๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kelam İlmi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 13:39:29



Konu Başlığı: Bâtıniyye
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 13:39:29
BÂTINİYYE


A. Bâtıniyyenin Muhtelif Lâkabları
 

Görünürde Şîaya bağlılık iddia eden müfrit guruplar (galiyye) içinde, islâm tarihinde oynadıkları roller, sahib oldukları fikirler ve günümüze kadar gösterdikleri devamlılık bakımından en önemli ye­ri işgal eden fırkalar Bâtıniyye, İsmailiyye veya diğer bir adıyla Kar-matıyye fırkalarıdır. Müerrih ve muhaddis İbnu"l-Cevzî'nin (v. 597/ 1201) ifadesiyle «İslâmla maskelenen, şîîliğe meyleden, fakat inanış ve davranışlarıyla İslâmiyete taban tabana zıd düşen» [120] Bâtıniy-yenin çeşitli lâkaplarla anıldığını müellifler kaydeder. İmam el-Gaz-zâlî [v. 505/1111) Bâtiniyyeye ait olmak üzere 10, ed-Deylemî 15 lâ­kap sayarken el-îcî bunları 7 maddede hulâsa eder. Abdülkerim eş-Şehristânî (v. 548/1153) ise «el-İsmâîliyye» başlığı altında incelediği bu guruplar için «En meşhur lâkapları Bâtıniyyedir» dedikten sonra ilâve eder: «Bundan başka her kavmin lisanında ayrı bir lâkapları vardır: Irak'ta Bâtıniyye, Karâmıta, Mezdekiyye, Horasan'da Ta'lîmiy-ye ve Mülhide olarak isimlendirilirler. Kendileri ise, biz İsmâîliyye-yiz, derler» [121]

Bâtıniyye-İsmâîliyye guruplarına verilen lâkapların bazısı onların görüşlerinden bir kısmını aksettirir;

el-Bâtınîyye : Nasların bir zahiri olduğu gibi bir de bâtını oldu­ğunu söyliyenler. Bunlara göre avamın okuyup anladığı zahir, anlaşılması havassa mahsus olan bâtına nisbetle kabuk durumundadır, bâtın ise özdür. Zahire tutunup kalan, kayidlar ve mükellefiyetler al­tında kalmış olur ki bu mükellefiyetler de şeriatın ahkâmıdır. Fakat bâtını keşfetmeyi başaran kimseler (ki bunlar ancak Bâtınüerdir) ka­yidlar ve mükellefiyetlerden kurtulmuş olurlar. [122]

es-Seb'îyye : Yedi'li sistemi benimseyenler. Bu sistem iki tür­lü izah edilir :

a)  Yeryüzü  hiç bir zaman Allah'ın hüccetinden  hâiî kalmamış­tır. Hüccet «nâtık» (konuşan) ve «sâmit» (susan) olmak üzere iki­ye ayrılır. Nâtık Peygamber, sâmit onun vasisi olan imamdır. İmam­lar yedişer kişilik bölümlere ayrılırlar, her bir bölüme «devir» deni­lir. Yedinci imam o devrin sonuncusu olur ve ondan sonra diğer dev­rin birinci imamı gelir. İslâmdaki «kıyameUin manası bir devrin ye­dinci imamda sona ermesi demektir. Devirler nihayetsiz olarak de­vam eder. İsmâtlîlere göre ilk devir Hz. Ali ile başlamış (Hz. Hasan imam kabul edilmediğinden) Hüseyin, Ali Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır, Ca'fer es-Sâdık ve İsmâîl ile devam etmiş, Muhammed b. İsmail ile sona ermiştir.    Ondan sonra gelen yedi vasi ikinci devri teşkil  etmiştir. Fakat onların  adları  gizlidir.  Üçüncü devrin  ilk  ima­mı Fatımî devletinin kurucusu Ubeydullah'tır (v. 322/934).

b)  Madde âlemini   (ay-altı  âlemi,  âlem-i  süflî)   yüce   âlemde (âlem-i ulvî)  bulunan yedi gezegen  idare  eder (Mülhid  müneccime-den alınan bir görüş) [123]

et-Ta'lîmiyye : Hakikatin akıl ve muhakeme yoluyla değil, an­cak masum imamın öğretmesi (ta'lîmi) ile bilinebileceğini kabul eden­ler [124].

el-İbâhıyye : Haram olan şeylerden kaçınmayı ve farzolan şey­leri yerine getirmeyi lüzumlu görmiyenler [125]

el-Melâhıde, ez-Zenâdika : Allah'ı ve peygamberleri inkâr eden­ler, yerine göre küfürlerini izhar ederler [126]

Bâtıniyye  lâkaplarından  biri  de    İsmâîliyyedir.  Ca'fer-î  Sâdık'ın

(v. 148/765) oğlu İsmail'i (v. 143/760) babasından sonra imam ka­bul ettikleri için bu lâkapla anılmışlardır. Bazı kaynaklar İsmâîliyye-yi müstakil bir fırka olarak ele alırlar. Çünkü Bâtıniyyenin bu önem­li kolu, islâm tarihinde İsmâîliyye adı altında bir çok mücadelelerin yürütücüsü olmuştur. Zeydî âlim ed-Dey!ernî (v. 711/1311), Bâtıniy­ye guruplarının, sıkıştıkça kendilerini İsmâîlî gösterdiklerini, fakat onların pekâlâ Bâtınî olduklarını söyler [127]

Aynı mahiyette kullanılan lâkaplardan bir diğeri de el-Karâmı-tadır. Bâtınî bir lider olan Hamdan Karmat veya Kırmıt (v. 293/906) adına nisbet edilen bu gurubun da bir çok mücadeleleri tarih sayfa­larında yer almış bulunmaktadır. Ancak biz, bu eserimizde mezhep ve fırkaları siyasî mücadeleleri açısından değil de fikrî cepheleri yö­nünden ele aldığımızdan bu mücadelelere temas etmiyeceğiz [128]

Hasan Sabbâh'a (v. 518/1124) nisbet edilen İsmâîlîlere es-Sab-hâhıyye denildiği gibi uyuşturucu olarak haşhaş kullandıklarından el-Haşşâaön diye de anılırlar[129].

Sünnî ve Şîî bazı kaynaklar meşhur el-Hallâc'ı (v. 309/922) da Bâtıniyye zümresinden sayar ve kendisine tâbi olanlara el-HalIâcıy-ye adını verirler. İbnu'n-Nedîm (v. 438/1047), el-Fihrist'inde «Onun hakkında ve nereli olduğu konusunda hiç bir rivayet sahih değildir» dedikten sonra başkasından naklen câhil, hilebaz, gözbağıcı, müs-tasvif, kendini tanrılaştıracak kadar ileri giden biri olduğunu kayde­der [130][131]

 

B.    Bâtıniyyede Davet Dereceleri
 

Mezhepler tarihi ile meşgul olan islâm âlimleri, Bâtıniyye gu­ruplarının, da'vet ve mücadelelerinde samimi olmadıklarını, yani had­di zatında, bâtıl da olsa, bizzat kendilerinin inanıp benimsedikleri bir akidenin mevcud olmadığını söylerler. Gazzâlı (v. 505/1111) bu maksatla açtığı bir faslın başında şöyle der: «Mezhepler tarihçilerinin ittifak ettiği bir noktadır ki, Bâtıniyyenin bu da'vetini, her han­gi bir dine inanan, bir mezhebe bağlanan ve bir nübüvvete istinad eden kimsenin başlattığı bir da'vet değildir.» [132] Gazzâlî'nin devam eden izahına göre Allah'ı, peygamberi ve ahireti inkâr eden Mecûsî ve Mezdekîlerden bir gurup, inkarcı Seneviyyeden bir kaç adam ve inkarcı filozoflardan kalabalık bir zümre, İslâm dininin yayılışı ve kuvvetlenişi karşısında biraraya gelerek istişare etmişler, İslâmiyet! içten çökertmek ve rnüslümanları mağlûp etmek için çareler aramışlar. Asıl içyüzleri ile müslü.manİarın karşısına çıkmanın doğru olmıyacağını kestirerek şöyle demişler; «Takibedeceğimiz yol, İslâm fırkalarından birinin akidesini benimsemiş görünmekten ibaret olma­lıdır; öyle ki bu fırkanın mensupları müslümanların içinde aklı en zayıf, görüşü en kısa, olmıyacak şeyleri kabule en yakın, asılsız ha­berleri ve yaldızlı sözleri tasdike en mütemayil olsun; bunlar da ol­sa olsa Râfizîler olur. Binaenaleyh onlara katılmış ve Ehl-i Beyte in-tisab etmiş görünerek müslümanların şerrinden korunalim» [133]

Bâtıniyye misyonerleri (dâîleri  davetçileri), insanları kendi mezheplerine davet ederken kademeli bir şekilde uyguladıkları 9 ba­samaklı bir taktik vardır. Bunlara Bâtıniyyenin hileleri denilmiş­tir[134][135]

 

1. Zerk ve teferrüs
 

Dikkatle bakmak ve incelemek demektir. Dâînin kendisi zeki, an­layışlı, firâsetli ve sezgisi kuvvetli olmakla beraber şu üç noktaya dikkat etmesi gereklidir:    Birincisi ve en önemlisi tesiri altında bı­rakabileceği ve ağına düşüreceği kimseyi iyi teşhis etmelidir. Nice insan vardır ki eski inandıkları üzerinde donmuş kalmıştır, ne söylen­se vazgeçmez. Böylesiyle uğraşmamalı, «çorak araziye tohum saç-mamalıdır». Aynen bunun gibi «içinde kandil bulunan eve girmeme­lidir», yani zeki ve bilgili kimseleri kandırmaya kalkışmamalıdır. İkin­cisi, dâî zekâsını kullanarak ve çeşitli çarelere başvurarak nasları za­hirî  manalarından  çıkarıp  bâtını   manalara  yormalıdır.   Bununla  be­raber aday bunları kabul etmediği takdirde bu merhalede fazla ıs­rar etmiyerek onun anladığı manayı sarsmakla yetinmelidir. Üçüncüsü, da'vet ve telkine tabî tutulan her şahsa aynı metodu uyguiamamahdır. Aday eğer zühd-ü ibadete düşkün bir kimse ise ona oyolda telkinatta bulunmakla işe başlamalı; şayet ibadetten uzak ve isyankâr bir kimse ise, ona, ibadet ve zühdün bir ahmaklıktan ibaret olduğu meyanın-da söz söylemelidir. Aday şayet yahudi, hıristiyan veya mecûsî ise, bu defa da kendi  inancını okşar mahiyette sözlerle işe başlamalı­dır [136][137]

 
2. Te'nîs
 

Kendini sevdirme, dostluk telkin etme. Dâînin, telkinlerine ma'-ruz bırakacağı adaya kendini sevdirecek söz ve fiilerde bulunması. Gazzâlî'nin ifadesiyle «dâîler, her gece adaylardan birinin evinde kalır, yanlarında güzel sesiyle Kur'an okuyabilecek kimse bulundu­rurlar. Bu zat zaman zaman Kur'an okur, arkasından dâî dokunaklı sözler söyler, gönüllere tesir eden güzel mev'izeler yapar. Sonra da devlet ricali, zamanın âlimleri ve câhil halk aleyhine konuşur; bü­tün bunlardan kurtuluşun, ancak Rasûlüllah (s.a.) in Ehl-i Beytinin bereketinden beklenebileceğini ilâve eder. Bu sohbet esnasında dâî yani Bâtıniyye misyoneri zaman zaman âh çekerek ağlar. Mec­liste âyet veya hadis zikrolunduğu zaman onların kelimelerinde ilâ­hî sırlar bulunduğunu, bu sırlara ancak Allah'ın, ınahlûkatı arasın­dan seçip bol lûtfu ile mümtaz kıldığı zevatın vâkıf olabildiğini söy­ler. Misyoner, misafir kaldığı evde gece namazı kılmaya imkân bul­duğu takdirde, ev sahibinin göremiyeceği, fakat yine de muttali ola­bileceği şekilde kılmalı ve sesli sesli ağlamalıdır. Ev sahibinin artık muttali olduğundan emin olunca, ibadetini gizlediği hissini vermek için yatağına dönüp yatmalıdır. Bütün bunlar, Bâtıniyye mezhebine alacağı adayın kendisini sevmesini garanti etmek ve ona sözünü din­letebilmek içindir»  [138][139]

 

3. Teşkîk
   

Şüpheye düşürme. Bâtıniyye dâîsi, telkinleri altında bıraktığı ada­yı bu defa dinî konularda bazı şüphelere düşürmeye çalışır. Bunun için, adaya, cevap veremiyeceği bazı sorular yöneltir :

- Bazı Kur'an sûrelerinin başında bulunan    gibi   hurûf-i mukattaanm (birbirine katılmadan okunan harflerin) mâ­nâları nedir?

