Türk Kelamcı-ları, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1932, sy. 23, s. 4, 16-75 ve 70 nu-marlı dipnotunda yer alan kaynak.

[37] Lâmiyye-i   Kelâmiyye,   İlahiyat   Fakültesi   Dergisi,   1954,   MI,   s.   1-21. Seyyid Abdülzâde Muhammed Tahir ve  arkadaşı  tarafından hazırlanan   *Mahze-rıu'1-ulûm.   adlı ilimler  ansiklopedisinin  İLm-i Kelâm»   bahsinde Emâlî  beyitleri türkçeye tercüme ve notlarla dercedilmiştir (s. 180-208).

[38] el-Bidâye fî usûli'd-dîn basılmıştır  (İskenderiyye, 1969). Aynı eser ta­rafından  yapılan tahkîkli metni  ve tercümesi   «Mâtürîdiyye  Akaidi>   adı  altında Diyanet   İşleri   Başkanlığı   Yayınları   arasında   çıkmıştır   (birinci   baskı,   Ankara, 1979:  s. 19-49 Sâbûnî'nin hayat ve eserleri; 53-186 eserin tercümesi;  187-219 ıstılahların  izahı.   Kitabın  sağ   tarafından   s.   16-93   el-Bidâye   metni;   97-158   farklar, fihristler vs.). Eâbûnî'nin eserleri hakkında bu kitapta geniş bilgi vardır.

[39] Bulak, 1317 h., 284 +70 sayfa. Bu baskının ofset yoluyla neşri, tara­fımızdan konulan küçük bir önsöz ve  fihristle birlikte,  Çağrı Yayınları  tarafın­dan yapılmıştır, İst. 1979.

[40] bk. Keşfu'z-zunûn, II,  1348;  Zeyli, II, 233. Kasîre-i Nûniyye'nin  diğer şerhleri için bk. M. Şerefeddin, adı geçen yer, s. 17. Dâmâd-ı Gelenbevî Muham­med Şükrü b. Ahmed Atâ'nın Tuhfetu'l-fevâid alâ Cevâhiri'l-akaid

adlı türkçe  şerhi  İstanbul'da  1328  h.  tarihinde basıl­mıştır (192 sayfa).

[41] Miftâhu's-saâde arapça olarak basıldığı gibi (msl. Haydarâbâd, 1328 h.) oğlu Kemâleddîn Mehmed Efendi tarafından bazı ilâveler yapılarak  «Mevzûâtu'l-ulâ adıyla  türkçeye tercüme edilmiştir.   Bu tei'cüme   istan­bul'da 1315 h. tarihinde iki cild halinde basılmıştır.

[42] el-Meâlim'in yazına nüshaları için bk. Vcliyuddîn Efendi ktp. nr. 214!); Atıf Efendi, nr. 2616.

[43] bk. tz-Zirikli, el-A'lâm, VII, 298.

[44] bk. Seyyid Murtezâ ez-Zebîdî,  İthâîu"s-5âdeti'l-muttakîn bi şerhi esrarı İhyâi-ulûml'd-dm     Kahire,  13H h. baskısından ofset, Beyrut, ts- H, 1-287.

[45] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi,Damla Yayınevi:125-134.



Konu Başlığı: Ynt: Mâturîdiyye
Gönderen: Ceren üzerinde 20 Ağustos 2019, 17:08:38
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ...


Konu Başlığı: Ynt: Mâturîdiyye
Gönderen: Mehmed. üzerinde 21 Ağustos 2019, 15:31:55
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Mâturîdiyye
Gönderen: Sevgi. üzerinde 26 Ağustos 2019, 07:37:32
Aleyküm selâm. Rabbim bizleri hâk yolundan hiiiç ayırmasın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Mâturîdiyye
Gönderen: Züleyha üzerinde 26 Ağustos 2019, 11:04:24
Rabbim yolundan ayırmasın insallah selam ve dua ile