Konu Başlığı: Sıfatlar Allah'ın ne Aynıdır, ne de Gayrıdır Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 02 Ocak 2012, 19:44:22 Sıfatlar Allah'ın ne Aynıdır, ne de Gayrıdır Yani Allah Taâlâ'mn sıfatları O'nun zatının aynı ve tıpkısı olmadığı gibi zatının başkası da değildir. Onun için (Allah'tan başka ve) gayrı olan varlıkların da ezelî olması ve kadîmlerin birden fazla olmaları lazım gelmez. Hıristiyanlar, gerçi “birbirinden başka kadîm varlıkların mevcut olduğunu” açıkça söylemişlerdir ama, “vücûd”, “ilim” ve “hayat” dedikleri ve “baba-oğul-Ruhu'1-kuds”, diye adlandırdıkları üç uknum (ekâmm-ı selâse) kabul ettikleri için kâfir olmaları lâzım gelmiştir. İddialarına göre “ilim” uknumu, yani unsuru Hz. İsa (a.s.)'nın bedenine intikal etmiştir. Şu halde Hıristiyanlar bu uknumların infikâk ve intikallerini (yani Allah'tan ayrılmalarını ve başka yerlere geçmelerini) caiz görmektedirler. Onun için de birbirinden başka (ve aralarında muğayeret bulunan li-zatihî) vacibler ortaya çıkmaktadır. itiraz: (Mutezileden) biri çıkıp da şöyle diyebilir: Çok ve birden fazla olma hali, “yekdiğerinden ayrılmaları caiz olması” manâsına gelen “birbirinden başka olma” esasına bağlanamaz, dayandırılamaz. (Taaddüd ve tekessürün, infikâkm caiz olması manâsına gelen tegayur esasına bağlanmasını reddediyoruz). Zira şurası kesindir ki,1,2, 3... v.s. gibi sayı mertebelerinde birden fazla ve çokluk olma urumu vardır. Bununla beraber bu sayıların bazıları, öbür bazılarının parçalarıdır. Parça ise bütüne mugayir olmaz. (Halbuki bunların aralarında zıddiyet ve başkalık yoktur. Meselâ, on sayısının içinde bulunan on tane bir rakamından hiç biri öbürüne, muhalif değildir. Bununla beraber on sayısının birbirinden ayrılmaları (infikâk etmeleri) caizdir. Bunun gibi Allah'ın sıfatları zatına mugayir yani zatından gayri değildir, ama ondan infakâk etmeleri ve ayrılmaları caizdir, denebilir. (Böylece iddianız geçersiz olur). Ayrıca, ister aralarında mugayeret ve başka olma hali bulunsun, isterse bulunmasın, sıfatların çok ve birden fazla olduğu konusunda ihtilaf yoktur. (Buna nazaran Sünnîler kadim varlıkların çok ve birden fazla olduğunu kabul etmektedirler). Cevap: İmkânsız olan, kadîm zatların birden fazla olmasıdır. “Bir zat ile onun sıfatlarının ezelî olması” değil. Ayrıca, “sıfatlar bi-zatihi vâcibu'l-vücûttur” sözünü söylemeye cüret etmemek gerekir. Tersine bu konuda şöyle denmelidir: “Sıfatlar vacib ve zarurî varlıklardır. Fakat vücub ve zaruretini kendilerinin dışında olan bir şeyden almazlar.” (Vâcib li-gayrihi değildir). Tersine, “O, sıfatın ne aynı ne de gayrıdır”, manâsında “sıfatlara vâcibtir”, denir. Buradaki “O” sözü ile Allah Taâlâ'nın zatını kasdetmekteyim. “Li-zatihî vâcibu'l-vücûd Allah Taâlâ ve O'nun sıfatlarıdır”, diyenlerin anlatmak istedikleri şey budur. Onlar demek isterler ki: Sıfatlar, mukaddes ve müteâl olan, vâcib zattan dolayı vâcib ve zarurîdirler. (Sıfat-. îarın vücubu zatın vücubuna dayanır). Aslında ve zatları itibariyle sıfatlar (vâcib değil) mümkündür. (Çünkü var olmak için Allah'ın zatına muhtaçtırlar). Mümkünün kadîm olmasında herhangi bir imkânsızlık yoktur. Şu şartla ki: Mümkün, kadîm olan zatla kâim olacak, vâcible var olacak, ondan ayrı bulunmayacak. Her kadîm bir