-  Neden kadınlar hayız halinde iken  kılamadıkları  namazları sonradan kaza etmezler de oruçlarını kaza ederler, halbuki her ikisi de aynı şekilde farzdır?

- Neden insan vücudundan meni    çıkması sebebiyle yıkanmak gerekiyor da ondan daha necis olan idrar ve dışkıdan dolayı sadece abdest alınır?

- Neden cennet kapılan sekiz de cehennem kapılan yedidir?

Bâtıniyye misyonerleri dinî olmayan konularda da şüphe uyan­dırıcı   benzer  sorular  sorar  ve  bütün  bunların   önemli   cevaplarının bulunduğunu, bunları ancak peygamberlerin ve Hmı çok engin olan Bâtıniyye imamlarının bilebileceğini söyler. Böylece adayın şüphe ve merakını uyandırır.[140] [141]

 

4. Ta'lîk
 

Cevapları yeminden sonraya bırakmak. Dâî, adayda şüphe ve merak uyandırdıktan sonra onun sorularına hemen cevap vermez. Bu sırların içyüzünün dinin aslını alâkadar ettiğini, olur olmaz her kese açılamıyacağını söyler. Böylece bir müddet adayı oyalar, onun istek ve merakının derecesini ölçer. Eğer durumunu müsait görürse ona, sırlan açıklayacağını, fakat bundan önce, kendisinden, sırları kimseye açmıyacağına dair söz alıp yemin ettireceğini, tâ peygam­berlerden itibaren bu işin böyle yürüdüğünü söyler. Aday buna da istekli olduğu takdirde yemin safhasına geçer.[142] [143]

 

5. Rabt   
 

Ağır yemin alarak dilini bağlamak. Adaydan sır tutacağına, Bâ­tıniyye liderleri ve mensuplarına karşı sadâkat ve itaat göstereceği­ne dair tekidli yemin alınır; öyle ki her hangi bir şekilde aykırı hare­kette bulunacak olursa Allah'tan, peygamberlerinden ve kitapların­dan uzaklaşmış, bütün dinlerden ayrılmış sayılacak, bütün ma! ve serveti müsadere edilecek, zevcesi boşanmış kabul edilecektir. [144][145]

 

6. Tedlîs
 

Hile kullanmak, aldatmak demektir. Adaydan yemin alındıktan sonra bile sırlar bir anda söylenmez, problemin çok önemli olduğu belirtilerek bekletme ve oyalama siyaseti takibedilir. Gerçeklerin çok ince ve gizli (bâtınî) olduğu tekrarlanır, bunların akıl ile değil, Ehl-i Beyti seven gerçek ilim adamlarından öğrenilebileceği ifade edilir. Adayın hala ürkeklik gösterdiği hissedildiği takdirde ona, her kesin tanıyıp saygı gösterdiği bazı kişilerin de kendi mezheplerine bağlı olduğu söylenir. Ancak işin içyüzünü irdeleyip anlamaması için uzak beldelerdeki zevatın adları verilir .[146] [147]

 

7. Te'sîs
   

Yavaş yavaş Bâtınî te'villere yol açmak. Adaya ilk bakışta ya-dırganmıyacak bazı fikirler telkin edilir : «Zahir kabuk, bâtın özdür», «Zahir sembol, bâtın maksud olan manadır», «Özü bilen Allah'tır, fakat Allah'ın hakkı gizlemesi düşünülemez» gibi  .[148] [149]

 

8.  Hal' 
   

Şerİatten sıyırma, uzaklaştırma. Bütün dinî hükümlerden mak-sad onların bâtınî manalarını anlamaktır. Aday bunları anlıyacak se­viyeye geldiğine göre onun için farzları yerine getirmek ve haram­lardan sakınmak gerekli değildir [150].[151]

 

9. İnsilâh 
 

İtikaddan sıyrılma. Bu en yüksek derecede artık itikadî konula--ra inanmak bağı da kalkar, her türlü kayıddan sıyrılmış olur .[152] [153]

 

C.  Bâtıniyye Tesirlerine  Kapılan Tipler
 
Kaynakların belirttiği şekildeki Bâtıniyye akidesi İslâmiyetle, hatta bütün semavî dinlerle taban tabana zıd görülmektedir. Bâtınî misyonerlerin adam avlamak İçin kullandıkları taktikler ise yeter de­recede aklı ve duygusu olan kimselerin kapılamıyacakları taktikler­dir. O halde islâm tarihinde sayıları az olmayan kalabalıkların bâtınî inançları benimsemelerinin izahı nasıl yapılacaktır? Mezhepler tarihi müellifleri bu noktayı da araştırmışlar, bütün çarpıklık ve sapıklığı­na rağmen Bâtıniyye davetlerine kanan tipleri şöyle sıralamışlardır :

1)    Akıllan kıt, kültürleri zayıf, basiretleri bağlı, dinî konulardan tamamen habersiz, seviyesi düşük kalabalıklar. Bunlar büyük bir ço­ğunluk teşkil eder.

2)  Saltanat ve hükümranlıklarına İslâmiyetin son verdiği gurup­lar. Bunlar kalblerinin en gizli  köşesinde İslama karşı  kin ve düş­manlık  beslerler.  Bâtınîlik  gibi   İslâmiyeti     içten  çökertmeyi   hedef edinmiş bir cereyanla karşılaşınca, onu bütün saçmalıklarıyla birlik­te kabul ederler.

3)  «Bir şeyi aşırı   derecede sevmen gözünü   kör, kulağını sa­ğır eder» denilmiştir. İnsanlar arasında, yükselme, şöhret, nüfuz v& makam sahibi olma hırsına kapılanlar, çeşitli engeller sebebiyle, bu hırslarını tatmin edemeyince aşağılık duygusuna kapılırlar, arzuları­nı gerçekleştirmeyi va'deden her söze kulak kabartır, peşine düşer­ler.

4) «Çoğunluğa benzemeye tenezzül etmiyerek onlardan ayrıl­ma ve bu yolla sivrilme tutkusuna kapılanlar. Bunlar, gerçekleri bil­diğini sanan, halk çoğunluğunu vahşî eşekler ve başıboş hayvanlar gibi beyinsiz kabul eden seçkin (!) zümrenin yanında yer almayı şe­ref bilirler. Bu, anlamayan câhiller şöyle dursun, zekâsı yerinde olan adamları bile saran onulmaz bir hastalıktır. Temeli de «bulun­mayana ve ender olana iltifat etmeye, yaygın ve mevcud olandan kaçmaya» dayanır. Tecrübe öyle göstermiş, müşahede öyle isbat et­miştir ki bu, bazı insanların yaratılış ve karakteridir» [154]

5) Aklî ilimlere intisab edip onlarla meşgul olduğu halde ilmî istiklâl  mertebesine ulaşamamış kişiler. Bunlar, tenbellik ve gaflete dalmakla beraber her kesin anlıyamıyacağı konuları anlamış gö­rünmekten pek hoşlanırlar. Şayet bir görüş, bilgiçliği ve üstünlüğü ile meşhur olmuş bir zata nisbet edilmiş bulunuyorsa, onuh isabet­li olup olmadığını araştırmaksızın hemen kabul edilir, o zata benze­meye çalışılır.

6)  Şîa ve Revâfız gurupları arasında yetişen ve bu sebeple as-hâb-i kirama dil uzatmayı şıâr edinen câhiller. Bunlar Batmîleri kendi­lerinden zanneder, onların yapmacık Şiîliğine ve nesl-i pâk-i peygam-berîden zulme uğrayan zevata   ağlayışlarına inanır, çarpık   fikirlerine kapılırlar.

7)  Mukaddesatı  inkâr eden bazı  felsefeciler,  iki tanrının mev­cudiyetini benimseyen veya din konusunda tam bir şüphe içinde bu­lunan öyle guruplar var ki, bunlar, peygamberlerin getirdiği şeriatia-rın oradan buradan derlenmiş  kanunlar ve  hükümlerden,  mu'cizele-rinin de  maharetle  uydurulmuş  aldatıcı  gözbağcılıklardan  ibaret ol­duğunu  kabul  ederler.  Bunların  maddî  ikramlarına  heves  edenler il­mî görünüşlü fikirlerine de kapılırlar ve kendilerine  bağlanırlar. Bâ­tıniyye görüşlerini  sistemleştiren,  cedel  ve  mantık  kuralları   içinde delillendiren de bunlardır.

8 )  Zulüm, adam  öldürmek, başkalarının  malını  gasbetmek gibi haksızlıkları  irtikâp edip de şer'î bir cezaya  çarpılmadan  kurtulmak isteyenler; nefsânî arzuları galip gelip de dinî emirleri yerine getir­mek ve yasaklarından kaçınmak artık kendilerine zor gelenler... Bun­lar, bâtınîlik gibi her türlü dinî kaydı ortadan kaldıran bir cereyanla karşılaşınca onu kabul etmekte beis görmezler.

