๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kelam İlmi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 13:56:38



Konu Başlığı: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 13:56:38
İMAMİYYE – İSNÂAŞERİYYE


A. İmamiyye
 
1.  Râfıza ve İmamiyye
 

Yukarıda Şîanın adından söz ederken Râfıza kelimesine temas etmiş ve bu terimin bazı müelliflerce umumi manada «şîa» yerine kullanıldığını söylemiştik (bk. s. 190). Ayrıca Zeydiyye bahsinde de aynı kelimeye temas etmiştik (s. 203-204). Sünnî kaynaklara gçre Râfıza iki manaya delâlet etmektedir:

a) Hicrî 122 (m. 740) tarihinde Emevi devlet kuvvetleriyle sa­vaşma durumunda bulunan Zeyd b. Ali'ye Kûfe'lilerden müteşekkil kendi taraftarları başvurmuş ve Ebu Bekir ile Ömer'in hilâfeti hak­kındaki kanaatini sormuş, o da Şeyhayn hakkında hayırdan başka bir şey söyliyemiyeceğtni   ifade etmiş, bunun üzerine   Kûfe'liler kendi­sini terk ederek dağılmıştır. Hz. Zeyd kendilerine  «beniter-kettiniz» demiş, bu kelimeden alınarak bu zümreye Râfıza    denilmiştir.

b) Söz konusu guruplar Ebu Bekir ile Ömer (r.a.fnın hilâfetle­rini meşru saymadığı, red ve terk (refz)    ettiği, dolayısıyla onlara bey'at eden büyük ashab çoğunluğunun yolunu da bıraktığı İçin bu isimle anılmıştır [47]

Aslında bu iki görüş birbiriyle bağlantılıdır. Çünkü Hz. Zeyd'i, Şeyhaynın imametini benimsediği için terk edenler dolayısıyla onla­rı ve onların imametine rıza gösteren ashab-i kiramı da terk etmiş olurlar.

Şîî kaynaklar «râfıza» hakkında yapılan bu yorumları kabul et­memekte ve kendilerince şöyle bir iddia ileri sürmektedir; Gulât-ı şîadan Muğîriyye kolunun reisi Muğîre b. Saîd el-Becelî'nin (v. 119/ 737) İmamet hakkında ileriye sürdüğü yanlış görüşleri Ca'fer-i Sa­dık (v. 148/765) taraftarı olan şîîler kabul etmemiş, onu terk etmiş; bu sebeple Muğîre kendilerine «râfıza» demiştir

Ne var ki kalabalık şîî guruplarının Hz. Zeyd'i en kritik bir dev­rede terkettîkieri, bu sebeple müdafaasız kalan Zeyd'in Emevİler ta­rafından öldürüldüğü inkârı mümkün olmayan tarihî bir hadisedir.

İmamiyye terimine gelince, imamet, yani devlet reisliği konu­sunu İslâm dininin rükünlerinden biri kabul eden ve bu konuda önem­li görüşler ortaya koyan zümrelere verilen umumi bir addır. Ancak islâm tarihi boyunca Şîaya bağlılık iddiasıyla ortaya çıkan fırkaların (kolların) özellikleri gözönünde bulundurulduğu takdirde bir terim olarak «imâmiyye»den «râfıza»nın kasdedildiğini anlaşılır. Şöyle ki Şîa guruplarından Keysâniyye varlığını sonraki devirlere kadar sürdüre­memiş, diğer Şîa gurupları içinde erimiş, yok olmuştur. İmamet ko­nusunda kendisine has mutedil bir görüşe sahip bulunan Zeydiyye zaten ayrı bir isimle anılmıştır. Gulât İse gerçek mânâdaki Şîadan kabul edilmemiştir. O halde «imamiyye» denilince, zuhurundan iti­baren daima Şîa çoğunluğunu teşkil eden «râfıza» anlaşılmalıdır. İma­miyye de müteahhir devirlerden itibaren «İsnâaşeriyye» kolu tara­fından temsil edilmiştir. [48][49]

 

2. İmamiyyenin ana görüşleri
 
İmamiyyenin dayandığı ana görüşün imamet olduğu şüphesizdir. Bu ana temele bağlı olarak islâm akaidini alâkadar eden başka ka­naatlere de sahiptirler elbet. Şîa ile Mu'tezile arasında mevcud ol-

duğu  bilinen  fikrî  münasebet sebebiyle  de  İmamiyye,  akaid   konu­sunda ehl-İ sünnetten farklı bazı görüşleri benimsemiştir. [50]

 

a) Nas ve tayin :
 

İmamet, çözümü halka bırakılacak basit bir mesele olmayıp na­maz, oruç, zekât gibi dinin rükünlerinden biridir. Binaenaleyh Hz. Pey­gamber (s.a.), kendisinden sonra yerine geçecek zatı (halifeyi) ha­yatında belirlemiştir, ki bu, Hz. Ali'dir. Peygamber aleyhisselâmın bu tayini uyulması gerekli bir nasdır. Hz. Ali'den sonra imamet va­zifesini devam ettirecek olan zevat (imamlar) da nas ile belirtilmiş­tir. İmamiyye âlimleri Hz. Ali ve evlâdının hakkında ileriye sürdük­leri bu iddiayı isbat için aklî ve naklî bazı deliller ortaya korlar ki eh­l-İ sünnetçe bu deliller sübût veya delâlet bakımından bir değer ta­şımaz [51][52]

 

b)  Ta'n ve tekfir:
 

İmameti nas ile belirlenmiş bulunan Hz. Ali'den önce kendile­rine bey'at edilen zevat (ilk üç halife) meşru imam değildir. Imamiy-yeye göre bu üç halife Hz. Ali'nin hakkını gasbettikieri için zalim­dir, bunlar ve bunlara bey'at eden Muhâcirîn ile Ansar (5-6 zatı is­tisna ederler) kâfirdir (hâşâ) [53][54]