ilah değildir ki, birden fazla kadîm ve ezelî varlığın mevcut oluşundan, birden çok ilahın mevcut olması lazım gelsin. Fakat yine de (Allah, kadîmlerle kadîmdir, demektense), “Allah, sıfatlariyle kadimdir” denilmelidir. “Her biri bi-zatihi kadîmdir, ulûhiyet sıfatlariyle muttasıftır,” şeklinde bir vehmin akla gelmemesi için «kadîmler» sözünü (kayıtsız, şartsız ve) mutlak olarak söylemem elidir. Sıfatlar konusunun anlaşılması çok zor ve çetin olduğu için Mutezile ve felsefe sıfatları kabul etmeme; Kerrâmiye, sıfatların kadim olduğunu kabul etmeme, Eş'arîler ise sıfatların “zatın aynı olduğunu da, gayrı olduğunu da” kabul etmeme kanâatına ulaşmışlardır. İtiraz: “Sıfatlar, Allah'ın zatının aynı da değildir, gayrı da”, sözü görünüş itibariyle çelişkili iki şeyi ortadan kaldırmaktır ama aslında ve hakikatte çelişkili iki şeyi ve iki zıddı bir araya getirmekten başka birşey değildir. Zira sarih ve açık olarak, “Sıfatlar zatın gayri değildir” demek, zımnen ve kapalı olarak, “Sıfatlar zatın aynıdır”, hükmünü kabul etmek gibidir. Sıfatların zatın aynı olmadığını açıkça ifade etmekle beraber, bunların var olduklarını kabul etmek, iki zıddı bir araya getiren çelişkili bir hükümdür. Sarih ve açık olarak ayniyeti reddetme (ve sıfatlar zatm aynı değildir, deme) halinde de durum böyledir. Zira bir şeyden çıkan anlam ve kavram, eğer diğer bir şeyden çıkan anlam ve kavram değilse birinci şey, ikinci şeyden başkadır; aksi halde birinci şey, ikinci şeyin aynıdır. İkisi arasında ortalama bir şey düşünmek de mümkün değildir. (Mantıktaki, üçüncü ihtimali dışta bırakma prensibi: Bir şey ya vardır, ya yoktur. Bir şey kendisinin ya aynıdır veya gayrıdır, eğer aynı ise gayri; gayrı ise aynı değildir, üçüncü bir ihtimal yoktur). Cevap: (Kelâmcılar buradaki gayriyeti ve) başkalığı, “îki varlığın, biri olmadan diğerinin mevcudiyetinin tasavvur ve takdir edilmesi biçiminde olması” tarzında tefsir etmişlerdir. Yani iki varlığın yek diğerinden ayırdedilmesi imkân dahilindedir. Ayniyeti ise, esasta bir derece farkı bulunmadan, iki varlığın anlam ve kavram itibariyle bir (müttehidi olmaları, şeklinde tarif etmişlerdir. Bu duruma göre aralarında, zıdlık ve çelişki yoktur. Hatta ikisi arasında ortalama bir şey.de tasavvur edilebilir. Şöyle ki; bir şeyin anlam ve kavramı, diğer şeyin anlam ve kavramı gibi olmayacak, ama onsuz da var olmayacak şekilde olması mümkündür. Bütüne göre parçanın, zata nazaran sıfatın, bazı sıfatlara nisbetle diğer bir sıfatın varlığı gibi. (Kül cüz değildir, cüz de kül değildir, ama parçalar olmadan da bütün olmaz). Şüphesiz ki, Allah Taâlâ'nın zatı ve sıfatları ezelîdir, ezeli olan bir şeyin yok olması imkânsızdır. (On sayısından olan bir sayısının, on sayısı olmadan varlığını sürdürmesi ve bir sayısı olmadan on sayısının bekası imkânsızdır. Zira bir sayısı on sayısmdandır). Onun için de on sayısının olmaması bir sayısının olmaması, on'un omıası da birin olması demektir. Halbuki hadis mahlûk sıfatlarda durum bunun aksinedir. Zira, belli bir sıfat bulunmadan bir şeyin zatının kâim olduğu tasavvur edilebilir. Onun için de (mahlûk ve hadis var-hklardaki bahis konusu) sıfat zatın gayrı olur. Kelâm âlimleri meseleleri böyle açıklamışlardır. Fakat bunun doğruluğu tartışılabilir. Bu