9)    Yoksulluk ve ihtiyaç içinde olup da Bâtıniyye teşkilâtına gir­mekle bolluğa ve zenginliğe kavuşanlar [155][156]

 
D. Bâtıniyyenin Görüşleri
 
Yukarıda, «Galiyyenin ana görüşleri» başlığı altında sıraladığı­mız hususların çoğu Bâtıniyye için de bahis konusudur. Bâtıniyye dâî-lerinin, teşkîlâta adam alırken uyguladıkları davet derecelerine ba­kılınca Bâtınîlerin kötü maksadlı kişiler oldukları, içyüzlerinde hiç bir

dine samimi olarak bağlı bulunmadıkları anlaşılır. Ancak bazı müs­teşriklerin öncülük ettiği bir iddiaya göre Karmatîler, İsmâîlîler diye de anılan Bâtınîlerden bahseden kaynaklar tarafsız ve binaenaleyh şâyân-ı itimad değildir. Bununla beraber bu iddia sahiplerinin tasvi-bettikleri kaynaklarda bile Bâtıniyyeye pısbet edilen fikirleri İslâmi-yetle bağdaştırmak mümkün değildir [157]

Bütün kaynaklar, Bâtmiyye fikirlerinin eski Yunan, İran ve Hind düşüncelerinden derlendiğini, en azından bunlardan tesir aldığını kabul eder, ayrıca «İhvân-i safa1» felsefesiyle olan ilgisini de kay­dederler [158][159]

 
1. İlahiyatta :
 
Gaiiyyedeki tanrılaştırma (te'lîh) Bâtınİyyenin en azından bazı guruplarında göze çarpar. Onlar bu kanaati Muhammed b. İsmail'den (v. 198/814) itibaren başlamak üzere çeşitli imamları hakkında bes­lerler. Ayrıca tenâsüha kail olanlar da vardır [160]

Bâtmiyye Allah taâlâyı «Akıl» diye isimlendirir. Akıl kadimdir ve yaratıcıdır (illet). O, «nefs»i yaratmıştır. Nefs mahlûk (ma'lûl) olmakla beraber kadimdir. Akıl «sabık», nefis «tâlî»dir. Allah, kâinatı nefis vasıtasıyla yaratmıştır. Güya teşbihten kaçınmak ve tenzihi ger­çekleştirmek için Allah'a sıfat nisbet etmezler. Bâtınİyyenin ilâhiy-yat hakkındaki görüşleri İslâm filozoflarının görüşlerine çok ben­zer .[161] [162]

 
2.  Nübüvvâtta :
 
el-Malatî'nin (v. 377/987) nakline göre Karmatîler nazarında pey­gamberler ve imamlar ilâhî bir nurdan doğmuştur, her ikisi de gaybı bilirler, her şeye kadirdirler; suretleri, tabiatları, ahlâkları ve amelleri bakımından diğer insanlara benzemezler [163]. Bâtınİyyenin peygam­berler ve peygamberlik hakkındaki görüşleri filozofların görüşlerine yakındır. Buna göre peygamber, nefs-i külliyye vasıtasıyla akl-i ev­velden feyz ve güc alan bir şahıstır, bu sayede bazı idraklere sa-hibolur. Nitekim bazı yüksek yaratılışh nefisler (ruhlar) benzer id­rakleri uykuda iken alırlar. Peygamberlerse bu idrake uyanıkken da­hi sahibdirler.

Peygamberlere nisbet edilen mu'cizeler sihir ve gözbağıcıhktan ibaret olan şeylerdir.

Kuran, Cibrîl diye isimlendirilen «akıl»dan feyz yoluyla Peygam-. bere gelen manalardan ibarettir. Kur'ânın lâfız ve terkibi Peygambe­rin mahsûlüdür, ona «Keiâmullâh» denilmesi mecazîdir. Kur'ânın, zahirine muhalif düşen bir bâtını vardır ki maksud olan da budur. Nasıl ki ana rahmine düşen nutfe ancak dokuz ayda kemale eriyor­sa, Peygambere gelen kudsî kuvvet (vahiy) de, ancak kendisinden sonraki imamlara geçip yedinci imama ulaşınca kemale erebillr; ya­ni vahyin tefsir ve izahını sadece bâtınî imam yapabilir [164].[165]

 
3. İmamette :
 
Her asırda, hakkı temsil edecek, nasların zahirini teVil etmek, naklî ve aklî konulardaki müşkiileri çözmek İçin kendisine,başvurula­cak bir imamın bulunması gereklidir. İmamlar Hz. Hüseyn'in neslin­den olmak üzere müteselsilen gelir, (halbuki âlimler, Muhammed b< İsmâît b. Ca'fer'den sonra kabul ettikleri imamların Abdullah b. M.ey-mûn ei-Kaddâh neslinden geldiğini bilirler). İmam peygamber gibi ma'sûmdur ve gayb ilmine vâkıftır. Fakat kendisine vahiy gelmez, bilgilerini peygamberden alır. Peygambere «nâtık», imama da «sâ-mit» derler. «Konuşan manasına gelen» «nâtık», onlarca önceki şe­riatı nesheden, «sessiz» manasına gelen «sâmit» ise başkasının ge­tirdiği şeriatle amel eden, demektir. Bir peygamberin şeriatı yedi devir devam eder. Peygamberin kendisi ve kendisinden sonra gelen altı

imam devirleri tamamlar. Sonra Allah yeni bir peygamber (nâtık) gönderir ve eski şeriatı kaldırır. Buna göre Muhammed aleyhisselâm nâtıktır, Hz. Ali ile başlayan sâmitler Hasan, Hüseyin, Ali Zeynelâbi-dîn, Muhammed el-Bâkır ve Ca'fer es-Sâdıkla biter. İkinci devir İs­mail b. Ca'fer (bazı telâkkilere göre oğlu Muhammed) ile başlar. O, nâtıktır. Bu yedi'lî sistem nihayetsiz devam eder .[166] [167]

 
4. Kıyamet hakkında :
 
Bâtmîler kıyametin kopmasını, insanların tekrar dirilmelerini, cennet ve cehennemi, mükâfat ve azabı peygamberlerin haber verdiği ve naŞİarın ifade ettiği zahirî manada kabul etmezler. Bun­ların her birini tıpkı filozofların yaptığı gibi kendj kanaatlerine uygun bir şekilde te'vil ederler. Bir defa tabiat, görülen bu nizam üzere devam eder, hiç bir şekilde değişikliğe uğramaz. Kıyametin kopması demek yedili sisteme bağlı devirlerin yedinci imamının or­taya çıkması ve önceki şeriatı kaldırıp durumu değiştirmesi demek­tir. «Meâd»dan maksad insan terkibini oluşturan cismânî ve ruhanî unsurların asıllarına dönmesinden ibarettir. Cisim anâsır-ı erbaaya döner. İyilerin ruhları iyi ruhların yanına gider ki burası onlar için cennettir. Kötü ruhlara gelince, bunlar cismânî âlemde kalır, devam­lı kötü bedenlere girmek suretiyle azabedilirler (tenasüh); bu da on­ların cehennemidir [168][169]

 
5. İbâha:
 
Galtyyenin ana görüşlerini sayarken 7. maddede söz konusu et­tiğimiz ibâha, yani farzları terketme ve haramları İşleme görüşü Bâ-tıniyyede de vardır. Ancak Gazzâlî'nin de kaydettiği üzere kendileri bunu inkâr ederler. Onlara göre «imam»ın anladığı şekilde şeriate uymak gereklidir. Ne var ki bu, halk için ve henüz kemal mertebe­sine ulaşmamış, yani bâtınî üyeler içindir. Kemal derecesine eren, hakikatleri imam canibinden alıp öğrenen ve böylece zevahirin iç­yüzüne (bâtınına) muttali olan kimselerden amelî mükellefiyetler dü­şer. İbadetler: namaz, zekât, oruç, hac ve sair farzlar haddi zatında farz değil, nafiledir, nimetleri verene karşı bir teşekkürdür, Allah'ın

onlara ihtiyacı yoktur; dileyen yapar, dilemeyen yapmaz. Haramlar da insanların arzularına bağlıdır, isteyen yapar, istemiyen yapmaz; yapılmasında bir azap yoktur [170][171]

 

6.  Bâtıniyye te'villeri :
 

Yukarıda, Bâtıniyyenin bir adının da Ta'lîmiyye olduğunu söyle­miştik (s. 231). Onlara göre hakikatler akıl ve muhakeme yoluyla de­ğil ancak ma'sûm imamın bildirmesi ve öğretmesiyie bilinebilir. Nas-ların anlaşılması da imamın bildirmesine bağlıdır. Çünkü her şeyin bir zahiri bir de bâtını vardır. Zahir kabuk mesabesinde, bâtın ise öz durumundadır. Asıl maksud olan bâtındır. İşte zahirlerin te'vilierini yapıp bâtını ve özü bulmak ma'sûm imamın yapabileceği şeydir.

Bâtıniyyenin yaptığı te'viller, ne kelâmcıların, ne filozofların ve ne de ehl-i tasavvufun te'vîllerine benzemez. Çünkü te'vile tâbi tut­tukları lâfza verdikleri bâtınî manaya, lâfız, ne hakikat, ne de mecaz yoluyla delâlet etmediği gibi hiç bir aklî ve naklî ö!çü ile de ölçüle­mez. Binaenaleyh Bâtıniyye te'villeri tamamen indî ve keyfîdir. Her hangi bir dinî, ilmî ve mantıkî kayıdla mukayyed değildir. Bu sebep­le âlimler, Bâtıniyyenin, bu te'villeriyle, aklı mahkûm etmeyi, dinî hükümleri kaldırmayı ve binnetice kendi hükümranlıklarını sürdür­meyi hedef edindiklerini söylerler.

Bâtıniyyeye göre itikadı ve ameli sahada vârid olan naslar zahi­rî manalarıyla birer remizdir, gerçek manaları kendilerince verilen bâtınî manalardır. Meselâ nasların haber verdiği şekilde kıyamet kop-miyacaktır. Kıyametin kopması demek yedili devirlerdeki yedinci ima­mın gelmesi demektir. Cehennem ateşi, bukağı ve zincirlerden mak­sad bâtın ilmini bilmeyen câhillere yükletilen şer'î vazifelerdir. On­lar bu vazifeleri (namaz, oruç gibi) yaptıkları müddetçe muazzep olurlar. Bâtın ilmini elde edince vazifeler üzerlerinden kalkar ve kur­tuluşa ererler.

Bâtıniyye te'villerine göre cünüp olmak, teşkilâta bağlanmamış bir kimseye her hangi bir sır ifşa etmektir, yıkanmak İse bu sırrı ifşa eden kimse i!e muahedeyi tazelemektir. Abdeat almak ilm-î bâ­tın vasıtasıyla ehl-i zahirin cehlini izâle etmektir. Beş vakit namaz, [172]

6.  Bâtıniyye te'villeri :

 

Yukarıda, Bâtıniyyenin bir adının da Ta'lîmiyye olduğunu söyle­miştik (s. 231). Onlara göre hakikatler akıl ve muhakeme yoluyla de­ğil ancak ma'sûm imamın bildirmesi ve öğretmesiyie bilinebilir. Nas-ların anlaşılması da imamın bildirmesine bağlıdır. Çünkü her şeyin bir zahiri bir de bâtını vardır. Zahir kabuk mesabesinde, bâtın ise öz durumundadır. Asıl maksud olan bâtındır. İşte zahirlerin te'vilierini yapıp bâtını ve özü bulmak ma'sûm imamın yapabileceği şeydir.

Bâtıniyyenin yaptığı te'viller, ne kelâmcıların, ne filozofların ve ne de ehl-i tasavvufun te'vîllerine benzemez. Çünkü te'vile tâbi tut­tukları lâfza verdikleri bâtınî manaya, lâfız, ne hakikat, ne de mecaz yoluyla delâlet etmediği gibi hiç bir aklî ve naklî ö!çü ile de ölçüle­mez. Binaenaleyh Bâtıniyye te'villeri tamamen indî ve keyfîdir. Her hangi bir dinî, ilmî ve mantıkî kayıdla mukayyed değildir. Bu sebep­le âlimler, Bâtıniyyenin, bu te'villeriyle, aklı mahkûm etmeyi, dinî hükümleri kaldırmayı ve binnetice kendi hükümranlıklarını sürdür­meyi hedef edindiklerini söylerler.