 

c)  İmamın vasıfları:
 

Başta Hz. Ali olmak üzere imamlar insanların muhtaç olduğu her şeyi bilir (İlim sıfatı). Ayrıca imamlar «Peygamberler gibi» gü­nahlardan korunmuştur (ismet sıfat»). Nebîler, resuller, imamlar ve melekler ma'sûmdur, ister küçük olsun, ister büyük olsun hiç bir gü­nah işlemezler. «Onların halleriyle ilgili bir hususta günahsızlıkları­nı inkâr eden bir kimse, onları tanımamaktadır. Onları tanımayan (câ­hil) kimse İse bir kâfirdir»

  [55]İbn Bâbeveyh, age., s. 113, ayrıca bk. s. 46-48, 110; el-Hıllî, Minhâcu'l-

İmamlar hakkındaki bu inanış imamiyye guruplarını acayip bazı telâkkilere sevk etmiştir. Kendi eserlerinden bazı örnekler verelim:

Mu'cize dâhil olmak üzere «imam» ile «nebî» arasında hiç bir fark yoktur[56].

{ «Müminlerin emîri Alî b. Ebî Tâlib'in imamlığını ve ondan son­ra gelen imamları inkâr eden biri hakkındaki inancımız, onun bütün nebilerin peygamberliklerini inkâr etmiş gibi olduğudur». «Allah'a, naşûlürfe ve selâm üzerlerine olsun ma'sum imamlarına, onla­rın düşmanlarından uzaklaşmadıkça, iman edilmiş olmaz». Nebîlerin ve ma'sum imamların katilleri «kâfirdirler, müşriktirler ve cehenne­min en aşağı basamağında temelli kalacaklardır»[57].

İmamiyye guruplarının kendi imamları hakkında benimsedikleri «ismet» sıfatı, zikrettiklerimizden başka neticeler de doğurmuştur. Bir defa imamlar Allah ile kul arasında bir nevi vasıta ve şefaatçi ol­maktadır. Nitekim biraz sonra temas edeceğimiz imamiyye akaidin-deki «ahiret ahvali»nde açıkça görülecektir. Sonra dinî gerçekler (irnamiyyenin bir kolunu teşkil eden İsmâîliyyeye göre aklî gerçek­ler de) ve hükümler ancak ma'sum imamlarıo nakillerinden öğreni­lebilir. Kitab ve sünnetin tefsir ve izahı da sadece onlara aittir. Bi­naenaleyh ma'sum imam ortaya çıkıp da emretmedikçe savaş yapı­lamaz; ismet sıfatını taşımayan hakimin verdiği hüküm muteber sa­yılmaz. Yine ma'sum imam olmadıkça Cuma ve cemaatle namaz kı­lınamaz. Bu sebeple imamîler camilerden çok, kendilerince mukad­des sayılan imamların türbelerine önem verirler [58]'. [59]

 

d)  Rec'at ve mehdî:
 

Hz. Ali'nin (r.a.) vefatından sonra Şîa imamlarının giriştikleri İk­tidar teşebbüsleri başarısızlıkla sona ermiş, bir kısmı şehid edil­miş, Şîa inanışına göre eceliyle ölmüş gibi görünenler bile düşman­ları tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Bu durum, temelde si­yasî bir kuruluş olan şîayı sukut-i    hayale uğratabilirdi. Bu sebeple

Keysâniyye ile birlikte (bk. s. 201) daha ilk devirlerden, hattâ Abdul­lah b. Sebe'den (v. 40/660) itibaren, ölen liderlerden bazılarının Hz. İsâ gibi gerçekten ölmedikleri, bazı yerlerde sağ olarak ikamet et1 tikleri, veya (bazı gurupların anlayışına göre) ölmüşlerse bile kıya­metten önce bir gün diriltilerek yeniden insanlar arasına dönecek­leri, «yeryüzü zulümle dolduktan sonra onu adaletle dolduracakları» iddia edilmiştir. Dönüşü beklenen zata da «imâm-ı muntazar ve «hi­dâyete erdirilmiş» manasında «mehdî» lâkabı veril­miştir. Bir çok imamîlere göre rec'at sadece imamlara mahsus de­ğildir, onların düşmanları olan ilk üç halife, ve Yezid de kıyametten önce diriltilecek, sonra ölecek, kıyamet gününde tekrar diriltileceklerdir. Eş Şerîf el-Murtazâ (v. 436/1044), Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in Mehdî zamanında bir ağaca asılacaklarını İddia etmiş­tir. Eski tarihlerden itibaren İrnamiyyenin temsilcisi olan îsnâaşeriy-yeye göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi ve zamanın mehdisi hicrî 265 (m. 878) tarihlerinde ortadan kaybolan on ikinci imam Muham-med b. el-Hasan'dır. O, halâ sağdır, zamanı gelince dönecektir. İs-nâaşeriyyeyi resmî mezhep edinen İranlılar parlamentolarını açarken «Vaktin imamının, amellerinden razî olmasını ve hatalarını bağışla­masını niyaz» etmişlerdir. 1908 yılının Ekim ayında İran'daki ihtilâl komitesi, halkı anayasaya uymaya davet ederken «mukaddes» Ne-cef şehri âlimlerinin kararı gereğince anayasaya karşı gelmenin Za­manın Mehdîsine karşı gelmek kadar büyük günah olduğunu ilân et­miş ve Mehdî'nin dönüşünü (rec'atını) Allah'tan niyaz etmiştir [60].[61]

 

e)  Takıyye:
 