konu şunun için tartışılabilir: Kelâmcılar, eğer “başkalık” (gayriyet ve tegâyur) sözü ile, “iki şeyden herbirinin birbirinden ayrılmasının her iki taraf itibariyle sahih olması”, manâsını kaydediyorlarsa, “sânî ve yaratıcı karşısında âlemin durumu”, “mahalle göre arazın vaziyeti” ileri sürülerek, çelişkiye düşürülebilirler. Zira yokluğu imkânsız olan sâni olmadan âlemin varlığını düşünmek kabil değildir. Meselâ, siyahlık gibi bir araz, mahal olmadan düşünülemez. Bu, (noktadaki çelişki gayet) açıktır. Zira bunlar arasında bir başka olma (ve tegayür) halinin kesinliğinde (Sünnî ve Mutezile kelâmcıları arasında) ittifak vardır. Şayet (iki taraf itibariyle değil de sadece) bir taraftan ayrılmasının sahih olması kaydi ile yetinirlerse, bu takdirde de “bütün ile parça, kül ile cüz” arasında bir mugayeretin ve başka olma halinin var olması lazım gelir. Zat ile sıfatları arasındaki münasebet için de durum budur. Zira bütün olmadan parçanın, sıfat olmadan zatın var olacağı kesindir. “On olmadan birin bekası imkânsızdır”, şeklinde ileri sürdükleri görüşün yanlış olduğu açıktır, (Zira, bir bütün olarak kabul edilen on rakamı zaten tek tek birlerden meydana gelmektedir. Mürekkeb ve bütün olan bir şeyin yok oluşundan o şeyin parçalarının da yok olmaları gerekmez). Bu itiraza şu şekilde karşı bir itiraz yöneltilemez: (İki tarafın da birbirinden ayrı düşünülmesinin sahih oluşu manâsmdaki mugayeretten) maksad: “îki şeyden, herhangi birisi bulunmadan diğerinin farazi olarak bile olsa var olmasını tasavvur etmenin imkân dahilinde olmasıdır, isterse bunlardan birinin var olması imkânsız olsun”. Meselâ bazan âlem, (mucidi dikkate alınmadan) var olarak düşünülür, daha sonra sânî ve yaratıcısının bulunduğu delille ispat edilmek istenir. Fakat, küle göre cüz, bütüne göre parçada durum böyle değildir. Zira bir rakamı olmadan on rakamın mevcut olması imkânsız olduğu gibi. On tam sayısı olmadan, on'dan bir olan (yani on tam sayışının bir parçası olan) birin varlığının düşünülmesi de imkânsızdır. Çünkü bu manâdaki «bir» var olsa, o on'dan (olan) bir olmazdı (on'un parçası olan bir değil, mutlak bir, on sayısı dikkate alınmadan düşünülen bir olurdu). Velhasıl, vasıftaki izafîlik muteberdir. (On'un parçası olması itibariyle bir'in varlığını düşünemeyiz, ama mutlak biri düşünebiliriz. Fakat bu mutlak değil, izafî bir vasıftır). Bu takdirde infikâk ve birbirinden ayrılmanın imkânsız olması da açıktır. Çünkü biz diyoruz ki, (Sünnî kelânıcılar ilâhî) sıfatlar arasında bir mugayeretin ve zıdlığın bulunmadığını, bu sıfatların yok oluşunun imkânsızlığı esasına dayanarak açıkça ifade etmişlerdir. Zira bu sıfatlar ezelîdir. (Ezelî ve kadîm olan bir şey yok olmaz). Bununla beraber şu husus da kesindir: Diğer bazı sıfatları isbat etmek maksadiyle, meselâ ilim gibi bazı sıfatların varlığı tasavvur edilir. Bundan anlaşılır ki, (Sünni kelâm âlimleri) bu manâyı kasdetmiş. değillerdir. Ayrıca yukardaki izah, arazın mahalline göre durumu (ve bundaki mugayeret) dikkate alınınca da doğru olmamaktadır. Vasfın izafiliğine ve nisbîliğine itibar edilirse, mütezayif (karşılıklı olarak izafi) olan her iki şey arasında bir mugayeretin ve zıddiyetin olmaması lazım gelir. Baba-oğul, kardeş-kardeş, illet-ma'lûl... gibi. Hatta