Bâtıniyyeye göre itikadı ve ameli sahada vârid olan naslar zahi­rî manalarıyla birer remizdir, gerçek manaları kendilerince verilen bâtınî manalardır. Meselâ nasların haber verdiği şekilde kıyamet kop-miyacaktır. Kıyametin kopması demek yedili devirlerdeki yedinci ima­mın gelmesi demektir. Cehennem ateşi, bukağı ve zincirlerden mak­sad bâtın ilmini bilmeyen câhillere yükletilen şer'î vazifelerdir. On­lar bu vazifeleri (namaz, oruç gibi) yaptıkları müddetçe muazzep olurlar. Bâtın ilmini elde edince vazifeler üzerlerinden kalkar ve kur­tuluşa ererler.

Bâtıniyye te'villerine göre cünüp olmak, teşkilâta bağlanmamış bir kimseye her hangi bir sır ifşa etmektir, yıkanmak İse bu sırrı ifşa eden kimse i!e muahedeyi tazelemektir. Abdeat almak ilm-î bâ­tın vasıtasıyla ehl-i zahirin cehlini izâle etmektir. Beş vakit namaz, [173]

Allah'tan başlayıp imamda sona eren Bâtıniyye sistemindeki varlık­lara (zevata) itaatten ibarettir. Oruç imamın (Bâtıniyye liderinin) tevdi ettiği sırları gizlemek, zekât teşkilât mensuplarına ilim dağıt­mak, hac veliyyullah olan imama sefer etmektir.

Muharremâta gelince, bunların da her biri bir te'vile tâbi tutulmuş­tur: el-Mâide sûresinin üçüncü âyetinde haram kılınan şeylerden: İaşe bâtını olmayan zahirdir, zira bâtınsız zahir ruhsuz beden gibidir.Kan şüphe demektir; domuz eti ise münafıktır, Allah'tan başkası adına kesil­miş hayvan eti demek de hakka dayanmaksızın bir fikre çağıran kimse demektir. Zİnâ bâtın ilminin tohumunu teşkilâta alınmamış bir- kim­seye saçmaktır. Yine el-Mâide sûresinin 90. âyetinde zikredilen ha-mir ve meysirden (şarap ve kumardan) maksad Ebu Bekir ve Ömer, Cuma hutbelerinin sonunda okunan, en-Nahl sûresinin 90. âyetinde-ki «fahşâ1, münker ve bağy»den (aşırı kötülük, dinen kötü olan şey ve zulüm) maksad da Ebu Bekir, Ömer ve Osman'dır. Hulâsa dinen haram kılınan şeyler bazı kötü tipleri sembolize eder ki onlardan ka­çınmak gerekmiştir, ibadetler de bazı hayırlı kişilerdir ki onlara tâ­bi olmakla emrolunmuşuzdur

Bâtıniyye, naslarda zikredilen bütün mu'cizeleri tevil ettikten başka bir çok âyet ve hadisi de kendi keyiflerince yorumlara tâbi tutmuşlardır. Ayrıca kaynaklarda Bâtıniyyenin hurufiliği hakkında bilgi verilmekte, onların Kelime-i şehâdet ve Kelime-i tevhidi teşkil eden belirli harflerle bütün hecâ harflerini yorumlara tâbi tutarak ba­zı manalar çıkardıklarını haber vermektedir. Genellikle Bâtıniyye teşkilâtı ve fikriyyâtmı teyid eder bir mahiyet arzeden bu teviller hiç bir ilmî, mantıkî ve dinî kıymet taşımaz [174]

 

DEĞERLENDİRME
 

Şîa, çeşitli ırklardan muhtelif görüşlere sahip guruplar mecmua­sıdır. Bu gurupların en belirgin müşterek özelliği «Alı sevgisi» (hub-b-i Alî) dir. Şiîliğin yatağı, Hz. Ali'nin, hilâfeti müddetince kaldığı Irak'tır. Hemen bütün islâm ülkelerine yayılmıştır. Şîa, dünya müs-lümanlarının % 8, diğer bir istatiğe göre % 6,2 sini teşkil eder [175]

Hz. Ali'nin (v. 40/661) hayatında başlayan, bir çok değişiklikle­re ve mücadelelere rağmen günümüze kadar varlığını devam ettiren şîîliğin bugün iki veya üç temsilcisi vardır: Zeydiyye, İmâmiyye-i İsnâaşereriyye ve Şîaya intisap iddiası nazar-ı itibara alınırsa Ga­li yy e. [176]

 

a) Zeydiyye:
 

Bilindiği üzere, hicrî ikinci asrın başlarında Zeyd b. Ali (v. 122/ 740) ve oğlu Yahya (v. 125/743) ile başlamıştır. Zeydiyye, şîî olmak­la beraber, görüşlerinde mu'tedildi (bilhassa ilk Zeydîler). Şîî ol­maları sebebiyle devlet ricali tarafından zulümlere maruz bırakılmış­lar, itidalleri yüzünden de diğer Şîa gurupları tarafından baskı al­tında tutulmuşlardır. Bu sebeple fazla gelişip yayılamamışiardır. Hicrî üçüncü asrın sonlarından itibare.ı Yemen'de devlet kurabilmiş­lerdir. Aynı devirde Irak'ta, Deylem ve Taberistan yörelerinde de varlık göstermişlerdir. Yemen'deki Zeydiyye devleti Osmanlılarla mücadele etmiş, en son 1911 de yeniden müstakil bir Zeydiyye devleti kurulmuştur. Bugün Zeydiyyenin aşağı yukarı yegâne vatanı Ye-men'dlr .[177] [178]

 

b) İmamiyye:
 

İmamiyyenin kaynağı ve yatağı için de aynı şeyi söyliyeceğiz : İrak. [179] Ancak yerinde de izah ettiğimiz üzere İmamiyye gurupları, İslâm tarihi boyunca, çok farklı görünümler arzetmiş, muhtelif gö­rüşleri temsil etmişlerdir. Buna bağlı olarak dünyanın çeşitli yerle­rinde kuvvetli veya zayıf bir varlık gösterebilmişlerdir.

Safevî hanedanı tarafından himaye ve terviç edilen, çeşitli çal­kantılardan sonra süzülüp durulan, fikirleri ahenk ve kararlılık kaza­nan Imâmiyye-i İsnâaşeriyye Şah İsmâîl-i Safevî'nin cülusundan iti­baren (1906/1500) İran'ın resmî mezhebi olmuştur, bugün de. aynı durumu muhafaza etmektedir. İsnâaşeriyyeye, bağlı bulundukları fı­kıh mezhebi bakımından Ca'feriyye denildiği de ma'lûmdur.

$îîlik her ne kadar Irak'ta zuhur etmişse de gördüğü baskı yü­zünden İran'dan başka Horasan, Hindistan, Pakistan, Türkistan ve Kuzey Afrika taraflarına kaçmış, oralarda yayılmış, bil'ahare Anado­lu'ya ela sarkmıştır. Galiyyeye nisbetle mu'tedîl sayılan İmâmiyye-i îsnâaşeriyye başta Irak olmak üzere diğer Arap ülkelerinde de mev-cuddur. Türkiyede Kars, Ağrı, İğdır ve diğer doğu illerinde bulunur­lar. Bütün şîî gurupların en büyük temsilcisi olan İmamiyyenin, bu­gün, dünyadaki mıkdarı, heyecanlı müdâfi'leri Abdüibâkî Gölpınarlı'ya göre 100 milyon civarındadır. Bu mıkdar, bir milyarı bulan dünya müslürnanlarının % 8 lik şîî nisbeti hesabına da yakın görünmekte­dir [180][181]

 

o) Galîyye :
 

Samimi bir şîî iken itidal sınırlarını aşanlar ve bîr de muhtelif maksadlarla Şîaya intisap iddiasında bulunan guruplar için kullanı­lan bir terimdir. Gulüvv hareketinin tâ Hz. Ali (r.a.) devrinden iti­baren başladığı bilinmektedir. Bu sebeple galiyye şîî mücadele ve tezahürlerinin bir çoğunda rol almış, işe karışmış, mücadelenin için­de, yanında yer almış veya onu istismara kalkışmıştır. İslâm tarihi boyunca Karmatîler, Bâtmîier, İsmâîlîler, Hasan Sabbahcılar... gibi çeşitli teşekkül ve çeteler halinde icrây-ı faaliyette bulunmuşlardır.

Bugün mevcud olan galiyye guruplarının başında İsmâîlîler ge­lir. En kesif olarak bulundukları yer Hindistan ve Pakistan'dır. Hin­distan'daki Ağa Han'cılar öteden beri İngilizlerin himayesi ve des­teğiyle faaliyet göstermektedir. Suriye, Mısır, doğu, güney ve orta Afrika ve Pakistan'da teşkil ettikleri cemaatler ile sayıları bir kaç milyona varmıştır. Suriye'de (Halep-Kuzey Haleb-Humus - Lâzkiye) ve Adana dolaylarındaki Nusayrîler (Arap Uşağı) da bunlardandır. [182]. Ayrıca bir mıkdar Yemen'de ve İran'da bulunur. Suriye, Lübnan ve İsrail'de toplam sayıları üçyüz bine yaklaşan Dürzîler, İsmâîlîlere nisbetle farklılıklar arzetseler de galiyye gurupları içinde yer alır­lar.

Bugün İran'dan başka Amerika'da ve Avrupa'da taraftarları bulu­nan Bâbîler ile Bâbîlikten ayrılıp gelişen ve merkezi Hayfâ'da bulu­nup Almanya, Avustralya, Uganda ve Amerika'da şubeleri, toplantı ve ibadet yerleri bulunan Bahaîlik de Bâtıniyye hareketinin devamın­dan başka bir şey değildir [183][184]

 

II ŞÎANIN TENKİDİ
 

Bahsi incelemeye başlamadan önce hemen ifade edeyim kî baş­lıkta kullandığım «tenkid» kelimesinden kasdım mutlak manada suç­lamak ve mahkûm etmek değildir. Gaye, «Şîanın tenkidi» başlığı al­tında, gerçekten Şîadan olanla olmiyanları birbirinden ayırmak, sami­mi şîî olan gurupların tasvib edilecek taraflarıyla hatalı ve aşırı görülecek yönlerini ortaya koymak, sahte şîîlerin de kötü niyet ve rol­lerini göstermek ve sonunda bir neticeye ulaşmaktır. [185]

 

A. Zeydiyye
 

Dünya-müslümanlarının büyük çoğunluğunu teşkil eden (%91-94) ehl-i sünnet (Selefiyye, Mâtürîdiyye, Eş'ariyye) Me mukayese edildiği takdirde Şîa üç guruba ayrılır: Zeydiyye, İmamiyye, Galiyye. Bunlardan Zeydiyye ehl-i sünnete en yakın olandır, İmamiyye fisnâ-aşeriyye) ortanın temsilcisidir, galiyye eğer Şîadan sayılırsa en uzakta kalandır.

Şiîliğin temel prensibi «Ehl-i Beyt» sevgisidir. Takdir ve tebcile şâyân bu asîl duygu, Şîa gurupları içinde istismar ve İfrattan en uzak bir şekilde Zeydjyyede mevcuddur. Zeydiyye, bu sevgileri yanında as-hâb-ı kirama dil uzatmaz, ilk halifelerin hilâfetini meşru kabul eder. Hz. Ali ile muhalifleri arasında meydana gelen hadiselerde Emîru'l-mü'minîn Ali'yi (kerremellahu vecheh) haklı bulur.