Korumak manasındaki «vikaye»den gelen takıyye lügatte, korunmak ve sakınmak demektir. Istılâhî manada takıyye, kendisine zor kullanılan (icbar altında bırakılan) kişinin canını, ma­lını ve korunması gerekli varlığını (ırzını) mutlak bir tehlikeden kur­tarmak için gerçekte benimsediği görüş ve kanaatin aksini izhar etmesi, muhalifi ve düşmanı ile aynı fikirde imiş gibi görünmesidir. İs­lâm dininde, elinde kuvvet ve iktidar bulunan kâfir ve zâlimlerin icbarı karşısında takıyyeye müsaade edilmiştir[62]. Şîa, yukarıda mü­nasebet düştükçe söylediğimiz üzere, islâm tarihi boyunca muha­lefette kalmış, fikirlerini iktidar eliyle apaçık ortaya koyup yayma imkânını bulamamış bir cereyanın mensuplarıdır. Bu sebeple haki­miyetleri altında yaşadıkları sünnî devletlerin hükümranlığını zahiren kabul etmek suretiyle kendilerini emniyete almayı ve benimsedikle­ri gizli imamla işbirliği yapmayı prensip edinmişlerdir.

Bilindiği üzere şîîliğin temelini siyasî bir konu olan imamet (dev-let reisliği) teşkil eder. Bir iktidarın hakimiyeti altında, ona karşı siyasî faaliyetlerde bulunmak, özellikle geçmiş asırlarda çok tehli­keli bir şeydi. Bunun için olacak ki Şîa ve onların tarih boyunca en büyük temsilcisi olan İmamiyye oSduğu gibi görünmemek, olduğunun aksini göstermek demek olan «takıyye» prensibine son derelce önem vermiştir. Bu konuda Şîa imamlarına nisbet edilen bir çok rivayet mevcuddur. Ca'fer'-i Sâdık şöyle demiş : «Doğrusu mümine (şîîye) karşı riya ile davranmak şirktir; evinde münafıka (sünnîye) karşı ri­yakâr olmak bir ibadettir»[63]. «Onlarla (şîî olmıyanlarla) birlikte! birinci safta namaz kılan kimse sanki Allah'fn Rasûlü ile ille safta namaz kılan biri gibidir». Ancak böyle kılınan bir namazın tekrat kılınmasının gerektiğini söyliyen şîî âlimler vardır.

Hulâsa «Takıyye vacibdir. Onu terkeden, namazı terkedenle ay nı durumdadır» [64].

Şîa gurupları ileriye sürdükleri görüşlerin doğruluğunu isbat et­mek ve tesirini artırmak için o görüşleri imamlarına nisbet ederler. Başta Hz. Ali olmak üzere bu değerlî zevatın, iddia edilenin aksini söyleyip yaptıkları isbat edilince de, şîa ulemâsı, takıyye prensibi­ni ileriye sürer ve imamların asıl kanaatlerinin kendi söyledikleri gibi olduğunu, ancak tehlikeden korunmak (takıyye) için değişik ka­naat izhar ettiklerini iddia ederler. Böylece takıyye, mücbir sebep ve muteber bir kaide olmaksızın, nasların ve metinlerin tevili için bir vesile haline getirilmiştir[65].[66]

 

f) Usûl-i din :
 

İmamiyyenin ana görüşleri hakkında şimdiye kadar bahis konusu ettiğimiz şeyler hep «imamet» etrafında olmuştur. Zaten bütün şîî gurupların ana prensibi ve temel görüşü bu konu ile ilgilidir. Usûl-i dini teşkil eden akaid konularında ilk imamiyye gurupları (mütekad-dimîn) benimsedikleri imamların akidesine tâbi oluyorlardı. Bu aki­denin selef metodunu takibettiğini söylemek lâzımdır. Gerçi Zeydiy-yenin kurucusu Zeyd b. Ali (v. 122/740) Vâsıl b. Atâ'ya (v. 131/748) talebelik etmiş ve itizal görüşünü benimsemiştir. Fakat İmamiyye guruplarının Zeyd yerine imam tanıdıkları kardeşi Muhammed el-Bâkır (v. 114/732), büyük biraderinin bu davranışını beğenmemiş ve  onu  kınamıştır[67].

Ne var ki zaman geçtikçe İmamiyye guruplarının akaid görüsün­de değişiklik meydana gelmiştir. Bir kısmı nezih selef akidesini mu­hafaza ederken bazıları da teşbihe düşmüştür. Bir çok imamiyye züm­releri ise Zeydiyye gibi Mu'tezileye kaymıştır. Kalabalık imamiyye guruplarından İfrata kaçan ve gulâttan sayılabilecek olanlar da var­dır [68]. Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (v. 324/936), İmamiyyenin (Revâfiz) kendi aralarındaki ihtilâflarını 33 ana madde halinde toplamıştır[69]. Bu ihtilâfların içinde Selefiyye, Müşebbîhe, Mu'tezile ve Gulât te­mayüllerini bulmak mümkündür.

Şîîlik, bilhassa eş-Şeyh el-Müfîd'in (v. 412/1022) zuhuruna ka­dar geçen ilk devirlerde, devamlı çalkantılar içinde bulunan ve de­ğişiklik geçiren bir cereyandır. Sadece Gulâta yakışan müfrit bazı görüşleri, durulmuş İmamiyye akaidine mal etmek doğru olmasa gerek. Nitekim Şîa karşısında tarafgîr bir tavır takındığı bilinen mu'-tezilî Ebu'l-Hüseyn el-Hayyât (v. 298/910) ile diğer müelliflerden İbn Hazm (v. 456/1064) ve el-İsferâyînî (v. 471/1078) gibi bir kısım ze­vat tarafından «teşbih, teesîm, hulul, tenasüh, bedâ', Kur'anın tağyir ve tebdil edilişi»  kabilinden bazt  müfrit görüşler İmamiyyeye, hatta onların bütün guruplarına nisbet edildiği halde [70] İmâmiyyenin dört temel kitabından birinin müellifi olan İbn Babeveyh el-Kummî (v. 381/991), bu görüşleri reddeder ve bu gibi fikirlerin İmamiyyeye nisbetinin bir iftiradan ibaret olduğunu söyler[71]. Öyle anlaşılıyor ki kalabalık Şîa guruplarını sinesinde barındıran İmamiyye içinde müfrit görüşlere sahip zümreler de bulunmuş, fakat İsnâaşeriyyece temsi! edilmeye başlanan İmamîyye bu müfrit zümreleri kendinden saymamış, hatta onlarla mücadele etmiştir.