her iki gayr ve iki başka arasında da durum böyledir. Zira gayrda izafî isimlerdendir. Bunu söyleyen (ve iki mütezayifin iki gayr olduğu kanâatmda olan) da yoktur. (Ahmet oğlu Ali oğlu Ömer, dediğimiz zaman, burada Ali Ahmed'e göre oğul, Ömer'e göre baba olur. Aynı anda Ali'nin hem oğul ve hem de baba olması mütezayif denilen karşılıklı izafî bir durum meydana getirir. Ali aynı anda hem oğul hem baba olma gibi iki sıfatı, izafî bir şekilde kendinde bulundurmaktadır, oğul ile baba arasında hem mugayeret hem de ayniyet bulunmatkadır. Fakat bu nisbî bir keyfiyettir). İtiraz: (Kelâm âlimlerinin şu manâyı) kasdetmiş olmaları niçin caiz olmasın?: “Sıfatlar mefhum ve kavram itibariyle Allah'ın zatı değildir, var olma bakımından da ondan başka değildir” (Zira, zatla sıfat anlam itibariyle birbirine muhaliftir). Nitekim mevzularına nisbet edilen diğer mahmullerin hükmü de böyledir. (Ali âlimdir, gibi. Ali mevzu, âlim mahmuldür.): Şüphe yok ki mevzu ile mahmul (mantıktaki özne ile sıfat) arasında, cümleyi bağlamanın sıhhatli olması için, varlık itibariyle bir tve müttehid) olma şart koşulur. Bir manâ ifade etmesi için de mefhum ve kavram yönünden başkalık şart olur. Meselâ: “İnsan kâtiptir”, cümlesinde bu durum vardır ama “İnsan insandır”, cümlesinde bu husus yoktur. Zira bu cümle sahih değildir. “İnsan insandır”, cümlesi de (yeni) bir şey ifade etmez. (İnsan ve kâtip kavram itibariyle başka, vücud itibariyle de kâtip insandan ayrı değildir, onun mahiyetinde kâtiplik vardır. Onun için “insan kâtiptir”, cümlesi doğrudur. İnsan ve taş hem kavram hem de varlık itibariyle birbirinden farklıdır. Onun için: İnsan taştır, cümlesi doğru değildir. însan insandır, cümlesinde, mevzu ile mahmul, yani özne ile sıfat birbirinin aynı olduğu için bir manâ ifade etmez.Allah alimdir, cümlesinde de durum böyle olmaz mı?). Cevap: Bu gibi hususlar, alîm kadir... gibi şeyler zata nisbet edildiği zaman doğru olur, bahse konu olan ilim, kudret... gibi şeylere nisbet edildiğinde doğru olmaz. “On” rakamına göre “bir”, “Zeyd'e göre el” gibi mahmul olmayan parçalarda da bu gibi cümleler doğru olmaz. (Zira el Zeyd'in ne aynıdır, ne de gayrı, on ve bir için de durum budur. Ali eldir veya el Ali'dir, denemez). et-Tabsire'de şöyle denilmiştir: On'a göre bir'in, Ali'ye göre el'in ayrı ve başka şey oluşu, -Ca'fer b. Haris müstesna-, hiç bir kelâm âlimi tarafından kabul edilmemiştir. Ca'fer, bu görüşü ile bütün Mutezileye de muhalefet ettiğinden; bu, onun cahilliğinden sayılmıştır. Bunun sebebi şudur: On rakamı, bu rakamın içinde bulunan tek tek on tane adedin tümüne birden verilen isimdir. On sayısı 9 + 1 = 10 rakamının hepsine delalet etmek üzere kullanılan bir isim olduğundan, eğer bir adedi on sayısından başka olsaydı, kendisinden başka bir şey olması lazım gelirdi. Zira bir sayısı on'dandır, o olmadan on olmaz. Aynı şekilde: “Ali'nin eli, Ali'den başka bir şey olsaydı, bu elin kendisinden başka bir şey olması icabederdi. et-Tabsire müellifinin sözü işte budur. Bundaki (hatalı izah) gizli-kapali değildir. (Zira bir şeyin, öbür şeyin bütününe mugayir ve muhalif olması, o bütünün parçalarından her bir parçaya aykırı olmasını icab ettirmez) .[24] [24] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 159-164. |