Bu görüşlerde Zeydiyye ile ehl-i sünnet arasında büyük bir fark yoktur. Tâ ashâb-ı kiramdan bu yana, İmâm-ı A'zam (v. 150/767) ve İmam Şafiî (v. 204/820) gibi büyük zevat dahil olmak üzere büyük İslâm çoğunluğu (cumhûM müsümîn) Hz. Ali ve evlâdına karşı sevgi ve saygı beslemişler, imametin sadece kendilerine münhasır ol­duğunu benimsememekle beraber pekâlâ buna ehil ve lâyık olduk­larını kabul etmişler. Hz. Ali'yi, mücadelelerinde haklı bulmuşlardır. Bunun istisnası, ancak ruhlarına zulüm işlemiş bazı Emevî ve Abbasî* devlet ricali ile hırçın Havanc guruplarından (Nasibe) ibarettir. Zey-diyyenin Süleymaniyye, Cerîriyye ve Cârûdiyye guruplarının bazı müfrit görüşleri tarihin pek mahdud bir devresinde zuhur edip sön­müştür, varlığını devanı ettiren ve bugün de mevcudiyetini muhafa­za eden Zeydîler bu aşırı görüşlerden uzaktır.

İlk halifelerin meşruiyetini kabi! ettikten ve ashâb-ı kirama dil uzatmadıktan sonra Hz. Ali'yi ashabın en faziletlisi kabul etmek İs-lâmî yönden büyük bir önem taşımaz. Zira Allah nezdinde daha de­ğerli olma manasındaki üstünlüğün kimde mevcud olduğu ancak Al­lah taâlâ tarafından bilinir ve ancak onun tarafından mükâfatlandırı­lır.

Yerinde de belirttiğimiz üzere (bk. s. 204) Zeydiyye, akaid ko­nularında Mu'tezileyî benimsemiştir. Bu bakımdan çeşitli itikadî me­selelerde Mu'tezileye karşı yöneltilebilecek tenkidler Zeydiyye için de bahis konusudur. Ancak bu tenkidler Zeydiyyeyi hiç bir zaman İslâm dairesinin dışına çıkarmaz. Fıkıhta çoğunlukla Hanefî mezhe­bini takibederler.

Zeydiyye, islâm tarihi boyunca, gerek fikren, gerek bedenen müf­rit guruplarla mücadele etmiştir. [186]

 

B. İmamiyye
 

1. Sevenler, sömürenler:
 

Şüphe yok ki hâricîlik gibi şîîlikte dînî-ilmî bir sebepten ötürü de­ğil, siyasî bir temayül yüzünden ortaya çıkmış bir cereyandır: Hz. Ali ve evlâdının devlet reisliği. Bu temayül Ehl-i Beyt sevgisiyle for­müle edilmiştir. Yine şüphe yok ki bu sevgi başlangıçtan günümü­ze kadar bir çok samimi ve sâf gönlün en mutena köşesine yerleş­mişken bir çok sahtekâr, korkak, dönek ve hain tarafından da istis­mar edilmiştir.

— Peygamber şehrinde hayatı felce uğrattıktan sonra halife Osman'ı şehid eden, sonra da tenkil edilmekten korkarak Emîru'l-Mü-minîn Ali'nin ordusuna sızan, Hakem Vak'asmı müteakip onu terke-dip yalnız bırakan, bununla da kalmıyarak karşısına çıkan kimlerdi?

— Şiîliğin en büyük fikrî kaynağını teşkil eden    Nehcu'I-Belâğa kitabında görüldüğü üzere, Emîru'l-mü'minîn'in, kendilerinden şiddet­le ve nefretle yakındığı dönekle kimlerdir?

— Rasûl-i müctebâ sallâllahu aleyhi ve sellemin gözbebeği Hz. Masan'ia Hüseyn'i önce  hilâfete, hem de ısrarla teşvik eden, sonra da iş ciddileşince yüzüstü  bırakan, birini hilâfetten feragat etmeye, öbürünü şehâdet şerbetini  içmeye  mecbur ve  mahkûm  eden  kim­lerdi?

— İmam Zeynelâbidîn'in oğlu Hz. Zeyd'e, Ehl-i Beyti kurtarsın, diye bey'at eden, sonra da savaş meydanında onu yapayalnız bırakıp kaçan kırk bin kişi kimlerdi?

— İslâm dünyasında ilk defa 10 Muharrem matemini icad ve ic­ra eden Muhtar es-Sekafî ne derece samimi idi?

— Şah  İsmâîl-i  Safevî'den  itibaren     Anadolu'ya  gönderilmeye başlanan  «halife»ler ne derece  siyasetten uzak, sâf ve hâlis  Ehl-i Beyt mahabbetine müteveccihdi?

Nihayet günümüz ve aynı sorular?..             

' Defalarca temas ettiğimiz üzere, şîîlik, islâm tarihinde çeşitli tezahürler arzeden siyasî bir mezhebdir. Ehl-i Beyti sevenler çok ol­duğu gibi sömürenler de çok olmuştur, İmamiyye gurupları fikrî dal­galanmalardan ancak hicrî dördüncü - beşîncî asırlarda, içtimaî dal­galanmalardan da onuncu asırda kurtulup istikrar kazanabilmişlerdir, İran'da devletleşen İmâmiyye-i İsnâaşeriyye Şiîliğin nihâî temsilci­si olmuştur. Bununla beraber İsnâaşeriyye gerek fikir ve gerek duy­gu bakımından önceki çalkantılı devirleri kaynak edinmek mecburi­yetinde kalmıştır [187]

Halis Şîanın islâm tarihi boyunca bazı iftiralara ma'ruz kaldığı şüphesizdir. Bunun başlıca âmilleri siyaset, taassub, aşırı gurupların mevcudiyetidir, sanırım. Bir çok haris insan gelip geçmiştir ki sâf, hassas, bağrı yanık, fakat heyecanlı, dinamik ve atılgan Şîa mensup­larını siyasî emellerine erişebilmek yolunda bir vasıta olarak kullan­mak istemiştir. Bugün, Türkiyede, İmâmiyye-i îsnâaşeriyyenin fikir çapında en büyük yardımcılarından olan Abdülbâkıy Gölpınariı, ese­rinde. BÂTİNÎLİK başlığı altında şöyle diyor:

«İran ülkesi Safevîlerin eline düşünce bütün ülkede resmî mez-heb Ca'fert mezhebi olmuştu. Safevîler, İranda, kendilerini Caı'ferî mezhebinin mürevvici gösterdikleri halde, Anadolu Alevîlerine, ken­dilerini bir Sâhip-Zuhûr, hatta imam tanıtıyorlardı. Anadoluyu da nü­fuzları altına alabilmek için gönderdikleri halifeler Erdebil şehrini âdeta Mekke'ye ve Kabe'ye muadil gösteriyorlardı. Siyaset alabildi­ğine dînî inançları istismara başlamıştı. Hem inançları yüzünden, hem-gördükleri takibat ve zulüm dolayısıyla bütün Alevîler, Erdebil oca­ğına bağlanmışlardı; Erdebil ziyaretini Hacc töreni sayacak kadar ile­ri gidiyorlardı»

Aynı müellif, eserinin bir başka yerinde, şîîliğe karşı yapılan iftiralarda, teşeyyuun çirkin gösterilmesinde siyasetin, Osmanlı,-Sa-fevt rekabetinin büyük rol oynadığını kaydettikten sonra şöyle de­vam eder: «...bunda Safevîlerin de büyük, hem de çok büyük so­rumluluğu vardır» [188]. Benim kanaatime göre memleketimiz dahit olmak üzere bazı islâm ülkelerinde, bugün, göze çarpan kargaşalık­larda aynı istismar büyük rol oynamaktadır.

Şîa dışında kalan ve tarihte olduğu gibi bugün de islâm dünya­sının büyük çoğunluğunu teşkil eden diğer mezhep sâlikleri, taas­subun şevkiyle, İmamiyyeye iyi bir nazarla bakmadıkları, aslında ga-liyyeye ait olan bazı fikir ve davranışları onlara yamadıkları da ka­bul edilmesi gereken bir gerçektir. Tâ eski devirlerden günümüze kadar sünnî âlimler tarafından telif edilen ilgili eserlerin bir kısmın­da bu tarafgirliği görmek daima mümkündür

Gaiiyye dediğimiz aşırı gurupların halis Şîaya getirdiği zarar, onlar hakkında yanlış kanaat beslenmesinde oynadığı rol ise çok büyüktür. Tâ Emîru'l-mü'mlnîn Ali (k.v.) devrinden itibaren nesl-i pâk-i Peygamberi ağacının etrafında beliren bu parazitler sık sık o muhteşem âbideye nahoş görünümler vermeye yeltenmiştir. İmam Ali, kendi şahsı hakkında beşer-üstü iddialar ortaya atan kişileri yaktırârak cezalandırmıştır. Diğer imamlar da bu aşırı tipleri tel'in, tek-zib ve tekfir etmişler, kötülüklerinden Allah'a sığınmışlardır. İşte se­kizinci imam Ali er-Rızâ nın (v. 203/818) duası: «Allahım! Bizim, yarattığımız bir takım şeyler olduğunu ve bizim rızık verdiğimizi iddia eden kimseden, İsâ b. Meryem'in hıristiyanlardan kaçışı gibi sa­na kaçar, sana sığınırız!» [189]. Şu bir gerçektir ki gerek Zeydiyye, gerek İsnâaşeriyye söz konusu aşırı guruplarla mücadele etmişler­dir [190][191]

 

2. Ehl-i Beyt ve ötekileri:
 

Şia felsefesi Ehl-i Beyt üzerine kurulmuştur. «Ehl-i Beyt» kim­lerdir? Rasûlüllah (s.a.) efendimizin kendileriyle muaşeret ettiği, otu­rup kalktığı aile efradı : zevceleri, kızları, torunları, amcaları, amca­zadeleri. Hz. Ali de amcazadelerinden biri. Kur'ân-ı kerimde Ehl-i Beyte hitabeden âyet-i kerime Habîb-i Kibriya'nın bütün zevcelerine şâmil olduğu halde [192], Şîa, Hz. Âişe'yi ondan saymaz. Sade onu mu? Fâtıma validemizin dışındaki Peygamber kızlarını, Hz. Abbas'ı ve diğerlerini. Ehl-i Beyt sadece Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'dir, ondan sonra Hüseyin nesii ile devam eder. Peki, Hz. Hasan'ın nes­li? Hayır, olamaz, Ya Hüseyin efendimizin yakın torunu Zeyd? O da olamaz.

Hepsi de mükerrem ve muazzez olan 12 imam akaidde selef yo­lunu benimsemişti. Oysa ki İsnâaşeriyye çoğunluğu bir çok akatd konusunda onlardan ayrılmış, bir kısmı galiyyeye katılırken ekseri­yeti Mu'tezile mezhebine kaymıştır [193][194]

 

3. İmamet ve ashâb-ı kiram :
 

İ.mamiyyeye göre Hz. Ali (r.a.) Peygamber sallâliahu aleyhi ve sellemden sonra en faziletli kişidir, ona halife olmaya sadece o ve onun belirli evlâdları lâyıktır. Gerek ondan önceki üç halife ve ge­rek islâm tarihi boyunca Ali neslinin dışında hilâfete getirilen kişi-

ler gayr-i meşrudur, zâlimdir, kâfirdir;  buna böyle inanmayan da kâ­firdir [195]

Kanaatime göre İmamiyye ile aramızdaki anlaşmazlık noktaları­nın en büyüğü budur. Burada bu görüşün ilmî tenkidini yapacak de-ğiiiz. Ancak bir kaç nirengi noktasına temas etmeden de geçemiye-ceğiz.