İmâmiyyenin tedvin edilmiş akaid kitapları incelendiği takdirde, usûl-î dinde en çok ihtilâf konusu olan ilâhiyyât bahislerinde i'tizâlî görüşün hakim olduğu görülür. Meselâ Allah'ın sıfatları zâtının ay­nıdır, fi'lî sıfatlar hadistir, Kur'an mahlûktur, kullar için en uygun (aslah) olanı yaratmak Allah'a vâcibdir, kulların fiilleri Allah'a nisbet edilemez gibi[72]. Usûl-i dinin ikinci ana bahsini teşkil eden nübüv-vâtta İmamiyye, peygamberlerin yanında bir de imamlara yer verir. Yukarıda, «imamların vasıfları» bahsinde de belirttiğimiz üzere imam­larla peygamberler arasında vahiy unsurundan b*aşka bir fark göze­tilmez. İmamiyye, bu görüşleriyle, İslâm dairesinin dışında kabul edilen Gulât hariç gerek ehl-i sünnet ve gerek ehl-i bid'at bütün is-lâmî fırkalardan ayrılmaktadır Sem'iyyât, yani ahiret ahvali bahislerine gelince, İmamiyye, burada Mu'tezileden ayrılmakta ve onların ehl-i sünnete muhalefetle kabul etmediği kabir azabını, hisâbı, mizanı, sı­ratı benimsemektedir. Fakat öyle görülüyor ki, İmamiyye, bu akaid hükümlerini, belli imamların sânını yüceltmek için kabul etmiş bu­lunmaktadır. Çünkü kabirde «Rabbin kim, Peygamberin kim?» di­ye sorulduğu gibi «İmamın kim?» diye de sorulur, «İmamım Hz. Ali'-dir» diyenler kurtulur. Sıratın bir manası da imamlar demektir. Dün­yada onları tanıyan ve onlara itaat eden kimse ahirette cehennem* köprüsünün üzerinden geçer. Ahirette ümmetlerin hesaplarını imam­lar ve vasiler görecektir. «Nebînın ve imamların şîasına günahları, sorulmıyacaktır»[73]. Mu'tezilenin kabul etmediği «şefaatle cehennemden çıkma» hadisesini de İmamiyye herhalde vasilerin şefaat rolü sebebiyle kabul  etmektedir[74].

İmamiyye çoğunluğu, usûl-i dinde akla rol verdikleri halde fu-' ru'da re'y ve içtihada iltifat etmemişler, ahkâm-ı fer'iyyeyi masum kabul ettikleri imamlarına dayanan rivayetlere istinad ettirmişler­dir. Yukarıda Şîa fıkhı için bahis konusu ettiğimiz hususlar İmamiy­ye ve İsnâaşeriyye için de aynen mevcuddur [75],[76]

 

3. İmâmiyyenin kolları
 

«İmamiyye» terimi, «devlet reisliği konusunu İslâm dininin rü­künlerinden biri kabul eden ve bu mevzu'da önemli görüşler ortaya koyan zümreler» manasına alındığı takdirde bütün Şîa guruplarını içine alır. Bu guruplarda Hz. Ali'nin oğullarından Hz. Hasan'a nis­bet edilen «Haseniyye», Hz. Hüseyn'e nisbet edilen başlıca«İsnâaşeriyye» ve «Zeydiyye», Hz. Muhammed b. el-Hanefiyye'ye nisbet edi­len «Keysâniyye»den ibarettir. Tabii bu ana gurupların talî bazı kol­ları vardır. Fakat İmamiyyeyi Revâfız manasına aldığımız takdirdeki şayi' olan kullanış da budur bunun ayrıldığı bazı kollar mev­cuddur.

En kalabalık Şîa cemaatini teşkil eden İmamiyye, kendi arasın­da bir çok talî kollara ayrılmıştır. Hz. Hüseyn'in oğlu Ali Zeynelâbi-dîn'den (v. 94/712) itibaren imamiyye gurupları hemen hemen her bir imamın vefatı üzerine yeni imamın tesbiti konusunda fikir ayrı­lığına düşmüşler, bütün İslâmî fırkaların kollarından daha çok kolla­ra ayrılmışlardır. Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (v. 324/936), müfritleriyle bir­likte İmamiyye kollarını 25 e ayırmıştır. Bazı kolların da talî cemaat­lere ayrılışıyla bu sayı 40 a yaklaşmıştır.. Diğer müelliflerler de ken­dilerine göre değişik listeler vermişlerdir[77]. Biz, burada ana ihti­lâf konusu imamet olan bu fırkaların tafsilâtına girişmeyecek, sadece Gulât-! îmamiyye ve İsmâîliyyeye temas ettikten sonra İsnâaşeriy-ye üzerinde bir nebze duracağız. [78]

 

a)  Gufât-ı İmâmiyye :
 