Hulefâ-i râşidînin ilk üçüne ve onlara bey'at eden ashâb-ı kira­mın bütününe (aslında Hz. Ali de bunlar arasındadır) dil uzatmak, -onları gasb, zulüm ve küfürle İtham etmek, her şeyden önce Hz. Ali ve onun pâk evlâdının tutum, anlayış ve beyanlarına aykırıdır. Bunu isbat eden ve bizzat Hz. Ali İle diğer imamlardan nakledilen beyan-iar sünnî, Zeydî ve hatta bazı îmâmî kaynaklarda mevcuddur [196]

İmamiyye tarafından, Hâtemu'l-enbiyâ Muhammed Mustafâ sal­lâliahu aleyhi ve sellemin ashabına yapılan bu itham, hiç bir pev-gamberin mensubu tarafından onun ashabına yapılmış değildir. Kur'­ân-ı kerimin bir çok âyetinde bütünüyle ümmet-i Muhammed övül­düğü gibi, Muhacirin üe Ensâr da ayrı ayrı olarak medhedilmekte ve cennetle müjdelenmektedir. Bütün bu âyetlerin şümulü sadece Ehl-i Beyt ile Şîanın, ithamlarına dâhil etmediği Ammâr, Mıkdâd, Selmân-î Fârisî gibi bir kaç zattan mi ibarettir? İslâmı benimseyen, kucakla­yan, savunan, neşreden, ülkeler fetheden, İslâm mirasını, nakilleri ve fiilleriyle müteakip nesillere aktaran kimlerdi? Bu örnek nesil, bu ideal nesil hangi nesildir?

Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın getirip tebliğ ettiği şekliyle İslâm dini Allah nezdinde yegâne makbul olan, tam ve kâ­mil bir dindir. Onun getirdiği talimat Cenabı Hakkın insanlığa ver­diği son talimattır. Bu tebligat ve bu talimat ashâb-ı kiranı tarafın­dan benimsenmiş, Tebliğci'sinin Seadet Asrından itibaren müesseseleştirilmiş, etrafında islâm devletleri kurulmuş, islâm medeniye-yeti tesis edilmiştir. 15 asırlık bir islâm tarihi içinde, Hz. Ali müs­tesna, Şîanın belirlediği İmamların, devlet tesisi çapında bir rolü olmamıştır. Evet, tarihî bir vakıadır ki İmamlar  haddi zatında muhterem zevat olmakla beraber «kendi evlerinin dışında bir kasaba­ya bile hükümranlık etmemişlerdir» [197] Bu realite karşısında bun­ca islâm devletini gayr-ı meşru kabul etmek, ilk üç halife dâhil bun­ca müslüman halifeyi zâlim ve gasıp ilân etmek vicdanların kabul edebileceği bir şey değildir.

Eski ve yeni müellifler kaydederler: Adaleti, cesareti ve dürüst­lüğüyle cihâna ün salmış, ikinci halife Hz. Ömer'in, sabah namazını kıldırırken, İranlı bir Mecüsî köle olan Ebü Lü'lü' tarafından hançer­lenerek şehid edildiği günü (9 Rebîu'l-evvel) Şîa, bayram kabul et­miştir; katile «Baba Şucâuddîn» unvanı vererek bayramlarına da o adı takmışlardır [198] Hicrî dördüncü asır ulemâsından Ebu'l-Hüseyn el-Malatî (v. 377/987) İmatniyye guruplarından birini anlatırken şöyle der: «Bunlar Kum halkıdır; görüşleri İsmâîliyyenin görüşüne benzer, şu kadar var ki bunlar cebir ve teşbihi benimserler. Öğle ile ikindi­yi zeval vaktinin başında, akşamla yatsıyı da onlarca yatsı vaktinin sonu olan gece ortasında cem'edip kılarlar. Sabah namazını da kurt kuyruğu (fecr-i kâzib) diye İsimlendirilen ilk fecrin doğuşunda kılar­lar. Abdestte çıplak ayaklarının üstünü ve altını su ile meshederler. Geçmiş müslümanlara aşırı derecede dil uzatıp söverler; öyle ki ba­zdan insan şekline benzer çuval gibi bir şey alır, onu saman veya yünle doldurur, adına Ebu Bekir, Ömer, Osman der, ha bire sopa ile vurup yere serer...» [199].

Bütün samimiyetimle ifade edeyim ki, gönlüm, bu nevi rivayet­lerin hepsinin asılsız olmasını ister. Keşke şu satırları yazdığım gün­lerde aynı Kum beldesinden «Ömerden de zâlim!» sesi yükselmesey-di, hem de en mes'uliyetli zâtın ağzından! [200]

 

4. İmamın vasıfları:
 

Yukarıda İmamiyyenin görüşlerinden bahsederken İmamın vasıf­larına temas etmiştik (bk. s. 209 vd.). Onlara göre 12 imam gaybı bilir, tıpkı peygamberler gibi her türlü günahtan korunmuştur. Hakkıyla müslüman olmak için Allah'a ve Rasûlüne iman ettikten başka bütün «imamlar»a ve her asrın imamına îman etmek gerekir. İmamların «halleriyle ilgili bir hususta ismetlerini inkâr eden bir kimse onları

tanımamaktadır. Onları tanımayan (câhil) kimse ise kâfirdir» [201]. Ehl-i sünnete göre imamlara bağlılığı «iman» derecesine çıkarmak, ayrıca onların gaybı bildiklerini ve ma'sûm olduklarını benimsemek, onlara bağlanmanın kurtuluş vesilesi olduğunu söylemek İslâmın ru­huna uymadığı gibi insanın fikir hürriyetine, mes'uliyet duygusuna sahib olmasına ve şahsiyetinin gelişmesine de mâni'dir. [202]

 

5. His ve mantık :
 

Şiîlik Ehl-i Beyt sevgisi üzerine kurulmuştur. Ehl-i Beyti teşkil eden zevat, Hz. Ali, oğlu Hüseyn, onun torunu Zeyd b. Ali, onun oğ­lu Yahya, Hz. Hasan'ın zürriyyetinden çeşitli zevat Emevî ve Abba­sî devlet ricaline karşı çıkmış, ya öldürülmüş, ya esir edilmiş. Öl­dükten sonra mezarından çıkarılıp asılanlar, cesedleri yakılanlar, başları diyar diyar dolaştırılıp teşhir edilenler var. Bu facialar Şîa gu­ruplarını derin elemlere boğmuş, onlara ileri derecede bir hassasi­yet getirmiştir. Onlar, münferid bir haricînin Hz. Ali'yi öldürmesiyîe fazla alâkalanmadığı halde devlet eliyle kanı akıtılan Hz. Hüsey'in şe-hâdetini teşeyyu' cereyanının temeli haline getirmiştir. Onlarda din uğrunda ıztırap çekme Önemli ve hakim bir unsur olmuştur. Tari­hî ve siyasî bir rol oynamayan ve kendi ecelleriyle ölen imamların bile devlet ricalinin emriyle zehirlenerek şehid edildiğine inanırlar [203]. «Kum âlimleri arasında misli görülmemiş» koca İbn Bâbeveyh (v. 381/991) bile şöyle diyor: «Kim imamların bir kısmının veya bi­rinin hakikaten öldürülmeyip yerine başkasının öldürüldüğünü iddia ederse, her hususta bizim dinimizden değildir ve biz ondan uzakla­şırız» [204]

Şîa-i İmamiyyenin bu hissiliği, belirtmek lâzım gelir ki, onları, bir taraftan, imamlarına insanüstü bir gözle bakmaya, diğer yönden de muhaliflerine karşı çok haşin davranmaya sevketmiştlr. Onlar için, dün olduğu gibi bugün de, soğukkanlılıkla düşünüp hareket et­mek kolay olmamaktadır. Onlara ait şu ifade bu hissiliğin neticesi olsa gerektir: «Memleket küfür memleketidir, öyle ki bir okçu, müs­lüman topluluklardan birinin içine bir ok ftrlatsa isabet edecek bir müslüman bulamaz» [205]

Abbasîlefin ilk devrinde fırsat bulan şîıier, Emevî halifelerinden Hişam b. Abdülmelik'in (v. 125/743) kabrini açıp henüz çürümemiş bulunan cesedini çıkarmışlar, 80 sopa vurduktan sonra yakmışlar­dır. Bütün beldelerde Emevî devlet ricaline ait ofmak üzere buluna­bilen kemiklere aynı  muamele yapılmıştır [206]

İsnâaşeriyye âlimleri, İsnâaşeriyyeden olmayan Şia gurupları­nın ebedî kurtuluşu (necat) hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bunlar ebedî olarak cehennemde kalırlar. Bir kısmına göre ise cehennemde bir müddet yandıktan sonra çıkarlar, fakat cennete gir-meyip A'raf'ta kalırlar. Bazı âlimler de bunların, şefaate mazhar olarak cennete gireceklerine hükmetmişlerdir. Diğer islâltıî fırkala­ra gelince (ki bunlar dünya müslümanlarmın % 94 ünü teşkil eder), bunlar ebediyyen  cehennemde kalır  [207]

«Ve (İmam Cafer es-Sâdık (a.s.) düşmanlarımızın ve bize karşı haksızlık edenlerin (zâlimler) küfründen şüpheye düşen kimsenin kendisi kâfirdir, demiştir» [208][209]

 

Netice :
 

Tarihler eski devirlerden beri sürüp gelen şîî-sünnî mücade­lelerinden bahs eder: cami duvarlarına, dükkân kapılarına, taşlara ve benzeri yerlere, geçmiş İslâm büyüklerine söven sloganların ya­zılmasına kadar... [210] Bu, hiç arzu edilmeyen bir şeydir. Gönlünde iman taşıyan, İslâm İdealini benimseyen bir insanın, müslümanlar arasında çıkacak içe dönük bir mücadeleyi tasvib etmesine İmkân yoktur. Ehl-i sünnete göre bugünkü İsnâaşeriyye zahiren ve bâtınen müslümandır. İsnâaşeriyye çoğunluğunun akaid meselelerinde Mu­tezilenin" görüşlerini benimsemesi onlarj İslâm dairesinin dışına çı­karmaz, keza Hz. Ali'nin diğer bütün ashabdan üstün olduğunu söy­lemeleri de. Ancak özellikle ashâb-ı kiramı ve Şîa dışında kalan bü­yük islâm çoğunluğunu küfre nisbet etmek tehlikeli, çok tehlikeli bir şeydir, böylesine korkunç bir fikre sahlb olacak şîî müslüman kar­deşlerimizin bulunmıyacağını umuyoruz. [211]

[120] İbnu'l-Cevzî, Telbîsu İblîs, s. 99.

[121] bk. el-Mes'ûdî, Murûcu'z-zeheb, III, 305-306; el-Gazzâlî, Fedâihu'1-Bâtı-niyye, s.  11  v.dd.;  ed-Deylemî,  Beyânu  mezhebi'l-Bâtıniyye,  s.  21  v-dd-;   eş-Şeh-ristanî, el-Milel, I, 191-192.

[122] el-Gazzâlî, ag.e.,  s.   11-12;   ed-Deylemî,  ag.e.,  s.  21-22.

[123] el-Gazzâlî,  ag.e.,  s.   16;   ed-Deylemî,   ag.e.,   s.  22-23;   İ.A.   îsmâîlîler   ve Seb'iyye maddeleri.

[124] el-Gazzâlî, ag.e., s. 17; ed-Deylemî, ag.e., s. 24.

[125] ed-Deylemî, ag.e., s. 24,

[126] a,e., s. 24.

[127] a.e., s. 92-93. Ismâîliyye'nin ortaya çıkışı ve mücadeleleri için bk.  İb­nu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 238-241; Goldziher, el-Akîde, s. 242; R. Strothmann, ed-Deylemî'nin Beyân neşri mukaddimesinde, s. v-z; A. Mez, el-Hadâratu'l-Islâmİyye, H, 75-76;  İA.   «İsmâîlîler»   md.; îrfan Abdülhamîd, Dirâsât, s.  39-44;   Fuad   Köp­rülü, İlk Mutasavvıflar, s. 58, dn. 28; Avni İlhan, MehdîHk, s. 78-80.

[128] Karmatî isyanları ve mücadeleleri için. bk. el-Bağdâdî, el-Fark, s. 282-283; Brockelmann, İslâm Milletleri, I, 133-135; A. Mez, ag.e., II, 68-73; İ.A. «Karâ-mita»   md.;   Ahmed Emin,  Zuhru'l-îslâm,  IV,   132-133.   Karmat kelimesi  için  bk. Fîrûzâbâdî Kamusu, .el-Karâmıta.; İbnu'1-Esîr, el-Lubâb, «el-Kırmıtî»; İ.A. VI, 353.

[129] Ahmed Emin, ag.e., IV, 127. Hasan Sabbâh ve görüşleri için bk. eş-Şeh-ristânî, ag.e., I, 195-198; İbnu'l-Cevzî, Telbîsu İblis, s. 106-108; Brockelmann, ag.e., I, 187-168; Sırrî-i Girîdî, Ârâu'l-milel, s. 140-150; Fuad Köprülü, ag.e., s. 176, dn. 34 Bâtıniyye bir de «eS-Muhammire» diye anılmaktadır. Bunun sebebi kırmızı elbise giymeleri (el-Gazzâ)î, ag.e., s. 17; ed-Deylemî, ag.e., s. 25; İ.A. II, 339)  veya baş­larına  kızıl  serpuş  koymalarıdır.   İslâm  Ansiklopedisindeki   «Kızılbaş»   maddesini yazan  Abdülbâkî   Gölpınarlı'nın  kanaatine   göre   şîî  mezhebinin   gulâtından   olan Kızilbaşlar da bunlardandır (VI, 789). Yine ona göre «Kızılbaşlık, inancının usûl ve furûu sistemleşmiş, fikir ayrılıklarının münakaşası yapılmış bir mezhep değü-v dir.» «Kızılbaşların itikadlarında esas, Ali'yi Tanrı tanımaktır. Şehâdetleri olan lâ iiâhe illallah Muhammed Rasûlu'llah Aliyyun veliyyullah Veîiyyun AH Allah söz­leri de bunu açıkça bildirir. Mamafih aralarında dilden dile nakledilen ve Menâ-kibu'l-esrâr behcetu'l-ahrâr ve Faziletnâme gibi mukaddes kitaplarında, yazılı hi­kâyelerde, Ali'den başka  bir Allah  da  vardır.     Fakat  kızılbaşlar   bunları   te'vil ederler. Ali, onlarca, bin bir «don.dan  (libastan)  başgöstermiştir, onun için halkı şüpheye düşürmüştür. Zaten Allah, Muhammed ve Ali, üçü birdu\ Tanrı, Muhammed ve Ali suretinde görünmüştür. Fakat bütün hikâyelerde AH daima Muham-imed'den üstündür. Hatta onlarca Mi'rac bile Peygamberin Ali sırrına ermesidir ve âyîn-i cemleri de (ayne'1-cem1) onlarca inanılan bu Mi'rac hikâyesinin temsi­linden başka bir şey değildir..

«Ali'yi bir yandan Peygamberin vasisi ve ümmetin İmamı tanıyan, bir yan­dan Muhammed'in mürşidi sayan, bir yandan da tanrı bilen bu zümre, ibadet­leri te'vil etmek ve mezhebde dereceler kabul eylemek hususunda İsmâîliyyenin tesiri altında kalmakla beraber, 12 imamı kabul ettiklerinden dolayı «imâmîye* mezhebinin müfritlerinden addedilebilirler» (İ.A. VI, 791). Osmanlı Şeyhülislâm ve­killerinden M. Zâhid el-Kevserî (v. 1371/1952) Bâtınîlerin kürdler arasında .Ale­vîler-, türkler arasında da —aralarında görüş farkları olmakla beraber «Bek-taşîler ve Kızılbaşlar. diye anıldıklarını kaydeder (bk. el-Hammâdî, Keşfu esrân'l-Bâtmiyye, İzzet el-Attâr neşri mukaddimesinde,  s.  8 ).

[130] bnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 241-243;  İbn Bâbeveyh, r. İ'tikadât, s. 120; el-Bağdâdî, el-Fark, s. 260-264; el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 77-78; İ.A.  «Hallâc» md. Y. Nuri Öztürk, Hallâc'm îsmâîlîliğe ve Karmatîliğe nisbetinin doğru olmadığını kaydeder {bk. Hallâc-ı Mansûr ve Eseri, s. 26 v.dd.).

[131] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:225.

[132] el-Gazzâlî, Fedâihu'l-BâlınJyye, s. 18.

[133] el-Gazzâlî, ag.e., s. 18-19.

[134] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:225.

[135] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:225-226.

[136]    el-Bağdâdî, ag.e.. s. 298-300; el-Gazzâlî, ag.e., s, 21-24; ed-Deylemî, ag.e., s. 25-26;   el-Curcânî,  Şerhu'l-Mevâkıf,  III, 289.

[137] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:226.

[138] el-Gazzâlî, ag.e., s. 24; el-Bağdâdî, ag.e., s. 301; ed-Deylemî, ag.e., s. 2ü; el-Curcânî, ag.e., III, 289.

[139] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:227-228.

[140] bk. el-Bağdâdî, ag.e., s. 300-301, 305-307; el-Gazzâlî, ag.e., s. 25-26;  ed-Deylemî,  ag.e., s. 26-27;   el-Curcânî,  ag.e.,  III, 289.

[141] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:228.

[142]   el-Gazzâlî, ag.e., s. 26-27;  ed-Deylemî, ag.e., s. 27.

[143] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:229.

[144] el-Bağdâdî, el-Fark, s. 303-304; el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtıniyye, s. 28-29; ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtıniyye, s. 27-29; el-Curcânî, ag.e., s. III, 289.

[145] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi230-233..

[146] el-Gazzâlî, ag.e., s. 29-32;  ed-Deylemî, ag.e., s. 29-30; el-Curcânî,  ag.e., III, 289.

[147] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınev233-234.

[148] el-Gazzâlî, ag.e., s. 32; ed-Deylemî, ag.e., s. 30; el-Curcânî, ag.e., III, 289.

[149] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:234.

[150] Bâtmiyyenin içyüzünü anlamak için bir müddet onların arasına karışan Yemen'in   ehl-i   sünnet   âlimlerinden   Muhammed  b.   Mâlik   (v.   470/1077)   -Keşfu esrâri'l-Bâtıniyye» sinde (s. 11-16) ve ondan naklen zeydî âlim Muhammed b. el-Hasan ed-Deylemî (v. 711/1311) Beyânu mezhebi'I-Bâtıniyye adlı kitabında (s. 11-15),   bâtınî  adayının  şeriat   ahkâmından   nasıl muaf  tutulduğunu   tafsilatıyla   an­latır:   Buna göre bâtınî  telkinlerini  benimseyen  yeni  bir  üyeye,  dâî,   12   dirhem sadaka   (bâtınî  imamla  konuşabilme  vergisi)   vermesini   söyler,   o   da   verir.   Dâî imamın   huzuruna   çıkar   ve   şöyle   der:   «Efendimiz!   Filân   kulun   namazı   bildi, onun manalarını anladı, üzerinden namazı kaldır, ağır yükünü ve sırtındaki bu­kağıları indir! İşte 12 dirhemlik niyaz akçası!» Bunun üzerine imam:  «Şâhid olun, ondan  namazı   kaldırdım»   der   ve   şu   mealdeki   âyet-i   kerîmeyi   okur:   .Onların ağır  yüklerini,   sırtlarında   olan   zincirlerini  indiriyor»   (el-A'râf,   7/157).   Merasim tamamlanınca diğer Bâtıniyye üyeleri yeni üyeyi tebrik ederler ve   «Hamdolsun o Allah'a ki senin sırtına binmiş bulunan yükü kaldırmıştır». Bir müddet sonra, dâî, yeni üyeye, niyaz akçası sunarak şarap ve  kumarın  haram  oluşunun  üze­rinden kaldırılmasını  istemesini  telkin  eder,  aynı  merasimle  o  da kalkar.  Daha sonra  oruç   ve  cünüblükten  yıkanma  mecburiyeti  kaldırılır.   Bâtıniyyeye   intisap edip bir  müddet   içlerinde  kalan   Muhammed   b,   Mâlik'in   rivayetine   göre   nihaî merhalede   Bâtıniyye  üyesine, en büyük  sırrın  açıklanacağı   söylenir.  Uzun  mu­kaddimeler ve telkinlerden sonra ona, gerçek manada cennetin dünyada olduğu ifade edilir, ona girmek isteyip istemediği sorulur. O da girmek istediğini söyler. Bizzat İmam, bunun imtihanının çok ağır olduğunu haber verir ve üyeye, ken­disini  Bâtıniyyeye davet  eden  şahsı   (dâî)   alıp  evine   götürmesini  ve   zevcesiyle bir   yatağa   koymasını   emreder.   Üye   de   bunu   yapar.   İşte   bundan   sonra   üye, «el-meşhedu'1-a'zam.   (en büyük toplantı, en büyük görüşme)  denilen toplu seks (mum söndürme) şenliğine katılma hakkını kazanır. Onların cenneti bu imiş.

[151] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:

[152]  el-Gazzâlî, ag.e., s. 32; ed-Deylemî, ag.e., s. 30; el-Curcânî, ag.e., III, 289 Bâtmiyyenin davet dereceleri için ayrıca bk. Î.A. II, 341-342; Ahmed Emin, Zuh-ru'1-İslâm, IV, 128-129.

[153] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:234-235.

[154] el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtmiyye, s. 35.

[155] Bâtmiyyenin tesirlerine kapılan tipler hakkında bk. el-Bağdâdî, el-Fark, s 3CO-301; el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtıniyye, s. 33-36; ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtmiyye, s. 19-20.

[156] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:235-236.

[157] bk. L. Massignon, Karmatîler, İ.A. VI, 355, 356; A. Mez, el-Hadâra, II, 75-76;   A.  Emin,  Zuhru'l-İslâm,  IV,  129-130.  Ebu'l-Huseyn   el-Malatî   (v.  377/987), et-Tenbîh'inde (s. 20-22),   Karmatîlere ait İslâmla telifi mümkün olmayan fikirler naklettiği halde Imamiyyenin İsmâOiyye  kolunu,  12 imamın imametini benimse­yen, Hz. Hüseyn için ağlayıp sızlayan, ibadete  düşkün...  kimseler  olarak tasvir eder (s. 32). Öyle anlaşılıyor ki el-Malatî, ıstılahta tesâhül göstermekte ve Ismâî-l'yye yerine İsnâaşeriyyeyi tasvir etmektedir.