Imamiyye, zuhur ettiği zamandan itibaren en kalabalık Şîa gurup­larını bünyesinde toplamıştı. Bu gurupların içinde, görüşlerini İslâm-la telif etmeye imkân olmayan müfritler de vardı. Eş'arî, Makalât'-ında, İmâmiyye (Revâfız) kollarını saydıktan sonra, «Gulât ve İma-miyye hakkındaki söz sona ermiştir» (I, 29) der. Halbuki o, aynı eserde, Galiyyeyi İmamiyyeden önce müstakillen zikretmiştir-(I, 5-15). Zeydî bir şîî olan Muhammed b. el-Hasen ed-Deylemî (v. 711/ 1311) de şöyle der:

«İsmâîliyye ile İsnâaşeriyye îmamiyyesi içinde bulunan gulât, mufavvıza ve bâtıniyye guruplarının mezhebi bir çok meselede bir­birine karışmış ve benzemiştir. Bunun İçindir ki «İmâmiyye Bâtınİy-yenin geçididir» denilmiştir. Çünkü bu gurupların hepsi İmâmiyye cephesinden Şîaya girmiş, hepsi de şîî olduğunu id­dia etmiştir. Ne var ki dinde sınırı aşıyor ve müslümanların yolun­dan ayrılıyorlar» [79].

Bu müfritlerin görüşleri arasında teşbih, tecsîm, hulul, tenasüh, bedâ', tevfîz (Cenabı Hakkın Hz. Muhammed ile Hz. Ali'yi yarattığı, kâinatın diğer kısımlarının yaratılması ve idare edilmesini bunlara havale ettiği görüşü) gibi sapık iddialar mevcuddu. Zamanla süzü­len, berraklaşan ve İsnâaşeriyye tarafından temsil edilen îmamiyye akidesi bu müfrit görüşleri reddetmiş, imâmiyye âlimleri müfritler­le mücadele etmiştir[80], Ne var ki bütün ifrat kalıntılarının îma­miyye İsnâaşeriyye telâkkilerinden tamamen silinip gittiğini söy­lemek de mümkün değildir [81][82]

 

b) İsmâîliyye:
 

İmâmiyye çoğunluğuna göre imamet Hz. Ali'den başlamış, sıra­sıyla Hasan, Hüseyn, Ali Zeynelâbidîn, Muhammed Bakır ve Ca"fer-i Sâdık'a intikal etmiştir. Altıncı imam Ca'fer b. Muhammed es-Sâ-dık'ın vefatından (148/765) sonra iseihtilâfa düşülmüş, onun beş oğ­lundan her birine imamet nisbet eden guruplar olmuş, bu gurup­ların her biri mensup olduğu zatın adıyla anılmıştır. Bunların içinde iki zümre Şîa tarihinde büyük önem kazanmıştır. Biri imametin Mû-sâ el-Kâzim'a intikal ettiğini kabul eden İsnâaşeriyye, diğeri de İs­mail b. Ca'fer es-Sâdık'a intikal ettiğini söyleyen İsmâîliyye.

İsmâîliyyeye göre Ca'fer-i Sadık'tan sonra meşru imamet, nas-sın tayini ile onun oğlu İsmail'e aittir. Gerçi bazı İsmâîlîler, imam­ları İsmail'in babasından önce vefat ettiğini kabul ederler (143/760). Fakat bu, imametin onun evlâdına İntikal etmesine mâni teşkil et­memiştir. İmamet İsmail'den sonra oğlu Muhammed el-Mektûm'a, sonra oğlu Ca'fer el-Musaddak'a, daha sonra da oğlu Muham­med el-Habîb'e intikal etmiş. Bu son imamların üçü de gizli (mek-tûtn) idi. el-Habîb'den'sonra gelen oğlu Ubeydullah el-Mehdî'den iti: baren imamlar ortaya çıkmış. Kuzey Afrikada İsmâîlî bir devlet kur­muşlardır.

İsmâîliyye de, diğer şîa gurupları gibi, Irak'ta zuhur etmiştir. Fakat gördüğü baskı yüzünden İran, Horasan, Hindistan, Türkistan taraflarına kaçmışlardır. Oralarda Brahman, Budist, Yeni Eflâtuncu­luk, Keldan ve İran akide ve felsefeleriyle karışmış, onlardan tesir almış, inanışlarındaki İslâmî rengi yitirmiştir. Bu sebeple «İsmâîliy­ye» Bâtıniyye isimlerinden bir olmuş, gulâttan olan Karmatîlerin pi­ri sayılmış, Fâtımîler Devletinin kurucuları olmuştur.

İsmâîlîler fıkhın ibadet ve muamelâta dair hükümlerinde İs^âa-şeriyyeden pek farklı değildir. İmamet dışındaki akaid görüşlerine Galiyye bahsi içinde temas edilecektir [83][84]

 

B. İsnâaşeriyye
 

İmamiyye çoğunluğu, Ca'fer-j Sâdık dâhil ilk altı imam hakkın­da ittifak ettikleri halde onun vefatından sonra (148/765) imametin beş oğlundan hangisine intikal ettiği konusunda fikir ayrılığına düş­müşlerdir. Bunlardan büyük bir çoğunluk Mûsâ el-Kâzım'ı imam ta­nımış, fakat onun vefatı konusunda, yani Mûsâ eİ-Kâzım'm gerçek­ten ötüp ölmediği konusunda ihtilâfa düşmüş, ekseriyeti onun vefat ettiğine inanmıştır. İşte bu guruba, Mûsâ el-Kâzım'ın vefatına kat'-iyetle hükmettiği için «el-Kat'ıyye (*-*kUi) ».imameti onun oğlu Ali er, Rızâ'ya ve ondan sonra gelip 12 imamı lamamlayan malûm zevata nisbet ettikleri için de «İsnâaşeriyye < s^l2W )> denilmiştir. Buna göre imamet Hz. Ali'den başlar, oğlu Hasan'dan sonra Hüseyn'e intikal eder; Hz. Hüseyin'den itibaren inkıtaa uğramadan babadan oğula geçer ve 12 imamı tamamlar. Müteahhir devirlerde mutlak ola­rak İmamiyye denilince İsnâaşeriyye akla gelir. Şîanın çoğunluğunu onlar teşkil eder [85]

12 İmamın isim listesi şöyledir:

Alî b. Ebî Tâlib, el-Murtazâ  (v. 40/661) el-Hasan b. Alî, el-Müstebâ (v. 50/670)

3.    el-Hüseyn b. Alî eş-Şehîd (v. 61/680)

4.    Alî Zeynelâbidîn b. el-Hüseyn (v. 94/712)             ^ Muhammed el-Bâkır b. Alî (v. 114/732)

Ca'fer es-Sâdık b. Muhammed (v. 148/765) Mûsâ el-Kâzım b. Ca'fer (v. 183/799)  Alî er-Rızâ  b.  Mûsâ  (v. 203/818) 9.    Muhammed el-Cevâd et-Takıyy b. Alî (v. 220/835)

10.    Alî el-Hâdî en-Nakıyy b. Muhammed (v. 254/868)-

11.    el-Hasan el-Askerî b, Alî (v. 260/873)

12.    Muhammed el-Mehdî b. el-Hasen (doğumu, 256/870)

Sonuncu imam Muhammed el-Mehdî hicrî 256 yılında doğmuş, kendisi beş veya altı yaşında iken babası vefat etmiş, Şîa inanışına göre bundan 5 yıl sonra (h. 265) doğum yeri olan Sâmerrâ'daki ba­basının evinde, Serdab'a (yeraltı odası, bodrum) girmiş, oradan ka­yıplara karışarak bir daha geri dönmemiştir. Binaenaleyh «ei-Mehdî, Sâhıbu'z-zamân,    el-Muntazar,    el-Hucce,    el-Kaim,    Sâhıbu's-Serdâddiye de anılan on ikinci ve sonuncu imam ölmemiş, sadece müşa­hede âleminden ayrılmıştır (el-İmâmu'l-ğâib); bir gün muhakkak ge­ri dönüp şîa iktidarını sağfıyacak, zulmün hâkim olduğu yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Şîa dışındaki islâm âlimleri ise Muhammed e!-Mehdî'nin 275/888 tarihinde vefat ettiğini kabul etmişlerdir. Bazı tarihçiler de el-Hasan el-Askerî'nin hiç evlâdı olmadığını ileri sürerler.

İnanışa göre Muhammed el-Mehdî ortadan kaybolduktan itibaren 70 yıldan fazla bir müddet «Vükelâ, Nüvvâb, Süferâ» dîye anılan ba­zı zevat vasıtasıyla kendisine bağlı guruplarla muhabere etmiştir. Hicrî 329 veya 339 yılına kadar süren bu zamana «gıybet-î suğrâ» de­nilmiştir. Bu tarihlerden sonra artfk muhabere mevcud olmayıp «gıy-bet-i kübrâ» başlar [86]

İbn Haldun (v. 808/1406), on ikinci imam Mehdî-i Muntazar'ın pe-lişini bekleyen Bağdad şîîleri hakkında şöyle der:

«Bu taifenin âdet-i bâtilaları bu minval üzere câridir ki bunlar her gîce edây-ı salât-i mağribden sonra Serdâb-ı mezkûrun kapısına va-rub, imâm-ı müşarünileyh hayatta olmak za'miyle, «Yâ Muhammed bin Hasan-i Askerî, vaktidir, hurûc ve zuhur eyle!» deyû cehr-i savt île nida; ve hurûc iderse rükûb etmek içün kendilerile bile bir merkeb dahi hâzır-ü müheyya idüb bâb-ı Serdâbda vakt-i ışâyedek Muham­med bin Hasan'ın hurucuna muntazir olurlar; ba'dehû hâib-u hâsir yine cümlesi menzillerine müteferrik olup matlab ve meramlarını leyle-i âtiyeye te'hîr ve tevkif ile ilâ hâze'l-ân âdet-İ mekrûheleri bu minval üzere carîdir» [87]

İsnâaşeriyyenin görüşleri, yukarıda İmamiyyeye ait olmak üzere sıraladığımız görüşlerin aynıdır. Zaten İmamiyye denilince akla İs­nâaşeriyye gelir. Fıkıhta altıncı imam Ca'fer es-Sâdık'a (v. 148/765) tabidirler, bunun için kendilerine Ca'feriyye de denilmiştir. Şâh İs-mâil-i Safevî'nin cülusundan itibaren (906/1500) İran'ın resmî mez­hebi İsnâaşeriyyedir [88]

[47] bk. bibi. el-Eş'arî, ag.e., I, 15;  el-Bağdâdî, ag.e., s. 35-36; el-İsferâyînî,

ag-e., s. 17-18; eş-Şehristânî, ag.e., I, 155;  el-Cîlânî, el-Ğunye, s. 86-87; el-Makrîzî,

ag.e.,   II,  351;   eç-Şevkânî, Katru'l-veÜyy,  s,  288;   İzmirli,  Muhassal,   s.   115;   EbÛ Zehra, ag.e., I, 78.

[48] el-Eş'arî, ag.e., I, 15; İbn Haldun, Mukaddime, II, 13; el-Âlûsî, Muhta­sar, s. 21; İzmirli, Muhassal, s. 115, 118.

[49] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:205-206.

[50] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:206.