[158] bk.   Resâilu'1-Ihvâni's-safâ',   II,   60-61;   ed-Deylemî,   ag.e.,   s.   81-82;   L. Massignon, ag.e., VI, 358; Goldziher, el-Akîde, s. 238-241; A. Emin, Fecru'l-İslâm, s. 272.

[159] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:236.

[160] bk. el-Malatî, et-Tenbîh, s. 21-22; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 187; ed-Dey­lemî, ag.e., s. 34-35; el-Muhıbbî, Hulâsatu'1-eser, III, 269; İzmirli, Muhassal, s. 124-125.   Bazı   araştırıcılar   Karmatîlerde   ve   îsmâîlîlerde   tenasüh   fikrinin   bulunma-âığını  iddia ederler   (bk.&


Konu Başlığı: Ynt: Bâtıniyye
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Ekim 2010, 13:40:24
[161] el-Malatî, ag.e., s. 20 (bu müellife göre Bâtmiyye ma'nevî sıfatları ka­bul eder); el-Gazzâlî, ag.e., s. 38-40; ed-Deylemî, ag.e., s. 5-6, 31-34; İ. A. H, 339-340, III, 666.

     el-Malatî, ag.e., s. 20 (bu müellife göre Bâtmiyye ma'nevî sıfatları ka­bul eder); el-Gazzâlî, ag.e., s. 38-40; ed-Deylemî, ag.e., s. 5-6, 31-34; İ. A. H, 339-340, III, 666.

[162] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:236.

[163] el-Malatî, ag.e., s. 20.

[164] el-Gazzâlî, ag.e., s. 40-42; ed-Deylemî, ag.e., s. 35-36; LA. II, 340.

[165] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:236.

[166] el-Gazzâlî,  ag.e., s.  42-44;   ed-Deylemî,   ag.e,,  s.  6-7,  22-23,   36-37;   LA. II, 340.

[167] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:237.

[168] el-Malatî,   et-Tenbîh,   s.   20-21;   el-Gazzâlî,   ag.e.,   s.   44-46;   ed-Deylemi, ag.e., s." 7-9. 37-39; el-Muhıbbî, Hulâsatu'1-Eser, III, 268-269.

[169] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:237.

[170] el-Malatî; ag.e., e. 20-22; el-Gazzâlî, ag.e., s. 46-47; el-Muhıbbî, ag.e., III, 269; L. Massignon, Karmatîler, İ.A. VI, 358. El-Malatî, Karmatîlerde kadın, mal, çocuk ve hatta beden  (livâta)   ortaklığı olduğunu kaydeder.

[171] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:237.

[172] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:238-239.

[173] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:238-239.

[174] bk el-Bağdadî, el-Fark, s. 295-298; el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 85-88; el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtıniyye, s. 55-58; eŞ-Şehristânî, el-Milel, I, 194-196; ed-Dey-lemî Beyânu mezhebi'l-Bâtıniyye, s. 8-9, 39-58, 62-63; el-Curcânı, Şerhul-Mevâ-kıf   III   289-290;   el-Muhıtbî,  Hulâsatu'1-eser,  III, 269;  İ.A.   II,   340-341.

[175] Î.A. V/2, s.  1095;  Mahmud  Şakir, Sükkânu'l-âlemi'l-İslâmî, s. 25.

[176] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:245.

[177] eş-Şehristânî, el-Milel, I,  156; Ebû  Zehra, el-Mezâhib, I, 78-78;  Ahmed Emin, Fecru'l-İslâm, s. 272, Zuhru'l-İslâm, IV, 137; R. Strothmann, ed-Deylemî'ye ait Beyânu mezhebi'l-Bâtıniyye eserinin neşri mukaddimesinde, s. z; İ.A. XI, 505, 507; A. Gölpınarb, Şiîlik, s. 88. 

[178] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:245-246.

[179] Ebû   Zehra,   Irak'ın   Şia   yatağı   oluşunun   sebeplerini  şöyle   izah   eder: a) Hicaz sünnetin beşiği, Şam Emevî taraftarlarının merkezi idi, ortada Irak kal­mıştı, b)  Hz. Ali, hilâfeti müddetince orada kaldı, c)  Hz. Ali'den sonra Emevî-lerin   zulmüne   devamlı   maruz  kalmış   bir   memleketti,   d)   Eski   din,   kültür   ve felsefelerin   merkeziydi,   e)   Irak   halkı   çeşitli   inanış   ve   düşüncelere   meraklıydı (el-Mezâhlb, T, 79-81).

[180] bk.  el-E§'arî,  Makalât,   I,   60;   el-Cîlânî,   el-Ğunye,  s.  87;;   İbn   Haldun, Mukaddime, II, 11-12; Ebû Zehra, ag.e., I, 79 vd.; Goldziher, el-Akîde, s. 369, dn. 52; Ahmed Emin, Zuhru'l-İslâm, IV,  140; İ.A.   .İdrîsîler.   md.;  İzmirli, Muhassal, s. 179; Gölpınarh, Şfflik, s. 182.

[181] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:246.

[182] Fuad Köprülü, İsmâiliyye ve Bâtıniyye  gruplarının  daha  çok  tasavvuf perdesi altında Suriye'den Anadolu'ya geldiklerini kaydeder. Babaîlerin ayaklan­masında,  Ahiler  teşkilâtında,   Hurufîlik   ve   Bektaşîlik   kareketlerinde   Bâtınîliğin birinci derecede rol oynadığını söyler (bk. İlk Mutasavvıflar, s.  176-184.

[183] Ebû Zehra, ag.e., I, 82, 89; Ahmed Emin, Zuhru'l-İslâm, IV, 131; İzmirli, ag.e., s.   179;   Goldziher,  ag.e.,   s.  245;   ez-Ziriklî,   el-A'lâm,  I,   307;   Abdurrahman Bedevi, Gazzâlî'ye ait Fedâihu'l-Bâtıniyye neşri mukaddimesi, s. y-h; Muhibbud-dîn el-Hatîb, el-Âlûsî'ye ait Muhtasaru't-tuhfe neşri, s. 14, dn.  1;   I.A.,   •İsmâîlî­ler., «Dürzîler. md.; Y. Kutluay, İslâm Mezhepleri, s. 134-135; Meydan Larousse, .Bâbîler»,   «Bahâîler»,   «Dürzîler»   md.   Dr.   Muhsin   Abdulhamîd,   «Hakîkatu'1-Bâ-biyye ve'1-Bahâiyye.   (Lübnan, 1389/1969)  adıyla bir tedkîk neşretmiştir. Mukad­dimesinde, «Bahaîlik, müslümanların manevî değerlerini, hürriyet ve istiklâllerini yok etmek için en kötü şekilde istismara alet olan Bâtınî bir cereyandır,   (s. 16) diyor.  Kitabın ikinci bölümü   «Bâtınîlerin Entrikaları.na tahsis  edilmiştir.   Sonra da Babîlik ve Bahaîlik sırasıyla anlatılmaktadır. Eserin türkçe tercümesi M. Saim Yeprem ve Hasan Güleç tarafından yapılmıştır  (ikinci baskı. Diyanet İşleri Baş­kanlığı Yayınları, Ankara, 1973).

[184] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:247.

[185] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:248.

[186] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:248-249.

[187] bk.   el-Kevserî,   Ibn Asâkire  ait  et-Tebyîn  mukaddimesinde,   s.   17;   el-ÂIûsî,  Muhtasar  s.  56-63;   İzmirli,.  Muhassal,  s.   172;   Î.A,  XI,  504.

[188]  a.e., s. 182.

[189] İbn Bâbeveyh, r. el-İ'ükadât, s. 118.

[190] bk. msl. Ibn Bâbeveyh, ag.e., s. 114; ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'1-Bâ-tıniyye, naşirin önsözü;  İbn Haldun, Mukaddime, II,  10;  el-Âlûsî, ag.e., s.  63-65; Gölpmarh, ag-e-, s. 127-129.

[191] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:249-252.

[192] el-Ahzâb   (33), 33.

[193] bk. s. 113 v.dd. Âlûsî, Muhtasar'mda, Şîa kaynaklarına da atıflar yapa­rak bu akide faiklarından 10 kadarına temas eder (s. 70-101); ayrıca bk. s. 53.

[194] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:252.

[195] Bu konuda İmâttiiyye ve sünnî kaynaklar için 209- sayfadaki 35 numa­ralı dipnotuna bakınız.

[196] Bu konuda çok değerli eserler yazan Zeydî âlimlerden biri de el-Mu-eyyed billâh Yahya b. Hamza el-Huseynî el-Alevî'dir (v, 745/1344). bk. el-Âlûsî. ag.e., s. 6-7, 63, 126-137; eş-gehristânî, el-Milçl, I. 166; eş-Şevkânî, Katru'l-velİyy, s. 276-282.

[197] Bu ifade İbn Hazm'e aittir (bk. el-Fasl, IV, 96).

[198] bk. Kum bölgesi Şia ileri gelenlerinden Ahtned b. İshak ej-A.hva.sHan naklen, el-Âlûsî, Muhtasar, s. 208-209; İzmirli, Muhassal, &. 125.

[199] el-Malatî, et-Tenbîh, s. 32-33.

[200] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:252-254.

[201] İbn Bâbeveyh, r. el-İ'tikadât,  s.   113;  el-Küleynî'ye ait K.  el-Usûl'den naklen  (Bombay, 1302, s. 105); Goldziher, el-Akîde, s, 203.

[202] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:254-255.

[203] İA. XI, 503; İmamiyye görüşü için bk. İbn Bâbeveyh, ag.e., s. 115-117; el-Hpyî, Akayıd-i İmâmjyye, s. 16-25.

[204] r. (4-İ'tikadâ£, ş. ;if-

[205] el-Makdisî, el-Bed!, V.  127-

[206] bk. msl. el-Mes'ûdî, Murûcu'z-zeheb, III, 219. Bugün, İran'da. 4yetullah mertebesine   yükseltilmiş   din   adamlarının,   kendisinden   intikam   almak   hissiyle meşbû bulundukları  eski   Şah'a  karşı karısını   kışkırtmaları ve onu,  kocasını  öl­dürmeye teşvik etmeleri aynı karakterde bir davranış olarak göze  çarpmaktadır.

[207] el-Âlûsî, Muhtasar, s. 207-208.

[208] İbn Bâbeveyh, ag.e., s.  124,

[209] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:255-256.

[210] bk. el-Makrîzî, .el-Hıtat, II, 341,

[211] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:256.


Konu Başlığı: Ynt: Bâtıniyye
Gönderen: Mehmed. üzerinde 21 Ağustos 2019, 15:32:42
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Bâtıniyye
Gönderen: Sevgi. üzerinde 27 Ağustos 2019, 03:48:57
Aleyküm selâm. Rabbim paylaşım için razı olsun. ilmimizi artırsın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Bâtıniyye
Gönderen: Züleyha üzerinde 27 Ağustos 2019, 11:02:30
Paylaşın için teşekkür ederiz Allah razı olsun hocam  selam ve dua ile


Konu Başlığı: Ynt: Bâtıniyye
Gönderen: Ceren üzerinde 27 Ağustos 2019, 14:49:52
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...