[51] İbn Bâbeveyh, el-İ'tikadât, s. 145-146. İbnu'l-Mutahhar el-Hillî, Minhâ-cu'1-kerâme'sinde Hz. Ali'nin İmameti konusunda 5 aklî delil,  40 tanesi âyet ve te'villerinden,   12  tanesi  de  hadisten  olmak   üzere   52  naklî  delil  ve  Hz,  Ali'nin hal ve vasıflarına ait 12 delil zikreder, s. 145-192; diğer imamlar için, s. 78-79, 193; el-Ya'kubî, et-Tarîh, II, 102; el-Eş'arî, ag.e., I, 70; el-Makdisî, el-Bed', V, 126-127; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 94; eş-Şehristâni, el-Müel, I, 162-184. Şiilerin, hilâfet etra­fında uydurdukları hadisler için bk. M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, s. 32*34.

[52] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:206.

[53] el-Câhız,   el-Osmâniyye,   s.   149,   249;   tbn   Bâbeveyh,   ag.e.,   s.   123-126; el-Hıllî, ag.e., s. 109-116, 194-202; el-Eş'arî, ag.e., I, 53-54, 55; el-Makdisî, ag.e., V, 126-127;   e\-B,ağdâdi,   el-Fark,   s.   54;   el-İsferâyînî,   et-Tebsîr,   s.   21;   İbnu'l-Arabî, el-Avâsım, s. İ84; eş-Şeh'ristânî, ag.e., I, 164-165; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 290; el-Âlûsî, ag.e., s. 238-282; İzmirli, ag.e., s. 125.

[54] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:207-208.

[55] kerâme, s. 82; el-Câhız, ag.e., s. 92; el-Hûyî, Akayid-i imamiyye, s. 10, 13-15; el-Eş'arî, Makalât, I, 47; el-Makdisî, ag.e., V, 127; Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, IH, 226-234; İzmirli, ag.e., s. 120 vd.d.; İrfan Abdülhamîd, Dirâsât, s. 34-35 ve ora­daki kaynaklar.

[56] el-Hûyî, ag.e., s. 10, 13-15; ayrıca bk. A. Emin, Zuhru'l-İslâm, IV, 110-114. Hz.  Ali'nin,   ulu'l-azmin   dışında kalan peygamberlerden bütün imamiyyece efdal olduğu hakkında bk. İzmirli, ag.e., s. 135.                             

[57] İbn Bâbeveyh, ag.e., s. 124, 126; benzer görüşler için bk. s. 105-110, 123.

[58] el-Eş'arî, ag.e.( I, 55; İzmirli, ag.e., s.  124-126; A. Emin,  Duha'l-İslâm, III, 234-235; İ.A. XI, 506.

[59] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:208-209.

[60] bk. İbn Bâbeveyh, el-İ'tikadât, s. 66-70, 111; el-Hayyât, el-întisar, s. 95-97; İA. XI, 503; A. Emin, Duha'l-İslâm, III, 235-246; el-Âlûsî, Muhtasar, s. 201; Goldziher, el-Akîde. s. 214, 221. Bu müellif rec'at inanışının Yahudilerde, Hırİsti-yanlarda ve Şîanın dışında çok nadir de olsa zulme uğramış bazı müslüman gruplarında da mevcud olduğunu söyler (bk. s. 215-216); Avni İlhan, M&hdilik, s. 70-75.

[61] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:209.

[62] bk. Âl-i îmrân (3), 28; en-Nahl (16), 106; Fıkıh kitaplarındaki «ikrah» bahsi.

[63] İbn Bâbeveyh, ag.e., s. 129; el-E^'arî, ag.e., I, 55; A. Emin, Duha'I-İslâm, III, 248.

[64] İbn Bâbeveyh, ag.e., s. 127.

[65] bk.   el-Eş'arî,   ag.e.,   I,   55;   el-Makdısî,   el-Bed',   V,   127;   GoldziheF,   el-Akîde, s.  202; A. Emin, Fecru'l-İslâm, s. 274-276; Duha'I-İslâm, III, 246-249.

[66] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:209.

[67] bk. eş-Şehristâni, el-Milel, 1, 156,

[68] a.e.,   I,   165;   el-Curcâni,   Şerhu'l-Mevâkıf,   III,   291;   İzmirli,   Muhassal, s. 116, 129-133. İzmirli, burada, kudemâ-İ İmâmiyyeyi Zurâı-iyye, Yûnusiyye, Hi-şâmiyye (Hişâm b. el-Hakem'e ve Hişâm b. Salim el-Cevâlikî'ye bağlı olanlar, bi­rincisine el-Hakemiyye, ikincisine de es-Sâlîmiyye denilmiştir}, Nûmâniyye veya Şeytâniyye,   Eedâiyye   ve   Mufavvıda'ya   ayırıp   her   birinin   ifratını   hulâsa   eder.

[69] el-Eş'arî, ag.e., I, 29-58.

[70] bk: el-Hayyât, el-İntisâr, s. 14, 98-99;   İbn Hazm,  el-FasI, IV,  182;  el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 24;   eş-Şehristânî,  eî-Milel,  I,   166;   bk.  İzmirli, Muhassal, s. 133. Şükrü el-Alûsî'nin Muhtasaru't-Tuhfe'sinde ve bu eseri tahkik eden Muhib-buddîn el-Hatîb'in dipnotlarında yer alan ve Isnâaşeriyyeye nisbet edilen tebdîl-i Kur'ân iddiaları da aynı mahiyette olsa gerek. Fakat onlarca son derece muteber (sika)   sayılan el-Küleynî'den   (v.  329/941)   gelmiş  tahrif rivayetleri   insanı   şaşır­tıyor   (bk.  30-32,  50,  52-53,   114-115).   Mu'tezile - Şîa  yakınlığı   bir   gerçek   olduğu halde, Mu'tezile ileri gelenlerinden el-Kadî Abdülcebbâr (v. 415/1025) «Imâmiyye-i râfızadan bir grubun Kur'an'da ziyâde ve noksanın mevcud olduğunu iddia ettik­lerini kaydeder (Şerhu usûli'l-hamse, s. 601).

[71] bk.  îbn  Babeveyh,   ag.e.,  s.   18-23,   41,   70,   99-100;   ayrıca   bk.   el-Hıllî, Minhâc, s. 82.

[72] İbn  Bâbeve?h, ag.e., s.  24-25,  27-28, 98;   el-Hûyî,  Akayid-i   İmamiyye, s. 4-5, 7-9,

[73] İbn Babeveyh, el-İ'tikadât, s. 64, 80, 84-85.

[74] a.e., s. 74, 90-91.

[75] el-Eş'arî, Makalât, I, 150; el-Hılli, Minhâc, s. 83.

[76] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:209-210.

[77] el-Eş'arî,   ag.e.,   I,  15-29;   el-Makdisî,   el-Bed',   V,   124   v.dd.;   el-Malatî. et-Tenbîh,   s.   18-33;   el-Bağdâdi,   el-Fark,   s.   54-71;   el-İsferâyinî,   ag.e.,   5.   20-24; eş-Şehristânî, ag.e., I, 165-173; İzmirli, ag.e., s. 115-118.

[78] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi210-211.:

[79] ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtıniyye, s. 2.

[80] bk. msl. İbn Bâbeveyh. ag.e., s. 114. 118, 120; İbn Haldun, Mukaddime, n, 10; İzmirli, Muhansal. s. 116;  İ.A. XI, 505.

[81] Abdülbâkıy   Gölpınarh'nm   araştırmalarına   göre   Türkiye'de   yaşayan, •alevî» olduklarını söyleyen, İran'daki Safevî sülalesine bağlı kalan ve Kızıl Tac kabul edildikten sonra Safevî şahlarına tâbi olmaları sebebiyle Sünnîler  tarafın­dan «Kızılbaş, diye anılan şîî gruplar İran'ın resmî mezhebi olan İsnâaşerİyyeden

sayılırlar. «Kızılbaşlık, inancının usûl ve furuu sistemleşmış. fikir ayrılıklarının münakaşası yapılmış bir mezhep değildir». İtikadlannda esas olan Ali'yi tanrılaş­tırmaktır. «Zaten Allah, Muhammed ve Ali, üçü birdir. Tanrı, Muhammed ve Ali suretinde görünmüştür. Fakat bütün hikâyelerde Ali daima Muhammed'den üs­tündür.. Kızılbaşlar, İsmâîlîlerin tesiri altında kalmakla beraber 12 imamı kabul ettiklerinden İmamiyyenin müfritlerinden sayılabilirler, ibadetleri tevil ederler (bk. A. Gölpmarh, İ.A. VI, 789-795, «Kızılbaş, md.).

[82] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:211-212.

[83] bk. el-Bağdâdî, el-Fark, s. 62-63; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 94; eş-Şehris-tânî, el-Milel, I, 167-168; İbn Haldun, Mukaddime, II, 12-13; Ebû Zehra, el-Mezâ-hib, I, 90-91; Goldziher,- el-Akîde, s. 238-241; İ.A. .İsmâîlîler. md.; el-Malatî, 12 imamı kabul eden değişik bir İsmaîlİyyeden bahseder; bk. et-Tenbîh, s. 32.

[84] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:213-215.

[85] el-Eş'aarî,  ag.e.,   I,   15-16;   el-Hıllî,   Minhâc,   s.   78-79;   el-Bağdâdî,   ag.e., s.   64-65;   eş-Şehristânî,   ag.e,,   I,   169-172;   İbn   Haldun,   ag.e.,   II,   13;   İbnu'1-Esîr,

cl-Lubâb,  -el-İsnâaşer» md.; İzmirli, ag.e., s. 118.

[86] bk. el-Eş'arî, ag.e,, I, 27-28; el-Mes'ûdî, Murûc, IV, 199;  İbn Hallikân, Vefeyât,  IV,  176;   İbn  Teymiyye,  Minhâcu's-sünne,  II,   131;   A. Gölpmarh,   Şiîlik, 522-539; bk. İzmirli, Muhassal, s.   119-120;  A. Emin,  Zuhru'l-İslâm, IV,  117.

[87] İbn Haldun, Mukaddime, II, 9, Pîrîzâde Mehmed tercümesi.

[88] İsnâaşeriyyenin imamet ve usûl-i din görüşleri için b. A. Emin, Fecru'l-İslâm, s. 272, Duha'l-İslâm, III, 212-220; EbÛ Zehra, el-Mezâhib, I, 83-88;  İzmirli, ag.e.,   s.   118-119,   126-127,   129-138;   İ.A.   «İSnâageriyye»   md.;   İrfan   Abdülhamîd, Dirâsât, s. 32-36 ve oradaki kaynaklar.


Konu Başlığı: Ynt: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Mehmed. üzerinde 22 Ağustos 2019, 15:21:54
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Ceren üzerinde 22 Ağustos 2019, 16:33:23
Esselamu aleykum.Rabbim razi olsun paylasimdan kardeşim. ...


Konu Başlığı: Ynt: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Züleyha üzerinde 23 Ağustos 2019, 11:36:40
Rabbim razi olsun hocam inşaallah selam ve dua ile


Konu Başlığı: Ynt: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Melek Nur Çelik koü üzerinde 24 Ağustos 2019, 11:38:51
Paylaşım için Allah razı olsun..


Konu Başlığı: Ynt: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Sevgi. üzerinde 27 Ağustos 2019, 03:42:34
Bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim.


Konu Başlığı: Ynt: İmamiyye-İsnâaşeriyye
Gönderen: Ceren üzerinde 27 Ağustos 2019, 14:50:33
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim..